27 ŞUBAT, CUMA, 2015

İstanbul: Orada Olmak

Yeni yılın ardından rotayı karşı tarafa çeviriyoruz. Bütün güzel aktiviteler Avrupa yakasında değil ya! Gelin biraz da Anadolu yakasının hazinelerini keşfe çıkalım.
Ama hepsinden önce, Nişantaşı’nda son bir sanat tarihi rotası yapıp, ‘orada olmak’ kavramı üzerine düşüne düşüne semtin tarih kokan güzelliklerine göz kırpıp, yaşadığımız şehirde turist olma kafamıza devam ediyoruz. Karşıda olmak ve karşılı olmak üzerine düşünmek için daha çok vaktimiz var nasılsa…

İstanbul: Orada Olmak

Tarih boyunca İstanbul şehri, birçok imparatorluklara başkent olmuş. Osmanlı’nın çöküşünün ardından başkent olma statüsünü yitirmiş, ama yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel temel taşlarından biri olmaya her daim devam etmiştir. Gerçi hepimiz bütün bu bilgileri tarih kitaplarından az çok biliyoruz. Değil mi?

Gelin bu tarih kitaplarından çıkma alışageldik bilgileri bir kenara bırakıp, şehrin en gözde semtlerinden birinin bilinmeyen rotalarını keşfe çıkalım.

Aslında her şey Aldülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasıyla başlıyor…Rivayete göre, bölgeye taşındıktan sonra yöreye olan ilgisi artan Abdülmecid, 1850’lerin sonlarından itibaren, ilk başlarda şehzadelerinin sünnet düğünlerini “Nişantaşı Sahrası”nda yaptırır, ardından da kızlarının düğünlerini günlerce burada kutluyor.

Ve aradan yıllar geçtikten sonraysa Nişantaşı imara açıldığında ilk konaklar yapılmaya başlanıyor. Bundan sonrası ise, saray hanedanının ve şurekâsının bölgeye  geçişiyle beraber dönemin Levanten ve diğer gayri müslim ailelerinin sanata olan ilgisinin artışıdır.

Bu sebeple, Nişantaşı'nın hem kültürel hem de mimari gelişimi, İstanbul'un 1900’lerin ikinci yarısındaki gelişimiyle tam bir uyum içersinde ilerliyor. Aslına bakılırsa, bu iki temel gelişme, semti hem sanat hem de kültürel açılardan ön plana çıkartıyor. O güne kadar Osmanlı’nın batılılaşma konusunda mihenk taşı olarak kabul ettiği Pera’dan Nişantaşı’na geçiş serüveni de bu şekilde başlamış oluyor.

Ve yıllar içinde semtin mimari gelişiminin haricinde, sanat tarihine katkıları Maçka - Nişantaşı - Teşvikiye hattında açılan galeri ve müzayede evlerinin etkisiyle çoğalarak artıyor. Sırf bu yüzden o semtte olmak, hatta  “orada olmak” başlı başına bir mesela haline geliyor. Adeta “nerelisin?” diye sorulduğunda, “İstanbulluyum” demek için orada yaşamak gerekir bir hâl alıyor. 

https://www.youtube.com/watch?v=ZIDT1THKp0I

‘Orada Olmak’ üzerine…

Kelime anlamına bakıldığında ‘doğru zamanda doğru yerde bulunmak’ deyiminden türeyen orada olmak kaygısı, semte artan ilgi sonucunda Nişantaşı’ndayken ilginç sonuçlar doğurabiliyor.

Örneğin, buram buram tarih kokan Teşvikiye Caddesi üzerinde yürürken bir yanda Art Noveau tarzındaki binalar diğer yandaysa mimari konusunda kendine has bir bakış açısı olan bir alışveriş merkezi görebiliyorsunuz. Ya da bütün bunları görmezden gelip, sanat rotanızda bir sergiden diğerine giderken tarih ile şimdiki zaman arasındaki sert geçişi gündelik şehir trafiği hiç düşünmeden hatırlatıyor. Tam da o sırada ne kadar orada olmak, ve neye göre orada olmak konusunda kendinizi sorgular halde buluyorsunuz.

Esasen sorun orada olmak veya olmamak değil, bu daha çok bir ruh hâliyle ilgili. Bahsettiğim ruh hali, Şubat’ın son günlerine kadar Bozlu Art Project'de gezebileceğiniz Utku Dervent ve İlker Yardımcı’nın soyut geometrik formlardan hareketle oluşturduğu yapıtlarındaki kurgusal birliktelik üzerine olan sergisi ‘Orada Olmak’.

Kosiński’nin bahçe metaforundan yola çıkarak, olmak istenilen/olunan yer kavramına gönderme yapıyor ve aynı bahçede olmanın izleyici belleğindeki izdüşümleri ile duyumsal bir iletişim ortaya koyabilmeyi amaçlıyor.

Sergi, Jerzy Kosiński’nin romanındaki gibi sanatla gerçeklik arasındaki ilişkiye gönderme yapan bir tavra sahip. Bu sanatsal ruh hâlini daha basitleştirmek ve yazıyı biraz hafifletmek için sizlere kitaptan bahsetmek istiyorum. Hikaye büyük bir malikânede bahçıvan olarak hayatını sürdüren Chance’in başına gelen bir dizi ironik olaydan oluşuyor.

Malikânenin bahçesindeki müştemilatta bütün hayatını geçiren Chance’ın dış dünya ile tek bağlantısı, ev sahibinin kendisine verdiği bir radyo ve bir televizyondan ibaret. O küçük kutudan gördüğü kadarıyla hayatın gerçekliğini yaşayan Chance, gün gelip yaşlı ev sahibi öldüğündeyse, bütün hayatı alt üst oluyor.

Bu durum sonucunda, müştemilattan ve malikâneden dışarı çıkmak zorunda kalan, ama  o güne kadar dış dünyayla hiç bir ilişkisi olmayan Chance’ın bu noktadan sonra tecrübe ettikleriyse tamamen hayatın ne kadar şans ne kadar gerçek olduğuyla ilgili. Dış dünyayla ilk teması talihsiz bir araba kazası olan ve bu kazanın peşi sıra gelen bir dizi olay neticesinde, orada olamayan ana karakterin gözlerinden aslında ‘orada olmak’ kaygısının herşeyden önce bizim kendi yarattığımız gerçeklikle alakalı olduğunu görüyoruz.

Bu bakımdan sergi, izleyicilerine sonuçtan sürece varmayı, biçimden çok biçimlendirmeyi, ve varlıktan çok oluşuma odaklanmayı sorgulatıyor. Yani başka bir deyişle, hayatı ne kadar kendi istediğimiz ve hayal ettiğimiz gibi yaşayıp yaşayamadığımızı bizlere soruyor. Bakış açımızın nerede durduğuna dair soruları tekrar düşünmemizi ve doğru bilip inandıklarımızın aslında farklı bir açıdan bakıldığında bambaşka şeyler olabileceğini göstermeyi hedefliyor. Gerçekten orada mıyız?

Hepimiz bu şehirdeyiz. Hepimiz İstanbulluyuz. Ama ne kadar? Nereye kadar? Algımızın kontrolünde olan ve olmayan şeyleri farkedebilmek adına yolumuza ışık tutan bir sergi…Bu ayın geçiş rotasına da farklı açılardan çok uyan bir sergi; geçmişle bugünü, bugünle şimdiyi ve şimdiyle sonrayı birleştiren bir tavırla şehrin en gözde semtlerinden birinde duruyor. 

Murat Palta "Eşkıya"Fine art kağıt üzerine mono baskı, 60 x 85 cm, 2014

Tarihten Minyatür Manzaralar 

Geçmiş ve bugün demişken, günlük hayatın koşturmacasında sürekli bir yerlere ve bir şeylere yetişmeye çalışırken aslında gözümüzün önünde olanı göremediğimiz, tarihin minyatür manzaralarını kaçırdığımız anları işaret eden bu sergiden sonra rotayı bir başka sergiye çeviriyoruz. Hafızalarımıza kazınmış sinema sahnelerini, bizlere minyatürleştirerek sunan Murat Palta’nın x-ist’teki ‘Tasvir-i Beyaz Perde’sinden ‘Kill Bill’den ‘Star Wars’a, uzay yolunda rotasını şaşırmayan, hepimizin kahramanı ‘Dünyayı Kurtaran Adam’a kadar birçok kült film sahnesini başka bir zaman dilimine geçiriyor. Palta’nın minyatürleri, geçmişle bugünü politik mizah anlayışıyla harmanlarken, izleyicilerine orada olmak ile soruları hatırlatmaya devam ediyor.

Minyatürlerdeki ince detaylar, filmlerdeki kurgulanmış hallerine alışkın olduğumuz karakterlerin ve sahnelerin gerçekliğini görmemiz için bir fırsat yaratıyor.  Belki minyatürlerdeki sahnelere bakarken kendimizden bir şeyler bulabiliriz. Sonuçta, önemli olan kendimize yakın hissetmek; mekânı ya da sadece o an’ı.

Gelenekselle çağdaşın her dönem farklı şekillerde bir arada yaşadığı Nişantaşı’ndan karşıya doğru geçerken, aklımızın bir ucunda yıldız savaşlarının minyatürü diğer taraftaysa ne kadar oradayız, ne kadar doğru zamanda doğru yerdeyizi düşünerek yola koyuluyoruz.

İstanbul’a selam ola! 

0
5803
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage