27 ŞUBAT, CUMA, 2015

Sanayideki Tapınak

“Zamanla tüm parçaları birleştirdiğinde atölye senin için tüm özgürlük alanlarının toplamı haline geliyor.”

Seçkin Pirim’le Maslak Oto Sanayi Sitesi’nin, sanatsever gözlere oldukça yabancı bir sokağının üst katlarında, birkaç mekâna yayılmış atölyesinde, doğal olarak heykel üzerine konuştuk.

Sanayideki Tapınak

Merhaba Seçkin, seni en son Taksim’deki atölyende ziyaret etmiştim. İki atölyeni karşılaştırdığımda yeni atölyenin oldukça büyük olduğunu görüyorum. Bunun işlerin üzerinde doğrudan bir etkisi olmuş görünüyor, o zamankilerle bugünkülerin boyutlarını karşılaştırdığımda.

Elbette mekânın çok büyük etkisi oldu. İşlerin boyutlarının büyümesi atölyeyi büyütmeyi gerektirdi. Yapmak istediklerin değiştikçe mekâna olan ihtiyacın da farklılaşıyor. Yurt dışında hangar gibi atölyeler ziyaret ettim, bildiğin hangar, koca koca işler. O mekân o işleri yaptırıyor, buna izin veriyor. Bir de heykel resim gibi değil, evin bir köşesinde oturayım, tuvali koyayım diyemiyorsun. İster istemez bir mekân gerektiriyor.

Bu, o zaman senin tasarlama biçmini de değiştirdi. Varsayalım bir teklifte bulunuyorsun, “ben buraya bu büyüklükte bir şeyi yapabilirim” diyebilmeni de sağladı.

Mutlaka, elbette teknik olarak bazı şeyleri hâlâ dışarda çözmek zorunda kalıyorum işler biraz büyüdüğü zaman, ama en azından onu minimum seviyeye indirip, “evet bu işi yapabiliriz” deme cesaretini sağladı bana. Öbür tarafta olsam hakikaten tedirgin olurdum kotarabilir miyim diye, nereyi kiralayacağım, sürekli başında durmam gerekecek, gidip kontrol edeceğim falan. 

Seçkin Pirim @KorhanKaraoysal

Bu büyük işlerini atölyende polyesterden döküyorsun, peki kalıbını aldığın ilk modeli neyden yapıyorsun?

İlk halini strafordan hazırlıyorum, ardından onun üzerinden kalıp alıyorum. Kalıba polyester döküp metal konstrüksüyonla güçlendiriyorum. Bildiğimiz döküm tekniği. Yine de malzeme kısıtlı, o işi paslanmaz çelikten de yapabilirim ama Türkiye’de onu kotarabilecek ve kabul edecek insanlar yok henüz.

Maliyet olarak diyorsun sanırım. Yoksa rahatlıkla üretilebilir.

Evet evet, çok rahatlıkla üretilebilir. Türkiye’de yapılamayacak hiçbir şey yok.

Evet, sanayi siteleri olduğu sürece. Peki nereye yapılacak mesela bu iş? Forma ve renge nasıl karar verdin?

Bu bir şarap bağının girişine yapılacak. Koyu kırmızı şarap rengi bir iş olacak. Bizi mekânın üzerinde helikopterle gezdirdiler, alanı göreyim diye, çok büyük bir yer. Ben de oradan yola çıktım zaten, bu heykel bir geçiş kapısı gibi olacak. Saat üç civarlarında heykelin yere düşürdüğü gölge bir şarap kadehi silüeti oluşturuyor yaklaşık on dakika boyunca.

Mucize...

Evet.

Tam burada şunu sorayım. Şimdi senin formların az çok belli, yani Seçkin Pirim’in bildiğimiz bir dili var. Diyelim ki bir sipariş geldi sana, “Biz buraya bu boyutta bir iş istiyoruz” diye. Nasıl çözüyorsun?

Genelde mekânı mutlaka görmek istiyorum öncesinde. Mekânın kendi içindeki ilişkileri kullanmak istiyorum. Mekânın sahipleriyle sohbet ediyorum, o sohbetlerden cümleler yakalıyorum. Mesela bu şarap bağı işinde, Fransızların bir sözünü paylaştılar benimle “Şarapçılığın en zor kısmı ilk yüzyılıdır” diye. Ben de oradan yola çıktım, bu heykeli oluşturan iki parça da yüzer katmandan oluşuyor, ilk yüzyıl ve ikinci yüzyıl diye düşündüm. Bu tarz şeyleri işlerin içinde sembolik olarak kullanmaya çalışıyorum.

Gözünde nasıl canlanıyor peki? Sonuçta senin bir mekânın var işi yerleştireceğin, ki senin mekânsal çalıştığını söyleyebiliriz. İşlerini çevresindeki boşlukla ilişkilendiriyorsun.

Aslında çok tuhaf bir süreç bu. Mekâna baktığında direkt bir şey görüyorsun. Elbette bitmiş halini değil ama büyüklük olarak, his olarak burada böyle bir şey olmalıyı hissediyorum. Ondan sonra tabi ki çalışıyorum üzerinde işin alt yapısı ve form olarak.

Sonra?

İlk önce hafif karalıyorum, ardından bilgisayarda 3D programlarında çiziyorum. Çok iyi bilmiyorum o programları, ancak işime yarayan kısımlarını biliyorum.

Öyle kullanıyoruz ya programları zaten, gerilla yöntemiyle.

Öyle, mesela bir arkadaşım geldi geçen gün bilgisayar başında çalışırken. Ben de uğraşıyorum, çözmüşüm kendi yöntemimle. “A, bunun kısa yolu var” dedi, benim yarım saatte yaptığım şeyi beş dakikada yaptı. Ama yetiyor bana bidiklerim iş çıkarma bağlamında.

@KorhanKaraoysal

Hayatta kalacak kadar biliyorsun yani.

Öyle. Ardından eğer çok büyük bir işse mutlaka maketini yapıyorum, orantılı olarak, bitmiş halindeki hacimleri görebileyim diye. Çünkü çok başıma geldi, ortaya çıkan heykelin hesaplarıma uymama durumu.

Şu an üzerinde çalıştığın form anlayışına nasıl geldin? Resim yapar mıydın?

Tabii, ben Güzel Sanatlar Lisesi’nde dört yıl sadece resim eğitimi aldım. Dolayısıyla resimle ilgili hemen her şeyi çok iyi biliyorum. Ardından üniversitede heykel okudum. Ama mesela şu tuvaller yeni geldi. Onlar üzerinde çalışacağım, ama bir heykeltraşın doğal olarak her zaman bir form ve üç boyut derdi oluyor. Kağıt işlerimi bilirsin, katman katman, ben onlara aslında yüzeysel, resim olarak başlamıştım sonra heykeltraş ihtiyacı herhalde, bunlar üç boyutlu olsa falan derken yine böyle duvar heykeline doğru gittiler. Şimdi tuval aldım, bakıyorum, sarmıyor beni, yine tuvali kesip biçip, üç boyutlandırıp bir şeyler yapmayı düşünüyorum.

İlk tuşe resimlerini düşün, niye kalın boya sürdüler o adamlar? Yetmiyor çünkü. Malzeme istiyorsun yüzeyde. Heykel eğitimimde çok tanıdık bir şeydi bu. Bilirsin resimde senin sınırlı bir yüzeyin var, sen o yüzeyde bir üç boyut, derinlik yanılsaması yaratıyorsun, ki büyük bir mesele. Yine de bir şey eksik duygusu oluyor, bir şey yapıştırasın geliyor resme. Halbuki heykel, üç boyutun kendisini yaratmak.

Öyle, resim diye başına oturduğum hiçbir şeyden resim olarak kalkamadım. Mutlaka bir şeye döndü sonunda. Şimdi geçmişte yapmış olduğum tüm işleri toplayan kitaplara bir göz attığımda da görüyorum, en başından beri hiç bitmeyen bir birim tekrarı var işlerimde.

Heykelde ilk öğretilen şeylerden biri değil midir modüler çalışmalar.

Aynen, ben orada kalmışım yani. Ama dediğim gibi eski işlerime baktığımda o atlayışları görüyorum.

Dediğin gibi, işlerinde yumuşak bir geçiş yok, atlayarak ilerledin süreçte. Belli ki bir şey gelmiş, onu yapmaya başlamışsın.

Bunu da seviyorum. Aslında bu sana işini ne kadar samimi yaptığını gösteriyor. Hiçbir şeye kapılmıyorsun. Dur, ne var etrafta moda olan, onun üzerine gideyim, onu yapayım diye bir şeyin olmuyor. Bazen görüyorum çevremde, gençlerde özellikle, bazı trendleri kovalıyorlar, o tüketilince yenisine geçiyorlar. Böyle bir daldan dala atlayış onlara bir yol aldırmıyor, aksine geri götürüyor onları. Ben söylüyorum onlara, “ısrarcı olun işlerinizde” diyorum, belki başta kabul görmeyecek ama bir kimlik oluşturacaksın, insanların kabul ettiği de bu kimlik olacak. Her şeyi yapınca o kimliği bir türlü oluşturamıyorsun. Düşünecek olursan, tüm tarih boyunca sanatsal anlamda yapılmadık şey yok, yeni olmak çok zor, bunu söylüyorum gençlere, yeni olmak eskinin üzerine bir şey koymaktır. Zaten ülke olarak sanatla çok geç tanışmış bir ülkeyiz, adamların yıllar önce yaptığı şeyleri yeni tanıyoruz. O yüzden önemli olan bunun üzerine ne koyduğun.

Peki hiç başka bir şey yapmak istiyor musun? Yani bambaşka bir şey.

Var aslında yeni denemelerim, başlayacağım zaman bulduğumda, epey yoğundu son dönem.

Seçkin Pirim @KorhanKaraoysal

İpucu verebilir misin?

Beton heykeller yapmayı düşünüyorum. Yeni aşık oldum betona.

Değil mi? Bambaşka bir dili var. Senin için büyük bir meydan okuma olacağını düşünüyorum. Peki resimle çıkmayı düşünüyor musun hiç?

Aslında var karalamalarım söylediğim gibi, can sıkıntısı kağıdıma yaptığım. Oradan resimsel olarak bir yerlere gidebilirim diye düşünüyorum. Son zamanlarda çok zaman geçirmeye başladım atölyede, haftanın yedi günü geliyorum, sabah yedide açıyorum. Yapmak istediğim çok şey var, onlar üzerine çalışıyorum. Aklıma gelen her şeyi üretiyorum, sergilerim sergilemem diye düşünmüyorum. Son zamanlarda duyuyorum, şimdi bir sanat piyasası oluştu ya Türkiye’de, dönen bir çark var, sanatçılara “fazla üretmeyin, kıymeti azalmasın” gibi müdahalelerde bulunuyorlar. Benim de başıma geldi, “senede altıdan fazla üretme”, “kenarda beklet” falan gibi şeyler dediler. Bu bir borsacı mantığı, piyasanı düşürmeyesin diye. Ben açım, sürekli üretiyorum ve çıkıp gitsin istiyorum atölyeden. Çok saçma bir şey bu talep konusu. İsterse hiçbiri satılmasın, ben yine de üretiyorum. 

Peki nasıl ilerledi süreç? Öğrenciydin, mezun oldun, sonra?

Aslında biraz klişe olacak ama benimkisi biraz kader gibi gerçekten. Şanslıydım biraz da, Kuzguncuk gibi bir ortamda büyüdüm, dokuz yaşında bir heykel atölyesine girdim çırak olarak, on beş sene sonra çıktım oradan. Başka bir hayalim yoktu, ya ressam ya heykeltraş olacaktım. Ardından, Nevzat Sayın, Cengiz Bektaş, Can Yücel, hep onlarla büyüdüm zaten.

Büyük boyutlu pek çok heykelin var, hepsi satılıyor mu? Satılmayanları nerede tutuyorsun?

Valla yok aslında, satılıyor hepsi. Şu an elimde heykel yok yani.

CI Editions için yaptığın işlerden bahsedelim bir iki cümle. Onlar çok başkaydı, yüzey işleriydi.

Onları lazerle yakarak yaptım, aslında çok dikkatle bakarsan kazımadır onlar, yani aslında yine de üç boyutlular. Ordan çok ilerledim, epey farklı şeyler çıkardım.

Heykelin büyüleyiciliği burada değil mi? Malzemenin yönlendirmesi. Resimde malzeme çok fazla ilham vermiyor ama heykelde seçenekler sonsuz. Biraz daha atölyenden bahsedelim. Anlamı ne senin için?

Ben on yedi yaşında falan ilk atölyemi açtım, ama bir takılma mekânı gibiydi benim için, haftada bir falan uğruyordum. Yaklaşık on sene önce çok değişti bu durum, en sevdiğim atölye Beyoğlu’ndaki, sonra da burası oldu. Hakkaten bir mabet gibi benim için.

Bazen geliyorum, kapanıyorum. O kadar başka bir enerji ki. Bir şeylerden bunalıyorsam dışarıda, hemen kaçıp buraya gelmek istiyorum. Nasıl iyi geliyor biliyor musun? Yurt dışına gidiyorum mesela, iki gün sonra daralıyorum. Atölyeyi özledim falan diyip buraya gelmek istiyorum. Bunu oluşturabilmek bence bir sanatçı için en önemli şey. Ben bunu kendi adıma oluşturabildiğim için o kadar mutluyum ki. Sanırım hayattaki en büyük kazancım budur. Zamanla tüm parçaları birleştirdiğinde orası senin için tüm özgürlük alanlarının toplamı haline geliyor.

Tapınak benzetmen güzeldi. Tapınaklar da kozmosun düzeninin izdüşümüdür ya, şu şunu, şu da şunu sembolize eder. Büyük olasılıkla buradaki her birim de kafanda bir şeye denk düşüyor, ben yeni geldiğim için göremiyorum belki ama sanırım bu senin için böyle. Bunların bütünü de seni oluşturduğu için, bu denli önemli. Özgürlük alanı dedin atölyene, zaten özgür olmadığımız alan kendimizi gerçekleştiremediğimiz alan değil mi? Burada her şey akıyor olmalı senin için.

Evet, hiç öyle düşünmemiştim, haklı olabilirsin, aynen öyle.

@KorhanKaraoysal

Çalışmayı çok istediğin ve henüz çalışmadığın bir malzeme var mı?

Paslanmaz çelik, ama kullanmamış olmamın nedeni teknik ya da başka bir neden değil, çok pahalı bir malzeme. Bir proje çizdim bir gün, gidip ustalarla görüştüm, anlattım ettim. Okey yaparız dediler, şöyle iki metrelik bir iş için iki yüz bin lira fiyat çıkardılar. Hadi yaptın diyelim, verdin o parayı, onu kime satacaksın, kaç paraya satacaksın. Ama bir gün çok isterim yapmayı. Heykelde ilerleyişin bir noktası da maddi imkân. Kafandaki şeyleri yapabilmek için buna ihtiyacın var. Şimdi bir yerlere geldi işler, işlerimi satıp para kazanmaya başladım, o zaman bir büyüğünü yapabilecek gücü gördüm kendimde. Bu imkân kafayı çok açıyor. Ben ilk sergimi bankadan kredi çekerek yaptım.

Geri ödeyebildin mi bari o sergide?

Ödedim, ödedim. On dört yaşında girdiğim bir heykel atölyesi vardı, oradaki hocam sanat yapabilmek için üç şeyin olmalı demişti. Bir sıcak bir atölye, iki tok bir karın, üçüncüsü de bir sevgili. Hakikaten öyle yani, karnın açken çalışamıyorsun.

Bir hüzün duygusu var ya, öğrenciyken, parasızken yaşamışsındır mutlaka.

Evet, yaşadım elbet. Derler ya hani “Ben acılardan beslenerek sanat yapıyorum” falan, eyvallah bununla bir sorunum yok ama, bu benim için geçerli değil. Çünkü yapmak istediğim şeyleri yapamıyorum o zaman. 

Sürekli burada olmak özel hayatını nasıl etkiliyor?

Ben öyle çok dışarı çıkan bir adam da değilim, gece hayatım falan yoktur. Çok arkadaşım gelir, ama herkesi buraya çağırırım, ben gitmem pek bir yere. Mangal falan yaparız.

Sakinsin değil mi?

Evet, sakinim. Eskiden bu sakinlik pek yoktu, enerjimi başka yerlere harcıyordum. Şimdi hepsini buraya yönelttiğim için, sakinlik de beraberinde geldi. Birkaç sene önce hayatımdaki tüm fazlalıkları çıkarmaya karar verdim, insanlar da dahil olmak üzere. Ondan sonra çok rahatladım.

Bir evin var ve en büyük odasını ardiye olarak kullanıyorsun.

Tam olarak öyle. İnsan enerjisinin neler ve kimler tarafından çalındığını farketmiyor. 

Seçkin Pirim @KorhanKaraoysal

Onlar da onunla yaşıyorlar. Doğaları bu. Neyse, son bir soru var kafamda. Bir yanda kendi başına yaptığın üretim süreci var, masa başında, eskizlerle, programla. Orada büyük olasılıkla sen bir cam fanusun içinde kendini dinleyerek üretiyorsun. Bir de bunun nesnesinin üretim alanı var, oldukça büyük boyutlu, bir ekip gerektiren, sağlam bir koordinasyon isteyen, oldukça dışa dönük. Bu iki apayrı dünya arasındaki bağlantıyı nasıl sağlıyorsun? Geçiş nasıl oluyor?

Evet, orada ruh halin değişiyor.  

Bu çok büyük olasılıkla böyle çalışan sanatçılarda bir sanatsal kişilik bölünmesi yaratıyor diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu ikisi arasında bir uyumu yakalaman gerekiyor, düşünsene bütün gece düşünmüşsün, kapanmışsın, yazmış çizmişsin; ertesi gün sabah yedide kalkıp halk otobüsüne binmişsin gibi bir şey. 

Haklı olabilirsin, hiç böyle düşünmemiştim. Absürd bir ayrım var burada. Burada sanatçısın, orada değilsin gibi. Hiç burada bulaşmak istemediğin dertlerle uğraşıyorsun orada. 

İki duygu var birbirinden farklı ama benzer. Şimdi burada yaptın, bitirdin, onun verdiği tamamlanmışlık duygusu, bir de gerçekliğe döküldüğünde hissetiğin sanırım. Bunları karşılaştırabilir misin?

Aslını istersen teknik kısmı sorunsuz olmuşsa işin son halinin karşısına geçip izlemek, bambaşka bir keyif. Asıl doyum veren o sanırım. 

Teşekkürler Seçkin, epey uzun oldu ama çok keyifliydi. 

Mangala da beklerim.

0
9774
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle