28 ARALIK, PERŞEMBE, 2017

“Kendimi Kaybedip Bulduğum Bir Yolculuk”

Can Evrenol ile son filmi Housewife vesilesiyle bir araya geldik. Evrenol ile sinema kariyeri odağında gerçekleştirdiğimiz söyleşide; kısa filmleri, ilk filmi Baskın, ilham noktaları ve yeni filmi Housewife’a dair pek çok şey konuştuk. 

“Kendimi Kaybedip Bulduğum Bir Yolculuk”

Can Evrenol’un son filmi Housewife’ta küçük bir kızın travmasıyla büyüdükçe yüzleşmesi ve bilinçaltının çekmecelerinde sakladığı anılarıyla büyüdüğünde karşılaşmasını izliyoruz. Türkiye’de henüz vizyona girmeyen filmi kapsamında Evrenol ile buluşup film hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

​Küçük kız Holly’nin anısıyla başlayan Housewife’ın hikâyesi ana karakterin travması etrafında şekilleniyor. Çocukluk yıllarında annesinin geçirdiği cinnet ve babası ile kız kardeşinin ölümüne tanık olan Holly, tüm yaşamı boyunca bu travma ile cebelleşir. 20 yıl sonrasında dahi gördüğü kabuslar eski arkadaşı ile karşılaşmasıyla iyice sarpa sarar. Tanıştığı ünlü medyum ve istemsizce içine girdiği tarikat, Holly’i yıllar öncesine götürerek geçmişle yüzleştirir.

Son filmin Housewife’ı 70, 80’ler İtalyan Giallo filmlerine benzetiyorsun. Nedir bu tarz ile Housewife’ın ortak yanı?

Giallo; özellikle Hitchock sonrası, sinema ve edebiyatta, o duş sahnesinden sonra slasher filmlere doğru giden, cinayete odaklı ve çok stilize, dedektiflik tarzı korku filmi türü. Belli başlı klişeleri var; siyah deri eldivenli, yüzü görünmeyen pardösülü katiller gibi. 70 ve 80’lerde bir Giallo korku türü estetiği doğuyor İtalya’da. Mario Bava, Dario Argento, Lucio Fulci gibi yönetmenler bunun başlıca örnekleri. Supernatural ile birlikte iyice uçup saçmalıyor, ben de tam o nişliği seviyorum ve Housewife da o nişliğin üzerine yapılmış bir film. Bu manada da gişe dışı bir film. Çok bu şekilde yola çıkmamıştık aslında. Baskın’a göre biraz daha gişeye hitap etmesini planlamıştık ancak süreç içerisinde böyle gelişti. 

Housewife’tan bahsederken bir de “lüks ve şımarık bir film” tanımını kullanıyorsun. Biraz bunu açmak istiyorum. Bu türle ilgili, korku sinemasına hâkim kişilerin beğenisine hitap ediyor demek istediğini düşünüyorum bu tanımla.

O tarz bir bakış açısıyla izlenildiğinde keyif alınacağını belirtiyorum. Yurt dışında da Giallo türünü herkes bilmiyor tabii ki, ancak niş tarzlara yurt dışı daha açık. Mesela Türkiye’de fantastik korku filmleri festivali yok. Öteki Sinema, Korku Sitesi gibi benim bir yandan kendimi mezunu saydığım bazı platformlarda da çok bilinen ve takip edilen türler bunlar. Türkiye’de de bu tarz filmin seveni var, yok değil. Ancak bu tarz film seven sinemaya gidiyor mu bu devirde artık bilemiyorum. 

©Nazlı Erdemirel

Kimileri Housewife’ı ilk filmin Baskın ile çok benzer bulup hatta devam filmi olarak nitelendirirken kimileri ise bambaşka değerlendiriyor. Ben de ikisini farklı bulan taraftayım. İlk akla gelecek örnek olarak Baskın çok daha ataerkil, Housewife ise tam tersi olarak bir kadın etrafında dönüyor. Sen nasıl değerlendiriyorsun?

Bence ikisinin de cinsiyete bakışı çok aynı yerden. Biri çok maço bir tavırla yaklaşıyor. Baskın’daki o maço tavırlı polisler, cinsiyeti belirsiz sapkın maço polisin çarpışması, ataerkil yapı, insanların orada olarak cezalandırıldıklarını, onların cehennemi olduğunu düşünmeleri dikkat çekerken Housewife’taki de çok farklı bir bakış değil. Cinsiyetler farklı ancak cinsiyete bakış aynı. 

Türkçe dille vizyona giren Baskın ve aldığı geri dönüşlerin ardından, Housewife’ın dilinin İngilizce olması artık sadece özel gösterimlerle mi seni izleyebileceğiz sorusunu akıllara getiriyor. 

Olaya üç taraftan bakıyorum. Birincisi dünyada da böyle ama özellikle Türkiye’de benim sevdiğim tavırdaki sinemanın izleyicisi çok azalmış durumda. Korkunç bir tekel ve yozlaşma söz konusu. It Follows bile kaç kişiye ulaşıyor ki Türkiye’de. Yapacağım filmi Türkiye gişesine göre biraz öyle, biraz böyle yapayım demekten ve değiştirmekten çok uzak hissediyorum kendimi. Ayrıca belki yaşımla alakalı da olarak da fazlasıyla kopmuş durumdayım bu konudan. Türkiye’de ne sevilirden çok ne beğenilmezse öyle bir şey yapayım mutlaka daha iyi olur görüşüne yaklaştım karikatürize bir şekilde. İngilizce film yaptıktan sonra iyice burayı umarsamıyor mu şeklinde yorumlayanlara “evet umrumda değil” diye cevap veriyorum içten içe.

Diğer taraftan da çocukluğumdan beri İngilizce film yapmak istiyordum. Bu çok şımarıkça bir şey belki de. İtalyan Giallo sinemasındaki filmlerin İngilizce olması ve dünya pazarına hitap etmesi gibi aslında. Daha çok dünya pazarı ve Türkiye gibi bir değerlendirme olunca durum daha aşikâr oluyor.

​Üçüncü olarak da baskını ve diğer kısa filmleri yaparken de Türk, Amerikan, Rus olarak değil de, yüz sene sonra gelip bunu izleyecek bambaşka bir ülkeden birisini düşündüm. Susam Sokağı’nı izlerken ki o evrensel dil, hissiyat gibi. Bu biraz romantik bir düşünce olabilir.


Sarmaşık da biraz böyle yapılmış bir film bence. Tolga (Karaçelik) tam böyle söyler mi bilmiyorum ama ben baktığımda tam da böyle bir yerden seviyorum Sarmaşık’ı da. Sarmaşık’ta da Baskın’da da olan yerelliğin aslında evrensel karşılığı oluyor genel pencereden bakınca. 

Housewife’ta dikkat çeken sadece dil değildi. Birçok öge vardı Türk kültürü ve sinema dilinden uzak. Sanki yabancı bir film izliyor gibiydik. Aslında bahsettiğin evrensellik burada ortaya çıkıyor. Filmde uzun süre nerede yaşadıklarını anlamadım ben mesela. Sadece kısa bir market alışverişi sahnesinde Türkçe bir iki kelime duydum. 

O markette televizyonda bir haber görüyor kız. Orası için İngilizce bir şey çekmiştik mesela. Birkaç kişi bana film yaparken burası neden böyle dediklerinde artık o kadar cevap veremez oldum ki belki bu kadar da “şımarmayayım” dedim. Aslında o anakronizm, zamansızlık ve mekansızlığı yaratmak bazen çok akıllıca, bazen de çok pata küte bir giriş gibi oluyor. Oradaki televizyon ile Türkiye gibi hissedilsin diye bir plan yapmadım, bu herhangi bir yerde geçebilecek bir hikâye. Kişisel bir yerden yaklaştığım için şımarık bir hikâye diyorum zaten.

Türk korku filmleri hakkındaki yorumlarını soracağım klişe bir konuya hiç girmek istemiyorum aslında ama şunu da söylemeden geçmek çok mümkün değil; keyifle bir Türk korku filmi seyretmek çok güzel bir his. Cin, peri gibi ögelerin yer almadığı bir Türk korku filmi izlemek gerçekten iyi geldi. Ve naçizane senin korku tarzındaki filmlerini “korkunç”tan öte “rahatsız edici” -ki bu benim için çok daha etkili- olarak tanımlıyorum. Mutasyona uğramış bedenler, yaratıklar, Housewife’ta başrolün doğurduğu çocuk mesela benim için birçok kanlı sahneden daha etkileyiciydi. Sen ne düşünüyorsun?

Aslında bunları korkutmak, rahatsız etmek amacıyla yapmıyorum, bazen korkaklık ederek kaçınıyorum hatta. Mesela Baskın’da jumpscare hiç kullanmadım, Housewife’ta ise dört beş tane kullandım. Biraz da travmalar üzerine yoğunlaşıyorum; kendi travmalarım, rüyalarım ve psikolojimle yüzleşiyorum. Kendi filmlerimi biraz kahve falıma, röntgenime bakmak gibi görüyorum. Kendi rüyalarımdan mı yoksa izlediğim filmlerden mi daha çok etkileniyorum bilmiyorum. Çünkü aslında bu filmleri de kendi rüyalarıma ve bazı hissiyatlara benzettiğim için seviyorum. O filmleri izledikçe daha çok öyle rüyalar görüyorum. Sosyal medyada bile devamlı bunları paylaşıyorum.

​Tüm bunların yanında içinde dini ögeler olan bir film de çekmeyi çok isterim açıkçası. Bence Ring de The Exorcist de birer cin filmi. Olaya nasıl yaklaştığın önemli olan. Takva filmini çok severim mesela. Keşke birisi bana öyle bir senaryoyla gelse. Ama ben kendim yazdığım zaman olay buraya evriliyor ve yazma konusunda her şeye rağmen antrenmansızım. Baskın ve Housewife’ın biraz benzemelerinin nedeni de bu olabilir. Kendimi de kaybedip bulduğum bir yolculuk aslında bu. 

Housewife’ta küçük bir kızın travmasıyla büyüdükçe yüzleşmesi, bilinçaltının çekmecelerinde sakladığı anılarıyla büyüdüğünde karşılaşmasını izliyoruz. Bundan korkarken bir yandan da tahrik oluyor. Barbie bebek evine bakıp mastürbasyon yaptığı sahne mesela… Bu travmalar onu korkutuyor mu yoksa üretimini mi besliyor diye düşünüyorum. Hatta sonlara doğru bu travmatik hikâyenin varlığından da şüphe etmeye başladım açıkçası.

Keşke daha da iyi ifade edebilsem onları. Benim içimde de öyle bir yere değiyor aslında. Housewife’ta küçük bir kızın hikâyesini izlerken Baskın’da da küçük bir çocuğun hikâyesini izliyoruz. O açıdan da benziyorlar. İki filmde de yetişkin halleri ve çocuk halleri birbirini görüyor mesela. Bir koza doğması, merdivenlerden yukarı çıkma sahnesi, başrolü tehdit edenlerin sonunda ona tapması gibi pek çok ortak sahne var aslında. 

©Nazlı Erdemirel

Housewife şimdiye kadar özel gösterimlerde izleyici ile buluştu. Filmin Türkiye gösterimi olacak mı?

Olacak, önce Amerika’ya satılacak ardından Türkiye gösterimi planlanacak. Şu an imza aşamasındayız. 

Bir de 7 hikâyenin yer aldığı “The Field Guide to Evil” adlı bir projeye dahil oldun. 

Evet, o projeye 13 dakikalık bir cin filmi ile dahil oldum mesela. 7 tane çok sağlam yönetmenin olduğu bir seçki o. İçinde yer almaktan çok memnunum.

Yakın zamanda karşılaşacağımız yeni bir projen var mı?

Bir dizi işi yapacağım ilk defa. Biraz sektörel durumlar. Sonra sonbaharda çekmek istediğim karanlık bir çocuk filmi var. Korku değil ama karanlık bir film.

Reklam filmleri de devam ediyor bir yandan.

Evet uzun süredir bir şey olmadı ama devam ediyor. En son Kristal Elma’da reklamdan neden nefret ettiğime dair bir konuşma yaptım. 

Korku filmi dışında projeler var mı peki?

Festivallere gittiğimde bana ne yapmak istiyorsun diye sorduklarında Ercan Kesal’ın Nasipse Adayız kitabını film yapmak istiyorum diyordum. Birkaç yerde söyledim. Sonrasında Ercan Kesal ile karşılaştığımda benim yapmak istediğimi duyduğunu ama kendisinin yapacağını söyledi. Şu an kendisi yapıyor. Birkaç kere rakı içmeye çıktık Ercan Abi’yle inanılmaz severim. Bir Zamanlar Anadolu’da ve Üç Maymun’un o baharatının da Ercan Kesal’dan geldiğini düşünüyorum. Behzat Ç.’nin dizisini hiç izlemedim ama kitaplarını çok severim. Tamamen kendi istediğim gibi bir Behzat Ç. yapmak isterim. 

*Fotoğraflar Soho House'da çekilmiştir.

0
6761
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle