
Dirimart, heykeltıraş Tony Cragg’in “Heykel” başlıklı galerideki ilk kişisel sergisini 15 Aralık 2025-18 Ocak 2026 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
Tony Cragg’in bronz, ahşap, alüminyum ve çelikten ürettiği karmaşık ve çok biçimli heykellerinin yer aldığı sergi, sanatçının son dönem yapıtlarına odaklanırken bu serilerle eşzamanlı olarak geliştirdiği yeni üretimlerden bir seçkiyi de izleyicilere sunuyor. Sergide çok katmanlı heykel formları giderek soyutlaşarak izleyiciyi heykelin hem organik hem de bilinçle kurgulanmış sınırlarını keşfetmeye davet ediyor. Cragg’in endüstriyel malzemeler üzerine uzun yıllara yayılan araştırmalarının bir uzantısı olan bu çok biçimli yapılar, sanatçının geçmiş ve güncel üretimleri arasındaki sürekliliği görünür kılarken özgün heykel dilini de belirginleştiriyor. Hem küçük ölçekli hem de anıtsal nitelikteki heykelleri buluşturan sergi, galeri iç mekânından bahçeye uzanan yerleşimiyle farklı mekânsal ve algısal deneyimler sunuyor.
Cragg’in pratiği, doğa ile insan yapımı dünya arasındaki etkileşimi icat, deney ve hayal gücüyle harmanlıyor. Mermer, cam, kumtaşı, fiberglas, ahşap ve çelik gibi çeşitli malzemelerle çalışan sanatçı, erken dönemlerde endüstriyel ve gündelik nesneleri bir araya getirdiği kompozisyonlarını zamanla ince katmanlarla biçimlenen organik formlara dönüştürüyor. Doğadan gelen ancak insan eliyle dönüştürülmüş malzemelerle çalışan Cragg, çevremizi algılama biçimimizi yeniden düşünmeye çağırıyor; heykelleri bilgi ve deneyimin karmaşıklığını taşıyan şiirsel metaforlara dönüşüyor.
Sergideki bronz, ahşap, korten çelik ve taş heykeller, insan ile çevresi arasındaki ilişkiyi görünür kılarak doğa ve yapay dünya arasındaki sınırları yeniden düşünmeye davet ediyor. 2011-2025 yılları arasında üretilen bu yapıtlar, ölçek, hacim ve dengeyi malzemenin doğasından yola çıkarak yeniden tanımlıyor. Cragg’in heykelleri, üretildikleri malzemelerin ağırlığına rağmen güçlü bir hareket ve dinamizm hissi uyandırıyor.
Selahattin Giz’in İstanbul’unu ya da İstanbul’un çoktan unutulmuş gizlerini ortaya çıkaran, Yapı Kredi Selahattin Giz Koleksiyonu’ndaki 1925-1955 İstanbul fotoğraflarından oluşan Mevsimlerle İstanbul adlı kitap Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Fotoğraflara eşlik eden, Uğur Kökden’in yazdığı yazıların Türkçeden İngilizceye çevirisini Emre Türkölmez yaptı.
Selahattin Giz’in 1925 ile 1955 yılları arasında İstanbul’un farklı bölgelerinde, farklı mevsimlerde çektiği ve fotoğraflarını biriktirdiği karelerde tanıdık sokaklar, bugün artık zor tanınan ünlü alanlar, yaşlı tramvaylar, uzaktan uzağa dış çizgileri görünen görkemli camiler, çoğu yok olmuş büyük yapılar… At arabaları, faytonlar, Boğaz’da çıkıntı yapmış eski ahşap yalılar… Kızkulesi, Körfez’deki dalyanlar, İstanbul Üniversitesi’nin ışıklar içindeki gece görünümü, sur dışındaki surlar; belleklerden bile çoktan silinmiş Taksim, karla kaplı meydanda kızlı-erkekli kızak kayanlar, kar altındaki caddeler, Dolmabahçe sırtlarının merdivensiz döneminde yokuş tırmananlar, araba azlığından büyümüş, genişlemiş görünen caddeler, karlar altındaki kayıklar, Beyazıt’ın eski havuzu, Haydarpaşa Garı, Küçüksu Kasrı gibi İstanbul’un dört bir yanından birbirinden güzel fotoğraflar var.
Britpop’un efsane gruplarından Suede, yeni albümü Antidepressants’ın turnesi kapsamında, Epifoni ve Zorlu PSM organizasyonuyla 17 Temmuz akşamı Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde dinleyicileriyle buluşacak.
1990’ların başında Britpop akımının kapılarını aralayan, Britpop’un altın çağını başlatan, bir neslin estetik, müzikal ve duygusal kodlarını şekillendiren Suede, yıllar sonra İstanbul’a geri dönüyor. Glam rock’tan art rock’a uzanan geniş sonik dünyası ve Brett Anderson’ın sahnede yarattığı benzersiz karakter, Suede’i yalnızca bir grup değil, bir kuşağın duygusal belleği hâline getirdi.
Suede, onuncu stüdyo albümü Antidepressants ile dinleyicilerini yeni bir atmosferin içine çekiyor. Grup, bu albümdeki yeni parçaları İstanbul’da ilk kez canlı seslendirecek. Britpop tarihine kazınmış efsane şarkılar Trash, Animal Nitrate, Beautiful Ones, So Young ve daha niceleri 17 Temmuz akşamı İstanbul’da yankılanacak.
%100 Müzik katkılarıyla gerçekleşecek konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Gözde İlkin’in “Gelgit” başlıklı Zehra Begüm Kışla küratörlüğünde gerçekleşen kişisel sergisi 13 Aralık 2025-23 Ocak 2026 tarihleri arasında artSümer’de sanatseverlerle buluşacak.
Akışkan formları, katlanan kumaşları ve sayısız benliği kapsayan “Gelgit” sergisi, maddenin hareketini ve sergideki her bir malzemeyi bir hafıza biçimi ve oluşum süreci olarak izliyor. Bu izleme hâli içinde, kumaşlar, kökler, kumullar, hayvanlar ve taşlar birer simge değil, İlkin’in düşünce sisteminde ona eşlik eden parçalar; bu parçalar bir “şey” olmaktan öte, bir edim, eylemlilikleri üzerine yoğunlaşılan nesneler.
Sergide her yüzey bir gelgit gibi katlanıyor ve açılıyor; bedenlerin, mekânların ve zamanların birbirine sürtünerek yeniden biçimlendiği bir alan kurgusu oluşturuyor. Bu kurgu, sanatçının 2021 yılında New York’taki The Watermill Center’da katıldığı misafir sanatçı programı sürecinde çalıştığı “kumul” kavramına odaklanıyor. “Gelgit”, Gözde İlkin’in üretimlerinde ipliğin, kumaşın, elin ve yerin birlikte ördüğü bir yapma hâlini merkeze alıyor; doğa, beden ve madde arasındaki geçirgen sınırları araştırıyor.
Künye:
1. Gözde İlkin-Dünyadan Uzaklaşılmadı Köklerimizi Salmaya Devam Ediyoruz-81x98 cm-2025
2. Gözde İlkin-Dalga Kıvırttı Kum Seğirdi-71x83 cm-2025
3. Gözde İlkin-Saksaul Ağacı-77x98 cm-2025
4. Gözde İlkin-Yürüyen Taşlar-65x86 cm-2025
5. Gözde İlkin-Maran Otu-46x69 cm-2025
Annie Ernaux’nun 1982’den itibaren tuttuğu yazı günlüklerinden oluşan kitabı Karanlık Atölye, Siren İdemen’in çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı.
Karanlık Atölye, Ernaux’nun yazarlığının en mahrem ve çetrefilli yanlarını gün yüzüne çıkarıyor. Yıllara yayılan yazı günlüğünde yaratımın sancılarını, duraksamalarını ve kırılganlığını görünür kılıyor: Okurları edebî yolculuğunun perde arkasına davet ediyor.
Düşünceler, serzenişler, bir kenara bırakılmış projeler ve yeniden doğan fikirlerle örülü Karanlık Atölye, Ernaux’nun edebî evrimini anlamak isteyenler için bir kaynak olduğu kadar, okura metinlerinin arka planını ve yazarın içsel çatışmalarını derinlemesine keşfetme fırsatı sunan, yazma eyleminin kendisine dair de bir sorgulama.
“En zor olan, kendimi soymak, toplumun “bakış”ından, toplumun benden beklediğini varsaydığım şeylerden kurtulmak ve sonuçta bu beklentilere ancak onları reddederek, hatta ona karşı çıkarak cevap verebilmek. Yazının kitapla sonuçlanıp sonuçlanmayacağına aldırmadan o arzuya yönelmek.”
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin geçtiğimiz sezon prömiyerini gerçekleştirdiği Romeo ve Juliet balesi, 3, 6, 10, 11 Aralık 2025 ve 25, 26, 28 Şubat 2026 tarihlerinde Atatürk Kültür Merkezi - Türk Telekom Opera Salonu’nda sanatseverlerle buluşacak.
William Shakespeare’in ölümsüz trajedisi Romeo ve Juliet, yüzyıllardır sanatın her alanında ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. Bu eserin sahne sanatlarındaki etkileyici yorumlarından biri ise Sergey Prokofyev’in aynı adlı bale eseri. Klasik bale repertuvarında eşsiz bir yere sahip olan bu başyapıt hem koreografik zenginliği hem de müzikal derinliğiyle bale dünyasının mihenk taşlarından biri olarak kabul ediliyor. Prokofyev’in Romeo ve Juliet balesi, ünlü koreograf Ricardo Amarante’nin İstanbul Devlet Opera ve Balesi dansçıları için yaptığı özgün koreografiyle, Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu’nda izleyici karşısına çıkıyor.
Romeo ve Juliet’in trajik hikâyesi, birbirine düşman iki ailenin nefret duvarlarını aşan saf ve yasak bir aşkın destanını izleyicilere sunuyor. Prokofyev’in güçlü müziği ve zarif adımlarla şekillenen koreografi, bu dramatik hikâyeyi unutulmaz bir görsel ve işitsel şölenle sahneye taşıyor. Eser, ilk kez sahnelendiği günden bu yana, klasik bale sanatında hikâye anlatımının en başarılı örneklerinden biri olarak değerlendirilmiş ve dünya çapında sayısız kez sahnelendi.
Romeo ve Juliet, aşk, tutku, nefret ve fedakȃrlık gibi insan doğasının en güçlü duygularını zarif bir estetik içinde harmanlıyor. Klasik balenin teknik incelikleriyle birleşen dramatik anlatımı, izleyenleri büyüleyen bir hikâye deneyimi sunuyor. Bale repertuvarında, dramatik içerik ile koreografik ifadeyi bu denli ustalıkla birleştirebilen eserlerin sayısı oldukça sınırlı ve Romeo ve Juliet, bu açıdan özel bir yerde konumlanıyor. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin de repertuvar geçmişinde özel bir yere sahip olan Prokofyev’in Romeo ve Juliet balesi, ünlü koreograf Ricardo Amarante’nin özellikle İstanbul Devlet Opera ve Balesi dansçıları için yaptığı özgün koreografiyle, Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu’nda seyircinin beğenisine sunuluyor.
Romeo ve Juliet balesinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Fotoğraf: Murat Dürüm
Moni Salim Özgilik’in “Moni'25” kişisel sergisi, 10 Ocak 2026 tarihine kadar İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 5. Blok’ta yer alan 5533, İMALAT-HANE Proje Alanı ve yüzonbir’de sanatseverlerle buluşuyor.
Üç mekânı birbirine bağlayarak bir anlatı sunan “Moni'25” sergisi, yaşamını Los Angeles, Kaş ve İstanbul’da sürdüren Moni Salim Özgilik’in 2023-2025 yıllarında Türkiye’de ürettiği bir dizi işi bir araya getiriyor. Bir süre önce İMÇ’de kendi atölyesini kuran Moni, zaman içerisinde temas ettiği insanlar, mekânlar ve kullanılmış malzemelerle deneyime açık ve katılımı önemseyen bir “oyun alanı” inşa ediyor.
Sergi, Kaş’ın yedi haneli Kabapıynar Köyü’nden İMÇ 5. Blok’un dinamik koridorlarına uzanıyor. Sanatçının el değiştirme, tahayyül etme, yeniden biçimlendirme, başka ve yeni bir hayat verme kaygılarıyla derlediği nesneler, birlikte üretmenin ortak hafızasına dokunabilmeyi amaçlıyor. Turizm olanakları nedeniyle terk edilmiş bir köyü ve bir yaşam biçimini vaktinin en işlek ticaret merkezlerinden biriyle iç içe ören sergi, hızla yaşanan değişimlerden geriye kalanları yeniden işlevdirerek başlangıçların çocuksu heyecanına gönderme yapıyor.
Mine Söyler ve Deniz Özgültekin’in küratörlüğünde gerçekleştirilen “Moni'25” sergisine eşlik edecek konuşma ve tur programlarının ayrıntıları 5533, İMALAT-HANE Proje Alanı ve yüzonbir’in sosyal medya hesaplarında duyurulacak.
Fotoğraflar: MAYA
Tijan Sila’nın yakın geçmişin en yıkıcı dönemlerinden birini büyüme eşiğindeki bir çocuğun gözünden anlattığı romanı Saraybosna Radyosu, Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirisiyle Siren Yayınları’ndan çıktı.
Ingeborg Bachmann ödüllü Tijan Sila, zamanımızın bir portresini melankolik ve trajikomik bir dille resmediyor. Saraybosna, 1992. Saraybosna Radyosu’nun anlatıcısı Tijan, savaş başladığında henüz on yaşındadır ve o gün ilk defa tanıştığı patlayıcı kokusunu bir daha asla unutamaz. Saraybosna alevler içindeyken bu naif çocuk da yavaş yavaş ergenliğe adım atar... Bir şehrin yıkımı bir ailenin savruluşuna, bir çağın kapanışı bir bireyin arayışlarına zemin hazırlar.
Tijan; ateş altındaki kentin harabelerinde dolaşır, kaçanların ve ölenlerin geride bıraktığı eşyaları toplar, topladıklarını karaborsada yiyecek karşılığında değiş tokuş eder. O ve arkadaşları hayatta kalmayı öğrenirlerken savaşın onları kuşatan varlığını kabullenirler. Gelgelelim her şey gibi bunun da bedelleri vardır ve ağırdır.
Hollandalı besteci ve piyanist Joep Beving, Stagepass organizasyonu ile 24 Nisan 2026 gecesi Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde müzikseverlerle buluşacak.
Minimalist müziğin uluslararası alanda en etkileyici temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Joep Beving, Liminal adını verdiği yeni albümü ve bu albümün turnesi ile 2026’da hayranlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.
Reflektif ve geniş yankı alanına sahip piyano çalışlarıyla tanınan Beving, yakında yayımlanacak yeni albümünde daha açık, meraklı ve sezgisel bir müzikal yaklaşım sunuyor. Yapı ile sezgi arasında salınan bu yeni eserler hem insan dokunuşunu hem de daha organik bir akışı hissettiriyor. Besteler; duraklama, hareket ve tefekkür anları arasında gidip gelen, netlik ile muğlaklığın birlikte var olabildiği bir atmosfer yaratıyor. Sanatçının 2026 yılı boyunca sürecek uluslararası turnesinin konserleri, bu evrilen müzikal dili samimi bir sahne ortamına taşıyarak dinleyicilere yeni albümünün ruhunu ve taşıdığı fikirleri ilk kez deneyimleme fırsatı sunacak.
Joep Beving, küçük yaşlardan itibaren piyanoyla iç içeydi. Konservatuardaki müzik eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı ve bunun yerine kamu politikası ve kamu yönetimi alanında lisans eğitimi almaya devam etti. Ancak enstrümanına olan sevgisi hiç bitmedi. 2009’da vefat eden büyükannesinden miras kalan bir piyano, yolunu aydınlattı. Daha sonra “karmaşık duygular için basit müzik” olarak tanımladığı minimal parçaları kaydetmeye başladı. Başvurduğu tek plak şirketinden olumsuz yanıt alan Joep Beving, 2015 yılında ilk albümü Solipsism’i kendi başına yayımlamaya karar verdi. Hikâye ondan sonra hızla gelişti albüm büyük ilgi gördü, milyonlarca dinlenmeye ulaştı ve biletleri tükenen turneler başladı.
Joep Beving konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
OMM- Odunpazarı Modern Müze, insanları bir araya getiren ve kültürel hafızayı besleyen “sofra” kavramını odağına alan “Ferahfeza” başlıklı yeni sergisini 13 Eylül 2026 tarihine kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Küratörlüğünü OMM ekibinden Yağmur Elif Ertekin’in üstlendiği sergi, geçmişten bugüne uzanan yaşam coşkusunu görsel bir dile çeviren eserlerle; ziyaretçilerini neşenin, kutlamanın, dostluğun, flörtün, komşuluğun ve paylaşılan tüm anların ardındaki ortak duygulara davet ediyor. “Ferahfeza” sergisi, ferahlık ve gönül genişliği çağrışımlarının ötesine geçerek izleyiciyi ortak duygularda buluşmaya ve birlikte yol almaya davet ediyor.
“Ferahfeza” sofranın yalnızca yemek yenilen bir alan olmadığını; konuşmanın, kutlamanın, yas tutmanın ve paylaşmanın merkezinde olduğunu hatırlatıyor. Barlar, meyhaneler, kahvehaneler ve salonlar gibi yaşam mekânlarının her birinden izler taşıyan seçki, hayatın farklı yüzlerini yansıtan bir sahne sunuyor. Yemek kültürü ve ona eşlik eden ritüeller, toplumların içinde şekillendikleri iklimi ve coğrafyayı, inanç sistemlerini, kolektif hafızalarını, sosyal ilişkilerinin örgüsünü ve kültürel kodlarını nesiller boyunca taşıyan sessiz bir simge dili niteliği taşıyor. Antik Yunan’da aşkı, insan sevgisini ve arzuyu konu alan şiir ve felsefe sohbetlerinin eşlik ettiği, “beraber içmek” anlamına gelen symposion şölenleri; Roma’da “birlikte yaşamak” anlamına gelen, dostların aynı sofrayı paylaşmasını merkezine alan convivium geleneğine dönüşerek varlığını sürdürdü. Sergi, bu kadim sofra ve kutlama imgelerini bugüne taşıyarak bireysel olan ile kolektifi, gündelik ile kutsalı, geçici ile kalıcıyı bir araya getiren bir anlatı oluşturuyor.
“Ferahfeza” sergisinde; Abdülmecid Efendi, Adnan Varınca, Anke Eilergerhard, Antonio Cosentino, Ara Güler, Aylin Zaptçıoğlu, Azade Köker, Can Sun, Cevat Dereli, Cevdet Erek, Cihat Burak, Claudia Comte, Ecem Yüksel, Elif Uras, Etel Adnan, Eren Göktürk, Erol Eskici, Ferruh Başağa, Fırat Engin, Fikret Mualla, Francesca Hummler, Gülsün Karamustafa, Hakan Gürsoytrak, Haluk Akakçe, Hans op de Beeck, Hilmi Can Özdemir, Hüseyin Bahri Alptekin, İhsan Oturmak, Mehmet Güleryüz, Merve Şendil, Mustafa Boğa, Nadide Akdeniz, Nedim Günsür, Neşe Erdok, Nezaket Ekici, Nuri İyem, Özer Toraman, Pınar Akkurt, Robbie McIntosh, Sinan Orakçı, Slim Aarons, Şahin Paksoy, Toygun Özdemir, TUNCA, Yaren Karakaş ve Zeki Faik İzer’in eserleri izleyiciyle buluşuyor.
Fotograf: Barış Özçetin