28 MART, PAZARTESİ, 2016

Dünya Ha-ri-ka Bir Yer Aslında

Gün be gün beynimin oyunlarıyla çocuklar gibi ya kıkırdıyor ya da kendimi yere atıp ağlarcasına hıçkırıyordum. Bu hayatta iyi kalmaya çalışmak da ayrı bir savaşmış; henüz öğrenmiştim. Beynimi kontrol etmeliydim, kötü şeyler düşünmemeye; geçiştirme bile olsa, iyi şeyler düşünmeye çalışmalıydım. Doktorlar ve bilirkişiler sürekli bunu tekrarlıyordu nasıl olsa. Peki beynim buna hazır mıydı? Acaba... 

Dünya Ha-ri-ka Bir Yer Aslında

Bizler; burada, tam da günümüzün en gevşek yelkovanlı anında, siyaset konuşmak için toplanmadık. Hem biz anlamayız zaten karışık işlerden. Biz, ağlayan arkadaşımıza derdini bile sormadan "seviyo'san git konuş abi" diyen basit (sade anlamında), komik (eğlenceli anlamında), masum (bir tutam aptallık anlamında) insanlarız zaten.

Elbette sabahları uyanıp, sevdiğimiz adama kek yapacak kadar rahata eremedik (kısmet, hayırlısı, inşallah ve maşallah) ama elbette geceleri rakı masasından yalpalayarak kalktığımızda yıllarca giydiğimiz en rahat sutyenimizin askısına dizdiğimiz ayrılık acılarıyla zırlamak yerine; her ne hikmetse bir türlü tam anlamadığımız tek spor dalı olan futbolun stad tezahüratlarını yapmayı bildik.

Tamam, biliyorum, dünya ha-ri-ka bir yer; aslında, biz onu çok sağlam bozduk. En azından toplumsal evrimimizin en gururla övdüğümüz cesaret seviyesini global bir seviyeye doğru çektik; artık pimpirikli ve korkak bir toplumuz. Yani en az Avrupalılar kadar. Ve bir o kadar da yalnızız, yani en az Afrikalılar kadar. Ama bir o kadar da güzeliz, yani en az hep olduğumuz kadar. 

Geçen haftalardan biriydi. Cumartesi günü, tahmin edersiniz ki pek rahat ve mutlu bir gün değildi. Odamın içinde düşünceler bir sağa bir sola koşup duruyordu. Ayakta durmuş yere bakıyordum. Düşüncelerimin bacaklarımın arasından hızlıca geçişini izliyordum. En son ortaokulda (o zamanlar sınıfın en uzun boylu kızlarından biriydim. Hıhım, evet, tatmadığım zevk kalmadı dünyada) basketbol takımına girdiğim ilk hafta, topu yerde sektirerek bacaklarımın arasından geçirip, hava atıp dururdum lise basketbol takımının yakışıklı abilerine; düşüncelerim de aynen o basketbol topu gibi sekerek geçiyordu bacaklarımın arasından işte. Sonra Kıvanç aradı, evde yalnız kalmamı istememiş; evine davet etti. Sağ olsun. Güzel dostlarım var benim. Bir koşu Küçükçekmece'ye gittim. Beyoğlu'ndan Küçükçekmece'ye gitmek iyi geldi. Hiç görmediğim yerleri hâlâ varmış şu yedi tepeli şehrin, görmüş oldum. Mevcut gündemden uzaklaşma sohbetleri başladı, komik yaz hikâyelerinden başladık, yaşlanınca saçlarımızın kaçta kaçı bembeyaz olacaklara kadar vardık. Akşam oldu. Dağına göre kış verirmiş Tanrı da çok uzatmadı gün kendini. Kıvanç'ın uykusu geldi, bir battaniye (Kara kartal logolu hem de) ve bir yastık verdi bana; sonra odasına gitti uyumaya. Kapılar kapandı, televizyon sessize alındı; neden bahsettiğini anlamadığım bir belgesel ve ben kaldık odada. Pardon, bir de saat vardı duvarda. Pilini çıkartmak için uğraşsam odanın sağındaki bibloların tozsuz saklandığı vitrinin üstüne düşerim diye vazgeçtiğim saat. Tik tak tik tak. Çocukluğumdan beri sevemedim gitti şu analog saat sesini. Yastığımın içinde yankılanır durur hep o saat sesi. Saati duymama hayalleri kurmaya başladım ve yatay geçişle eşit ağırlık uykusuna doğru daldım.

Bir anda gözlerim açıldı. Bir önceki gün gittiğim fotoğraf çekiminde kameramın hafıza kartını formatladığım an geldi aklıma. Formatlamadan önce bütün fotoğrafları harici diskime aktarmış mıydım acaba?! Eyvah, Fettah Can'ın fotoğraflarını aktarmadan sildim mi yoksa? Bir dakika, Fettah Can'ın fotoğraflarını ne zaman çekmiştim ki ben? Hangi prodüksiyon şirketiyle anlaşmıştım ki o çekim için, kadının adı neydi, neydi, hımmm?

Ertesi sabah ilk işim çekim yaptığım stüdyonun sahibi Cumhur'u aramak olmalıydı. Cumhur bilirdi kimle çalıştığımı ve fotoğrafları aktarıp aktarmadığımı. Fakat ben ne zaman Fettah Can’ın fotoğraf çekimi için anlaşmıştım ki. Bir tepe ışık, iki softbox mı vardı sette? Hımmm. Ahşap tabure üstünde yapmıştım çekimi, kahverengi kadife bir ceket vardı üstünde. Yeni albüm fotoğrafları mıydı acaba? Fakat bugüne dek sadece ismini internette gördüğüm Fettah Can’ın hiçbir şarkısını dinlememiştim ki ben. Arabada radyoda dinlemiş olabilir miyim? Ama sesini de bilmiyorum ki. Gözümün önüne gelen en net görüntü, kameramı açıp hafıza kartını formatladığım andı. Boynum kaşınmaya başladı, benim hep böyle olur stres bastığında vücuduma. Gecenin bir yarısıydı. Harici diskim Beyoğlu'ndaki stüdyoda; kalkıp gidip kontrol edemezdim de. Eyvah. Daha önce hiçbir çekimde başıma böyle bir şey gelmemişti. Ne diyeceğim ben şimdi adama. Acaba bir çekim daha yapalım, biraz daha karemiz olsun blöfünü mü uydursam, anlar mı acaba. Uyumalıydım, derin nefes alıp verdim, eskiden sevdiğim adamlardan biri öğretmişti bunu, sesi kulaklarımda belirdi birden "Dilancığım, sakin ol, derin nefes al ve şimdi ver; geçecek, düzelecek her şey." Nasıl düzelebilir ki, Fettah Can’ın fotoğraflarını sildim ben galiba. Öyle hızlı atıyordu ki kalbim panikten, bir sonraki gün bırakın stüdyoya gitmeyi, direkt psikologuma gitmeyi düşündüm; hani şu sevgilimden ayrılır gibi mesaj atarak bana şefkat göstermediği için seanslarımı bırakmayı söylediğim psikolog. Kapısına giderim, başkasıyla seanstaysa; kapıyı üç kere tıklar girerim odaya; "Çok özür dilerim ama çok acil bir durum; ben Fettah Can’ın fotoğraflarını sildim, hem de daha teslim etmeden" diyecektim. Tamam, evet, psikologa gidersem çözülebilir bu sorun. Peki ya sonra? Stüdyoya geçtiğimde harici disklerimi tarayacaktım, fotoğrafları bulursam, yani eğer silmediysem; ekip arkadaşlarıma çiğ köfte ısmarlamayı düşündüm. O en özenti burjuva anlarımda bile garsonu kulağıma doğru eğiltip, fısıldayarak "Açık ayranınız var mı?" diyebilecek kadar bağımlısı olduğum ayran da ısmarlarım herkese. Ama ya bulamazsam fotoğrafları? Kendime kızmaya başladım, "Bir yandan yeni yıkanmış çamaşırları asıp, bir yandan dünyanın bütün dertlerini kuş kadar beynimle çözmeye çalışıp, bir yandan arkadaşlarımın doğum günlerine, düğünlerine, doğumlarına yetişmeye çalışıp, diğer yandan çalışmaya çalışırsam böyle olur tabii, Dilan Hanım. Kaç kere kendime tekrarladım, kapat kendini; bırak şu telefonu elinden; sadece çalış. Fotoğrafları editle, yazılarını yaz, maillerini cevapla, bekleyen kitaplarını oku. Hiç mi ders almadın Virginia Woolf'tan?!" Kendime kızmaya devam ettikçe, dikey geçişle çift dal lisansüstü uykusuna doğru balıklama dalmışım.

Sabah uyandığımda yorgundum, kendimi hırpalamıştım belli ki önceki gece.

Kıvanç seslendi kapıdan "Dilancığım uyandıysan kahve yapıyorum sana da, sade ve şekersiz değil mi?" Apar topar kalktım uyuduğum koltuktan, üstünde Beşiktaş logosu olan polar battaniye öyle bir dolanmış ki gövdeme; bir süre semazenvari hareketler ile şu yıllardır yapmayı planladığım sabah sporunun startını da vermiş oldum hayatımda.

Uykulu gözlerime taktığım yuvarlak siyah kemik gözlüğümle mutfağa doğru ilerledim. Çoraplarımı da üç adımda bir ayakta giydiğim için mutfağa, ormanından kaçmış bir cin gibi giriverdim. "Kıvanç, biz hiç Fettah Can’ın fotoğraflarını çektik mi? Hatırlıyor musun öyle bir şey?" deyiverdim. Kafasını hayır manasında salladı. Koşarak banyoya geçip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Bir de inatla bir soru daha sordum kahveyle uyanmaya çalışan Kıvanç' a "Abi beni stüdyoda hiç Fettah Can dinlerken gördün mü?", benden ilginç anlarda ilginç sorular duymaya alışmış olduğu için gayet normal bir ses tonuyla yanıtladı "Valla Dilan, senin dinlediğin şarkılara yetişmek hiç mümkün olmadı ki, Bach dinlerken bir anda Ahmet Kaya açabiliyorsun." Adam haklı, çevremdeki herkesi dengesiz müzik zevkimle balıkçı teknesinde yirmi saat geçirmişler gibi sersemletiyordum.

"Kıvanç ya, benim beynim galiba bir oyun oynadı bana dün gece. Gündemden kaçmaya çalıştıkça yedim kafayı galiba. Bütün gece Fettah Can’ın fotoğraflarını daha teslim etmeden sildiğimi zannedip panik oldum."

- Fettah Can'ı çekmiş miydin sen?

- Hayır, yani hatırlamıyorum.

- Tanışıyor musunuz?

- Yoo. Çok iyi, temiz biri olduğunu duymuştum bir ara ama hayır tanışmıyoruz yani işin garibi onu da hatırlamıyorum.

- Allah Allah. Dün belki bir şarkısını duymuşsundur bir yerde, bilinçaltın oyun oynamıştır seninle.

- Kıvanç ya, ben hiç Fettah Can şarkısı dinlemedim ki. Hatta sesini bile bilmiyorum.

- Kahven hazır canım, ben balkona çıkıp sigara içeceğim.

- Beşiktaş logolu polar battaniyeni al üstüne, hava soğuk gibi görünüyor. Ben de hazılanır birazdan stüdyoya dönerim. Biraz photoshop yaparım en iyisi, fotoğraf editledikçe aklım dağılsın.

- Fettah Can fotoğraflarını mı editleyeceksin?

- Göçmen kuşların dönme vakti geldi abi, yaz gelecek, her şey güzel olacak.

- Umarım.

- Ben de umarım.

Teşekkürler Türkiye.

Teşekkürler Fettah Can.

Teşekkürler beynim.

0
6750
2
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle