Fotoğraf, sanat ve kültürel üretimi buluşturan 212 Photography Istanbul kapsamında düzenlenen 212 Uluslararası Fotoğraf Yarışması başvuruları 7 Eylül’e kadar devam ediyor.
2018 yılından bu yana 212 Photography Istanbul kapsamında düzenlenen 212 Uluslararası Fotoğraf Yarışması, dünyanın dört bir yanından her yaştan, amatör ya da profesyonel fotoğrafçıların her tür kamerayla çekilmiş çalışmalarına açık bir platform sunuyor. Yarışma uluslararası ölçekte yeni sanatçıları keşfetmeyi ve onların görünürlük kazanmasını hedefliyor.
Son başvuru tarihi 7 Eylül olan yarışmanın kazananları ise 27 Eylül’de duyurulacak. Birincilik ödülünü kazanan sanatçı, 5000 Euro’nun yanı sıra, 42 ülkede yayımlanan uluslararası kültür-sanat dergisi 212 Magazine’de yayımlanma hakkı kazanacak. Finale kalan 10 katılımcının eserleri ise festival süresince düzenlenen sergide izleyiciyle buluşacak. Yarışma, ilk yılından bu yana öne çıkan katılımcıların farklı alanlarda görünürlük kazanmalarına ve yerel ile uluslararası basında yer bulmalarına katkı sağlıyor.
212 Uluslararası Fotoğraf Yarışması, bugüne kadar birçok farklı coğrafyadan yetenekli fotoğrafçıya ev sahipliği yaptı. 2018 yılından bu yana yarışmada birincilik ödülüne layık görülen isimler sırasıyla şöyle: 2018’de Tayland’dan Noppadol Maitreechit, 2019’da Türkiye’den Ekin Çekiç, 2020’de Ekvador’dan Fabiola Cedillo, 2021’de Hollanda’dan Bas Losekoot, 2022’de Türkiye’den Serhat Kır, 2023’te Polonya’dan Michal Siarek ve 2024’te İtalya’dan Cinzia Laliscia. Yarışma her yıl olduğu gibi bu yıl da uluslararası arenada dikkat çeken yeni isimleri sanat dünyasına kazandırmayı hedefliyor.
Ön değerlendirmeyi takiben son 10’a kalan finalistler 23 Eylül’de açıklanacak ve yarışmanın kazananı 27 Eylül’de festivalin başlaması ile çevrim içi mecralar üzerinden duyurulacak.
Bu yıl sekizincisi düzenlenen 212 Uluslararası Fotoğraf Yarışması’na 7 Eylül’e kadar buradan başvurabilirsiniz.
Künye: Cinzia Laliscia Finalmente Posso Andare
Duygu Asena’nın anısına, 2007 yılından bu yana verilen Duygu Asena Roman Ödülü’nün bu yılki sahibi Cennette Gibiyim adlı romanıyla Sibel K. Türker oldu.
Doğan Kitap’ın Türkiye’yi kadın hakları özgürlük ve eşitlik konularında “ilk”lerle tanıştıran Duygu Asena adına armağan ettiği ödülün bu yılki Seçici Kurulu, Doğan Hızlan onursal başkanlığında Asuman Kafaoğlu Büke, Filiz Aygündüz, İhsan Yılmaz, Sibel Oral, Elif Tanrıyar ve geçtiğimiz yılın ödül alan ismi Neslihan Önderoğlu’ndan oluştu.
12 Haziran 2025 Perşembe günü toplanan seçici kurul, oy birliğiyle Sibel K. Türker’in Cennette Gibiyim adlı romanını seçti. Jüri tarafından yapılan açıklamada “Kadınların yaşam boyu taşıdığı görünmez yaraları, bastırılmış arzuları ve sessiz çöküşlerini olağan gibi görünen bir evin, bir evliliğin ve bir kadının iç sesi üzerinden çarpıcı biçimde anlatması nedeniyle” ödülün Sibel K. Türker’e verildiğini açıkladı. Gerekçeli kararda “Cennette Gibiyim, kadınlığın sessiz yorgunluğunu, içe gömülen isyanını ve derin yalnızlığını, incelikli bir anlatımla edebiyata kazandırması sebebiyle ödüle değer görülmüştür” denildi.
Sibel K. Türker’in açıklaması ise şöyle oldu: “Öncelikle kitabımın Duygu Asena Roman Ödülü’ne değer bulunması beni çok sevindirdi ve onurlandırdı. Bu ödülü on iki yıl aradan sonra ikinci kez almış bulunuyorum.
Yirmi yıla varan bir geçmişi olan bu ödül, erken yaşta kaybettiğimiz kadın hakları savunucusu ve öncüsü Duygu Asena’nın adını, fikirlerini, kitaplarını yaşatması açısından çok önemli. Ayrıca on sekiz yıldan beri değerli kadın yazarlara ve onların eserlerine verilmiş olması ciddi anlamda bir “kadın edebiyatı” birikimi yaratmış durumda. Kadın edebiyatı diye nitelemeye çalıştığım kavram, iyicildir, vicdanidir, dirençli ve güçlüdür. “Öteki” ne bakışın temellendiği, anlamlandığı, el veren, dayanışmacı, kız kardeşçe bir edebiyattır.
Ben Duygu Asena’yla yaşarken bir kez görüştüm, sınırlı vakitteki sohbetimizde ilk kitabını yeni çıkarmış genç bir kadın yazara karşı gösterdiği ilgi, samimiyet bende derin bir iz bıraktı. O fikirlerini hayata da geçirmiş, kadınlara olan yaklaşımını bu fikirler ışığında sürdüren biriydi.
Ülkemizde yaşanan kadına karşı ayrımcılık, adaletsizlik, şiddet ve cinayetlere dikkat çekmenin tüm yazarların meselesi olduğunu düşünüyorum. Kötülükleri, gerici zihniyetleri, ataerkil kodlanmaları ve bunların sonuçlarını ortadan kaldırabilmek düşünen, yazan, yaratan herkesin görevidir.
Bundan sonraki edebiyat serüvenimde de kadınları, ülkemin haksızlığa uğrayan, ötelenen, yaşam hakkından mahrum bırakılan kadınlarını yazmak benim için en büyük heyecan ve itici güç olacaktır.
Bu ödülü beni büyüten, beni yaşatan ve edebiyatımın esas unsuru olan kadınlarımız adına alıyor ve seçici kurul üyelerine, ödülü düzenleyen ve kurumsallaşmasını sağlayan ilk yayınevim Doğan Kitap’a teşekkürlerimi sunuyorum.”
Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit yeni sezonda aynı filmde sinemaseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Aziz Kedi ile Feyyaz Yiğit’in uyarlama senaryosunu yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Mert Baykal otururken filmin yapımcılığını Muzaffer Yıldırım (NuLook Production) üstleniyor. 14 Kasım’da vizyona girmesi planlanan film aynı zamanda IMAX olarak vizyona giren ilk Türk filmi olarak sinema tarihine geçecek. Gişe rekorları kıran bir Fransız yapımından uyarlanan filmin çekimleri cast çalışmalarının tamamlanmasının ardından temmuz ayında başlayacak.
Çok daha yüksek görüntü ve ses kalitesi sunan IMAX teknolojisi, özel donanımlı sinema salonlarıyla izleyiciye farklı bir sinema deneyimi yaşatıyor. Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit’in başrollerinde olduğu film, sadece IMAX salonlarında değil, tüm sinemalarda 14 Kasım’da vizyonda olacak.
Cansu Yıldıran’ın Karadeniz’in Kuşmer Yaylası’ndaki kadın, doğa ve hayvanlar arasındaki ittifak üzerinden mülksüzleştirme süreçlerine karşı geliştirilen direnç biçimlerine odaklanan “Mülksüzler” adlı sergisi 6 Temmuz’a kadar ZAİ Yaşam Bodrum’da izleyici ile buluşuyor.
“Mülksüzler”, Yıldıran’ın on yılı aşkın süredir devam eden otobiyografik serisinden bir seçki sunuyor. Sanatçı bu seride ataerkil mülkiyet düzenine karşı mülkiyetten bağımsız aidiyet, sahiplenme ve mekânla bağ kurma olasılıklarını araştırıyor. Yıldıran, farklı varoluş biçimlerini anlatarak mekânla ilişkilenmenin mülkiyet dışı yollarını görünür kılıyor. Toprağa, bitkilere ve hayvanlara yönelerek, bükülerek ve esneyerek geliştirdikleri bu ilişki, bir direniş biçimi olarak öne çıkıyor. Flaşla aydınlanan yüzler, grotesk bedenler ve tekinsiz peyzajlar da bu direnişin görsel dilini oluşturuyor.
Sergiye ilham olan Kuşmer Yaylası, Bayburt sınırlarında yer almasına rağmen tapuları kilometrelerce uzaklıktaki Çaykara’nın Şur (Şahinkaya) köyüne ait. Özel mülkiyet rejimi kapsamında kadınlara toprak ve konut edinme hakkı tanınmayan bu alanda, Yıldıran’ın annesinin evlenip göç etmesi sonucu dikili bir ağacı bile bulunmuyor. Buna rağmen, sanatçının ailesi her yıl yaylaya geri dönüşüne tanık oluyor “Mülksüzler” serisi. Sergideki çalışmalar, bu tarihsel ve toplumsal bağlamı sanatçının kişisel hafızası ve konar-göçer yaşam deneyimiyle buluşturuyor.
Sergiye ismini veren “Mülksüzler” serisi ise 15. Şanghay Bienali kapsamında 8 Kasım 2025 – 31 Mart 2026 tarihleri arasında uluslararası izleyiciyle buluşacak.
Görsel künyeleri:
1. Cansu Yıldıran, Mülksüzler I, 2016, Courtesy of the artist and Anna Laudel gallery
2. Cansu Yıldıran, Gün, 2017, Courtesy of the artist and Anna Laudel gallery
3. Cansu Yıldıran, İdeal Aile, 2023, Courtesy of the artist and Anna Laudel gallery
Başar Başarır’ın yıllar içinde biriktirdiği ve özenle damıttığı atasözlerini bir araya getirdiği kişisel derlemesi Fukaranın Ahı – Şahane Atasözleri Defterim, İthaki Yayınları’ndan çıktı.
Fukaranın Ahı, atasözlerini tarihsel bağlamlarından koparmadan yeniden yorumlayıp, bireysel belleği kolektif dile dönüştürüyor. Her sözün ardında bir anı, her sayfada küçük bir sürpriz saklayan; bir başka sayfada koca bir klişeyi yerle bir eden Fukaranın Ahı’nda kimi söz güldürüyor, kimisi ise sorgulatıyor.
“Herkes atasözlerini hatırladığı, canı istediği gibi, en önemlisi de işine geldiği gibi söyler. Nasıl dilimizin, konuşulan güzel Türkçemizin tamamı donmuş değilse, organikse, yani yaşıyorsa, onun en kıymetli çekirdeğini temsil eden atasözleri de gelişir, değişir. Hatta bazen koskoca bir dilin yok olması gibi ölüp giderler. Söylenmeyen söz kaybolur, yazılsa da unutulur.”
Dünyaca ünlü tenor Andrea Bocelli’nin oğlu Matteo Bocelli, Piu Entertainment organizasyonuyla “Summer Nights” turnesi kapsamında 17 Haziran Salı akşamı Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’nda konser verecek.
Babası Andrea Bocelli’den aldığı güçlü müzik eğitimi ve özgün tarzıyla da dikkat çeken Matteo Bocelli, Türkiye’deki hayranlarıyla buluşacak. Klasik ve modern pop müziği bir araya getirerek eşsiz bir kimlik yaratan 27 yaşındaki Matteo Bocelli, “Summer Nights” şovuyla romantik şarkıları ve modern pop esintileriyle dolu repertuarıyla İstanbul’daki müzikseverlerle buluşacak. 21. yüzyıl pop müziğini klasik bir bakış açısıyla yeniden yorumlayan sanatçı, dinleyicilerine hem ilham hem de huzur sunuyor.
Andrea Bocelli’nin oğlu ve zaman zaman sahne ortağı olan, küçük yaşlardan itibaren müzikle iç içe büyüyen Matteo Bocelli’nin müziğe olan tutkusu çocuk yaşta piyano dersleriyle başladı. 16 yaşında bu tutkusunun bir kariyere dönüşeceğini fark eden genç sanatçı, müzikal yolculuğunun ilk konserini Roma’daki Kolezyum’da verdi. 2018’de babası Andrea Bocelli ile birlikte seslendirdiği “Fall on Me” adlı düet ile ebeveyn-çocuk ilişkisini yansıtan duygusal bir eser olarak dünya çapında 400 milyon dinlenmeyi aştı. Bu birikimi ve merakını kendi yorumunu yansıttığı ilk solo albümü Matteo ile dinleyicilerle buluşturdu. Bu albümle sadece vokal yeteneğini değil, aynı zamanda şarkı yazarlığı konusundaki ustalığını da sergileyen Bocelli, Ed Sheeran’ın ona özel olarak yazdığı “Chasing Stars” gibi eserlerle, aile bağlarının ve kimlik arayışının derin temalarını etkileyici bir şekilde işledi. Klasik müziğin yanı sıra Whitney Houston, Frank Sinatra gibi büyük isimleri dinleyerek büyüyen Matteo, 2020’de yayımladığı “Solo” adlı aşk şarkısıyla ise hem klasik aryalara hem de modern hitlere selam göndererek geniş bir dinleyici kitlesi kazandı.
Türkiye’nin çağdaş sanat alanındaki en köklü etkinliklerinden biri olan “Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü” sergisi, 31 Temmuz’a kadar Akbank Sanat’ın İstiklal Caddesi’ndeki binasında sanatseverlerle buluşuyor.
43. yılında Akbank Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği iş birliğiyle gerçekleştirilen serginin küratörlüğünü bu yıl Ceren Erdem üstleniyor. Jüri değerlendirmesi sonucunda seçilen 27 genç sanatçının eserlerini bir araya getiren Akbank 43. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi, bu yıl “dostluk” kavramını merkeze alarak, sanatçıların doğa ve insan olmayan varlıklarla kurdukları ilişkileri sorguluyor.
Akbank 43. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi’nde eserleri sergilenecek 27 genç sanatçı arasında; Dilara Altınkepçe Arslan, Bora Aşık, Ceren Aydoğdu, Dilruba Balak, İrem Bekmezci, Defne Cemal, Başak Çolak, Tuğba Demirbaş, Buse Elçi, Ömer Tevfik Erten, Hüseyin Güler, Zeynep Habiboğlu, İsmail İfşa, Özge Kahraman, Zeynep Kılınç, Begüm Malkoçlar, Betül Odabaşı, Selin Özçiftçi, Yeşim Özkan, Özge Öztürk Şimşek, Deniz Özuygur, Heper Sayar, İrem Sür, Sevgi Tunçbilek, Bengisu Üstay, Rüken Delal Yıldız, Engin Deniz Zabcı yer alıyor. Türkiye’nin çağdaş sanat sahnesine yeni isimler kazandırmayı ve genç sanatçıları desteklemeyi amaçlayan sergi, genç sanatçıların eserlerinin daha fazla görünürlük kazanmasını hedefliyor.
Küratör Ceren Erdem sergi hakkında şunları söyledi: “Bu sergide dostluğu yalnızca duygusal bir bağ değil, yaşamsal bir örgütlenme biçimi olarak ele alıyoruz. Başvuran ve seçilen işlerde doğayla ve insan olmayan varlıklarla bağ kurma arzusu açıkça görülüyor. Sergi, dostluğu politik ve ekolojik bir eylem alanı olarak düşünmeye; dayanışma, paylaşım ve ortak varoluşun yeni yollarını birlikte keşfetmeye davet ediyor. Bu sergiyi kurgularken dostluğu hem kişisel hem de kolektif bir varoluş biçimi olarak düşündük. Doğayla, hayvanlarla, nesnelerle ve insan olmayan varlıklarla kurduğumuz bağların içtenliğini ve gücünü görünür kılmak istedik. Dostluğu, yalnızca bir his değil; dünyayla başka türlü bir ilişki kurmanın, birlikte yaşamanın bir yolu olarak ele alıyoruz.”
Ágota Kristóf’un farklı dönemlerde yazdığı iki metnini bir araya getiren Neredesin Mathias?, Feyza Zaim’in çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Metinlerden “Line” 1978 yılında yazıldı, “Mathias” ise –yazım tarihi kayda geçmediyse de– yazarın belirttiğine göre 1970’lerin başına dayanıyor. Her ikisi de, farklı yollardan olsa da, yazarın takıntılarını ortaya çıkarıyor: Çocukluk ve onun sürüklenen bir dünyadaki ürkütücü zekâsı, ikiz idealine duyulan özlem, sözcüklerin aldatıcılığı, hayatın umutsuzluğu, zamanın seyrelmesi.
Kristóf sürgünün hayatında yarattığı kopuşun ötesine geçerek, taviz vermez bakışıyla saptadığı, hayatını bütünüyle kaplayan hayal kırıklığı yığınından azade kalabilmiş görünen o tek alana, sert ve zorlu çocukluğuna özlem duymaya devam eder. Dışarıdaki dünyanın gidişatını pek umursamadan, onu harekete geçirebilecek bir meselenin, tek bir meselenin varlığından söz eder: “Çocuk ve çocukluk meselesi.”
Yıllar içinde oluşturduğu özgün müzikal diliyle dünya çapında ün kazanan piyanist ve besteci Ludovico Einaudi, 27 Eylül akşamı Volkswagen Arena’da yeniden İstanbul’daki dinleyicileriyle buluşacak.
Her performansında izleyicilerini notaların büyüsüne kaptıran Einaudi, Stagepass organizasyonuyla bir kez daha İstanbul’a geliyor. İstanbul’da verdiği tüm konserlerde biletleri günler öncesinden tükenen, her performansında izleyicileri benzersiz bir duygusal yolculuğa çıkaran sanatçı, bu özel gecede piyanosunun başında en sevilen eserlerini seslendirecek.
Ludovico Einaudi, klasik müziği minimalizm, elektronik öğeler ve çağdaş dokunuşlarla yeniden yorumlayan kendine has tarzıyla tanınıyor. “Divenire”, “Nuvole Bianche”, “Una Mattina” ve “Experience” gibi hafızalara kazınan eserleri, sinema ve televizyon dünyasında da derin izler bıraktı. Nomadland ve The Third Murder gibi filmlerde yer alan müzikleriyle kitlelere ulaşan Einaudi, sahnede yarattığı atmosferle izleyicilerini bambaşka bir dünyaya taşıyor.
27 Eylül akşamı Volkswagen Arena’da gerçekleşecek konserin biletleri 16 Haziran Pazartesi saat 13.00’te satışa çıkacak.
Taha Düzler’in şarkılardan aldığı ilhamla şekillendirdiği ilk kişisel sergisi “Günümüzü Kazmak”, 14 Haziran – 6 Temmuz 2025 tarihleri arasında Eldem Sanat Alanı | MAHZEN’de sanatseverlerle buluşuyor.
Sergideki her bir çalışma, şarkıların taşıdığı duyguları somutlaştırarak kişisel hikâyelerle harmanlıyor. Grotesk bir yaklaşımla tanıdık olanın yabancılaşmasına odaklanan sanatçı, geleneksel seramik formlarını dönüştürerek izleyiciyi alışılmış olanla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmeye davet ediyor. Tanıdık imgeler, yerinden edilmiş anlamlarla yeniden kurgulanırken, sergi izleyiciye hem kişisel hem de ortak geçmişin izlerini takip edebileceği bir alan açıyor.
Eldem Sanat Alanı | MAHZEN: Dalyancı Konağı, Akcamii Mumcu Sokak No: 7 Odunpazarı / Eskişehir
Eser fotoğrafı Kubilay Civelek tarafından çekilmiştir.