16 EKİM, ÇARŞAMBA, 2019

Zamanlar Arası Bir Roman: Süpersimetri

Amerikalı yazar David Walton ile “bir kuantum romanı” Süpersimetri’nin hikâyesini, kurgu ve karakterlerinin oluşum süreçlerini konuştuk. 

Zamanlar Arası Bir Roman: Süpersimetri

David Walton, Türkçe okurunun radarına Süperpoze adlı romanıyla iki yıl önce girdi. Eylül ayında ikinci romanı Süpersimetri yine April Yayıncılık etiketiyle okurla buluştu. Walton, Süpersimetri’de bilimkurguyu, polisiyeyi ve popüler bilimi bir araya getirerek macera dolu bir anlatı sunuyor.

Süpersimetri, “Jacob Kelly, hayatının son dakikalarını bir beyzbol maçında geçirdi,” cümlesi ile başlıyor. Romanınıza çok çarpıcı bir durumla başlamışsınız. Süperpoze de okuru hazırlamak ya da betimlemelerle başlamak yerine direkt olayların içine giriyor.  Bu genel olarak benimsediğiniz bir anlatı tekniği mi yoksa bu romanın doğası gereği mi bu şekilde ilerlemeyi tercih ettiniz?

Ben polisiye gerilim yazan bir yazarım; yani önemli olan nokta okurun ilgisini kitabın en başında çekebilmek. Amaç, okura eli kulağında olan bir felaketin hissini, daha ilk satırda verebilmek. Süperpoze de “Onu eve almamam gerektiğini bilmeliydim,” cümlesi ile başlıyor. Bu giriş de aynı şeyi sağlıyor: Daha anlatıcının kimi eve almaması gerektiğini bilmeden bunun kötü bir fikir olduğunu ve kötü bir şeylerin olacağını biliyoruz. Süpersimetri de bu durum açısından benzer. Jacob, kendi başına, kötü bir durum olmayan beyzbol maçında ama orada öleceğinin bilinmesi anında bir gerilim yaratıyor ve aynı zamanda okurun kafasına soru işaretleri bırakıyor: Neden öldü? Bir beyzbol maçında ne olabilir ki? Sonuç olarak da okur, kitabın içine girmiş oluyor ve olayları çözmeye çalışıyor. 

Okuyucuların bilimle yoğrulmuş bir romana karşı tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce, okurların anlayamama korkusu onları okumaktan geri tutar mı yoksa aksine bu tip bir kurgu onları daha fazla mı çeker? Bu soruyu cevaplarken Süperpoze’ye hâlihazırda gelen tepkileri de ekleyebilirsiniz. 

Bence, okurlar zeki insanlar ve onlara bu şekilde davranılmasını seviyorlar. Bilim doğru yolla tanımlandığında çok net bir şekilde anlaşılabilir ve bu da okurların kendini zeki hissetmelerini sağlar. Aslında bilimden hoşlanmayan ama bir hikâyenin içinde sunulduğunda çok etkileyici bulan birçok okurla karşılaştım. İşin püf noktası, bilimin karakterler için önemli bir nokta olması. Bu sayede bilim adına yapılan açıklamalar, ders notları olmaktan çıkar ve bir şeyler ifade eder.

​Eğer iki elektronun aynı kuantum durumunda eş zamanlı olarak bulunamayacağını söylersem hafiften kafanız karışabilir ama çok uzun sürmez. Eğer bunun Pauli Dışlama İlkesi olduğunu söylersem çok çabuk sıkılırsınız. Ancak elektronlar hakkındaki bu basit durum, karakterlerin ölmesi ya da hayatta kalabilmesi, ailelerini tekrar görebilmeleri veya işleri için önemli bir hâl alırsa işler o zaman değişir. Artık olay örgüsü içine büyüyen bir gerilimin parçası olur, tıpkı karakterin eşiyle yaptığı bir tartışma ya da bir şantaj mektubu gibi. Eğer sevdiğimiz bir karakter hakkında önemli  bir rol oynuyorsa (ve sadece entelektüel açıdan olmasına gerek yok, herhangi bir şeyi riske atıyor da olabilir) o zaman okur için bir şeyler ifade  ediyor demektir. 

Alex ve Sandra arasındaki dinamik çok ilgi çekici. Varlıkları, sadece kuantumun iki ürünü değil, aynı zamanda tek bir bedende iki kişi yaşamak gibi. Ve bu da durumu derin tartışmalara götürüyor. Özellikle de Sandra’nın endişeleri açısından: “…Alex’e her zaman biraz içerlemişti: o süre içinde babasıyla kurduğu özel bağ için, o zamandan beri keyfini sürdüğü kahraman statüsü için, Sandra’nın her zaman  hissettiği aşağılık duygusu için. Bazen Alex gerçek kızları, Sandra da kaderin bir cilvesi gibi geliyordu. Bir hata gibi.” Bu ikiliği varoluşsal sancı olarak yorumlayabilir miyiz? Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

Bu, hikâyenin en sevdiğim taraflarından biri. Bence hepimiz bazen olmamız gereken insanlar olamamaktan korkuyoruz. Hepimiz kesinlikle şunu merak ediyoruz: Eğer farklı bir okul, farklı bir iş ya da farklı bir eş seçmiş olsaydım veya yeni bir yere taşınma şansımı kullanmış olsaydım neler olurdu acaba? Hayatım nasıl değişirdi? Ya da ben ne kadar farklı olurdum?

​Alex ve Sandra’nın durumu, onlara bu değişikliklere en başından tanık olabilecekleri eşi benzeri olmayan bir şans veriyor. Tercihlerimizi yaparken hissettiğimiz aynı huzursuzluk burada, partiyi önce terk eden ya da o iş teklifini alanın kendini masanın ucunda görmesinin etkisiyle daha da belirgin hâle geliyor. Alex ne zaman Sandra’ya baksa kendisinin başka bir versiyonunun nasıl olabileceğini görüyor ve diğer versiyonunun daha iyi olup olmadığını merak ediyor. Bu aslında, hepimizin kendisiyle bağdaştırabileceği bir durum ama sadece bizim gerçek hayatta odanın köşesinde karşımızda duran bir versiyonumuz yok. 

Ryan Oronzi de çok kendine has bir karakter. Ben merkezciliği ve tepeden bakan tavrı karakteri aynı zamanda hem itici hem de çekici kılıyor. Bu alıntı ise karakterin genel tavrının özeti gibi: “Ryan kendinden başka kimsede o kadar hayal gücü olduğuna inanmıyordu.” Ve romanın önemli bir noktasında onun bu tavrı çok önemli rol oynuyor. Bize, Ryan Oronzi’nin karakterizasyon süreci hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Ryan ile sevmesek de tercihlerini anlayabileceğimiz bir antagonist yaratmak istedim. Onu, her şeyi sadece kötücül olduğu için karton bir kötü karakter yapmak istemedim. Kendi psikolojik korkularından dolayı kötü şeyler yapan nevrotik bir karakter olmasını istedim; yani yaptığı şeyler onun için anlaşılabilir ve gerekli görünecekti. Varcolac, kitaba zaten kavranması güç bir kötü karakter sağlıyordu ve bu yaratık, daha çok doğası gereği böyle davranıyordu. Bu iki karakter içinde, bence Ryan daha ürkütücü olanı; çünkü yaptığı şeylerin sebebini görüyorsunuz. Gerçek bir insanın bu gibi sebeplerden ötürü onun gibi davrandığını bir düşünün. 

Yaratık, kitaptaki bütün her şeyin toplandığı nokta ve “Varcolac” adıyla anılıyor. Varcolac’ın mitolojideki bir canavar olduğunu biliyoruz. Belirli bir şekli yok ancak kurt adam, ruh ya da köpek gibi değişik formlarda vücut bulabiliyor. Kitaptaki yaratığa bu mitolojik figürün ismini verme fikri nereden doğdu? Süreç nasıl ilerledi? 

Kitaptaki yaratığa beni tatmin edebilecek bir isim bulmak çok zor oldu. Hem yaratığa uygun hem de kurgusal metinlerde çok fazla kullanılmamış bir isim bulabilmek için folklöre ait çok fazla tarama yaptım. Varcolac, sizin de dediğiniz gibi çok farklı formlara girebiliyor ve bu da onu yeterince ürkütücü yapıyor. Aynı zamanda bu kötücüllüğü lanetlenme ile bağdaştırılmış. Bu durum da benim kuantum yaratığıma çok uygun diye düşündüm.

Son soru olarak, hikâye bu kitapta son buluyor mu, yoksa devamı gelecek mi?

Süpersimetri serideki son kitaptı. Ancak, yakında Türkçeye çevrilmesini umut ettiğim başka kitaplar da yazıyorum! Sorularınız ve hikâyelerimi okuduğunuz için çok teşekkürler! 

Görsel: Nydia Lilian

0
5346
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage