
Peeping Tom’un imzasını taşıyan Triptych: The Missing Door, The Lost Room ve The Hidden Floor isimli üç ayrı yapıtın birleşiminden oluşan oyun, 20 ve 21 Ocak’ta 2 özel gösteriyle Zorlu PSM’de izleyicilerle buluşacak.
Labirentte kaybolan karakterlerin melankolik bir nostalji ile geleceğe uzanan içsel arayışlarını sahneye taşıyan gösteride, karanlık bir sahnede, kayıp kapılar ve gizli odalardan oluşan bir labirentte karakterler sinematografik geçişler, efektler ve gerçeküstü bir atmosferle birleşerek seyirciyi zamanın, hafızanın ve hayalin kıvrımlı yolculuğuna sürüklüyor.
Dans ile tiyatro arasındaki sınırları kaldıran Triptych’de, Gabriela Carrizo ilk bölüm olan The Missing Door’u yönetirken, Franck Chartier sonraki iki bölüm olan The Lost Room ve The Hidden Floor’u yönetiyor. Nederlands Dans Tiyatrosu için yaratılan bu üç parça Peeping Tom’un kendi repertuvarı için yeniden kurgulanarak tek bir bütün hâlinde sahneye taşınıyor. Bir okyanus gemisinin kamaralarında ve koridorlarında başlayan üçleme, kendi kurgularını canlandıran karakterlerin illüzyonları, ütopyaları, kayıp aşkları etrafında dönüyor. Karanlık bir sahnede kayıp kapılar, gizli odalar ve gizli katlarla örülü bir labirentte karakterler kendi hatıralarını yeniden yaşıyor, bozup yeniden kuruyor ya da tamamen yeni hatıralar yaratıyorlar. Melankolik bir nostalji ile geleceğe uzanan bu içsel arayış sahnede imgelerle büyürken yalnız bir adamın gözyaşlarından doğan “lacrimosa” havuzu dev bir okyanusa dönüşüyor ve sonunda gemi bu denizde batarken, umutla başlayan yolculuk distopyanın karanlığına doğru savruluyor.
Peeping Tom: Triptych: The Missing Door, The Lost Room & The Hidden Floor biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
İngiliz alternatif rock sahnesinin kült gruplarından Wolf Alice, 15 Temmuz 2026 gecesi Epifoni organizasyonuyla KüçükÇiftlik Park’ta müzikseverlerle buluşacak.My Love Is Cool ile gençliğin duygularını yakalayan Wolf Alice, 2018’de Mercury Prize kazanan Visions Of A Life ve 2022’de İngiltere müzik listelerinde 1. sıraya çıkan Blue Weekend ile yükselişini sürdürdü. Wolf Alice, bu yıl yayımladıkları dördüncü albümü The Clearing ile dönemin en önemli gruplarından biri konumuna geldi. Ellie Rowsell’in güçlü vokali, grubun tanıdık gitar tonlarıyla birleşerek hem nostaljik hem çağdaş bir sound yaratıyor.
Grup, bugüne dek Harry Styles dahil pek çok sanatçıyla aynı sahneyi paylaştı, dünyanın dört bir yanında turnelere çıktı BRIT ödüllerinde en iyi grup ödülünü kazandı. Bu yaz Primavera Sound, Radio 1’s Big Weekend ve Glastonbury gibi festival sahnelerinde tarihi performanslar sergileyen grup, çoğu ülkede biletleri tamamen tükenmiş bir turneyle albümü kutlamaya devam ediyor. Bu turnenin 2026 duraklarından biri de İstanbul olacak.
Wolf Alice konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Ryan Gander’ın “Pussies and Places” başlıklı Türkiye’deki ilk kişisel sergisi, 13 Aralık’a kadar PİLEVNELİ Dolapdere’de sanatseverlerle buluşuyor.
“Pussies and Places”, hikâye anlatan bir saksağan animatronik heykelini, sokak kedilerini betimleyen mermer heykelleri ve yer adlarını tekrar eden resimleri bir araya getiren büyük bir yerleştirme üzerine odaklanıyor. Bu yeni araştırma alanları bizi kamusal ile özel olanın, kamusal ile özel olanı iç içe geçiriyor, aidiyet hissini sorguluyor ve gündelik olana bağlılığımızı test ediyor. Sergi, gündelik yaşamın gözden kaçan detaylarını ele alan ve izleyiciyi kendi anlatılarını yaratmaya teşvik ediyor.
Künye:
1. © Ryan Gander; Courtesy the artist and Basement Roma. Photograph by Daniele Molajoli
2. Ryan Gander, Istanbul, 2025
Natalie Labarre’ın tarihteki inanılmaz hataların hayatımızdaki olumlu etkilerini anlattığı, Gosia Herba’nın resimlediği kitabı Penisilin Nasıl Bulundu?, Ali Karatay’ın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
“Ve Muhtemelen Hiç Duymadığınız Başka İnanılmaz Hatalar” alt başlığına sahip kita 8-12 yaş grubuna hitap ediyor.
“İnsanlar bugüne kadar bina niyetine koca koca yanlışlar inşa etmekten müzikal talihsizliklere kadar, muhtemelen hiç duymadığınız, çeşit çeşit ve inanılmaz hatalar yaptılar… Bu hatalardan bazıları hiç yapılmamış olsaydı, hayatlarımız çok farklı olurdu!
Alexander Fleming’in penisilini, laboratuvarını derli toplu tutmayı ihmal etmesi sayesinde yanlışlıkla keşfettiğini biliyor muydunuz? Ya da meyveli çubuk dondurmayı 11 yaşındaki bir çocuğun tesadüfen icat ettiğini?
Peki ya bir kimyacının yakıcı başarısızlığının ilk kibritle sonuçlandığını?”
Reha Erdem’in sinemamızda eşsiz bir yere sahip ilk uzun metrajlı filmi A AY (1988), sanatçı Gökhan Tüfekçi’nin yaratıcı duvar resmiyle filmin çekildiği tarihten 37 yıl sonra yeniden Heybeliada’da hayat buldu.
MUBI’nin son restorasyon projesi kapsamında, Adalar Belediyesi iş birliğiyle bir binanın cephesine uygulanan mural, filmin düşsel atmosferini ve şiirsel dünyasını gözler önüne seriyor. Kaptan mahlası ile tanınan sanatçı Gökhan Tüfekçi’nin imzasını taşıyan bu özgün çalışma, Reha Erdem sinemasının merkezinde yer alan düş, hafıza ve çocukluk temalarını Heybeliada’nın kendine has dokusuyla buluşturuyor. Filmin evreninden esinlenen görsel kompozisyon, geçmişle bugünü bir araya getirirken izleyicileri A AY’ın büyülü gerçekçiliğini yeniden keşfetmeye davet ediyor.
1988 yapımı A AY, 11 yaşındaki Yekta’nın düşle gerçeğin iç içe geçtiği masalsı dünyasını anlatıyor. Fransa’dan getirilen 16 mm orijinal negatif filmin fiziksel ve dijital olarak restore edildiği bu yeni sunum, yönetmen Reha Erdem ve görüntü yönetmeni Uğur Eruzun’un danışmanlığında, Atlas Post Production stüdyolarında hazırlandı. Münir Özkul’u perdede izlediğimiz son film olan A AY, deneysel anlatımı ve duygusal derinliğiyle bağımsız sinemamızın mihenk taşlarından biri olmaya devam ediyor.
24 Ekim’de MUBI’de gösterime giren A AY’ı MUBI’den izleyebilirsiniz.
İstanbul Modern’in “Müzeler Konuşuyor” programının 25 Kasım’daki konuğu Rijksmuseum Direktörü Taco Dibbits olacak.
Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu iş birliğiyle düzenlenen programda, Taco Dibbits müzenin geçirdiği dönüşüm sürecini ve geleceğe dair vizyonunu paylaşacak. Müzenin restorasyon süreci ve kapılarını yeniden açtığı dönemde edindiği deneyimlerin kurum politikalarına nasıl yansıdığını anlatacak olan Dibbits, çağdaş sanat dünyasında ulusal temsil ve tarihsel sorumluluk üzerine yürütülen tartışmaların müzenin yaklaşımını nasıl şekillendirdiğine de değinecek.
“Sanat tarihi eğitimi alan Taco Dibbits, kariyerine Londra’daki Christie’s Müzayede Evinde Eski Ustalar Bölümü Direktörü olarak başladı. 2002 yılında Rijksmuseum’a 17. yüzyıl Resim Küratörü olarak katılan Dibbits, 2006’da Güzel ve Dekoratif Sanatlar Bölümü Başkanı, 2008’de ise Koleksiyon Direktörü olarak atandı. Akademik yayınlara katkıda bulunan Dibbits, aynı zamanda çeşitli kültür ve sanat kurumlarında görevlerini sürdürmeye devam ediyor.”
“Rijksmuseum, 1798’de Ulusal Sanat Galerisi adıyla Lahey’de kuruldu. 1808’de Amsterdam’a taşınan müze, önce Kraliyet Sarayı’na, ardından kanal kenarında yer alan bir malikâne olan Trippenhuis’e yerleşti. 1885’te Müzeler Meydanı’ndaki yeni binasının tamamlanmasıyla bugünkü konumuna taşındı ve Ulusal Müze anlamına gelen Rijksmuseum adını aldı. Tarihi boyunca ek binalar ve yeni edinimlerle büyüyen müze, 2000’li yılların başında yaklaşık on yıl süren kapsamlı bir restorasyon geçirdi. Koleksiyonunda resim, heykel, baskı ve tarihi objeler başta olmak üzere bir milyonun üzerinde yapıt bulunan Rijksmuseum, günümüzün önde gelen uluslararası müzeleri arasında yer alıyor.”
Kreşendo tarafından, Paribu Art iş birliği ve Komünite’nin katkılarıyla hayata geçirilen müzik festivali “Bu Festival Bizim” üç günde 2000’i aşkın katılımcıyı ağırladı.
Festival bu yıl “köklenmek” teması etrafında şekillenen programıyla katılımcılara çok yönlü bir müzik ve deneyim alanı sunduğu dördüncü edisyonunu tamamladı. Katılımcılarına çok yönlü bir müzik ve deneyim alanı sunan festival, müzik performanslarının yanı sıra müzik endüstrisini odağına alan konuşmalar, ilham verici atölyeler ve özel buluşmalarla zenginleşen programıyla bu yıl şehrin kalbine kök saldı.
Farklı zaman ve mekânlarda müzikal ruh hâlleri yaratmaya ve dönüştürmeye yönelik kendine has yaklaşıma sahip olan DJ, müzik küratörü, koleksiyoncu ve radyo programcısı ZOZO, 80’lerin synth-pop standartlarını, standart tanımayan elektro-pop algısıyla modernize eden Yunan şarkıcı ve şarkı yazarı Σtella, ragamuffin tarzındaki soul, dub ve reggae etkili üretimleriyle tanınan Londra’da yerleşik neo-soul müzisyeni ve şarkı yazarı Greentea Selecta, yaptıkları müzik türünü "bilinçaltı popu" olarak tanımlayan ve dinleyicilerine güvenli bir alan yaratarak, onların iç dünyalarıyla baş başa kalabilecekleri bir deneyim sunmayı amaçlayan TurkodiRoma, Türkiye’ye özgü melodileri; 80’ler ve 90’ların ses dünyasından, özellikle synthesizer ve ritim makinelerinden aldığı ilhamla birleştiren electro-pop ikilisi Soft Analog, Türkiye’den çıkıp pop, dans, rock ve elektronik unsurları cesur bir görsel evrenle birleştirerek bölgesel sınırları aşan bir pop kimliği inşa eden ve global sahnede de iz bırakan bir müzisyene dönüşen ALEYNA TİLKİ ve bağımsız şarkıcı ve söz yazarları olarak solo kariyerlerine de devam eden Seda Erciyes ve Tuğçe Şenoğul’un birlikte dans etmeyi çok sevdikleri şarkılardan oluşan setlerini dinleyicilerle buluşturdukları 2 MUCH!, çağdaş pop müziğin yükselen isimlerinden biri olarak güçlü vokali ve kendine özgü sahne enerjisiyle dikkat çeken Melis Karaduman, 2011’de Leeds’te kurulan ve üretimlerine Londra’da devam eden virtüöz müzisyenler, yetenekli prodüktörler ve ilham verici bestecilerin eşsiz ve bulaşıcı bir sound yaratmak üzere bir araya geldiği çok yönlü müzik kolektifi Nubiyan Twist ve SWANA bölgesinin müziklerini, Birleşik Krallık ve ötesindeki bas ağırlıklı kulüp türleriyle kusursuz bir şekilde birleştiren özgün kavramsal sound'u ve teknik becerileriyle tanınan, İngiliz-Lübnan kökenli uluslararası üne sahip müzik yapımcısı ve DJ Saliah enerji dolu performanslarını Paribu Art Ana Sahne’de müzik severlerle buluşturdu.
Şarkılarında şehrini, ilişkilerini ve sürekli aklında dolaşan soruları işleyen ve alternatif pop ve rock gibi müzik tarzları harmanladığı besteler yapan Göksu ve shoegaze, post-rock, dream pop sularında dolaşan ve kendi duygusal evrenini sakin ama derin izler bırakan bir dille kuran İstanbul’un alternatif müzik sahnesinin öne çıkan gruplarından Sren, müzik üretmeye ve şarkı sözü yazmaya üniversite yıllarında başlayan Eriç, İzlandalı ve İngiliz üç müzisyen tarafından hayat bulan ve politik olanı eğlenceli olanla birleştirmede her zaman usta olan Dream Wife ve yolculuğuna 70'lerin sonlarında Boston sokaklarında başlayan ve sokağın müzik hafızasıyla özdeşleşen, barış ve uyum mesajları veren yaşayan efsane The Space Lady dikkat çeken performansları ile Paribu Art Yan Sahne’de müzik severleri selamlayan isimler oldu. Festivalin bir diğer dikkat çeken durağı olan Komünite ise 70'lerin düşsel pop müziği ile yalın indie müziğinin kesiştiği noktada samimi ses manzaraları yaratan Kazakistan doğumlu, İstanbul merkezli şarkıcı ve söz yazarı MAY, özgün tarzı ve melankolik melodileriyle tanınan Norveç asıllı Amerikalı müzisyen Okay Kaya, aldığı caz eğitiminin ekseninde folk, dream-pop gibi janrları birleştirerek sevdiği tüm renkleri bir arada kullanmayı hedefleyen Ankara çıkışlı singer-songwriter Sıla Argun ve dertli şarkıları house, disco, funk dokunuşlarla şoka sokan eklektik müzik projesi Derdo Disco’ya festival boyunca ev sahipliği yaptı.
Konserlerin yanı sıra festival bu yıl Komünite ve Paribu Art’ta sohbet ve atölyelere ev sahipliği yaptı. Üniversitelerin müzik bölümlerinde okuyan, müzik alanında belirli bir deneyim ve kabiliyete sahip genç müzisyenler ile yolu Kreşendo'dan geçmiş müzisyenlere yönelik düzenlenen ve Bir Adım Var Vakfı destekleriyle hayata geçirilen, Ayşe Tütüncü yürütücülüğündeki “Doğaçlama Adımları”, “Paribu İleri Dönüşüm Projesi” kapsamında, daha önce Paribu’nun açık hava mecralarında ve etkinliklerinde kullanılarak işlevini tamamlamış atık brandalar, Onaranlar Kulübü yürütücülüğünde festival katılımcıları tarafından kullanılabilecek pratik telefon askılıklarına dönüştürdükleri “Paribu İleri Dönüşüm Atölyesi - Telefon Askısına Dönüştür”, We Are The Walkers destekleriyle gerçekleşen ve World Class Türkiye 2024 şampiyonu miksolojist Semih Cebecioğlu’nun lezzeti dengeyle buluşturmanın inceliklerini katılımcılarla paylaştığı “Kokteyl Workshop”, müzik yayıncılığında değişen mecralar, üretim ve tüketim biçimlerini merkezine alan, Türkiye’de müzik yayıncılığının geçmişten bugüne uzanan dönüşümünü Murat Beşer ve İpek Atcan’ın müzik yazarı Batıkan Baksı moderatörlüğünde konuştukları “Türkiye'de Müzik Yayıncılığının Serüveni”, “Paribu İleri Dönüşüm Projesi” kapsamında, daha önce Paribu’nun açık hava mecralarında ve etkinliklerinde kullanılarak işlevini tamamlamış atık brandaların Onaranlar Kulübü yürütücülüğünde katılımcılar tarafından rahatça kullanılabilecek işlevsel yelpazelere dönüştürüldüğü “Paribu İleri Dönüşüm Atölyesi - Yelpazeye Dönüştür” Paribu Art Yan Sahne’de festival katılımcıları ile buluştu. Kuşaklar arası müzikal hafızanın nasıl oluştuğu ve nasıl aktarıldığı üzerine gerçekleşecek ve farklı kuşakları, farklı eğitim pratiklerini ve farklı müzikal yelpazeyi temsil eden 4 kadın sanatçı; Sibel Köse, Özge Ürer, Çağıl Kaya ve Maya Perest, Akbank Caz Festivali Direktörü Gözde Sivişoğlu moderatörlüğünde bu hafızanın nasıl ve hangi yollarla korunduğu ve yeniden üretildiği üzerine bireysel anılar, kolektif hafıza, arşiv çalışmaları ve performans pratikleri ekseninde fikirlerini paylaştıkları “Sesler Büyürken: Müzikal Hafızanın İzinde” söyleşisi, Merve Eryürük moderatörlüğünde gerçekleşecek, müzik yazarı Sinem Vural ve Ceren Gündoğdu’nun “Algoritmalar, dijital platformlar ve yeni regülasyonlar, kayıtlı müzik endüstrisini nasıl şekillendiriyor?” sorusu etrafında bugünün müzik ekonomisini, dönüşen üretim biçimlerini ve endüstrinin geleceğini konuştukları “Şimdi ve Burada: Kayıtlı Müzik Endüstrisi” başlıklı söyleşi, Kreşendo’nun Converse desteğiyle hayata geçirdiği Müzikte Eşitlik Fonu hikayesinin devamı niteliğinde olan ve fon kazananı müzisyenler naberkötüdür, Şenceylik, Generate Istanbul, Selût, Nihal Saruhanlı & Danae Palaka, Selin Baycan ve Uğur Sena Penekli bir araya gelerek bu kapsamda gerçekleştirdikleri projeleri ve yakın gelecekte karşımıza çıkacak canlı performanslar, video serileri, albümler ve klipler gibi heyecan verici üretimlerini paylaştıkları “Müzikte Eşitlik Buluşması: Hikâyenin Devamı” söyleşisi ve Kreşendo ve 20'lik bir araya gelerek hazırladıkları interaktif bir merch olan ve Öykü Uralgil'in tasarımı ile hayata geçirilen fanzin aktivite kitabının son sayfasını festival katılımcılarının hem birlikte doldurdukları hem de sohbet ettikleri “Bu Festivali Kendinin Yapanlar: Festival Günlüğü Buluşması” atölyesi festivalin bir diğer dikkat çeken durağı olan Komünite’de gerçekleşti.
“Bu Festival Bizim”in önümüzdeki edisyonları ve Kreşendo’nun sene içerisinde gerçekleşen tüm etkinliklerinden haberdar olmak için kresendobiz.com web sitesini ve Kreşendo’nun sosyal medya hesapları takip edebilirsiniz.
Emily Brontë’nin aynı isimli ölümsüz romanından uyarlanan Uğultulu Tepeler, 13 Şubat 2026’da TME Films dağıtımıyla vizyona girecek.
Tutkulu bir aşk hikayesini sinemaseverlerle buluşturmaya hazırlanan filmden yeni afiş ve fragman yayımlandı. Film, Catherine (Margot Robbie) ve Heathcliff (Jacob Elordi) arasındaki yoğun ve sarsıcı bir yasak aşkı konu alıyor. Romantizmle başlayıp tutkuya dönüşen bu ilişki, aşk ve deliliğin destansı hikayesini izleyiciyle buluşturacak. Uğultulu Tepeler, gelmiş geçmiş en büyük aşk hikayelerinden birini modern bir bakışla yeniden yorumluyor.
Yönetmen koltuğunda oturan Oscar ve BAFTA ödüllü Emerald Fennell, aynı zamanda filmin uyarlama senaryosunu kaleme alıyor. Filmin başrollerini Oscar ve BAFTA adayı Margot Robbie ile BAFTA adayı Jacob Elordi paylaşıyor. Kadroda ikiliye Oscar adayı Hong Chau, Shazad Latif, Alison Oliver, BAFTA ödüllü Martin Clunes ve Ewan Mitchell eşlik ederken, filmin orijinal müzikleri Charli XCX tarafından hazırlanıyor. Yapımcılar arasında, filmin hem yönetmenliğini üstlenen hem de uyarlama senaryosunu kaleme alan Emerald Fennell’in yanı sıra Josey McNamara ve Margot Robbie yer alıyor. Oscar adayı Tom Ackerley ve Sara Desmond ise başyapımcılar arasında bulunuyor.
Uğultulu Tepeler’in fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
OG Gallery, Seza Paker’in “AMBIENTÉ” başlıklı ilk kişisel sergisini 13 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Seza Paker’in hazır nesne (ready-made), yoksul malzeme (poor material) ve minimal dünyasının bir uzantısı niteliğindeki sergisi, Paker’in mekân, algı ve ritim üzerine uzun süredir süregelen araştırmalarını yeni bir biçimsel düzlemde bir araya getiriyor. Paker, ışık, renk ve hareket aracılığıyla mekânın algısına dair yeni bir atmosfer kurar. Sergi, sanatçının uzun süredir üzerinde düşündüğü ritim, eşitlik ve ortak duyumsama kavramlarını, yalın bir mekânsal düzenleme içinde yeniden ele alıyor.
Bir dönem kamusal yaşamın ve eşitliğin simgesi olan berber lambası, geçmişte kırmızı, beyaz ve mavi sarmallarıyla dolaşan kanı, bandajı ve damarı temsil ederdi — hem bedensel hem de toplumsal bir iyileşme imgesi olarak. Paker bu işaretin anlamını tersyüz ediyor: renkler yer değiştiriyor, çoğalıyor, titreşiyor. Her lamba kendi ritmini sürdürüyor; dönüş, zamanın ve rengin ortak bir zeminde buluşmasına dönüşüyor. Koridorda ise sanatçının 1987 tarihli Untitled (It’s All About Light) serisi yer alıyor.
Fotoğraf: Nazlı Erdemı̇rel
Yasmin Zaher’in uçurumun kenarındaki bir kadının sıra dışı hikâyesini odağına aldığı romanı Bozuk Para, Parla Nemutlu’nun çevirisiyle April Yayıncılık’tan çıktı.
Bozuk Para, doğa ve uygarlık, güzellik ve adalet, sınıf ve aidiyet, kaos ve tüketim çılgınlığı gibi evrensel konuları kolaycı ahlakçılığa düşmeden sorgulayan, yeni neslin kontrolsüz kapitalizmle sürdürdüğü sürreal mücadeleyi bir solukta gözler önüne seren bir macera.
Zaher’in ilk romanı olan Bozuk Para; Dylan Thomas Ödülü'nü kazandı, Time, Amazon, New Yorker, People, GQ, Vulture, Electric Literature, Publishers Weekly, Library Journal'da yılın kitabı seçkilerine girdi, edebiyat çevreleri ve Slavoj Žižek gibi filozoflar övgüyle bahsetti ondan.
“New York'ta yaşayan Filistinli genç bir kadın. Hermès Birkin çantasına bakılırsa oldukça varlıklı. Kusursuz bir zevke ve sıra dışı bir hijyen anlayışına sahip. Oysa gerçek göründüğü gibi değil. Vasat bir ortaokulda ders veriyor. Hayatını ağabeyinin bağladığı aylık harçlıkla sürdürmek zorunda. Artık İsraillilerin yaşadığı anavatanı ise anılarında, hafızasının derinliklerinde. Amerika’da kök salma hikâyesi baştan lanetlenmiş gibi. Şu 'temizlik hastalığı' da cabası. Kaosun içerisinde bir gün evsiz bir dolandırıcıyla tanışacak ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...”