11 NİSAN, SALI, 2023

Büyümenin Sancı Dolu Öyküsü: "Her Kusursuz Şey"

Umut Işığım ve 21 Numaralı Çocuk romanlarıyla tanınan yazar Matthew Quick’in büyüme evresinden geçen, uyumsuz bir gencin portresini çizdiği romanı Her Kusursuz Şey üzerine bir yazı.

Büyümenin Sancı Dolu Öyküsü:

Çoğu yetişkin için genç yetişkin edebiyatı “derinliksiz, edebi kaygıdan yoksun, karanlık, bir yazarlık ustalığı ve işçiliği gerektirmeyen” gibi türlü basit genellemelerle tanımlanıyor. Tüm bu ve benzeri ötekileştirmeler bir yanda salınadursun, genç yetişkin romanları hem bugün dünyanın dört yanında en çok satan kitapların çıktığı türler olarak okurların en talep ettiği türler arasında yerini alıyor hem de tüm bu yavan kalıplara sokulma çabalarına inat, aslında oldukça derinlikli ve değerli eserleri külliyata kazandırmaya devam ediyor.

Türün dünyada ses getiren romanlarını okurlarla buluşturan başlıca yayınevlerinden biri olan Yabancı Yayınları, dikkat çeken yepyeni bir genç yetişkin romanıyla okurlarını selamlıyor: Matthew Quick tarafından kaleme alınan Her Kusursuz Şey.

Matthew Quick, 2008 yılında yayımlanan ve ilk romanı Umut Işığım ile kısa sürede listeleri alt üst ederek tüm dünyanın tanıdığı bir yazar hâline geldi. Bu romanı, kazandığı başarıların yanı sıra aynı adla uyarlanan sinema filmiyle de büyük ses getirmişti. Başrollerinde Jennifer Lawrence, Bradley Cooper, Robert De Niro ve Chris Tucker’ın boy gösterdiği film, tam sekiz dalda Oscar adaylığıyla öne çıkmış, başrol oyuncusu Lawrence’a En İyi Kadın Oyuncu Oscar heykelciğini kazandırmıştı.

​Büyük başarılara imza atan bu ilk romanı takip eden kariyeri boyunca her romanı ses getiren ABD’li yazarın orijinal dilinde ilk baskısı 2016 yılında yapılan eseri Her Kusursuz Şey’in konusuna gelince…

Romanın ana karakteri, yaşadıkları yerdeki varlıklı bir ailenin tek çocuğu Nanette O’Hare, derslerinde aldığı yüksek notların yanı sıra attığı gollerle de okulun futbol takımının yıldız oyuncusu olan oldukça başarılı bir lise öğrencisidir. Tüm popülerlik ihtimallerine karşın aslında içine kapanık, okumayı ve düşünmeyi seven bir genç olan Nanette, öğle aralarını en sevdiği öğretmeni olan Bay Graves ile geçirmeyi tercih eder.

Bay Graves, bir gün ona bir kitap hediye eder. “Sakız Biçen” isimli kitabı okuyan kahramanımızın bu romanı okumasının ardından hayata bakışı, hayattan beklentileri ve hayata dair planları tamamen değişir. İlk kez kendisi gibi düşünen, herkes gibi olmayan insanların da var olabileceği ihtimaliyle bir romanda da olsa tanışmanın cesaretiyle popüler kültürün dayattığı beyazları kutsayan orta sınıf yaşam tarzına isyan etmeye başlayan Nanette’in öğretmeni, onu bu nadir kitabın yazarı Nigel Booker’la tanıştırır ve bundan sonra Nanette için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Kısa süre sonra Bay Booker’ın aracılığıyla tanışacağı, kendisiyle aynı yaşlarda ve “Sakız Biçen”e en az kendisi kadar hayran bir genç olan Alex’le yakınlaşan Nanette, bir yandan Charles Bukowski, D. H. Lawrence, Pablo Neruda, Shannon Welsh gibi çağa damga vuran yazarların “aykırı” fikirleriyle tanışırken diğer yandan da hayatında ilk kez aşkı tadar.

Alex ve Nanette, Bay Booker’ın hakkında konuşmayı net bir biçimde reddettiği romanın ardındaki gerçek hikâyeyi bulmak için gizli ve karanlık bir araştırma serüvenin girerken bir yandan da lisenin bitmesinin ardından kendilerini bekleyen yeni ve belirsiz hayatların eşiğinde, bu hayatta ne yapmak, kim olmak istediklerine karar vermenin arifesindedirler.

Romandan, Alex’ten ve aşktan aldığı cesaretle hayatta yapmayı sevmediği ne varsa reddetmeye, her şeye korkusuzca isyan etmeye başlayan Nanette okulun futbol takımını bırakır, sırf aynı okulda oldukları için yakınlık kurduğu, bunun dışında hiçbir ortak noktaları olmayan tüm arkadaşlarını hayatından çıkarır, üniversite okumakla ilgili de kararsızlığını ailesiyle paylaşır. Çevresindekilerin anlamayan, tedirgin bakışları altında tam anlamıyla tek başına büyümeye karar veren genç kız, hayatının iplerini eline almaya çalışırken kısa süre içinde başına geleceklerden habersizdir. “Sakız Biçen” ve onun isyan mesajı Alex ile Nanette’in hayatını etkiledikçe Nanette, kurgu diye bir şeyin olmadığını anlamaya başlar.

Bu noktada, bu romanın ismini Oscar Wilde’ın klasikleşmiş eseri Dorian Gray’in Portresi’nde geçen bir cümleden aldığını belirtelim: “Var olan her kusursuz şeyin ardında acılar gizliydi.” Wilde, Dorian Gray’in Portesi’nde bu cümlenin hemen ardından şöyle der: “En sıradan çiçeğin açması için dünyanın çile çekmesi gerekiyordu sanki...” Tam da art arda sıralanan bu iki cümlede Wilde’ın anlattığı gibi, Matthew Quick’in romanı Her Kusursuz Şey de büyümeye dair zorlu ama güzel şeyleri anlatırken hayatın o kadar da tozpembe olmadığını göstermede oldukça ustalıklı bir hikâye denebilir.

İki bölümden oluşan romanın ilk bölümü hem dil hem de hikâyesiyle çok daha sakin ilerliyor. İlk bölümdeki bu sükûnetin ve düzenin yerini, romanın ikinci bölümünde daha gergin bir hikâye alıyor. Dil ve üslup da hikâyeyle eşzamanlı biçimde, romanın ikinci bölümünde çok daha keskin, çok daha argolu, sert ve kaotik bir karaktere bürünüyor. Romanın ana kahramanı Nanette’in iç dünyasının, psikolojisinin ve kişisel büyüme mücadelesinin zorluklarının çok daha net anlatıldığı ikinci bölümde yazar adeta bir polisiyede bulunabilecek akıcılığı anlatısında diriltmeyi başararak alkışı hak ediyor.

​Çoğu yetişkin genelgeçer fikirlerle genç yetişkin edebiyatını hafife aladursun, bu türün aslında ne kadar derinlikli ve incelikli hikâyeleri estetik işçilikle anlatabileceğini gösteren bir roman okumak isteyenler için Her Kusursuz Şey es geçilmemesi gereken bir roman.

0
2966
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage