25 KASIM, CUMA, 2022

André Gide’in “Dostoyevski” Portresi

1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi André Gide’in, titiz ve detaylı incelemesiyle Dostoyevski’yi kendi kelimeleriyle resmettiği Dostoyevski “portre”si, yazarla ilgili bilinmeyenleri ortaya koyuyor, okurda yazarın düşün dünyasına dair kavrayış sağlıyor.

André Gide’in “Dostoyevski” Portresi

Nietzsche’nin, “Dostoyevski... Bana ruh bilimi konusunda bir şeyler öğreten tek kişidir,” sözü, Dostoyevski’yle ilgili ancak üstünkörü bir fikir verebilir. André Gide de bu söze atıf yaparak başlıyor kısa Dostoyevski portresine.

Ancak Dostoyevski’yi belli tanımlara indirgemekten, kalıplara sokmaktan çekiniyor Gide ve “İlk anda içine girilmesi kolay olmayan biriydi,” diye tanımladıktan sonra bu lafın altını, Dostoyevski’nin kendi kaleminden çıkan (bir mektubundaki) şu sözüyle dolduruyor: “Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir.”

Aslında tam olarak anlaşılması da şart olmayan ve anlamanın da bir hayli güç olduğu Dostoyevski’nin, okurlarını sadece “özel bir seçkinler topluluğu içinde ağır ağır bulduğunu” savunan Gide, Dostoyevski’yi “biraz olsun anlayabilmek” adına, onun yazışmalarını ve romanlarındaki satır aralarını inceleme gereği duyuyor.

​Dostoyevski’nin iç dünyasına bir pencere açan bu kitapta Gide, adeta yapboz parçalarını birleştire birleştire gidiyor ve sonunda Dostoyevski’nin o meçhule bakan derin ve delişmen bakışlarının perde arkasını görmemizi sağlıyor; dik durmasına rağmen çöküntüye uğramış ruhunun esintilerini ensemizde hissettirerek ürpertiyor.

“Mektupları ve makalelerinde acemi ve sıradan bir yazar”

Kelime kelime düşünen, eserlerini usanmadan sayfa sayfa düzelten, yeri geldiğinde baştan yazan Dostoyevski’nin edebi ve düşün ustalığına hayranlığını gizlemeyen Gide, yazarın mektuplarının bir o kadar acemice ve hatalarla dolu olduğunu dile getirmekten de çekinmiyor.

Bunu da şöyle açıklıyor: “Başkası hakkında konuşurken bu kadar usta olan Dostoyevski, kendi adına konuşması söz konusu olduğunda bocalamaktadır. Görünüşe göre fikirler, kalemin ucuna birbiri ardına değil, aynı anda gelmektedir.” (s.14)

Tabii bunun karşılığını, yine Dostoyevski’nin kendi sözlerinde buluyoruz, “Mektuplar,’ diyor, ‘aptalca şeylerdir, insan içini dökemez.’ Dahası da var: ‘Size her şeyi yazıyorum ve görüyorum ki gerçek ahlaki ve ruhsal dünyama yönelik hiçbir şey söylememişim, hatta bu konuda en küçük bir fikir dahi vermemişim. Yazışmaya devam ettiğimiz süre boyunca da bu böyle olacak. Ben mektup yazmayı bilmiyorum; kendim hakkında yazmayı, kendimi ölçülü bir şekilde ifade etmeyi bilmiyorum.” (s.15)

​Gide, Dostoyevski’nin Yazarın Güncesi’ndeki gibi kuramsal ve eleştirel makalelerinde de “sıradan bir yazar” olarak karşımıza çıkarken, sahneye bir roman karakteri çıkardığı anda olağanüstü bir yazara dönüştüğünden dem vuruyor. Zaten her hâliyle kuramsallıktan uzak olan Dostoyevski yazınındaki ustalığın, fikir ile olay dengesiyle oluştuğunu, onu büyük romancı yapan başlıca özelliklerinden birinin de bu olduğunu söylüyor.

Fyodor Dostoyevski

Dostoyevski’yle İlgili Bilmediklerimiz

Dostoyevski’nin çoğu kumardan olmak üzere borçlarla cebelleşmiş, var olmanın ağırlığı altında ezilmiş, intiharın eşiğine gelip kim bilir kaç kere vazgeçmiş, yaşamın ağırlığının üstesinden gelebilmek için de kendinden vazgeçerek ebedi kurtuluşa ulaşmaya çalışmış bir yazar olduğunu az çok biliyoruz.

Hayatı boyunca para için çalışan ama hatasız olmak için detayları metinle harmanlayabilmek adına ağırdan alan, sanatından taviz vermeyen; bu sırada edebi mükemmelliği de yakalayan Dostoyevski’yi en iyi, yazışmaları ve kitaplarındaki satır aralarından yakalıyoruz.

Bu noktada Dostoyevski’yle ilgili bilmediğimiz birçok detayı da ilk defa Gide’den okuyoruz. Sözgelimi, teslim tarihleriyle arasının iyi olmadığını, yarış hâlinde yazdığı her kitabının ardından, “Kendimi sıkıştırmadan yazacak olsaydım, daha iyi bir sonuç elde edebilirdim,” minvalinde düşündüğünü aktarıyor misal.

Suç ve Ceza’nın büyük bir kısmını yazıp sonra yaktığını da yine Gide sayesinde öğreniyoruz. Bu kitap üzerine nasıl çalıştığını, Dostoyevski’den dinliyoruz: “İstifade edebileceğim çok güzel günler varken, ben bir kürek mahkûmu gibi burada (Staraia Roussa) çalışıyorum, gece gündüz demeden iş başındayım.”

Buna karşın yazma eyleminin, onun için hayattaki en değerli şey (belki de kurtarıcı) olduğunu “Yazdığım şey ne kadar bayağı ne kadar berbat olursa olsun, romanın ana teması harcadığım çaba, benim gibi zavallı bir yazar için dünyadaki her şeyden daha değerlidir,” sözlerinden anlıyoruz.

Bununla birlikte, “Bir yazar olarak çok fazla eksiğim olduğunu biliyorum” diyecek kadar da alçakgönüllü Dostoyevski. Hâl böyleyken kendini yazar sanan “yazarların” özgüvenini sorgularken buluyoruz kendimizi.

Gide, Dostoyevski’nin neredeyse her eserine pasajlar hâlinde girip çıkarak, yapıtına dair önemli bilgiler aktarıyor. Sözgelimi Dostoyevski, “Bu kadar yeni, bu kadar eksiksiz, bu kadar orijinal bir konu az bulmuşumdur,” dediği Karamazov Kardeşler hakkında, “Kelimenin tam anlamıyla, acıyla sık sık farkına varıyorum ki anlatmak istediğimin yirmide birini bile anlatamadım, hatta hiçbir şey anlatamadım,” bile diyor.

​Gide’in deyişiyle, “Kendine karşı en ufak bir kibarlık göstermeyen ve asla tatmin olmayan, kendini imkansızın ötesine geçmeye zorlayan bir yazar Dostoyevski. Belki de onu ölümsüz kılan da bu oluyor. Bunun yanında ilk bakışta anlaşılır olmaktan uzaklığı, yazının başında alıntıladığımız, ‘Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir,’” sözünde karşılığını buluyor.

Karakterleri Yazarın İç Dünyasına Dair İpuçları Veriyor

Dostoyevski anlaşılır olmaktan bile isteye (ölümsüz olmak için) uzaklaşıyor da değil. Gide, bu durumun, onun iç dünyasının karmaşıklığıyla ilgili olduğunu ifade ediyor. Kitapta yer alan, Gide’in Dostoyevski’nin yüzüncü doğum yıldönümü için hazırladığı, “Vieux-Colombier’de okunan kısa bir demeç” başlıklı bölümde de Dostoyevski yapıtında iç dünyanın, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden çok daha önemli olduğuna; Dostoyevski'yi birçoğumuz için büyük, bazıları için de çekilmez kılan sırrın da bu olduğuna değiniyor.

Zaten Dostoyevski’deki fikir yoğunluğu da bu karakterlerle gün yüzüne çıkıyor. Gide’e göre Dostoyevski, bu karakterlerin içinde kaybolmuş, bir bakıma onlarla kaynaşmış durumda. “İşte bu nedenle de” diyor Gide, “Her karakterinde yine onu buluruz.”

Burada bir hataya düşmekten de çekiniyor Gide: “Romanlarındaki ya da öykülerindeki kahramanların düşüncelerini bir yazara mal etmek, dürüstlüğe aykırı bir davranış değilse bile hiç şüphesiz büyük bir tedbirsizliktir. Ama Dostoyevski’nin düşüncesinin bu kahramanlar aracılığıyla dile geldiğini ve Dostoyevski'nin hayati olarak gördüğü birçok doğruyu genellikle romanındaki en önemsiz karakter aracılığıyla ortaya koyduğunu biliyoruz.” (s.194)

​Gide’in de belirttiği gibi Dostoyevski, düşüncelerini direkt olarak değil de karakterlere mal ederek yazıyordu. Bu sebeple onun, Dostoyevski’yi satır satır çözümlemesi, çizdiği Dostoyevski portresine atılan fırça darbeleri gibi... Nihayetinde bu huzursuz ve var olabilmek adına kendinden vazgeçen dehanın eşsiz bir portresine ulaşıyoruz.

André Gide

“Biyografi değil portre”

Gide bu kitabı, kronolojik bir akışta ilerleyen bir biyografi değil de Dostoyevski yapıtının ona sunduklarıyla çizdiği bir portre olarak tanımlıyor. Bu açıdan Gide, “çizdiği” Dostoyevski portresiyle önemli bir boşluğu dolduruyor; Dostoyevski’yi kendi kaleminden, yarattığı karakterlerle anlamaya kalkışıyor. Onu satır aralarından anlamaya ve basit tanımlamalara girme tuzağına kapılmadan anlatmaya çalışıyor.

Yeri geliyor, “Bu kadar çok alıntı yaptığım için özür mü dilemeliyim? Yoksa sözü her fırsatta Dostovevski’ye bıraksam daha mı hoşunuza gider?” diye soracak kadar da samimi bir ilişki kuruyor okurla, biz içten içe ikinci seçeneği seçsek bile bu portrede Gide’in sesini hep duyuyoruz. Gide de ustalığını böyle ortaya koyuyor.

Kitabı okurken Dostoyevski’ye olan hayranlığımız da artarken Gide’in titiz, detaylı Dostoyevski araştırmasıyla elde ettiği bilgi birikimi ve okuru sıkmayan, sürükleyici üslubuna da saygı duyuyoruz. Alıntılarla dolu bir kitabın akıcılıktan ve “aforizma düşkünlüğünden” bu kadar uzak olması da takdire şayan.

Yazar, Dostoyevski’nin düşün dünyasına girmeye çalışırken hiçbir zaman indirgeme tuzağına düşmüyor. Dostoyevski bu konuya kesin olarak şöyle yaklaşıyor (bu konuda net olarak böyle düşünüyor) demiyor. Daha ziyade onun yazınındaki iyilik, ahlak, iç dünya, gurur ve alçakgönüllülük gibi temalar odağında tekrarlayan doku ve diyalektik yaklaşımlara değiniyor.

Tüm bunlar çeşitlilik göstererek su yüzüne çıkıyor ve okurda, Dostoyevski hakkında bir kavrayış sağlıyor. André Gide’in Dostoyevski portresinin, eserlerini okumuş olanlar için tamamlayıcı, onunla henüz tanışacaklar için de başlangıç niteliğinde bir eser olabileceğini belirtmek gerekiyor.

​1960’larda önce De Yayınları, ardından Varlık Yayınları; 2000’lerin başında ise L&M Yayınları tarafından yayımlanan bu Dostoyevski portresi, S. Sema Gül’ün Fransızca aslından çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından bir kere daha okurla buluşuyor. Gözden kaçırılmamalı.

0
6064
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage