05 MART, PERŞEMBE, 2015

Barış Müstecaplıoğlu ile Söyleşi

“Yaşadığımız dünyada bizi şaşırtabilen çok şey kalmadı. Artık her türlü bilgiye televizyondan ya da internetten ulaşabiliyoruz. Benim ağırlıklı yazdığım tür olan diyar fantazyasında ise, yazarın hayal gücüyle yarattığı yeni bir diyarda dolaşıyor olmak, asırlar önce gemileriyle denize açılıp yeni ülkeler ve kıtalar keşfeden kâşiflerin heyecanını yaşamamızı sağlıyor. Bu keşif duygusunu seviyorum. Ayrıca kendimi bildim bileli hayal gücümü yaptığım her işe katmaktan büyük haz duydum. Diyar fantazyası da bir yazara yaratıcılığını kullanabileceği en geniş alanı sunuyor. Sıfırdan bir dünya kurguluyorsunuz, haritasından bitki örtüsüne, içinde yaşayan halklardan gerçek dünyada benzeri olmayan hayvanlara kadar her detayını kendiniz yaratıyorsunuz, bu zor olduğu kadar da keyifli.”
Nurduran Duman, başka türlerde de ama en çok fantastik edebiyatta kalem oynatan, kitapları birçok dile çevrilen Barış Müstecaplıoğlu ile söyleşti…

Barış Müstecaplıoğlu ile Söyleşi

Yazmak ve edebiyat sizin için ne anlama geliyor?

Hayatta çok farklı işler yaptım, ama yazmak kendimi bildim bileli yaptığım ve daima yapacağımdan emin olduğum tek iş. Yazmaya başladığımda içimde dağınık duran taşlar yerlerine oturuyor, kendimi olmam gereken kişi gibi hissediyorum. Yazarken başkalarını daha iyi anlayabiliyorum, çünkü hayata ve dünyaya yarattığım karakterlerin gözünden bakıyorum, kendi penceremden göremediklerimi onların pencerelerinden görüyorum. Öykülerim aracılığıyla yanlış bulduğum şeylere karşı sesimi yükseltebiliyorum, isyanlarımı başka insanlarla paylaşabiliyorum, bu da bana huzur veriyor. Bir de sanırım her yazdığım kitap beni çoğaltıyor, yarattığım karakterlerle özdeşleştiğim için onların hayatlarını da yaşıyor gibi hissediyorum, tek bir ömürde birçok farklı yaşamı tadabiliyorum.

Barış Müstecaplıoğlu 

Farklı türlerde de yazmış olsanız, en fazla kalem oynattığınız alan fantastik edebiyat. Bunun nedeni nedir?

Yaşadığımız dünyada bizi şaşırtabilen çok şey kalmadı. Artık her türlü bilgiye televizyondan ya da internetten ulaşabiliyoruz. Benim ağırlıklı yazdığım tür olan diyar fantazyasında ise, yazarın hayal gücüyle yarattığı yeni bir diyarda dolaşıyor olmak, asırlar önce gemileriyle denize açılıp yeni ülkeler ve kıtalar keşfeden kâşiflerin heyecanını yaşamamızı sağlıyor. Bu keşif duygusunu seviyorum. Ayrıca kendimi bildim bileli hayal gücümü yaptığım her işe katmaktan büyük haz duydum. Diyar fantazyası da bir yazara yaratıcılığını kullanabileceği en geniş alanı sunuyor. Sıfırdan bir dünya kurguluyorsunuz, haritasından bitki örtüsüne, içinde yaşayan halklardan gerçek dünyada benzeri olmayan hayvanlara kadar her detayını kendiniz yaratıyorsunuz, bu zor olduğu kadar da keyifli.

Fantazyanın kaçış edebiyatı olduğunu söyleyenler var. Fantastik dünyalar yaratarak gerçek dünyadaki sıkıntılardan kaçmaya mı çalışıyorsunuz?

Hayatım boyunca sorunlardan kaçmak yerine onlarla mücadele etmek gerektiğine inandım. Yazmak benim en iyi yaptığım şey, iyi yazabilmek için hayatımı adadım, yıllarca gece gündüz demeden çalıştım. Şimdi bu yeteneğimi değer verdiğim konularda insanlara sesimi duyurmak için kullanabilmek bana huzur veriyor. Fantastik edebiyat dediğimizde tek bir kitaptan değil, yüzlerce yazarın yazdığı binlerce kitaptan bahsediyoruz, içlerinde elbette gerçek dünyadan kaçmak için yazılanlar da var, ama aynı şey tüm edebi türler için söylenebilir. Aşk romanlarının, siyasi geçinen romanların, polisiye romanların içinde de böyle örnekler bulabilirsiniz. Bense romanlarımda beni çok kızdıran önyargıları, uğruna savaşabileceğim özgürlükleri, ırkçılık, soykırım, despotizm gibi öfke duyduğum konuları işliyorum. Bunları hayali bir diyarda, kendi yarattığım ırklar ve karakterler arasında geçen olaylarla öykülüyorum, heyecanlı maceralarla ve hayal gücümle süslüyorum, ama temele indiklerinde okurlarım ne yapmaya çalıştığımı fark ediyor, bu da beni mutlu ediyor.

Yazarlığın dışında bir şirkette tam zamanlı çalışıyor, yöneticilik yapıyorsunuz. Birbirinden çok farklı bu iki uğraş birlikte nasıl yürüyor?

Boğaziçi’nde İnşaat Mühendisliği okurken, bu mesleği yaparsam kitap yazmamın zor olacağını düşünmüştüm, daha fazla insan odaklı bir iş yapmanın beni besleyeceğini fark etmiştim. Bu yüzden mezuniyetten sonra İnsan Kaynakları alanında çalışmaya başladım, yıllarca iş mülakatları yaptım, insanlar görüşmelerde bana hayatlarını anlattılar, bugün karakter yaratırken bu deneyimlerimin faydasını görüyorum. Şu an bir holdingin eğitim şirketini yönetiyorum ve işim gereği insan psikolojisine eğilmem, bu konuda uzmanlaşmam gerekiyor, bütün bunlar da bir yazar için faydalı uğraşlar. Kendimi bir odaya kapatıp sadece yazmaya odaklansaydım, belki daha kolay bir hayatım olurdu, ama farklı vesilelerle insanlarla bir arada olmak, onları dinlemek, gözlemlemek ve yaşamın içinde olmak beni besliyor. Ayrıca bu iş sayesinde kitaplarımdan para kazanmak zorunda kalmıyorum, canım ne çekerse yazmak konusunda özgürüm. Kitabım satmazsa kiramı ödeyemem, aç kalırım gibi kaygılarım olsa, bu yazarlığın keyfini kaçırabilirdi. Yazmak benim için zorunluluktan yapılan bir işe dönüşmedi hiç, bu da hoşuma gidiyor.

Kitaplarınız sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da okunuyor. Şu ana kadar nerelerde yayınlandınız, nasıl tepkiler aldınız?

Yazdığım on romanın çoğu farklı dillere çevrildi, bazı öykülerim de yurtdışında çeşitli antolojilerde yer aldı. Bu antolojileri de hesaba katarsak, Çince, Hintçe, Arapça, Almanca, Sırpça, İngilizce, Romence, Lehçe ve Bulgarca dillerinde okunduğumu söyleyebilirim. Almanya’da Perg Efsaneleri isimli fantastik dörtlememin tüm kitaplarının basılmakta olması beni özellikle mutlu ediyor, çünkü bu seri benim ilk göz ağrım. Çin’de kitabım yayınlandığında Şanghay Edebiyat Festivali’ne davet edilmiştim, hayatımdaki en uzun imza kuyruğunu orada yaşadım, Çinliler fantastik edebiyatı gerçekten seviyor. Londra’da, Almanya’da ve başka ülkelerde de festivallerde ve fuarlarda konuşmalar yaptım, oralarda gördüğüm ilgi burada gördüğümden fazlaydı. Ülkemizde eskiden fantastik ve bilimkurgu türleri “Dünyayı Kurtaran Adam” filmi seviyesinde olduğu için, Türk okuru ilk başlarda kitaplarıma oldukça temkinli yaklaştı. Ama bu önyargılar zamanla kırılıyor, bugün kitaplarım onlarca lisede edebiyat derslerinde okutuluyor, üniversitelerde tezlere konu oluyor, hemen her ay bir konferans veriyorum, on beş yılda aldığımız yol gerçekten büyük.

Son eseriniz Şamanlar Diyarı serisi özelinde soracak olursak, neden şamanlarla ilgili yazmak istediniz?

Şamanlar bizim kültürümüzün bir parçası, Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce, bu topraklarda Gök Tanrı ve Yer Tanrı’ya inanılırdı, şamanlar da bu tanrılarla iletişim kurabildiğine, ilahi diyarlara ruhsal yolculuklar yapabildiğine inanılan kutsal kişilerdi. Şamanların hayvanlara dönüşebilme, dans ederek ruhlarını bedenlerinden ayırabilme, ilahi diyarlara seyahatler yapabilme gibi nitelikleri, bir fantastik romanı son derece zenginleştirecek konular. Şimdiye kadar bu temanın bu kadar az kullanılması büyük bir kayıp, ben niye yazmak istedim diye değil, daha önce neden yazılmamış diye sormak daha anlamlı. Kültürümüzde böyle gizli kalmış çok ilginç öyküler var, örneğin Mehmet Siyah Kalem’in çalışmaları. “Bir Hayaldi Gerçekten Güzel” isimli fantastik olmayan romanımda, 1300’lü yıllarda yaşamış bu gizemli çizeri ve günümüze kadar gelen çizimlerini konu almıştım. Bu çizimlerde hem Şamanist dönemin insanları, dans eden şamanları var hem de çok zengin bir hayal gücünün eseri olan yılan kuyruklu, boynuzlu yaratıklar. Bu yaratıklar iblise benzeseler de, bazı çizimlerde çamaşır yıkıyor, ağaç kesiyorlar, kendilerine özgü normal bir yaşam sürüyorlar. Mehmet Siyah Kalem, çizimlerini parşömenler üzerine yapmış ve oba oba gezerek çizimler eşliğinde öyküler anlatırmış. Bir nevi sözel çizgi roman diyebiliriz yaptığına. İslamiyet sonrası bu parşömenler kesilerek kitaplar içinde saklanmış ve altı yüz yıl boyunca Topkapı Sarayı’nın kütüphanesinde kilitli kalmış. Mehmet Siyah Kalem’in varlığını da, parşömen parçalarının üzerindeki notlardan biliyoruz. Öykülerin hiçbiri yazıya geçirilmediğinden, bugün o çizimlerin ne anlattıkları bilmiyoruz, birçok parça kayıp olduğu için yan yana koyup anlamak da mümkün değil. Ama her biri farklı bir öyküye ilham verebilecek zenginlikte. Yurtdışında Mehmet Siyah Kalem ve çizimleri üzerine pek çok araştırma yapılmış ama Türkiye’de oldukça sınırlı çalışma var, bu konuyu bir romanda işleyen de ilk ben oldum sanırım. “Bir Hayaldi Gerçekten Güzel”i yazarken şamanlar üzerine çok okuma yapmam gerekmişti, bu kültürün zenginliğini ve fantastik boyutlarını gördükçe, yeni kurgulayacağım düşsel diyarın temelini bu tema üzerine kurmaya karar verdim. Mehmet Siyah Kalem’in yılan kuyruklu yaratıklarına da bir ülke, bir tarih ve bir kültür yarattım, onları Şamanlar Diyarı’nda insanlarla birlikte yaşayan bir halk olarak öyküme kattım.

Şamanlar Diyarı'nın ana öyküsü ve derdi nedir?

Bu kitaplar, Delkarna adında hayali bir diyarda geçiyor. Bu diyarda Delkarlar ve Nasralar yaşıyor, Nasraların Delkarlardan tek farkı, gözbebeklerinin beyaz olması, ama bu bile iki halkın birbirini “öteki” olarak görmesine yetiyor. Delkarna’nın despot sultanı azınlık olan Nasra halkına karşı bir soykırım planlıyor, Nasra topraklarında gözü olan bazı zengin tüccarlar da bunu destekliyor. Diyarda buna engel olmak isteyenler, en başta da yıllar önce sultan tarafından katledildikleri için birkaç kişi kalmış olan şamanlar, güçlerini birleştiriyorlar. Kitabın bir başka önemli karakteri, hayatı boyunca kendisini diyarın güçlü halkı Delkarların bir ferdi olarak görmüş, Nasralardan nefret ederek büyümüş genç bir kız. Evlat edinildiğini ve aslında bir Nasra olduğunu anlayınca köyünü terk etmek zorunda kalıyor, bir kimlik bölünmesi yaşıyor. Şaman güçlerine sahip olan bu kız da zamanla kendi içindeki çatışmaları yenip kahramanlarımıza katılıyor. Kahramanlarımız Sultan’ı tek başlarına durdurabilecek kadar güçlü değiller, bu yüzden önce yılan kuyruklu Harnan halkının yaşadığı ülkeye sonra da çok uzaklardaki efsanevi Perg diyarına giderek yardım arıyorlar. Bu uğurda uzun ve maceralarla dolu deniz yolculukları yapıyorlar. Sultan ise onları durdurmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bu arada Sultan’ın çocukları arasında Nasralarla dost olmak isteyen genç bir veliaht var. Bu veliahtı tahta geçirip despot yönetimi bitirmek isteyen bazı kişiler sarayda çeşitli entrikalar düzenleyip Sultan’ı devirmek için harekete geçiyorlar. Roman hem maceralarla dolu bir yolculuk öyküsü hem de siyasi entrikalar içeren bir öykü.

Mehmet siyah kalem 

Şamanlar Diyarı’nda Perg diyarından da bahsediyorsunuz, bu yeni seri daha önce yazdığınız Perg Efsaneleri’nin bir devamı olarak tanımlanabilir mi?

Şamanlar Diyarı’nın kendine ait bir öyküsü, başı ve sonu var. Ama üç kitap boyunca Perg’e de uğruyoruz ve orada devam eden mücadelenin de bir parçası oluyoruz. Perg’deki karakterler, bu yeni seride yan karakter olarak olaylara dahil oluyorlar. Perg Efsaneleri’ni okumayan biri de Şamanlar Diyarı’nı keyifle ve hiçbir eksiklik duymadan okuyabilir. Ama eğer Perg Efsaneleri’ni de okursa, o zaman kitaptaki bazı yan karakterlerin geçmişlerini bileceği için alacağı keyif artacaktır. Bu kitapları ve serileri her birinin üzerinde farklı bir resim olan yapboz parçaları gibi tasarladım, tek başlarına da güzel olmalarını ve okunabilmelerini hedefledim. Ama hepsini bir araya getirdiğinizde, ortaya yeni bir resim daha çıkıyor. Bu büyük resim tüm kitaplarımı okuyanlara bir armağanım.

0
10973
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage