Bilsart, Zeynep Demirhan’ın “Anlık Telaşın Anatomisi” başlıklı kişisel sergisini 12 Şubat-8 Mart tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
İsmini Ece Eldek’in Mânâ adlı kitabındaki şiirden alan “Anlık Telaşın Anatomisi” sergisi tanıdık ve tekinsiz arasındaki gerilimi, bireyin çevresinde yer edinme çabası üzerinden somutlaştırıyor. Bu psikolojik mücadele, kentin karmaşık dinamikleri içinde bireyin benliği ve etrafındaki ile ilişkisine dair soruları ortaya koyuyor. Sergide yer alan Süregelen isimli 10 dakikalık video bu gerilimi ve panik durumunu maddenin hâl değişimi ile mekânsal bir deneyime çeviriyor. Yersiz Düşler isimli video ise, kentsel rant için yıkılmak üzere olan bir yapı ile sanatçının kurduğu ilişkiyi gözler önüne seriyor.
“Martin Heidegger’in “dwelling” kavramından yola çıkarak, yerleşmek, insanın dünyadaki varoluş biçimidir; bu yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir eylemdir. Güvenli alan olarak tanımladığımız ev, bedenin bir yansımasıdır ve yaşantılarımızı anlamlandırmak için bir sığınaktır. Evin bir uzantısı olan kent ise, aidiyet arayışındaki bireyin zihninde sürekli yeniden kurulan bir oluşumdur.
Freud yuva olarak tanımladığı Heimlich kelimesi ile olumsuzluk eki un- birleştirerek Unheimlich kavramını türetmiş ve tekinsizlik durumunu tanımlamıştır. Tanıdık olanın tekinsiz bir hâle dönüştüğü, bastırılanın ortaya çıktığı bu durumda, bilinçdışı gün yüzüne çıkar. Lacan’a göre bilinçdışı bireyin gizli kalmış arzularını yansıtsa da bu alan aynı zamanda Öteki ile kaçınılmaz bir şekilde ilişkilidir. Mahrem olan, bireyin en içsel mekânıdır, ancak bilinçdışındaki yabancılık ve Öteki’nin etkisi, bu mahremiyeti sürekli yeniden şekillendirerek tekinsiz bir hâle getirebilir. Kendini var etme çabasıyla yüzleşen birey kültürel, sosyal ve duygusal bir yabancılaşma yaşar, iç ile dış arasındaki sınırları silikleşir. Kentin sokaklarında dolaşırken, evin bastırılan öteki yüzü ile karşılaşır.
Böyle bir coğrafyada yaşamak, sakinleri için hem anlam arayışının hem de bu anlamın sürekli yıkıma uğradığı bir alan yaratır. Kapitalist dinamikler, kent mekânlarının metalaştırılması, güvende hissedememe ve değersizlik, bireyin bu arayışlarını sekteye uğratır. Modern dünyanın yarattığı ekonomik ve toplumsal sıkışmışlık içerisinde beden sıkışıp kalır ve kendine bir nefes alanı yaratmakta zorlanır. Kök salamayan beden, bu sıkışmış hâlin içinde telaşlı zamanlar ile ilerlemeye çalışır. Belirsizliğin ve bilinmezliğin içinde hareket ederken kendine geçici yuvalar ve kaçış alanları arar. Tanıdık bir yer arayışı artık fiziksel bir barınak olmaktan çıkıp zihinsel bir süreç hâline gelir. Bu sürecin bir sonu yoktur; her an yeniden üretilebilen ve döngüsel değişimlerin içinde devam eder.”
Sinematek/Sinema Evi, 14 Şubat-28 Mart tarihleri arasında usta oyuncu Romy Schneider’e odaklanan ana programının yanı sıra kısa süre önce hayatını kaybeden David Lynch imzalı üç filmi sinemaseverlerle buluşturacak.
Sinematek/Sinema Evi’nin ana programı, nitelikli oyunculuğunun yanı sıra Avrupa sinemasında sınırları aşan ve kendine özgü star imgesiyle sinema tarihinde yer edinmiş, Avusturya doğumlu aktris Romy Schneider’e (1938-1982) odaklanıyor. Fransız Kültür Merkezi iş birliği ile gerçekleştirilen program kapsamında oyuncunun, döneminin tipik kadın karakterleri ötesinde, birbirinden farklı rollerle yer aldığı dokuz film gösterilecek. Uzun yıllar beraber çalıştığı yönetmen Claude Sautet’nin dört filmi yanında Géza von Radványi, Orson Welles, Bertrand Tavernier ve Jacques Deray’in filmleri de programdaki filmler arasında yer alıyor.
Sinematek/Sinema Evi, 15 Ocak 2025’te hayatını kaybeden David Lynch’i bir film seçkisi ile anacak. Üç filmlik bu seçki kapsamında Mavi Kadife (1986), Mulholland Çıkmazı (2001) ve yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi Eraserhead (1977) sinemaseverlerle buluşacak.
Sinemanın erken dönemine ait eserlerin canlı müzik eşliğinde seyirciyle buluştuğu, düzenli Sinematek programlarından Sessiz Perşembe’nin bu programında korku türünün öne çıkan örneklerine odaklanılıyor Seçkide bu türün klasikleşmiş en eski yapımlarından olan ve yeniden çekimi ile gündeme gelen F.W. Murnau’nun Nosferatu: Bir Dehşet Senfonisi (1922) filmi ile Carl Theodor Dreyer'in korku sinemasına ilham vermeye devam eden Vampir (1932) filmi yer alıyor.
Sinematek/Sinema Evi’nin ikinci restorasyon çalışması olan ve bir önceki programda doksan yıl sonra seyircisi ile yeniden buluşan Aysel, Bataklı Damın Kızı filmi gösterimleri bu programda da devam edecek. Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğini yaptığı, Selma Lagerlöf’ün bir hikâyesinden uyarlanan, senaryosunu Nâzım Hikmet’in yazdığı 1935 yapımı film, Kurukahveci Mehmet Efendi’nin desteği ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi Sinema-TV Araştırma ve Uygulama Merkezi iş birliğiyle Atlas Post Prodüksiyon Stüdyolarında restore edildi. Film, programa paralel olarak 23 Şubat’ta İsveç Film Enstitüsü’nde ve 6 Nisan’da Amsterdam’da bulunan Eye Filmmuseum’da gösterilecek. Film kapsamında Kurukahveci Mehmet Efendi desteği ile hazırlanan, küratörlüğünü Suna Altan’ın, grafik tasarım ve uygulamasını Kerem Yaman'ın yaptığı sergi de haftanın her günü saat 10.00-18.00 arasında Sinematek/Sinema Evi'nde ziyaret edilebiliyor.
Bağımsız sinema için alternatif bir gösterim mecrası ve bir tartışma platformu oluşturmak amacıyla FilmKoop iş birliği ile gerçekleştirilen “FilmKoop ile Bağımsız Sinema” bölümü kapsamında yerli sinemanın güncel ve öne çıkan yapımları, film ekiplerinin katılımıyla, pazar günleri saat 14.00’te seyirciyle buluşmaya devam edecek.
Sinematek/Sinema Evi’nin yeni programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilir, filmlerin biletlerini ise buradan satın alabilirsiniz.
Başkalarının Aklı’nın yazarı Tali Sharot ile Dürtme’nin yazarlarından Cass R. Sunstein’in birlikte kaleme aldığı, dünyaya yeniden hayretle bakmaya yardımcı olacak nitelikteki Bir Daha Bak: Hep Orada Olanı Fark Etmenin Gücü adlı kitap Ezgi Başer Akgürgen’in çevirisiyle Domingo Yayınevi’nden çıktı.
Bir Daha Bak, alışkanlıklarımız ile rutinlerimizin bizi nasıl körleştirdiğini gösterirken hayatımıza yeniden anlam katmamıza yardımcı olabilecek bir rehber sunuyor.
“Hayatınızın en güzel günü hangisiydi? Peki o günü tekrar tekrar yaşasanız sizce nasıl hissederdiniz? Muhtemelen giderek anlamını yitirirdi. Böyleyiz... Hafta başında bizi heyecanlandıran şey hafta sonu geldiğinde sıkar. Bir zamanlar nefes kesici bulduğumuz ilişkiler, işler, şarkılar, sanat eserleri bir süre sonra ışıltısını kaybeder. İnsan alışır ve iyi şeyleri fark etmemeye başlar. Tabii kötü olanları da: Kirli havaya alışır, kendisine zarar veren ilişkileri sürdürür, hatalı davranışlara karşı kayıtsızlaşır, eşitsizliğe karşı körleşir.
Peki ya her şeyi yeniden görmenin bir yolunu bulabilseydik? Ya sadece gözalıcı şeylere duyduğumuz hayret duygusunu, çoktandır göz ardı ettiğimiz şeylere karşı da yeniden kazanabilseydik?”
Cem Güventürk’ün “Ay, Güneş ve Ay” başlıklı kişisel sergisi, 13 Nisan’a kadar İBB Kültür ve İBB Miras’ın ev sahipliğinde Müze Gazhane’de sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü Begüm Güney’in üstlendiği “Ay, Güneş ve Ay” sergisi, insanın anlam arayışını derinlemesine incelerken bu sorgulamayı interaktif olarak izleyicilerle paylaşıyor. “Sanat nedir?” ve “Ben kimim?” sorularını merkezine alan Güventürk, yeni sergisinde insanın varoluşsal sancılarını ve anlam arayışını sanatına aktarıyor. Tuval üzerine 25, kâğıt üzerine 14 eserin ve beş heykelin yer aldığı “Ay, Güneş ve Ay” sergisinde sanatçı, kendine özgü bir sembolizmle yeni bir ifade biçimi sunuyor.
Geceyi ve gündüzü sembolize eden evrensel unsurlar üzerinden zaman, anlam ve varoluşu sorgulayan Cem Güventürk, ay ve güneşi karanlık ve aydınlık olanla ilişkilendirirken “…ve ay” ile gölgede kalanı, gizemi ve örtük gerçekleri işaret ediyor. Sergide mutfak, banyo, yatak odası gibi tanımlanabilir ev alanlarında bulunan insan figürleri, bir anda pembe göller, kara boşluklar ve alternatif gerçeklikler gibi gerçeküstücü alanlara taşınıyor. Güventürk, eserlerinde bireyin karmaşık duygu durumlarını, sıradan olanın içindeki sıra dışılığı, belirsizliğin huzursuzluğunu ve tanıdık sıkışıklıkları bir bütün olarak ele alıyor.
Albert Camus’nun Sisifos Söylemi ve Yabancı eserlerinden ilhamla, varoluşun uyumsuzluğunu sanatına taşıyan Cem Güventürk, sıradan yaşamı kutlayan ve umudu yücelten bir bakış açısını benimsiyor. Umut taşıyan bu direnişle sanatını anlam arayışına adayan sanatçı “Ay, Güneş ve Ay” sergisinde izleyicileri anlam, zaman ve varoluş üzerine büyüleyici bir yolculuğa davet ediyor.
Faslı yönetmen, şair ve yazar Ahmed Bouanani’nin ilk düzyazı eseri olan Hastane, Duru Aygüven’in Fransızca aslından çevirisiyle Holden Kitap’tan çıktı.
1990’da Fas’ta basılan romanda Bouanani, 1967’de yakalandığı tüberküloz sonucu hastanede geçirdiği altı aydan, bu süreç boyunca eşi Naima’ya yazdığı mektuplardan ve Fas’ın kolektif hafızasından aklında kalan parçaları bir araya getiriyor.
Bouanani, yaşamın ağırlığından kurtulmak için metaforlara sarılıyor. Bir yere gidilmediği hâlde tuhaf yerlere varılan bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Belirsiz bir zamanda, belirsiz bir coğrafyada geçen hikâye, hastanenin giderek bir hapishaneye dönüşmesini anlatıyor. Kapılar kayboluyor, yaşayanlar ölüleri andırıyor. Kan, gözyaşı ve pislik hastaların etrafını sararken ölüm de aralarında dolaşıyor, dost oluyor onlarla. Doktorlar ve hemşireler ortadan kayboluyor, cesetler hastalar tarafından taşınıyor.
“Tek bir gerçek cehennem var, işte burada, her gün içinde yaşadığımız cehennem! Burası, burası!”
Jasper Steverlinck, The Healing isimli yeni albümünün turnesi kapsamında 19 Eylül'de Zorlu PSM’de sahne alacak.
Jasper Steverlinck, The Healing albümü için 70’ten fazla konserden oluşan turnesi kapsamında İstanbul’da müzikseverlerle buluşacak. İsviçreli prodüktör Tom Oehler ile iş birliği içinde kaydedilen albüm, Steverlinck’in son yıllardaki kişisel iyileşme sürecine dair samimi bir bakış sunan on üç yeni şarkıdan oluşuyor. Albüm, kişisel eleştiri, büyüme ve nihayetinde özgürleşme sürecinin bir yolculuğunu dinleyicilere sunuyor. “Nashville Tears”ın dürüst ve kişisel duygusundan, “Till We Meet Again”in umut dolu finaline kadar, sanatçı dinleyicilerini içsel dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor.
Jasper Steverlinck albümle ilgili şunları söyledi: “Bu albüm bir gereklilikten doğdu. Şarkılar, aslında ilk kez anksiyete atakları yaşadığım bir dönemin yüksek sesle söylenmiş düşünceleriydi. Şarkılar tamamlandığında, ancak o zaman bir kalıp gördüm – bu benim iyileşme sürecimdi.”
Jasper Steverlinck’in yeni albümü The Healing’i buradan dinleyebilir, 19 Eylül'de Zorlu PSM’de gerçekleşecek konserin biletlerine ise buradan ulaşabilirsiniz.
Blasie Hofmann’ın yazdığı, Rémi Farnos’un resimlediği 11 yaş ve üzer okurlara dünyamız hakkında “olağanüstü” bilgiler veren popüler bilim kitabı Suyun Gizemleri, Gülüm Baltacıgil Gacoin’in çevirisiyle Can Çocuk’tan çıktı.
Kitabın baş kahramanı Naïa sunumu için rastgele bir konu olarak “su”yu seçer. Bu konu onu hiç ama hiç heyecanlandırmaz ama araştırmaya başladıkça, oyuna yavaş yavaş dahil olur. Biyoloji, coğrafya, felsefe, teoloji... Naïa, yaşamın olmazsa olmazı bu büyüleyici elementin tüm yönlerini keşfeder, Nobel Kimya Ödülü sahibi Jacques Dubochet başta olmak üzere, alanında uzman bilim insanlarıyla röportajlar yapar ve yeni edindiği bilgileri okurla paylaşır. Dünya’nın yüzeyinin %71’inin suyla kaplı olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya her yıl 3,5 milyon insanın kötü su kalitesine bağlı hastalıklardan öldüğünü ve 800 milyon insanın hâlâ içme suyuna erişemediğini?
“Bunca yıldır biliminsanlarının mesajı son derece net; Dünya'yı, suyu ve havayı kirletmeyi kesmeliyiz. Her yerde haykırılıyor: modern dünya kilden ayaklar üzerinde duran dev bir heykel gibi. Rüzgâr ekmeye devam edenler fırtına biçecek. Şimdilik tahtaya vurmakla yetiniyoruz. Ama suya sabuna dokunmamaya devam edersek -ne kadar ağlayıp sızlasak da- birçok masum insan Nuh adını taşıma ayrıcalığına sahip olmayan herkes gibi katlolacak!”
Müzik eğitimini Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nde sürdüren genç piyanist İlyun Bürkev, keman sanatçısı Elvin Hoxha Ganiyev ile birlikte 15 Şubat Cumartesi günü CSO Ada Ankara’da konser verecek.
Konserde, Ludwig van Beethoven’ın Sonata No. 1 Op. 12’nin zarif ve incelikli dizeleri, Jules Massenet’in Thaïs Meditation’ının dokunaklı tınıları ve Ahmed Adnan Saygun’un Demet Suite op. 33 Prelüd ve Horon’un yerel renklerle bezenmiş ritimleri, ardından da Cesar Franck’ın Sonata for Violin and Piano in A Major’ın estetik yorumu ile Franz Waxman’ın Carmen Fantasie’nin dramatik atmosferi dileyicilerle buluşacak.
İlyun Bürkev konser öncesi yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bu güzel akşamda Elvin Hoxha’yla birlikte müziğimizle bir hikâye anlatacağız. Bu hikâyeyi dinleyicilerle paylaşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz. Tüm Ankaralı müzikseverleri konserimize bekliyoruz.”
15 Şubat Cumartesi akşamı saat 20.00’de CSO Ada Ankara’da gerçekleşecek konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
xtopia bünyesinde gerçekleşen deneyimlerden biri olan, Elçin Arpaçay ve Dilara Başköylü tarafından yaratılan Netizens: Citizens of the Web, 11-16 Şubat tarihleri arasında Hope Alkazar’da sanatseverlerle buluşacak.
İnternetin dönüşümünü geçmişten bugüne katmanlı bir yolculukla ele alan Netizens: Citizens of the Web, dijital dünyanın insan yaratıcılığı ve teknolojik kontrol arasındaki dinamiklerini sorgularken, internetin sadece bir teknoloji değil, kolektif bir hafıza ve kültürel miras alanı olduğunu hatırlatıyor.
Sergi, Web 1.0’ın kişisel ve kaotik ruhundan Web 2.0’ın sosyal medya tarafından yapılandırılmış dünyasına ve Web 3.0’ın yapay zekâ ve merkeziyetsiz teknolojilerle şekillenen geleceğine uzanıyor. Ziyaretçiler, internetin ilk günlerindeki bireysel ifade alanlarını, Geocities gibi platformların sunduğu özgür ve el yapımı dijital estetiği hatırlarken, bugün algoritmalar tarafından yönlendirilen, tekdüzeleştirilmiş bir kullanıcı deneyimi içinde kendilerini nasıl konumlandırdıklarını yeniden değerlendirme fırsatı bulacak.
“Netizens”, interneti yalnızca bir araç olarak değil, bir kültür, topluluk ve kimlik alanı olarak görenlere bir övgü niteliği taşıyor. Sergi, şu soruları gündeme getiriyor: “Dijital dünyada gerçekten özgür müyüz? Bir Netizen olmak ne anlama geliyor? Geçmişin dijital hafızasını nasıl koruyabiliriz?”
Sergi kapsamında 15 Şubat’ta, sanatçılar projelerinin arka planını ve internetin sanata etkisini tartışacakları bir söyleşi-performans gerçekleştirecek.
Mek’an Sahne’nin Şamil Yılmaz’ın yazdığı, Cevriye Demir’in yönettiği aynı yaşlarda fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki kişinin bir otel odasında kesişen hikâyesini anlattığı yeni oyunu Tevafuk, 14 Şubat’ta Koma Sahnesi’nde prömiyer yapacak.
Tevafuk’un başrollerini Mehmet Berkay Baygın ve Erdinç Kılıç paylaşıyor. Aynı yaşlardaki, farklı toplumsal sınıflardan gelen biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu diğeri bir eskort, iki genç adam. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu. Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek gibi. Oyun, gerçeğe dönüşecek. Oyun, “gerçeğe” dönüşüyor. Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
Tevafuk, 14 Şubat’taki gösteriminin ardından 22 ve 28 Şubat tarihlerinde Koma Sahnesi’nde gösterimlerine devam edecek.
Künye
Yazan: Şamil Yılmaz
Yöneten: Cevriye Demir
Oyuncular: Mehmet Berkay Baygın, Erdinç Kılıç
Yapım Desteği: Ilgın Sönmez
Mek’an Teftişörleri: Sezen Keser, Oğulcan Arman Uslu, Elif Aydın
Proje Asistanı: Yağmur Dursun
Işık Tasarım: Umut Sönmez
Fotoğraf ve Video: Özgür Demir
Afiş: Behiç Cem Kola
Dans Danışmanı: Gizem Yetik
Süre: 55 dk
Özel Teşekkür: Ilgım Öztekin, Gizem Yetik, Atölye Tez