05 HAZİRAN, CUMA, 2015

Yeni Sürüm Demokrasiler

Seçime sayılı günler kala edebiyat, sinema ve televizyonda yazılmış alternatif seçim senaryolarını ve bunların gerçek dünyaya yansımalarını masaya yatırmak istedim. Ne de olsa, ana yoldan alternatif yollara sapmadan Ütopya’ya varamayız değil mi?

Doğu Yücel yazdı…

Yeni Sürüm Demokrasiler

Seçimlere doğru kafası karışık bir ruh halindeyiz. Umut ve endişeler, soru işaretleri ve ünlemler birbirine karışmış durumda. İşte sanat tam da böyle zamanlarda yükselir. Dahası bir süper kahraman gibi imdada koşar, kurgu olmaktan çıkıp işlev kazanır.

​Bilimkurgu sadece bu açıdan bile önemlidir. Distopyalar ve diğer gelecek senaryoları bize dayatılan ve “tek çare” olduğu empoze edilen sistemlerin değişebileceğini hatta değişmesi gerektiğini anlatırlar. Aynı zamanda bir tür fikir egzersizidirler. Yerleşik değerlerin ve tabuların ötesinde başka bir dünyanın mümkün olabileceğini gösterirler. Bu açıdan epey siyasidir bilimkurgu. Mesela Ursula K. Le Guin. Bilimkurgunun kraliçesi “Mülksüzler” ile mülkiyetin olmadığı bir gezegeni resmettiğinden beri bu teori güç kazanmıştır. 

Halkı tek bir seçmen temsil etseydi?

Çözüm Ortağı Bilimkurgu

Seçimlere gelelim... Bilinen anlamıyla demokrasinin bel kemiği. Bilimkurgu edebiyatının bu çetrefilli konu hakkında söyleyecek çok sözü var elbette.

Mesele Asimov. Bilimkurgunun büyük ustası, ünlü hikâyelerinden “Franchise”da çok farklı bir oylama sistemi kurgulamıştı. Hikâyede Amerika Birleşik Devletleri “elektronik demokrasi”ye geçiş yapmıştır. Buna göre Multivac isimli bir bilgisayar tüm nüfusu temsil edecek tek bir kişiyi seçer. Seçilmiş kişi Norman Muller herkes adına tek bir oy kullanacak ve oy verdiği isim seçimi kazanacaktır. Norman önce bu ağır sorumluluk altında ezilir ama sonunda bunu yaptığından dolayı büyük onur duyar. İnsanlar da seçime hiç tesir etmedikleri halde seçimin adaletli gerçekleştiğini varsayarak mutlu olurlar. Bu öykünün 1952 ABD Başkanlık Seçimleri’ni hicvettiği düşünülür. O yılki seçimleri UNIVAC I isimli bilgisayar neredeyse birebir tahmin etmişti. Ne dersiniz bizim anketçiler kullansa iyi olur belki...

E-voting yani elektronik oylama sistemi birçok bilimkurgu kitabında kullanılmış, fakat cebimizde bilgisayar taşıdığımız teknoloji çağında bile uygulayamadığımız bir yöntem. Gerçi belki de böylesi daha iyi! Zira iktidar tarafından kontrol edilmesi çok kolay bir yöntem haline gelebilir bu. Harry Harrison’ın “Stainless Steel Rat for President” / “Paslanmaz Çelik Sıçan Başkanlığa” isimli romanında elektronik oylama sistemini elinde tuttuğu için sürekli başkan seçilen diktatöre karşı Paslanmaz Çelik Sıçan lakaplı uzay serserisi Jim DiGriz başkaldırıyor ve başkanlığa aday oluyor. Jim’in diktatörü yenebilmesi için yapması gerekenler ise belli: Tabii ki yalan söylemek, kopya çekmek ve çalmak. Kitap hakkında çıkan bir eleştiriden: “Tam bir muz cumhuriyeti hicvi.”

Muhalif dizi Black Mirror’ın adayı Waldo

Oylar Waldo’ya

Sosyal medyayla gerçekleşen / gerçekleşebilecek değişimi, İngiltere’nin sansasyonel bilimkurgu dizisi “Black Mirror”dan bir örnek ile anlatalım. İkinci sezonun üçüncü bölümü “The Waldo Moment”ı hatırlayanlar vardır. Animasyon bir televizyon karakteri olan (mavi bir ayıcıktır kendisi) Waldo bir programda güçlü bir politikacıyı yerin dibine sokunca o kadar popüler olur ki sonunda seçimlere girmeyi başarır. Waldo'yu seslendiren aktör bu konuda isteksizdir. O noktada Waldo'nun yapımcısının söyledikleri oldukça manidardır: "Eğer politikacıları denklemden çıkarıp atarsak değiştirebileceğimiz onca şeyi düşünebiliyor musun? Bizim politikacılara ihtiyacımız yok... Hepimizin iPhone'ları ve bilgisayarları var, değil mi? Yani, verilmesi gereken herhangi bir kararda, yasada, çevrimiçi yayınlarız işte. İnsanların, kabul etme veya etmeme oylaması yapmasına izin veririz, çoğunluk kazanır. Demokrasi budur. Gerçek demokrasi budur."

Biraz düşünürsek gerçekten de öyle. Antik toplulukların devlet mekanizmasını yaratma sebebi internet ile ortadan kalktı. Ama biraz daha düşünürsek bundan emin olamıyoruz. Waldo'nun aktörünün söylediği üzere: “YouTube da aynen senin söylediğin gibi ve en popüler video bir köpeğin Neşeli Günler videosuyla osurması.” Gerçekten de “saf” demokrasi absürt sonuçlara sebep olabilir.

Waldo’nun şansı yok demeyin, düşünün. Bir kere tartışma programlarında Waldo’nun yapım ekibi rakip politikacının söylediklerini “Google bilgileriyle anında çökertebilir” ve “sonraki cümlenin içine hazır bir Twitter nüktedanı serpiştirerek” tartışmayı Waldo’ya çok rahat kazandırabilir. Waldo “dünya çapında bir politik eğlence ürünü” olabilir, “aynı Pringles gibi” der dizideki karakter. Gerçekten de Waldo başarılı olur. İnsanlar bu sanal ayıcığı, sahte tavırlı politikacılardan daha gerçekçi bulur. Waldo katıldığı ilk seçimde ikinci olur. Bölümün böyle bittiğini sanırız fakat bölüm sonu yazıları geçerken Waldo’nun tüm dünyayı ele geçirdiği karanlık bir distopya ile karşılaşırız. Mavi ayıcığa hayat veren seslendirme sanatçısı Waldo sloganlarının döndüğü barkovizyona taş atar ve o anda polisler elektrikli coplarla adamı yere devirirler. 

Reklam Bombardımanı Altında Seçimler

Bu son seçim sürecinde her zamankinden fazla reklama maruz kaldığımızı sadece ben düşünmüyorumdur sanırım. Politika eski gerçekliğini kaybetti. PR ve reklam ajanslarının siyasi partilerin en önemli organları olduğu tamamen ayyuka çıktı. Bir reklam bombardımanının altında sandığa gidiyoruz. Hangi şampuanı alacağımıza karar verir gibi parti reklamları izliyoruz.

Tam da bunu anlatan bir bilimkurgu romanı var elbet. Frederik Pohl’un C.M. Kornbluth ile yazdığı “Uzay Tacirleri”nde öyle bir dünya resmedilir ki, reklam ajansları bir dönem destekledikleri hükümetlerin üzerinde bir güç olmuşlar ve dünyayı yönetir hale gelmişlerdir. İnsanlara istedikleri ürünü satan reklamcılar birçok temel maddeyi (su gibi!) de kıt kalmış gibi göstererek insanların onları az tüketmelerine yol açıyordur. Romanımızda genç bir metin yazarına yeni bir ödev verilir, insanları Venüs’e iltica etmeleri konusunda ikna etmesi gerekiyordur. Olaylar, olaylar... Pohl ve Kornbulth daha sonra Hukuk Gladyatörü’nde bu defa hukuk firmalarının ele geçirdiği Dünya’yı kaleme aldılar. Sanırım her iki gelecek senaryosu da ülkemizde yaşayan kimseye “imkansız” görünmüyordur!

Ülkenin kaderini belirleyen tek seçmen, elektronik oylamayı yönlendiren diktatöre karşı savaşan uzay serserisi, sanal bir ayıcığın aday olduğu bir dünya, reklam ajanslarının hükmettiği bir dünya... Çok uçuk kaçık hayaller gibi tınlayabilir. Oysa yaşadığımız gerçekliği kâğıda dökersek çok daha uçuk bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: Şampuan reklamlarının arasında dönen parti reklamları, dört bir yanı kuşatan parti bayrakları, pop müzik çalan parti otobüsleri, bayramımızı SMS’le kutlayan cumhurbaşkanı adayları, fantastik edebiyattan tanıdığımız trolleriyle çılgın Twitter ortamları, korku filmlerinden aşina olduğumuz ışıkların pır pır ettiği seçim mekanları, boyband konserleri gibi geçen parti mitingleri, futbol maçı tartışır gibi politika tartışan televizyon programları... Douglas Adams, P.K. Dick ile bir araya gelse bu kadar uçuk bir öykü kurgulayamazdı!

21. Yüzyıla Uygun Seçim Metodu: Demokrasi 2.1

Tüm bu fantastik durumlar arasında gözümüzden kaçırdığımızı düşündüğüm, bana en fantastik gelen ise günümüzde gerçekleşen seçimlerin dayandığı asıl temel. O da şu: Her bireyin tek oy hakkı olması. 7 Haziran 2015 seçimlerine 20 parti katılıyor ama tek partiye oy veriyoruz.

İlkokulda sınıf başkanını nasıl seçiyorsak ülkeyi yönetecek parti o şekilde seçiliyor.

Bu sadece benim gibi uçuk kaçık bilimkurgularla büyümüş insanların garipsediği bir konu değil. Özellikle son yıllarda uç partilerin yükselişini tamamen bu oy sistemine bağlayan ciddi bir tepki mevcut. Herkes antik(a) demokrasi modelimizin günümüzün çoğalan fikir yelpazesini doğru yansıtmadığı yönünde hemfikir.

Birçok ülkede farklı seçim metotları tartışılmış bugüne kadar. Avustralya’da uygulanan Alternatif Oy sistemi ilginç. Seçmenler adayları 1, 2, 3 şeklinde sıralıyorlar. Birinci aday o seçmenden en fazla puanı alıyor. Bunun dışında üstünde düşünülen daha ilginç metotlar da var. Zeitgeist, Ted, Venus Project gibi modern düşünce platformlarında bunlarla ilgili makalelerle ve araştırmalarla karşılaşabilirsiniz. Bunlardan biri negatif (anti) oy yöntemi. Buna göre en az negatif oyu alan kazanıyor. Çılgınca değil mi? Daha az negatif oy almak için mücadele edecek partileri hayal edebiliyor musunuz?

Bu metotları araştıran, test eden ve çıkış yaptıkları Çek Cumhuriyeti başta olmak üzere uygulamaya sokmaya çalışan bir grup da var. İsimleri: Demokrasi 2.1. Adresleri: www.democracy21.com . Çekoslovak matematikçi Karel Janeček sistemin mucidi. “Oy verenlere daha fazla oy hakkı verseniz seçimler nasıl geçer” diye soruyor ve en adil sonucun şu sistemle ortaya çıkabileceğini savunuyor: Herkesin üç eşit pozitif, bir adet de negatif oy hakkı var. Üç partiye oy veriyorsunuz, istemediğiniz birinin de oyunu düşürüyorsunuz. Böylece 1- Seçmenlere seslerini gerçekten duyurma hakkı veriyorsunuz, onları oy kullanma konusunda motive ediyorsunuz. Diğer yandan daha bilinçli bir şekilde sandığa gitmelerini sağlıyorsunuz. 2- Herhangi bir konudaki tutumundan dolayı bir partiyi cezalandırabiliyorsunuz. 3- Partilerin uçlara kaymasını, sadece kendi kitlelerini konsolize etmek için diğer herkesi yok saymalarının önüne geçiyorsunuz.

Tüm bunlar size bilimkurgu gibi mi geldi? Bilmem belki de bundan yüz iki yüz yıl sonra insanlar buna benzer veya şu an hiç akıl edemediğimiz çılgınlıkta metotlarla devletleri şekillendirecek. Belki de geleceğin insanları şu an kabul ettiğimiz seçim metotlarına bizim eski ilkel adetlere baktığımız gibi bakacaklar.

Medeniyet çocukluk evresinde, demokrasinin ise emekleme evresinde olduğu açık. Emeklemeyi bırakıp düşmek pahasına iki ayağımız üzerinde yürüyebilmemiz için biraz cesaret, o cesaret için biraz bilim, o bilim içinse biraz hayal gücüne ihtiyacımız var. Yoksa dizlerimiz emeklediğimiz o beton yol üzerinde daha çok hırpalanacak. Ütopyalar hayalimiz, distopyalar gerçeğimiz olmaya devam edecek.

0
7171
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage