20 MART, CUMA, 2020

“Yazmak ve Okumak Aslında Söz Sahibi Olmaktır”

Gazeteci ve yazar Akın Olgun ile gerçek yaşam kesitlerini yeniden kurgulayarak yazdığı öykülerini, bize anlattıklarına dair yeni kitabı Kül Sesleri’ni konuştuk.

“Yazmak ve Okumak Aslında Söz Sahibi Olmaktır”

Öncelikle Kül Sesleri'ni yazma fikrinin nasıl doğduğu sorusuyla başlayalım mı

Aslında Kül Sesleri bir roman kurgusunun parçalarıydı. Yaklaşık bir yıl boyunca bu kurguyu kendimle beraber her yere taşıyordum. Parçaları birbirine bağlıyor, kahramanları sürekli kafamın içinde dolaştırıyor, tanık olduğum, gözlemlediğim her şeyi birbiriyle hemhâl ederek yazmaya hazır hâle getirmeye çalışıyordum. İçsel hazırlık sanırım yazmanın yüzde doksanını oluşturuyor. Ne kadar çok şeye ve imkâna sahip olursanız olun, içsel olarak hazır değilseniz, yazma eylemi asla hayata geçmiyor ya da daha baştan ruhunu kaybederek silikleşiyor. En azından benim açımdan böyle.

​Roman olarak düşündüğüm ve kurguladığım her şeyin öykülere dönüşmesi ise Ahmet Şık ile yaptığımız bir sohbetin sonucu olarak ortaya çıktı. Ahmet, öyküleştirmemin daha etkili olacağı konusunda beni yönlendirdi. İnsan aklına güvendiği birisinden bir şey duyunca, üzerinde elbette durup düşünüyor. Karşınızda ki Ahmet olunca, ikna olmanız çok uzun sürmüyor. Kül Sesleri kendi yolculuğuna öykü olarak böyle çıktı. 

©Memet Ali Alabora

Gerçek yaşanmışlıkları yeniden kurgulayıp, öyküleştirmenin sizi zorlayan yanları mutlaka olmuştur. Bize biraz onlardan bahsedir misiniz? 

Yaşanmışlıkları yeniden kurgulamak birincisi büyük bir sorumluluk yüklüyor insana. Özü içinde barındırırken, çevresini bir kurguyla örmek ancak kendinizi onların yerine koymakla mümkün ve bu duygusal bir ağırlığı beraberinde getiriyor. Anlattığınız şeyleri kenardan izleyip not düşerken, bir anda yer değiştiriyorsunuz, siz yaşanan şeyin öznesi, öznesi ise sizi bir kenardan seyreden oluyor. Ne düşündüklerini, ne hissettiklerini duyumsayabilmek için, kendinizi onların yerine koyduğunuzda, tepeden tırnağa içinizin titrediğini, duygularınızın birbirine doğru aktığını hissediyorsunuz ve esas zorluk burada başlıyor. Berivan olunmadan Berivan’ın yaşadıklarını anlayamazsınız, karşı kıyıya geçmeye çalışan Barış’ın yerine kendinizi koymadan Barış’ın kemanı ile kurduğu bağı çözemezsiniz. Bütün içsel konuşmalar hakiki olandır ve ben elimden geldiğince içsel olanı dışarıya taşımaya çalıştım. Başarabildim mi bilmiyorum ama yazarken bunu dert edindiğimi söyleyebilirim.

Neden yazıyorsunuz, daha doğrusu yazmak sizin için ne anlam ifade ediyor?

Kendi açımdan derin anlamlar yüklemiyorum. Öyle “büyük” cevaplarım da yok. Yazmak beni sanırım hakikate daha yakın tutuyor ve koruyor. İnsan bunun bilincine varınca, parçası olduğu şeylere dair cümle kurma, kurduğu cümlelerin sorumluluğunu taşıma, taşıdığı sorumluluğu paylaşma derdine düşüyor. Hiç yok-muş, olma-mış, yaşanma-mış gibi yapmakta mümkün ama o zaman bütün hayatınız bir –mış- tan ibaret olacaktır. Mış gibi yapmayı bir refah seviyesi gören ahmaklığın yükseldiği yerde, göze görünmez kılınanların hikâyelerini dile getirmenin çok kıymetli olduğunu ve ahmaklığa karşı hakikatin sesini yükseltmenin yolunun buralardan geçtiğine inanıyorum ve bunu yazıya dökmeye çalışıyorum o kadar.

Yazarların büyük bir çoğunluğu, yazmanın iyileştiren bir yanı olduğuna inanır; sizin de kitaplarınızla aranızda böyle bir bağ var mı?

Yazmak ve okumak aslında söz sahibi olmaktır. Yazdıkça, okudukça, içinizdekini ve başkalarının içindekileri dile getirdikçe, sözün bir alana sıkışıp, çaresizce çırpınmasının önüne geçmiş oluyorsunuz. İfadeyi ne kadar özgürleştirir ve bağımsızlaştırırsanız, herkese iyi gelecek bir atmosferi de sağlamış olursunuz. Bana iyi gelen şey, kendi içimde kurduğum bağımsızlık duygusunun, özgürce yazıya dönüşme yolculuğudur ve bununla ortaklaşan her duygu çoğaldıkça, sözün güçlendiğini bilmektir. 

Kül Sesleri'nin okuyucuya bir mesajı var mı? Ben okurken, yazarın okuyucuyu yaşanmışlıklarla, yaşananlarla hemhâl etmeyi hedeflediği duygusuna kapıldım örneğin. 

Kül Sesleri bir mesaj kaygısı taşımıyor açıkçası. Taşımıyor çünkü gerçek zaten çok çıplak bir şey. Ona ekleyeceğiniz her mesaj, sadece etkisini zayıflatır diye düşünüyorum. Ben yazarken hemhâl olmaya çalıştım ve okuyanların da hemhâl olabileceği bir ortamı sağlamaya çalıştım sadece. Bu yanıyla yaşananlarla hemhâl etme duygusu elbette var içinde ama bir mesaj barındırmıyor. Öykülerde bir mekân belirtmedim. Bunun temel nedeni, dünyanın bütün ötekilerinin hikâyelerinin aslında “aynı” olduğudur. Sadece öykülerde geçen isimleri ve kültürel birkaç sahneyi değiştirmeniz yeterlidir bunun için. 

©Memet Ali Alabora

Türkiye siyasetini yakından takip ediyor, özellikle hak ve özgürlükler temelli yazılar kaleme alıyorsunuz. Öykülerinizde de aynı temelli bir okuyuş var ve genellikle vicdan örgüsünde ortaklaştırmaya çalışıyorsunuz okuyucuyu, yanılıyor muyum? 

Evet bu doğru. Yukarıda da bahsettiğim gibi, özgürlük ortamı daraldıkça, sözün gücü üzerindeki baskı daha çok artıyor. Yerine şiddet ve şiddetin yarattığı korku ve karanlık biniyor. Korku ve karanlık ne kadar büyürse, birbirimizi bulmak, birbirimize dokunmak ve yaralarımızı iyileştirmek o kadar zor oluyor. Yaranızın, bir başkasının yarasına düşman hâle getirildiği yerde, konuşmak, anlamak ve yan yana gelebilmek ortadan kalkıyor. Bunlar ortadan kalktıkça kazanan şiddet ve onu elinde tutanlar oluyor. Vicdanı bir bilinç olarak tanımlıyorum ben. Eğer ona sahipseniz, kötünün yanında durmaz, yaptıklarını onaylamaz ve onun kullanışlı aracı hâline gelmezsiniz. Bu vicdana sahip olmayanların, gücü kim eline geçirdiyse ona otostop çekmesi oldukça “normal”. Kötülüğe gönüllü olanlar ne kadar çoğalırsa, acı o kadar büyür. Bizim olanı, yani bilinci ve onun ortaklaştırdığı vicdana sahip çıkmak herkes için olmaz olmaz olmalı. Belki de küllerin seslerine kulak kabartmalıyız.

Başlık görselleri Thomas Paturet’e aittir.

0
4174
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage