03 NİSAN, PAZAR, 2016

Kadınların En Güzel Hali

30 Mart akşamında ağzına dek dolu ACORT salonunda konuşurken, Paris’in soğuk ve yağışlı havasını unutturdu Ece Temelkuran dinleyicilerine. Hatta bir saat sonra söyleşi sona erdiğinde salon iyice ısınmıştı ve kendisinin de dediği gibi, hepimiz oksijensiz kalmıştık.

Kadınların En Güzel Hali

Yazarın, Düğümlere Üfleyen Kadınlar romanı, Fransa’da À quoi bon la révolution si je ne peux danser adıyla raflardaki yerini aldı. Helsinki Yurttaşlar Cemiyeti’nden Bernard Dréano, kitabı kısaca tanıttıktan sonra Ece Temelkuran, tercümanı Kerem Önen ile birlikte aldı sözü.

Gerçi kitaplarının, pek çok ülkede yayımlanması nedeniyle Ece Temelkuran’ın çokkültürlü ortamlarda bulunması, nâdir yaşadığı bir durum değil tabîi. Ama onun açısından asıl zor olan şey şu: Etkinliğin yapıldığı ülkedeki dinleyiciler, ondan edebiyatla ilgili konuşmasını beklerken, o ülkede yaşayan Türkiyeli dinleyicilerin beklentisinin Temelkuran’ın politika hakkında konuşması.

Çokkültürlü ortamların edebiyatla ilişkisi, kitapların tercümesinde de rol oynuyor. Tıpkı Düğümlere Üfleyen Kadınlar romanında olduğu gibi. Bu kitabın her ülkedeki ismi farklı, Fransızca adı “Dansedemeyeceksem devrim ne işe yarar!” olarak çevrilmiş mesela. (Bu cümlenin orijinali ise Emma Goldman’a ait, kitapta da geçiyor.)

Kadınların Nefesi

Düğümlere Üfleyen Kadınlar, Kuran’daki bir surede geçiyor. Anlamını Ece Temelkuran şöyle  açıklıyor: “Eskiden büyü yapan kadınlar ipleri bağlayıp, dua okuyup, sonra da o düğümlere üfledikleri için, onlara düğümlere üfleyen kadınlar, yani cadılar deniyordu. Bu kitabın konusu kadınların nefesi.” Bu romanı, işte nefesi bu kadar güçlü olup o nefesle bunca korku salabilen kadınların gücüne duyulan inançtan hareketle yazdığını anlatan yazar, şöyle sürdürdü sözlerini: “Hayatın ve hayatla ilgili her şeyin kadınların nefesinden geldiğine, kadınların nefesinin büyülü olduğuna inanıyorum. Arap Baharı'nı da aslında kadınların nefesinin yaptığını düşünüyorum. Kadınlar erkeklere de nefesini üflüyor ve onları var ediyorlar.”

“Kendime Bir Anne Yapmaya Çalışıyordum”

19 yaşından itibaren 20 yıl boyunca gazetecilik yapmış Ece Temelkuran. Bu süreçte pek çok kadınla karşılaşmış doğal olarak: “Çok sevdiğim şey benden yaşlı olan kadınlarla röportaj yapmaktı. Çok gençken yaşlı kadınlarla konuşmayı çok seviyordum. Sonra zamanla anladım ki, kendime bir anne yapmaya çalışıyordum. Bu kitabın esas konusu da aslında kendine yeni bir anne yapmaya çalışan kadınlar. Kitabın son cümlesi şöyle: ‘Bizi Tanrı bile sevmese, cesur bir anne bize yeterdi’.” Romandaki Madam Lilla ise Ece Temelkuran’ın icat ettiği “şefkatli bir şekilde zalim” bir anne: “Her zaman benden daha fazla şeyler yaşamış bir anne istedim ben. Ama o kadar manyak gibi yaşıyordum ki, öyle bir anne bulmam imkânsızdı. Bu yüzden ben de kendime Madam Lilla’yı yaptım. Ama o 20 yıl boyunca konuştuğum o kadınların bir toplamı.”

Gazetecilik defterini kapatıp tamamen edebiyatla uğraşmaya başladığında, insanlara soru sormadığı zaman daha çok hikâye anlattıklarını fark etti.

“Devrimler Olsa Bile, Kadınlar İçin Hiçbir Zaman Devrim Olmuyor”

Yazara göre, Düğümlere Üfleyen Kadınlar tam bir özgürlük hikâyesi değil aslında. Türkiye gibi ülkelerde, Ortadoğu’da kadınların özgürlüklerini açık açık konuşarak kazanmadıkları kesin: “Genellikle birbirleriyle dayanışarak ve kurnazca yöntemler bularak ayakta kalmaya çalışıyorlar”. Romanda dört kadının “yaşadıkları coğrafyadan daha zeki olma” çabasını anlatıyor: “Arap Baharı olduğunda ya da Türkiye’de Gezi olduğunda bütün kadınlar dışarıdaydı ve herhalde kadınların en güzel halini gördük hem Arap Baharı sırasında hem de Gezi sırasında, ama devrimler olsa bile, kadınlar için hiçbir zaman devrim olmuyor. O yüzden kadınlar birbirlerine tutunmak zorundalar, ayakta kalabilmek için.”

Özgürlük ve Sanat

Ece Temelkuran, Türkiye’de sanat ve özgürlük ilişkisinin nasıl bir iklimde yaşandığına da değindi. Küratörü Rus, konusu da “Barış Sonrası Bir Dünya” olan uluslararası bir çağdaş sanat sergisinin gösterimi sürecinde yaşanan çarpıcı bir anekdotu şöyle aktardı: “Küratör benden serginin kuramsal çerçeve yazısını rica etti. Ben de Türkiye’deki adlandırılmamış savaşı yazdım. Sergi açılışına iki gün kala iptal edildi. Rus küratör ne yapacağız diye sordu bana. Ben de dedim ki, ‘Bu memleket o kadar korkunç bir durumda ki kimse seni dinlemez’. Artık sansür edildiğimizi söylemeye utanacağımız kadar korkunç zamanlar yaşıyoruz. İnsanlar çok daha ağır şeyler yaşadıkları için, sansürden bahsetmek lüks gibi olmaya başladı.” 

Çaresizlik Çağı

Sohbetin sonuna doğru Ece Temelkuran, Gezi’nin önemini vurgulayıp dünyadaki siyaset oyunlarına dair duygularını da şöyle ifade etti: “Son romanımı, Devir’i, şunu fark ettiğim için yazdım. Kötülük bir jenerasyonda bitiyor, ama iyilik nesilden nesile devredebilen bir şey. Dolayısıyla Gezi’yle neyin başladığını, neyin bittiğini sanırım daha sonra görebileceğiz. Ama hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğini sandığımız bir devirdeyiz. Gezi’den önce gördük ki, bir toplum için iyiyle kötü, güzelle çirkin, doğruyla yanlış yer değiştirebilir. Gezi bütün bu kavramları kendi yerlerine geri gönderdi, bu yüzden çok önemliydi. Gazetecilerin, yazarların yapamadıkları bir şeyi sokaklarda bu çocuklar yaptılar. İyiyle kötüyü karıştırmanın ne korkunç olduğunu bu topluma gösterdiler.”

Sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın bir kriz yaşadığı da şüphesiz doğru: “Liberal demokrasinin krizi bir yandan yaşanıyor, bir yandan bölgesel krizler yaşanıyor Suriye’de gibi. İnsanların garip bir şekilde felç olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sanki bir çaresizlik cağına girmiş gibiyiz. Demokrasi fikri, Avrupa fikri, özgürlük fikri, eşitlik fikri, bütün bunların hepsinin herhalde en ağır sınavlarından biri yaşanıyor şu anda dünyada. Politik bir karadeliğin içine doğru gidiyormuş gibiyiz Donald Trump ya da Nicolas Sarkozy gibi karakterlere bakılırsa. Sistem bu krizleri genelde savaşlarla aşar, biz de Gezi gibi hareketlerle çözüm bulmak istiyoruz. Şimdilik iyi durumda değiliz.”

Edebiyatın Geleceği

Hangi yazarı sevdiğine dair soruyu, Ece Temelkuran şöyle yanıtladı: “Şule Gürbüz’ü çok seviyorum mesela, fakat yeterince okunmuyor. Sanırım hiçbir dile çevrilmedi, çevrilmesi de çok mümkün olmayan bir yazar belki. Çok komik aslında. Yakında İngilizceye çevrilmeyen her şey yok olacak. Amerikan ev kadınların okumadığı hiçbir şey de yazılmayacak yakında.”

Bugünlerde de bir roman yazmamaya çalışıyormuş Ece Temelkuran: “60 yaşında eski bir Gerilla kadını yazmaya başladım, fakat kadının söylediği şeyler o kadar korkunç ki, devam etmek istemedim. Çok umutsuz şeyler söylediği için yazmamaya karar verdim şimdilik. Sanatın illa umutlu bir şey olması gerektiğini düşünmüyorum ama umutsuzluğu çoğaltmak gibi bir lüksümüz de yok.”

Kesin olan şu ki: Ece Temelkuran bu akşam umutsuzluğumuzu çoğaltmadı. Gülümseyerek salondan ayrıldık. Yağmur durmuştu.

0
6799
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle