20 MART, ÇARŞAMBA, 2019

“Bize Dair Hiçbir Şey Hatırlamıyorum Artık”

Bireyin varlığının ilk anlamlandırıldığı, toplumun en temel kurumlarından biri değil midir aile? Peki nedir aileyi bir arada tutan şeyler? Biyolojik bağlar mı, toplumsal bağlar mı, duygusal bağlar mı yoksa bağımlılıklar mı? İtalyan yazar Domenico Starnone’nin Türkçede yayımlanan ilk kitabı Bağlar üzerine bir yazı.

“Bize Dair Hiçbir Şey Hatırlamıyorum Artık”

Domenico Starnone, İtalya’nın en prestijli edebiyat ödülü olan Strega sahibi bir yazar. Yüz Kitap, yazarın Bağlar romanını geçtiğimiz yılın son ayında dilimizde yayımlayarak yazarla tanıştırdı bizi. Bağlar, Vanda (anne), Aldo (baba), Sandro (erkek çocuk), Anna (kız çocuk)’dan oluşan dört kişilik çekirdek bir ailenin İtalya’nın Napoli kentinde başlayan, babanın ihanetiyle boyut değiştiren ve Roma’ya uzanan hikâyesini anlatıyor. Bunu da kitabı üç kitaba bölerek yapıyor. Birinci Kitap, “Unuttuysan şayet, sana hatırlatayım muhterem beyfendi: Eşinim ben senin.” cümlesiyle başlıyor. Bu cümle Vanda’ya ait. Bu bölümde evini, genç bir kız olan Lidia için terk eden, ardında yoksulluk içinde bir aile bırakan Aldo’ya, ihaneti kendine yediremeyen Vanda’nın yazdığı mektuplar yer alıyor. Kısa ama etkili bir giriş yapılıyor romana. İkinci Kitap, Aldo’nun anlatısından oluşuyor. Vanda ve Aldo’nun hangi zaman diliminde olduğunu başlarda anlayamadığımız, oldukça normal bir tatil hazırlığı bahsiyle açılıyor. Bu bölüm her ne kadar böyle açılsa da Aldo’nun -artık pek çok heyecanı kaldıramayacak yaştayken yapabildiği- yıllar sonraki itirafları ve günah çıkarma bölümü diyebiliriz. Pek çok şeyin açıklığa kavuştuğu bölüm burası. Artık her ikisi de geçmişi bir şekilde sindirmiş ve yaşamın son düzlüğündeler. Üçüncü Kitap ise, ilk iki kitapta sadece pinpon topu gibi gidip gelen, haklarında ebeveynlerin kararlar verdiği, ne yaptıklarını ne söylediklerini sadece Aldo ve Vanda’dan duyduğumuz Sandro ve Anna’nın bütün bağları çözdüğü bölüm olarak hikâyeyi sonlandırıyor. Her ne kadar ikisi de yer alsa da bu bölümde daha çok Anna anlatıyor küçük yaşta yaşadıklarının yaşamlarını şu anda bile nasıl alt üst ettiğini. 

Bruno Barbey 1964

ITALY. Rome. 1964.

Yazar, üç başlıkta ve farklı anlatıcılarla verdiği hikâyede okuruna hem olayın farklı açılardan nasıl gerçekleştiğini hem de anlatıcıların karakterleri hakkında bilgi veriyor. Bütün bu bölünmüşlüklere rağmen hikâye her bölümde biraz daha bütüne kavuşuyor ve tökezlemeden akıcı bir anlatı sunuyor. Karakterlerin aynı hikâyenin farklı zamanlarını anlatıp, bir önceki anlatıcının yarım bıraktığı hikâyeyi tamamlaması merak duygusunu diri tutuyor. Aile bağları, aşk, sadakat ve ihanet çemberinde dolanıyor anlatı. Asıl hikâyeyi şekillendiren ihanet meselesini Vanda aileyi ayakta tutmaya çalışan, fedakâr ama bir o kadar dominant bir açıdan anlatıyor. Aldo ise daha bireysel çıkarlarını temel alıyor, sorgulama ve gününü yaşamanın ona ne kadar pahalıya patlayacağı muhasebesiyle anlatıyor, peki çocuklar bunu nasıl yaşıyor? İkisi de yıllardır ebeveynlerinin onlarda açtıkları yaraları kapatma yolunda neler yaptıklarını ya da yapamadıklarını anlatıyor.

​Starnone, okurun aklında yarattığı boşlukları da ilerleyen sayfalarda tamamlıyor. Kronolojiyi yıkan ama asla hiçbir şeyin kaçırılmadığı bir anlatı sunuyor. Hikâyenin bakıldığında komplike çözülmeye ihtiyaç duyan düğümleri olduğu söylenemez ama her ne kadar düğümlenmemiş olay örgüsü olsa da takip etmek için bağları tutarak ilerlemek okuma zevkini arttırıyor. 

Domenico Starnone

Julia Kristeva ve Philippe Sollers’ın Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik (Yapı Kredi Yayınları, Mart 2018) kitabının ilk sayfasında Sollers, önsözde şöyle der: “Evlilik çoğu zaman taraflardan birinin kurban konumunda olduğu bir çatışmadır. İnsanlar birtakım hesaplarla ya da aldatıcı hayallere kapılarak evlenir; zaman, kitabına uygun bu kırılgan sözleşmeyi yıpratır, evlilik bozulur, insanlar yeniden evlenir ya da karşılıklı hayal kırıkları arasında çakılıp kalır.” Bu satırları ve ardından Bağlar’ı okuduğumda yeryüzünde her evliliğin kendi içinde biricik ama dışarıda yüzlerce benzeri olduğunu düşündürttü bana. Yaşamım boyunca tanıştığım ya da tanık olduğum aile birlikteliklerine baktığımda bu yasal sözleşmeye bağlı kurumun bende benzer etkiler bıraktığını gördüm. Mutlu, mutsuz, mutsuz ama mutlulukla makyajlanmış, yıpranmış ya da birlikteliği başarmış onlarca aile gördüm. Starnone’nin çifti Vanda ve Aldo da “karşılıklı hayal kırıkları arasında çakılıp kalan” bir evliliğin tarafları. İkilinin 12 yıllık “mutlu” evliliği Aldo’nun bilinçli ihanetiyle dağılıyor. Genç bir kadının daha doğrusu tutkusunun peşinden giden Aldo, gerisinde iki çocuğu ve karısını yoksulluğun içinde bırakarak mutluluğun, hazzın doruklarına koşuyor. Bundan sonra ailenin kuşatıcı ve ölümle bile sonlanmayan bağları sorgulanmaya başlıyor. Eşler arasındaki bağlar ile ebeveynler ve çocuklar arasındaki bağlar hikâyenin temel çatışmalarını sağlasa da bunlara ek insanın çevresiyle ve geçmişiyle kurduğu bağlar da hikâyeyi besliyor. Örneğin, Vanda’nın kurtulmak istemediği geçmişle kurduğu bağlar ve parasının hesabını iyi bilmesi onun yokluk günlerinden kalma bir alışkanlığı. Bununla birlikte para birimi çevirme refleksinin nedeni de alışık olduğu para birimi Liret’in yerini Euro’ya bırakmasıyla oluşan kafa karışıklığı ve doğru bir hesap için bildiği eski para birimine dönme isteği.

​Aile birlikteliğinin geçmişten itibaren ceplerinde taşıdığı ve zaman zaman o güzel ya da kötü günleri hatırlatan anılar da bu birlikteliği sımsıkıya ören faktörler. Vanda da  Aldo’ya aile birlikteliğini hatırlatmak için çokça kullanıyor anıları. Örneğin; aile bağlarını somutlaştıran ayakkabı bağcıkları. Bir çocuk ayakkabılarını bağlamayı kimden öğrenir? Her şeyi taklit ederek öğrendiği gibi bunu da genellikle ebeveynlerinden öğrenir. Ayakkabı bağcıkları, bu romanda dağılan aile birliğini kurtarmak için anne ve çocuklar tarafından gerçekleştirilen sessiz ama etkili bir harekât olarak yer alıyor.

Kitap boyunca anlatılan hikâyede birlikte kalmak/olmak meselesi varlığını öncü tutuyor. Baba olarak, eş olarak, sevgili olarak kalmak. Aldo’nun çıkmazları, Vanda’nın ihanet karşısındaki hırsları, üzüntüleri… Aile içinde bulunamayan huzur, tartışmaların getirileri her zaman çocukların sırtına daha çok biniyor. İkisi arasındaki süregelen kavganın çocuklar üzerindeki etkisini hikâye boyunca yardımcı oyuncu olarak gördüğümüz Anna ve Sandro hikâyenin sonunda vurucu bir şekilde dile getiriyorlar. Hatta öyle güzel getiriyorlar ki her cümleleri, her hareketleri doya doya intikama dönüşüyor. Geçmişin yaraları bugünün savaşını kazanmayı sağlayan mekanizmayı ateşliyor. Kardeşler, ilk kelimemizi öğrendiğimiz, sevgiyi ilk tattığımız, hayatla ilgili pek çok şeyi ilk kez öğrendiğimiz, ilk tanıştığımız kişilerin olduğu yapı olan ailenin ilk yaralarımızı da aldığımız yer olduğunu gösteriyor. Yetişkinlerin ayakları altında kalan çocukların öcünü alıyorlar. Anna, aile bağlarına dair şu görüşüyle bunca yılı özetliyor: “Ailemizi alakadar eden yegâne bağ, bize hayatımız boyunca işkence etmiş olandır.”

​Domenico Starnone, toplumun temel yapıtaşı ve bireyin kanatlarının peydahlandığı ilk yer olan aile kurumu üzerinden hem içerideki ilişki bağlarını hem de insanın varlığını tamamlayan sosyal bağları tartışmaya açıyor ve okuru İtalya’da yaşayan bir ailenin yüzleşmesiyle baş başa bırakıyor. İçinde olduğumuz güvenli alan gerçekten sandığımız kadar güvenli mi? Güven duygusu mutlu olmaya yetiyor mu? Kuşatıcı sevgi bağları bireyi sosyal ve psikolojik açıdan nasıl etkiliyor? Tüm bunları ve daha fazlasını düşünmek için Bağlar okunmayı bekleyen kitaplar arasında yerini alıyor. 

0
6538
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage