10 AĞUSTOS, PERŞEMBE, 2023

“Ataerki Her Türlü İlişkiyi Sabote Eder"

Mona Chollet ile Aşkı Yeniden İcat Etmek kitabı odağında patriyarkanın heteroseksüel ilişkileri nasıl manipüle ettiği, hem kadınları hem de erkekleri nasıl koşullandırdığı ve bu durumların aşkı ve arzuyu yaşamamıza nasıl engel olduğu üzerine konuştuk.

“Ataerki Her Türlü İlişkiyi Sabote Eder

Aşkı yeniden icat edip, aşkı bize sunulandan farklı bir biçimde tasavvur edebilir miyiz? Patriyarka heteroseksüel ilişkileri sabote ederken, daha güçlü, daha tatmin edici, daha eşit bir aşk mümkün olabilir mi? Karşı karşıya olduğumuz her durumun tam tersi mümkün olabilir, diyor Mona Chollet. Ataerkinin, patriyarka düzenin ve tahakkümlerin görünür veya görünmez bin bir çeşidi hayatımızı esir almaya devam ederken Mona Chollet ile Aşkı Yeniden İcat Etmek kitabı odağında sohbet ettik.

Biyografinizden yola çıkarak sizden başlamak istiyorum. Le Monde Diplomatique baş editörüsünüz. Yerleşmiş ataerkil kalıpların tüm dünyada ve tüm kadınlar için geçerli olduğunu düşünürsek editörlük nasıl bir süreç sizin için? 

Aslında artık Le Monde Diplomatique’te çalışmıyorum! Bu yılın başında istifa ettim. Aynı anda gazeteci ve yazar olmak çok zordu, bunalmıştım. Bir de genel yayın yönetmeni değildim, sanırım bilgide bir yanlışlık var. Benim işim makaleleri yeniden yazmak ve her sayının yapımını denetlemekti ve bu çok hoşuma giden bir işti. Ben de bazen makaleler yazdım ama çok az. Le Monde Diplomatique, mükemmel bir gazete ama aynı zamanda çok geleneksel bir gazete. Ekonomi veya uluslararası politika gibi oldukça erkeksi alanlar olan konularla ilgileniyor. Bu konuda kendimi hiçbir zaman çok rahat veya meşru hissetmedim ve meslektaşlarım ve patronlarım hiçbir zaman kendi kaygılarımla veya olaylara yaklaşımımla pek ilgilenmediler. Bu yüzden işimin içerikle değil, tamamen biçimle ilgili olması hepimiz için iyi bir anlaşmaydı.

2004 yılından itibaren yayımlanmış kitaplarınız var. Burada ilk olarak kitap yazmaya nasıl karar verdiğinizi, bu sürecin nasıl gerçekleştiğini sormak istiyorum. İkinci olarak da kitaplarınızın birbirinden farklarının ne olmasını istediniz?

Ben bir gazeteciyim. Bu yüzden kitap yazımındaki yaklaşımım akademik düzeyde olmadı. Gazeteler için yaptığım işlerde -serbest ya da çalışan olarak- neredeyse tamamen diğer insanların isteklerine bağlıydım. Hiçbir zaman işleri tam olarak istediğim gibi yapmakta özgür değildim. Kitap yazmak ise kendi zeminimi yaratmanın, endişelerimi ve fikirlerimi keşfetmenin bir yoluydu. Kitaplarım her zaman kişisel hayatımdan ilham alır ve hayatımı daha net ve derin hâle getirme girişimleridir. Umarım bu arayış okuyucularıma da faydalı olur. Yazılarım genellikle kadın meseleleriyle ilgili çünkü bu, kimliğimin önemli bir boyutu ama her zaman değil. Örneğin, ev hakkında bir kitap yazdım ("Chez soi", "Evde"), çünkü ben evi seven bir insanım ve bunu savunmak istedim.

Aşkı Yeniden İcat Etmek kitabınızı yazma sebepleriniz, bu kitapla ilgili odak meseleniz tam olarak neydi? Bu soruyu dikkatimi çeken şu başlıklar odağında konuşmak isterim: “Vaha yanılsaması”, “Derin heteroseksüellik rüyası”. Burada özellikle “yanılsama” ve “rüya” çok dikkatimi çekti. Bu soruyu bu kavramlar üzerinden konuşmamız mümkün mü?

Evet kesinlikle mümkün. Bu kitap, birlikte büyüdüğüm heteroseksüel aşkla ilgili tüm illüzyonları tanımanın bir yoluydu. Kadın ve erkek arasındaki aşkın tahakkümden yoksun olduğuna, bir vaha olduğuna ikna olmuştum. Çok naifti ama ben feminizmin çok “modası geçmiş” olduğu bir dönemde büyüdüm. Aşkın aynı zamanda bir baskı, tehlike ve şiddet yeri olduğunu kabul etmek zor. Ancak amacım illüzyonlardan kurtulmak, ortaya çıkan sorunları keşfetmek ve aynı zamanda idealimden (ya da hayalimden) vazgeçmek değil, onu yeniden şekillendirmekti.

“Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?” kitabın alt başlığı olan bu soruyu ilk etapta sadece aşk değil tüm ilişkilerimiz adına direkt sormak istiyorum size. Patriyarka heteroseksüel ilişkiler dahil, tüm ilişkilerimizi nasıl sabote ediyor?

Bu bir soru değil aslında. Tarif etmek istediğim şeyin tanımıydı. Ama evet, elbette, ataerki her türlü ilişkiyi sabote eder veya en azından etkiler. Carol Gilligan, Ataerkillik Neden Israr Ediyor? adlı kitabında, genç erkek çocukların, belirli bir yaştan sonra, insanların eşcinsel olduklarını düşünmelerini istemedikleri için, diğer erkeklerle derin ve yakın arkadaşlıklar kurma cesaretlerinin nasıl kırıldığını gösteriyor. Ataerkillik, erkekleri tüm ilişkilerinde duygularından uzaklaştırır. Ama bence lezbiyen ilişki yaşayan kadınları bile beladan tamamen kurtulmuş değil. Örneğin lezbiyen çiftlerde de aile içi şiddet var. Aksi nasıl olabilir? Sonuçta ataerkillik soluduğumuz havanın kendisidir. Ondan kurtulmak istiyorsak hepimizin yapacak çok işi var.

Tüm ilişkilerimize dair genel sorudan sonra, heteroseksüel patriyarkanın aşka ve cinselliğimize müdahalesinin ilişkilerimizi spesifik olarak nasıl etkilediğini sormak istiyorum. Baskın heteroseksüelite, ataerkil yapı olmasaydı, daha güçlü, daha tatmin edici, daha eşit aşklar mümkün olabilecek miydi? 

Evet olabilecekti. İşler daha kötüye gidebiliyorsa, mantıksal olarak daha iyiye de gidebilir. Bir ölçek varsa, o zaman değişim için alan vardır. Bence ataerkillik heteroseksüel ilişkileri şiddet ve tiranlık yoluyla korkunç şekillerde etkileyebilir, ama aynı zamanda daha incelikli şekillerde, yanlış anlamalar ve küçük ya da büyük hayal kırıklıkları yoluyla da etkileyebilir. Kadınlar, aşka çok büyük (ben buna iyi bir örneğim), bazen çok fazla değer verecek şekilde eğitilirler ve erkekler, kadınlara ve aşka sürekli olarak güvenmemek üzere eğitilirler. Bu yüzden birbirimize aşık olmamız ve hayatımızı paylaşmamız gerektiği söylendi ama aynı zamanda birlikte mutlu olmamızı neredeyse imkânsız kılacak şekilde eğitildik. Bence mutlu heteroseksüel çiftler her zaman eğitimlerine, sosyal normlara en azından biraz ihanet edenlerdir.

Aşk, kadın işi midir? Bu soru kitabınızın içeriğinde de var. Fakat o kadar basit -ve basit olduğu için de aslında- o kadar güzel bir soru ki, bu soruyu burada da konuşmak istedim. Annie Earnaux’dan verdiğiniz örnekleri, “Kadınca sevme olgusu” üzerine yaptığınız vurguları da bu soru kapsamında konuşmak isterim. 

Ernaux'nun Yalın Tutku adlı kitabı yayımlandığında benim için -gençken- önemli bir okumaydı. Bu kitapta anlatıcının tüm hayatı sevgilisinin etrafında dönüyor. Varlığının tutkusuyla ilgili olmayan her yönünü hor görür. Arkadaşlarından bile sıkılır. Sevgilisini beklemekten başka bir şey yapmaz. O zamanlar güzel olduğunu düşünürdüm ama şimdi çok sorguluyorum. Merak ediyorum: Hem yoğun bir şekilde sevmek hem de hayatın diğer yönlerinden de zevk almak ve onlara bağlanmak mümkün olmaz mıydı?

​Ayrıca kadınların çoğu zaman ilişkiden sorumlu olduğu gerçeğini de sorguluyorum. İlişkileriyle ilgilenirler, yürümesini sağlarlar, onlara bu konuda yardımcı olacak kitapları okurlar, sorunlar baş gösterdiğinde terapistle randevuları ayarlarlar. Mesela heteroseksüel bir ilişki genellikle bir erkek içerir fakat, kitabım çoğunlukla kadınlar tarafından okunmuştur.

Kitapta kadının sevilmek uğruna “kendini un ufak etmesi”, bu noktada eşitliğin sağlanabilmesi ya da eşitliğin erotikleştirilmesi ve kadınların suça karışmış erkeklere aşık olma meselesini işliyorsunuz. Erkeklik, erkeklik olgusu, erkeklerin ilişkilerindeki bağımlılıkları vb., erkeklerin “kendilerini un ufak etmeleri” gibi bir duruma kadınlar kadar neden rastlamıyoruz? Ya da var da haberdar mı edilmiyoruz bu durumdan?

Bu başlıklar çerçevesinde ilişkinin yürümesi için kadınların bazen kim olduklarını, ihtiyaçlarını, kişiliklerini nasıl inkar ettiklerini konuşmak istedim. Çevremde, bir erkeğin karısı tarafından “ezildiği” veya gölgede bırakıldığı hissine kapılan insanların şok olduğunu görüyorum. Ama tam tersi olunca herkes normal karşılıyor ve kimse fark etmiyor bile. İşi gerektiriyorsa yabancı bir ülkede kocasının izinden gitmek, çocuklarına bakmak için mesleğinden ya da tutkusundan vazgeçmek kadının görevi sanıyoruz. Kadının gerçek anlamda bile kendini küçük görmesi gerekirken adamın her daim kendini daha büyük görmesi konusunda hiçbir sakınca görülmüyor. Bu nedenle alternatif romantik modeller yaratan Zendaya ve Tom Holland gibi ünlü çiftleri çok ferahlatıcı buluyorum. Her ikisi de onun ondan daha kısa olduğu, daha ünlü veya ünlü olmadığı gerçeğiyle tamamen rahatlar ve bu nedenle rüya olarak tabir edilen çiftlerden veya ilişkilerden daha az rüya gibi bir çift değiller.

Kitabınızın sonunda konuşan kadınların artmasını diliyorsunuz, ki bu tüm dünyadaki kadınların dileği. Pandemi, sıcak savaş (Rusya - Ukrayna) göçler, derin ekonomik kriz, iklim değişiklikleri ve sürekli başa saran yaşam koşulları... Hem genel olarak dünyanın gidişatı hem de kadınların durumu ile ilgili umudunuz var mı?

Dünyanın dönüşmekte olduğu küresel kabusta, aşk bize güç verebilir ve barış sığınağımız olabilir. Ama bunun olması ve aşkın sadece erkekler için değil kadınlar için de bir sığınak olması için, şeylere bakış açımız, ihtiyaçlarımız ve arzularımız hakkında daha açık konuşma cesaretini göstermeliyiz. Ödün vermeden, her zaman erkeğin kaçacağından korkmadan, tamamen kendimiz olma cesaretini göstermeliyiz. Aksi takdirde aşk, zevk aldığımız bir şey değil, sağladığımız bir şey olarak kalır.

0
4245
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage