
İklim Tamkan ve Türkü Yavuz, İstanbul’un tarihî kiliselerinde müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. İki sanatçı 29 Kasım Cumartesi günü saat 19.00’da Kırım Kilisesi’nde, 30 Kasım Pazar günü saat 14.00’te ise Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi’nde konser verecek.
10 Kasım’da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşen, büyük ilgi gören “Atatürk’e Armağan Şarkılar” konserinde birlikte sahne alan iki müzisyen İklim Tamkan ve Türkü Yavuz, bu kez İstanbul’un tarihî kiliselerinde sahne alacak. Piyanist, klavsen sanatçısı ve besteci İklim Tamkan, klasik müzik ile çağdaş yorum arasındaki çizgide yürüyen üretimlerini bu kez Türkü Yavuz ile birlikte “Between the Keys / Tuşların Arasında” adlı projede sunuyor. Erken dönem müziği tarihî enstrümanlar aracılığıyla çağdaş bir duyumla yeniden şekillendiren ikili, klavsen ve orgun iç içe geçtiği bu özgün konser dizisinde geçmişle bugünün tınıları arasında bir yolculuğa davet ediyor. Konserin interaktif yapısı, farklı enstrüman kombinasyonlarını canlı olarak deneyimleme fırsatı sunarken, sanatçılarla doğrudan kurulan diyalog aracılığıyla müziği yaşayan bir paylaşıma dönüştürmeyi hedefliyor.
İstanbul’un çok kültürlü yapısının simgelerinden Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi, restore edilen tarihî harmonyumunun tınılarını “Soli Deo Gloria” başlıklı özel bir açılış konseriyle yeniden müzikseverlerle buluşturuyor. İklim Tamkan ve Türkü Yavuz’un ev sahipliğinde gerçekleşecek etkinlikte sanatçılara Senem Demircioğlu (mezzo soprano), Zeynep Yılmaz (flüt) ve Ece Naz Durmuş (çello) eşlik edecek. Konserin adı olan “Soli Deo Gloria” (Latince: Yalnız Tanrı’nın Yüceliği İçin), Johann Sebastian Bach gibi büyük bestecilerin eserlerini adarken kullandığı bir deyişi hatırlatarak, konserin sanatsal ve ruhani derinliğine vurgu yapıyor. Konser ücretsiz olarak gerçekleştirilecek.
Dolce Paganne’nin “Hiçbir Yere Ait” başlıklı kişisel sergisi 20 Aralık’a kadar x-ist’in Gümüşsuyu’ndaki mekânında sanatseverlerle buluşuyor.
Dolce Paganne, “Hiçbir Yer” adını verdiği bu evrende, gerçekliğin sınırlarını çözerek iç dünyanın sembolleriyle yeniden kuruyor. Bu alan hem sığınak hem de deneysel bir laboratuvar; burada doğa, beden ve zihin birbirine karışıyor. Hiçbir Yer, sanatçının kendi köksüzlük ve aidiyet duygularını, çocukluk izlenimlerini, mitleri, rüyaları ve gündeliğin karanlık alt katmanlarını buluşturduğu bir eşik mekânı. Zamanın askıya alındığı, mantığın tek açıklama olmaktan çıktığı bu düzlemde figürler, hikâyeler ve fragmanlar birbirine eklemleniyor; hiçbir imge tek bir anlama teslim olmuyor. İzleyici, tanımlanmış bir anlatıdan çok, kendi deneyimiyle tamamlayacağı açık bir alanla karşı karşıya kalıyor. Dolce Paganne, izleyeni yalnızca bakmaya değil, kendi içindeki çatlaklara, bastırılmış imgelerine ve mümkün başka gerçekliklere bakmaya davet ediyor.
“Burası Hiçbir Yer, benim anavatanım.
Hiçbir Yer’e ait hissettiğim kadar başka hiçbir yere ait hissetmedim bugüne dek.
Çünkü Hiçbir Yer’de her şey mümkün; kurumuş bir yaprak yeni açan bir tomurcuğun içine nüfuz eder, maviler kırmızılarla dans eder, zıt kutuplar tek vücut olur bu mekânda.”
Künye:
1. İnkâr, Denial, Kağıt üzerine kuru boya, toz pastel, toz pigment | Colored pencil, soft pastel, and powder pigment on paper, 100 x 93 cm, 2025
2. Dekoratif Drama, Decorative Drama, Kağıt üzerine kuru boya, toz pastel, toz pigment | Colored pencil, soft pastel, and powder pigment on paper, 100 x 76 cm, 2025
3. Timbuktu, Timbuktu, Kağıt üzerine kuru boya, toz pastel, toz pigment | Colored pencil, soft pastel, and powder pigment on paper, 100 x 80 cm, 2025
Vid Simoniti’nin 21. yüzyılın başlarında güncel sanatın politikayla ilişkisini incelediği kitabı Dünyayı Baştan Yaratan Sanatçılar – Bir Güncel Sanat Manifestosu, Akın Emre Pilgir’in çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Dünyayı Baştan Yaratan Sanatçılar, sanatın dünyayı anlama biçimimize getirdiği yeni bakışlarla ilgileniyor ve sanatçıların yarattıkları dünyaların peşine düşüyor. Okuru, iklim krizi, sosyal adalet gibi konuları ele alan sanateserleri üzerinden Ai Weiwei, Olafur Eliasson, Wangechi Mutu, Naomi Rincón-Gallardo ve Hito Steyerl’in aralarında olduğu sanatçıları keşfetmeye çağırıyor.
Güncel sanat üzerine düşünmek için yeni araçlar buluyor ve sanatın sesine kulak veriyor: “Pratiklikten uzak ama uzakları gören bir tanık olan sanat, savaş alanlarının üstünde süzülür, geçici bir halüsinasyon ve bir mola anıdır belki ama hayatın ve dünyanın başka türlü olabileceğini mırıldanır.”
Ünlü heavy metal grubu Lamb of God, Stagepass organizasyonuyla 24 Temmuz 2026’da Bonus Parkorman’da konser verecek.
İstanbullu hayranlarıyla buluşmaya hazırlanan Lamb of God öncesinde sahneye Orbit Culture ve Black Tooth çıkacak. Richmond, Virginia çıkışlı Lamb of God, groove’un kalın damarları, politik öfke ve milimetrik davul ataklarıyla dolu sahne enerjisiyle tanınıyor. Kariyerlerinde 30 yılı geride bırakan, 11 albüm yayımlayan ve Grammy adaylıklarıyla metal tarihine adını yazdıran Randy Blythe ve ekibi sevilen şarkılarını seslendirecek.
Lamb of God öncesinde, melodik death metalin yeni nesil yıldızı İsveçli Orbit Culture sahne alacak. Grup; epik melodiler, endüstriyel katmanlar ve karanlık atmosferiyle, metalcore ile groove metal arasında kurduğu benzersiz dengeyi İstanbul sahnesine taşıyacak. Geceyi, Türkiye’nin groove metal sahnesindeki öncü gücü Black Tooth, yılların sahne deneyimiyle Bonus Parkorman’da açılışı yapacak. 2004’ten bu yana enerjisiyle, doğrudan vuran riffleriyle ve uluslararası festival deneyimleriyle tanınan grup, etkinliğin açılışını yapacak.
Lamb of God konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Galerist, İpek Duben’in “’70-” başlıklı kişisel sergisini 22 Kasım 2025-3 Ocak 2026 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“’70-” sergisi, İpek Duben’in 1970’lerde başlayan ve bu dönemle sınırlı kalmayarak sonraki üretimlerine de yön veren erken dönem desenlerine odaklanıyor. Bu desenler, Duben’in ilerleyen yıllarda biçimlenecek pratiğinin katmanlı ve mekânsal duyarlılığının ilk izlerini görünür kılıyor. Farah Aksoy ve Amira Arzık’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi, sanatçının resimlerinin biçimsel temellerine ışık tutuyor.
“1960’ların sonunda Siyaset Bilimi doktorasının sonuna geldiği noktada bırakıp sanata yönelen İpek Duben, bu kararıyla yalnızca alanını değil, düşünme biçimini de dönüştürür. 1972-1976 yılları arasında New York Studio School’da aldığı eğitim, onun pratiğinde bir dönüm noktası olur. Figüratif alıştırmaların soyut jestlerle iç içe geçtiği bu yoğun desen dönemi, Duben’in çizimi bir temsil aracından çıkarıp düşünmenin ve hissetmenin bedensel bir biçimi olarak ele almasını sağlar. İstanbul’a döndüğünde, akademik çevrelerin dışında ama onlarla diyalog hâlinde, sessiz ve kararlı bir üretim sürecine girer. Bu dönemde sezgisel yönelimlerle farklı malzemeler arasında dolaşır; ilerleyen yıllarda belirginleşecek çok yönlü pratiğinin temellerini atar.
Bu sergi, İpek Duben’in resimlerinden çok, o resimlerin nasıl mümkün hâle geldiğine bakar. 1970’lerde ürettiği desenler, burada bir ön hazırlık değil; sanatçının görsel düşünme biçiminin kendisidir. Kendisini “espas çalışan bir sanatçı” olarak tanımlayan Duben, çizgiyle renk, figürle yüzey, bedenle mekân arasındaki geçişleri araştırır. Bu erken desenlerde sezilen yüzey duyarlılığı, 1990’lardaki serilerinde katmanlı bir yüzey araştırmasına, 2010’larda ürettiği tuval çalışmalarında ise bedensel bir gerilime dönüşür. ’70-, sanatçının erken dönem arayışlarıyla sonrasında biçimlenen çok katmanlı işleri arasında bir köprü kurar; izleyiciyi çizimin düşünceyle elin hareketi arasındaki o keşif anına davet eder.”
Mine Soysal’ın 32 kısa öykü ile günümüz gençlerinin kitap okuma hâllerini etkileyen psikolojik ve toplumsal koşulları ayrıntılarla hikâyeleştirdiği Yaşasın Kitap!, Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Yaşasın Kitap!, okuma kültürümüzde benzersiz bir iz bırakan ilk kitaptan yıllar sonra, herkesin “kitap” ve “okuma” kavramlarına bakış açılarını yenileyecek farklı bir yolculuk sunuyor.
“Ekran bağımlısı diye suçlananlar, yapay zekâyla ödev hazırlayanlar, tek başına uzun yolculuklara çıkanlar, okuma kulübüne konuk olanlar, depremde kaybettiklerinin acısını dindirmeye çalışanlar, mahalle kitapçısını kaybedenler, öfke kontrolü için terapiye gidenler, kitap fuarının yolunu gözleyenler, yalnızlık çeken göçmen işçiler, zorbalığa uğrayan arkadaşlarını savunanlar, meslek seçiminde kitaplarla yolunu bulanlar ve satır aralarında beklenmedik öneriler…”
Mehmet Ali Nuroğlu’nun yönettiği ve rol aldığı Dünyada oyunu, 28 Kasım saat 20.30’da Kino Vertov’da tiyatroseverlerle buluşacak.
Geçtiğimiz bahar ayında Kadıköy/Moda’da açılan Kadıköy Oda Tiyatrosu, sonbahar dönemi ile birlikte Kino Vertov adı altında izleyicilerle buluşmaya devam ediyor. Kino Vertov’un Dünyada oyununda Mehmet Ali Nuroğlu, metnin içsel monoloğuna, dışsal hareketin o anki gerçekliğini ekleyerek sahneyi izleyici için görünür kılıyor. Bu yönüyle sahne, sinema dilinde anlatılan bir monolog, bir tür iç-oyun etkisi yaratıyor. İzleyicide yankı bulan ortak gerçekliğe dokunarak, birlikte deneyimlenen anlar bütününün doğal bir parçası oluyor.
“Dünyada çıplak, ulu orta, apaçık şekilde, sonsuz sayıda kelime ve anlamlar bütününün bir araya geldiği bir zihnin, alelade insani anlatımı… Her doğan ve her ölenin yaşam yolunda deneyimlediği kederi ve neşeyi, aitliği ve yabancılığı, bilmeyi ve bilmemeyi içeren varoluşsal anların bir tarifi. Kendince, kendi sesince! ‘Sesimin sesi böyle, napıyım’ diyor Adam. Mana’yı kendi gözünden sezerken elediği manasızlığa da sarılarak. Yaşamdaki ilerleyişin, burada, şimdi, tam şu an oluşuna selamla. Sahnede.”
Dünyada oyununun biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Künye:
Yönetmen/Oyuncu: Mehmet Ali Nuroğlu
Yardımcı Yönetmen: Ayşegül Nuroğlu
Dramaturg: İnönü Bayramoğlu
Reji Asistanı: Batuhan Kurt, Hatice Şanlı, Emir Güzel
Yapım Danışmanı: Büke Akşehirli
Görüntü Yönetmeni: Ayşe Irmak Şen
Işık Tasarımı: Ömer Rauf Aksoy
Ses Tasarımı: Muaz Ceyhan
Afiş Tasarımı: Sevil Alkan, İlknur Can
Sosyal Medya: Ezgi Turan
Müzik: Çağrı Sinci
Yazar: Will Eno
Çevirmen: Ayberk Erkay
Dirimart, Sarkis’in “Bir Arada(dır)lar” başlıklı Londra’daki ilk kişisel sergisini 25 Kasım 2025-10 Ocak 2026 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“Bir Arada(dır)lar” sergisi, Sarkis’in farklı dönemlerde ürettiği ve çeşitli teknik ile jestini barındıran yirmi dört eserini bir araya getiriyor. Zengin bir görselliğe sahip bu yapıtlar, bizleri neyin bir arada tuttuğuna dair soruların ve yanıtların birbirine eklemlendiği bir döngü içinde mekânda izleyicileri karşılıyor.
“Sarkis pratiğinde yapıtlarının her birine bir kişilik atfeder ve sergilerine dahil etmek için onların onayını alır. Paris’in Villejuif semtindeki stüdyosunda ürettiği her yapıt, kendi bağlamını taşırken çevresiyle diyalog kurar. Yapıtları arasındaki bu içsel ve sürekli diyalog, sessiz ama yoğun bir çokseslilik, adeta bir senfoni oluşturur.
Serginin merkezinde yer alan Başlangıçta, Mum (Christian Bernard’a ithafla) (2023) başlıklı yerleştirme, Sarkis’in 1969 yılında meşhur Tutumlar Biçime Dönüşünce sergisinin Londra’daki Institute of Contemporary Arts (ICA) ayağı için ürettiği yapıt ile 2023 yılına uzanan üretimlerini tek bir kompozisyonda bir araya getiriyor. Bu yerleştirme, zaman içinde bir araya gelen yapıtların ilişkisini görsel bir anlatı olarak sunuyor.
Suda bekleyen bir kurşun parçası, beyaz kaplarda çok ağırca buharlaşan yedi renk, Sarkis’in cam kozmonot büstü, vitraya dönüştürülmüş bir Curtis fotoğrafı ve gökkuşağı renkleriyle yıkanmış aynalar, bu anlatının unsurlarını oluşturuyor. Sanatçının farklı dönemlerine ait yapıtları arasında kurduğu bu ilişki, zaman, hafıza ve yeniden üretim kavramlarını odağa alarak izleyiciyi çok katmanlı bir okuma sürecine davet ediyor.
Sarkis’in eserlerinin tarihi her zaman ‘bugün’dür. Neolitik çağdan kalma bir kadın figürü, 16. ya da 17. yüzyıla tarihlendiği tahmin edilen taşa oyulmuş bir yüz portresi ve 1941 model bir Leica kamera gibi farklı yüzyıllara ait insan yapımı tüm objeler, Sarkis’in yorumladığı veya icat ettiği tekniklerle yeniden ele alınarak gündelik sahnelerle yan yana getirilir. Böylelikle sanatçı, çağdaş yaşamın deneyimleriyle günümüz insanının iç dünyası arasında incelikli bir diyalog başlatır. Bu diyalog, gündelik hayatta çoğu zaman göz ardı edilen küçük mucizelerin kişisel hafızalardan gün yüzüne çıkarılmasına bir davettir. Sarkis, bu sayede insanlığın karşı karşıya olduğu çetin zorlukları zamanın geniş boşluğuna yayıp yeniden düşünmeye çağırır.
Sarkis’in pratiğinde zaman ve mekân çizgisel bir ilerleme izlemez; sanatçı için ‘terk etmek’ ya da ‘geri dönmek’ yoktur. Onun yurdu belleğidir ve belleğinde, tutmak istedikleri, imgeler, sesler ve hatıralar daima bir aradadır.”
Künye: Arc-en-ciel comme mesure n°5, 2022 Alüminyum üzerine sıvanmış Fineart baskı, neon 120 x 159 cm
Yukio Mişima’nın Japonca dışında başka bir dilde ilk kez yayımlanan kısa ve yoğun otobiyografik metni Ergenlik Dönemim, Ali Volkan Erdemir’in çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Mişima’nın 1957 yılında Myojo dergisine dikte ettirdiği anılarından oluşan Ergenlik Dönemim, yüzüncü doğum yılında onun edebiyatına ve dünyasına selam veren eşsiz bir belge niteliğinde. Ergenlik Dönemim, yazarın çocukluk yıllarından itibaren Japon eğitim sistemine, savaş yıllarının toplum ve birey üzerindeki yıkıcı etkilerine, edebiyatla ve sinemayla kurduğu kişisel bağlara ışık tutuyor. Mişima, geçmişini anlatmakla kalmıyor; düşünsel dünyasını şekillendiren kırılma anlarını, eserlerine yön veren kaynakları ve ölümle yaşam arasındaki gerilimi son derece içten bir dille aktarıyor.
“Elbette ben de bazılarına karşı duygu kırıntıları hissettim, baştan sona aşk acısı çektiğim oldu ama tüm hayatımı ele geçirecek türde bir aşk yaşamadım. Adeta büyümüş de küçülmüş bir çocuktum, yetişkinlerin gülünç hallerinden mümkün olduğunca uzak durmak istedim hep.”
Türkiye’nin bebekler ve çocuklar için düzenlenen ilk ve tek uluslararası sanat festivali Atta Festival, bu yıl 20-30 Kasım tarihleri arasında gerçekleştiriliyor.
0-2 yaş bebeklerden, 3-6 yaş ve 6-12 yaş aralığındaki farklı yaş gruplarına hitap eden Atta Festival, bu yıl da dünyanın dört bir yanından özenle seçilmiş nitelikli ve kaliteli performanslarla dolu bir program sunuyor. 9. edisyonunda Kuzey ve Baltık ülkelerini odağına alan festival, İstanbul’un her iki yakasında yer alan farklı mekânlarda katılımcılarla buluşacak. Bu yıl İsveç, Danimarka, Finlandiya, Norveç, Litvanya, Estonya, Letonya, Polonya, İzlanda, İrlanda, Fransa ve Türkiye’den sanatçı ve toplulukları ağırlamaya hazırlanan festival, ana mekânları Paribu Art, Arter ve Hisar Okulları Kültür Merkezi’nin yanı sıra Barış Manço Kültür Merkezi, Caddebostan Kültür Merkezi ve İkinciKat Kadıköy gibi farklı kültür mekânlarında düzenlenecek.
9. edisyonunda; Paribu Art’ın iş birliği, Yapı Kredi Yarınlara Kartopu projesinin destekleri ile gerçekleştirilecek Atta Festival, bu yıl Kuzey ve Baltık ülkelerine odaklanıyor. Bu kapsamda çocuklara yönelik tiyatro, dans ve sirk performansları ile tanınan kuzey ülkeleri ile bu alanda öne çıkan Baltık Ülkelerinden nitelikli performanslar ve profesyonellere yönelik atölyeler ve paneller çocuklar ve yetişkinlerle buluşmaya hazırlanıyor. Akbank Sanat, Arter, Culture Ireland, Danimarka Krallığı Ankara Büyükelçiliği, Danimarka Kültür Enstitüsü, Hisar Okulları, Institut Français, İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, Nordic Baltic Assitej Network, Nordic Council of Ministers ve Polonya Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’nin katkılarıyla hayata geçirilen Atta Festival, dünyanın dört bir yanından özenle seçilmiş nitelikli ve kaliteli performanslarla dolu bir program sunuyor.
Atta Festival’in programının detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.