28 MART, PAZARTESİ, 2016

“Bu Ülkede Aşılması Gereken Şeyler Hiç Bitmiyor”

Arnavutköy’ün son zamanlarda gittikçe popülerleşen mekanı Kavanoz’da buluştuk Melis Danişmend’le. Üçüncü solo albümü Ve Ev’i piyasaya sürdüğü şu günlerde Danişmend’in keyfi, içine son derece sinen bir albüm yayınlamış olmasından mütevellit, hayli yerinde. Ama Türkiye’deki müzik endüstrisinin gidişatı dolayısıyla her müzisyen gibi onun da hevesi zaman zaman kursağında kalabiliyor. Kimsenin önüne altın tepsiyle bir şeylerin sunulmadığını anlattığı bu endüstride müzik yapmayı, kara sevdaya tutulmaya benzetiyor Danişmend. Onunla bu sevdanın nasıl bir üretime dönüştüğünü, Kadıköy’ün ‘Mucize’lerle dolu sokaklarını, Erenköy’deki eski bir avcı köşkünü ve bunca zorluğa rağmen albüm yayınlamanın neden bu kadar değerli olduğunu konuştuk.

“Bu Ülkede Aşılması Gereken Şeyler Hiç Bitmiyor”

Bundan üç sene önce, Galatarasay Üniversitesi’nde yangın çıktığı gün bir röportaj yapmıştık seninle. Ortaköy’de gerçekleştirdiğimiz röportaj esnasında, uzaktan görünen dumanlara bakıp, “Bir insan karşınızda ölüyormuş gibi, çok üzücü” demiştin. Bugünlerde neler üzüyor seni?

Yüzlerce insan gerçekten de öldü son yıllarda. Belki klişe olacak ama sözün bittiği yerdeyiz. Kendimi daha umutlu bir yöne doğru çekmeye çalıştığım bir dönemdeyim. Sanırım hepimiz öyleyiz. Çok gelgitliyiz. Dakikamız dakikamıza uymuyor. O kadar hızlı değişiyor her şey. Sürekli düşüp kalkmaya çalışıyoruz. Hem karanlığa çekilip hem de kendimizi biraz aydınlatmaya çalışıyoruz. O zıtlıkların birleşimiyle, çelişkilerle dolu günlerden geçiyoruz.

Yeni albümün Ve Ev’in çıkış şarkısı Bugünler Parlak?’ın sözleri de bu minvalde bir çelişki barındırıyor. Nasıl bir ruh haliyle, duyguyla yazdın o şarkıyı?

Tam da bu konuştuğumuz duyguyla yazdım. O duyguların birleşimi var o şarkıda. Aslında hayata ve etrafa biraz daha umutlu bakmaya çalışmayı ama yaşadığımız ülkedeki şartlar sebebiyle bunun mümkün olmadığını görmeyi anlatıyor şarkı. Zaten şarkı da “Bugünler parlak... değil.” diye bitiyor son anda. Çünkü, değil işte.

Türkiye’de yaptığın müziğin durumunu, hatta daha da ötesinde Türkiye’de müziğin bugününü parlak görüyor musun?

Alternatif müzik anlamında konuşuyorsak, bence çok yaratıcı bir süreçteyiz. Kendi sözünü yazıp, kendi müziğini yapan birçok genç insan var. Her zaman vardı ama son zamanlarda sayıları iyice arttı. İnsanlar bir şeyler söylemek istiyorlar çünkü. Söyleyecek çok fazla şey var bu dönemde. O açıdan yaratıcı bir zamanda olduğumuzu düşünüyorum. Ama bunları sunmak, insanlara dinletmek, kemik bir dinleyici kitlesi oluşturmanın da oldukça zor olduğu bir dönem. 

Melis Danişmend ve Alper Bahçekapılı ©Nazlı Erdemirel

Bir müzisyenin kendi kitlesini oluşturması, özellikle bu dönemde, neden zor sence?

Çünkü çok fazla alternatif var. İnsanlar her şeyi çok hızlı şekilde tüketiyorlar. Müzik de o halde. O hız sebebiyle de birisine odaklanıp, onun albümünü sindirmek ve ezberlemek eski usul kalan bir şey. Buraya gelmeden önce bir radyo programı kaydettim. Kendi sevdiğim şarkıları çaldım. Şarkıları çalarken hep albümler üzerinden ilerledim. Anlatırken de, “Boş yok dediğimiz albümlerdendir” diyordum mesela. Sonra şunu fark ettim, bunu diyebilmek için tabii ki o albümü defalarca dinleyip kafamıza kazımamız gerekiyor. Ama sanırım bu dönemde onu yapmak, hele ki yeni jenerasyon için pek sık gerçekleşen bir durum değil.

Üretim sürecinin de tüketim süreciyle aynı doğrultuda hızlandığını düşünüyor musun? Özellikle son yıllarda, farklı türlerde müzik yapan çok daha fazla isme rastlıyoruz artık Türkiye’de. Bunun sebebi nedir sence? Bir müzisyen olarak buna içeriden baktığında ne görüyorsun?

Galiba şöyle bir şey var; gruplar kadar solo müzisyenlerin de sayısı arttı. Mor ve Ötesi’nin Dünya Yalan Söylüyor albümü döneminde grup müziği iyice ön plana çıkmıştı. O dönemde büyük plak şirketleri çok fazla grubun albümünü piyasaya sürmüştü. Normalde o alana pek girilmezdi Türkiye’de. O sıralar grup müziği çok ivme kazandı. Son dönemden bahsediyorsak eğer, ben gruptan daha çok solo müzisyenlerin öne çıktığını düşünüyorum. Kendi sözünü yazan, müziğini besteleyen çok müzisyen var. Artık onlar daha cesur davranmaya başladı.

Sence toplumsal travmalar kültürel üretimlerin (şekillenmesine elbette ama) çoğalmasına sebebiyet veriyor mu? Mesela Gezi’nin Türkiye’deki müzik üretimi üzerinde bir etkisi var mı sence?

Bence Gezi’den itibaren insanların kendilerini ifade etme, kafasındaki fikirleri büyük bir iştahla dışarı vurma, dile getirme arzuları çok arttı. Bunu görüyorum. Müzik, daha doğrusu sanat kendini ifade etmenin en iyi biçimlerinden biri. Etrafımızda daha çok müzisyene rastlamamızda bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsanların bir isyanları var. Bir patlama noktaları var. Elbette herkesin bu amaçla ve bu doğrultuda müzik yaptığını söylemiyorum. Ama bunların da bir etkisi var.

Melis Danişmend ©Nazlı Erdemirel

Albüme dönelim biraz. Artık albüm yayınlamanın pek de anlamlı görülmediği bir dönemdeyiz. Her şeyin ‘single’a döndüğü bir zaman diliminde neden hala albüm yayınlıyorsun?

Ben albüm çıkarmadığım zaman o müziği, şarkılarımı tamamlanmış olarak görmüyorum. Bu konuda biraz eski kafalı bir insanım. Yoksa ‘single’ı geç, bence şarkılar bile 30 saniye dinleniyor artık günümüzde. İnsanların sabrı yok. Her şey çok hızlı akıyor. Hem de bir an önce başka bir şeye geçme arzusu var. Galiba herkeste “Bir şeyleri kaçıyorum” hissiyatı çok fazla. Beyinlerinde bir alarm çalıyor sürekli. Müzikte de bu var. “Dur şunu da dinleyim”, “Bunu da dinleyeyim” derken hiçbir şeye odaklanamıyorlar.

Ama her şeye rağmen o albüm kitapçıklarını elde tutmak, koklamak çok güzel değil mi?

Ben hala CD satın almaya devam ediyorum. Onu o plastik kutunun içerisinde, albüm kitapçığının kokusunu soluyarak görmek, tutmak ve arşivlemek istiyorum. Kendi albümüm için yapmak istediğim de bu. İnternette olduğu zaman ulaşmak elbette çok kolay. Hemen indiriyorsun, yer de kaplamıyor, albüm evde tozlanmıyor da aslında. Ama işte... Şunu bir tutsaydık... Yapraklarını çevirseydik... Neler yazıyor acaba orada? Kanlı canlı görmek daha gerçekçi geliyor. Günümüz için biraz demode kaçıyor belki ama ben böyle hissediyorum.

Yeni albümünün kapağında, camının kenarına oturduğun çok güzel bir ev var. Nerede o ev?

Erenköy’deki eski bir av köşkü orası. Ama artık anaokulu olarak kullanılıyormuş. Önünden sık sık geçerdim. Her görüşümde durup baktığım, önünde fotoğraf çekimi yapabilmeyi hayal ettiğim bir yerdi. Ne güzel ki, anaokulunun sahipleri bize çekim için izin verdiler. Evren Arasıl çekti fotoğrafları. Benim kafamda kapağa dair mutlaka bir şeyler oluyor. Kafamdaki resim de bu evdi. Bu evin pencerelerinde oturmak istiyordum. Hayallerime kavuştum.

Karşıya kıyasla Kadıköy bana hep daha dingin ve huzurlu gelmiştir. Tıpkı bir sayfiye yeri gibi. Senin albümünün genelinde de bu ayarda bir sakinlik ve huzur var. Melankolik yanı ağır bassa da üzüntüye, sıkıntıya sokmuyor. Caddebostan, Erenköy, Kadıköy senin müziğini nasıl etkiliyor?

Aslında çok doğru tarif ettin. Bu albümde şarkılarımın bir parça daha güler yüzlü olduğunu düşünüyorum. Bizim tüm ekibimiz Kadıköylü. Bunun da müziğimize sirayet ettiğini düşünüyorum. Ben orada doğdum, orada büyüdüm. Yaptığım müzikte de bunun etkileri olduğunu her zaman düşünüyorum. O tarafta yaşayan insanların bence hemen anlayabileceği bir şey o bağ. Şarkılardan birinde Caddebostan’ın bahsi de geçiyor mesela. Albümdeki pek çok şarkıyı da yürürken yazdım. Hatta ilk albümümden beri böyle bu.

Sokaklarda gezinirken rastladığın, tanıklık ettiğin şeyler ne kadar yansıyor şarkılarına?

Bin Doz Öfke’yi Göztepe Parkı’nın orada yürürken yazmıştım. Melodiyi ve sözleri telefona kaydetmiştim. Bu albümdeki şarkıların tamamı 2015 yılında yazıldı ve hepsinde o sokakların bir izi vardır. Çünkü sokaklarda yürümek bana çok ilham veriyor. Yürürken mutlaka insanlara, olaylara rastlıyorsun. Denk geldiğim konuşmalar bile benim iki satır yazmama sebep oluyor. Mesela Mucize sahille çok bağlantılı bir şarkı. Caddebostan’ın bana verdiği duyguyla, orada yaşadıklarımla, düşündüklerimle ilgili Mucize.

Melis Danişmend ©Nazlı Erdemirel

Yaşadığın ortamın büyük bir ivmeyle çevresel ve kültürel açıdan değişmesi sana neler hissettiriyor? Kadıköy’deki kentsel dönüşüm sende bir nostaljinin açığa çıkmasına sebebiyet veriyor mu?

Yok oluş başladı. Biraz önce söyledin ya, “İstanbul’da çok sık rastlanan bir duygu değil Kadıköy’ün duygusu” diye... Sahil yolunu düşün. Bir vaha gibi orası. İnsanlar öyle bir ortama ve özgürlüğe ihtiyaç duyuyorlar. Sokakta yürürken artık “Şurada böyle bir bina, arsa vardı” dediğimizi fark ediyorum. “Buraları hep dutluktu” cümlelerini artık biz de kullanmaya başladık. Çünkü o kadar hızı bir kentsel dönüşüm var ki, yıllarca yaşadığımız evler, üzerinde yürüdüğümüz sokaklar gidiyor, değişiyor. Küçük esnaf gidiyor en başında. Hatta yerlisi de gidiyor. Kocaman binaların dikildiğini, o Kadıköy insanlarının kendine özgü kibarlığının bile kabalığa dönüştüğünü görmek bana ciddi şekilde acı veriyor. Zaten birbirimize olan saygımızı baya baya yitirdiğimiz bir zamandayız. Üstüne bir de, hani o Kadıköy’ün, nasıl anlatsam, kibar, tonton halinin de gittiğini görmek beni üzüyor.

Eskiden gitmeyi özlediğin, artık yokluğunu hissettin dükkanlar var mı Kadıköy’de? 

Küçükken sevdiğim şeyleri hala bulabildiğim bir yer Kadıköy. O konuda bu kadar da nankörlük etmeyeyim. Ama eskiden müzik dükkanlarına çok giderdik. Albüm alma heyecanı vardı. Artık onları çok yaşayamıyoruz. Şaşkınbakkal’da Uzelli vardı, Piccatura vardı. Oralar yok artık. 

Dinlediğin, senin için önemli olan albümlerle aranda özel bağlar kuruyor musun?

Ben müziği bir anla ilişkilendirmeyi seviyorum. Mesela Radiohead’in Kid A albümünü hatırlıyorum. Çok yakın bir arkadaşımın evinde toplanıp dinlerdik. O albümü her dinlediğimde orada geçirdiğim güzel anıları hatırlarım.

Son 15 yılda albümleri dinleme şeklimiz çok değişti. Peki senin albümlerini kaydetme şeklin de farklılaştı mı? Nasıl kaydediyorsun albümleri?

İlk albüm akustik gitar, piyano ve vokal üzerine kuruluydu. Onu, Hakan Kurşun’un Emirgan’daki stüdyosunda çok kısa sürede kaydetmiştik. Hatta bazı kayıtları evde yapmıştık. İkinci albüm hücum kayıt tekniğiyle yapıldı. Bu albümde ise kanal kayıtla devam ettik. Farklı farklı teknikler izledik hepsinde.

Ve Ev’de istediklerinin ne kadar kadarını şarkılarına ve kayıtlara yansıtabildin? Hayal ettiğin gibi bir albüm oldu mu? Bu arada, neden Ve Ev?

Bu albümün ve şarkıların biraz daha hayat dolu olmasını planlıyordum ve galiba öyle de oldu. Müzik olarak o hayat dolu diyebileceğim öğelere sahipler. Çok daha renkli ve coşkulu bir albüm oldu bana göre. O eve dönüş hissini herkes bilir. Oh dediğin bir an vardır. ‘Ve Ev’ anıdır o. Bu şarkılarda o hissin olduğunu düşünüyorum. O yüzden Ve Ev oldu albümün ismi.

Melis Danişmend ©Nazlı Erdemirel

Son olarak, Türkiye’de müzisyen olmak sana ne hissettiriyor?

Bence benim gibi müzik yapan kiminle konuşsan aynı şeyi söyleyecektir. Mücadele üzerine kurulu her şey. Önüne altın tepsiyle sunulmuyor hiçbir şey. Hatta bazı şeyler hiç sunulmuyor. Ben aşık olduğum işi yapıyorum. Nasıl ki birisine aşıkken gözün hiçbir şeyi görmez, canını dişine takıp mücadele edersin ve kimseyi de dinlemezsin o vakitler, ben de bu kara sevdada aynı şekilde ilerlemeye devam ediyorum. Çünkü ben bunu sadece iş olarak yapıyor olsaydım bir noktada başka bir yere doğru savrulabilirdim. Ama öyle bir şey ki bu, insan bundan vazgeçemiyor. Önüme ne çıkarsa aşmaya çalışıyorum. 

Aşılması gereken şeyler de hiçbir zaman azalmıyor değil mi?

Bu ülkede aşılması gereken şeyler giderek artıyor. Konser vermekten, sponsorluğa, albüm çıkartmaktan, telif haklarına kadar birçok farklı zorluk ve parametre var. Konsere gelen insan sayısından, konserlerin düzenlenebilmesine kadar birçok değişimin yaşandığı bir dönemdeyiz. En popüler müzisyenler bile televizyonlara çıktığı vakit bunları konuşuyorlar. Herkes aynı şeyleri söylüyor. Savrulduğumuz bir dönemdeyiz. Ne olacak bilmiyorum ama karamsar bakmak istemiyorum. O kadar fedakarlık yapman gerekiyor ki, “Anne olmadan analığı öğreniyorsun bu meslekte” diyerek, gülümseyip bitireyim.

0
7200
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage