07 AĞUSTOS, PAZARTESİ, 2017

Odalar ve Duvarlar Arasında Bir Yolculuk

Anna Laudel Contemporary, yaz döneminde, yerli ve yabancı sanatçıların işlerinden oluşan yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 7 Temmuz tarihinde açılışı yapılan “Rooms & Walls” seçkisinde dokuz sanatçının çalışması sergileniyor. 25 Ağustos tarihine dek görülebilecek sergide farklı alanlardan ve farklı malzemelerden oluşan çok etkileyici işler görmek mümkün. 

Odalar ve Duvarlar Arasında Bir Yolculuk

2012-2016 yıllarında, dört yıl boyunca Erenköy-İstanbul’da yer alan Anna Laudel’in ART350 isimli galerisi, güncel sanat alanında Türkiye’den ve dünyadan sanatçıların çalışmalarına daha kapsamlı destek vermek amacıyla yeniden yapılandırılarak Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki tarihi bir binadaki yerine Anna Laudel Contemporary ismiyle taşınarak Aralık 2016’da kapılarını ziyaretçilerine açmıştı. 

Hafızalarımızdan çıkmayacak Fernando Botero sergisinin ardından güçlü bir karma sergiyle karşımıza çıkan Anna Laudel Contemporary, birçok farklı malzeme ve teknikte çalışmayı sanatseverlerle buluşturuyor. Sergide yer alan sanatçılar: Almanya’dan Detlef Waschkau, Hollanda’dan Brigitte Spiegeler ve Türkiye’den; Arzu Başaran, Ramazan Can, Tuğçe Diri, Bilal Hakan Karakaya, Ekin Su Koç, Gazi Sansoy ve Serpil Yeter.

Ramazan Can’ın kent kültürüne geçişle gelen betonerleşmeyi eleştirdiği Yüklük serisi ve ironik bir biçimde hayatta kalmak için öldürme alışkanlığımızın köklerine indiği, şamanların bakışıyla ruhani bir hesaplaşmayı dışa döktüğü Şamanlar ve Demonlar serisi tek kelimeyle muazzam işler olarak izleyicisini çok içeriden, ruhundan ve kolektif hafızasından yakalıyor. Genç sanatçı; renklerin, dokunun, eleştirinin ve soyut ifadenin çok, ama çok güçlü olduğu eserleriyle başlı başına güçlü bir etkiye sahip. Anna Laudel Contemporary’nin kusursuz denebilecek eser yerleştirme, ışığı kullanma gibi teknik becerileri hem Can’ın işlerinde hem de seçkinin tüm işlerinde gözden kesinlikle kaçmayacak bir rol taşıyor.

Ramazan Can, İskanlardayım (Yüklük serisi, yerleştirme) 2016, 65x105x47cm, Beton–Kıl Çadır, dokuma

Bilal Hakan Karakaya, ahşaptan yarattığı heykelleriyle; şehir yaşamını saran kentsel dönüşüm projelerinin dikey yükselişini ve bu esnada içerisinde yaşayan insanlarda yarattığı fiziksel ve zihinsel yükü ele alıyor. Karakaya, gittikçe yükselen ve ağırlaşan ahşap kütlenin altında ezilerek deforme olan, kentin ve aslında kent yaşamının da getirdiği yüklerin altında kalan insanlara ayna tutuyor. 

Hakan Karakaya, Kent Yoksulları Serisi 

Gazi Sansoy’un Yüzsüzler SerisiRönesans’ın Kayıp Bedenleri çalışmaları, hayranlık duyduğu Avrupa Rönesans resminin bir yapıbozumu ve eleştirisi aynı zamanda. Sanatçı, Rönesans resmine duyduğu bu büyük hayranlık ve içlerinde var olma isteğini, Orta Çağ’ın ideal güzellik tasvirlerini al-aşağı ederek; gerçekçi ve sadece silüetten oluşan çağımız insanlarının alışıldık hallerini, tabloların dijital baskıları üzerine aktarıp ideal olanı bozarak gerçekleştiriyor. İdealden gerçeğe evrilen bu etkileyici yeni bakış, izleyiciye farklı bir açı sunuyor.

Gazi Sansoy, Yüzsüzler serisi 

Alman ressam ve heykeltıraş Detlef Waschkau da 21. yüzyıl kentsel yaşamı etrafında kurguladığı çalışmalarında birbirine benzeyen ve durmadan sayıları artan insan yapımı metropolleri canlandırıyor. Sanatçı, Avrupa ve Japonya seyahatleri sırasındaki izlenimlerini bir hikâye anlatıcısı gibi farklı malzeme ve katmanlarla seyircisine anlatmıyor ama gösteriyor. 

Detlef’in çalışmaları, hayattan sahneleri anlatan “canlı yayın” gibi, biliyoruz ki biz onun çalışmalarına bakarken gerçek yaşamda onlarca kentte eş zamanlı olarak gördüğümüz sahneler tekrarlanıyor, yaşanıyor. Bu da Waschkau’nun Sahne Gibi Şehirler’ine bambaşka bir anlam dahası gerçeklik kazandırıyor.

Detlef Waschkau, Hochhaus 2013, 70x50x1cm, Sunta üzeri pigment boya

Serpil Yeter’in İstanbul’a dair içimizde güzelliğiyle kalan anları yakalayarak tuvale döktüğü, İstanbul’u bir kent değil özlenen geçmiş bir anı gibi hatırlatan tabloları; renkleriyle, düşsel yanıyla, kedileriyle gülümsetiyor. Hatta bir an şayet bu kentten uzağa düştüyseniz iç çekmenize neden oluyor. Biraz Chagall-vari, biraz geleneksel motiflerden beslenen çalışmaları, Anna Laudel’in giriş katında Karaköy’ü selamlıyor.

Serpil Yeter, (soldan sağa) Kasım 2009_Kıymet 2009, Tuval üzeri akrilik boya, 54x104cm

Ekin Su Koç’un kolajlardan yağlı boyaya geçtiğini gördüğümüz işleri yine güzellğiyle etkilerken uzun süre kendine baktıran halini koruyor. Doğa kolajıyla dikkat çeken Koç’un diğer iki yağlı boya tablosu da renkleri, çizgisi ve sakladıklarıyla çok etkileyici iki iş olarak öne çıkıyor. Öyle ki bu çalışmaları, yağlı boyadan yaratacağı yeni işlerini merakla beklememize neden oluyor.

Ekin Su Koç, Stinging Lands (Hep Diken Üstündeyim) 2017, 150x150cm, Tuval Üzeri Yağlıboya

Arzu Başaran’ın portreleri, soyutlanan, kaybedilen yüzlere odaklanıyor. Sanatçı kendi işlerine dair; yasaklanan dilleri, baskılanan kimliklerin ifade edilmesine odaklandığını söylüyor. Eşitsizlik, tekinsizlik gibi tedirgin edici durumların üstesinden gelmek için ifadenin gücüne sahip çıkılması gerektiğine inanan sanatçı, bunu tuvaline dokular ve soluk renklerle aktarıyor.

Arzu Başaran, Portre 1, 2012, Tuval üzeri karışık teknik, 150x115cm

Tuğçe Diri’nin, karışık teknikle oluşturduğu Bekleyiş serisi; resimlerinde, bekleyişin o durağan, gri ruh halini hissetmemek, beklerken aşınmanın, yorulmanın sıkıntısını duymamak imkânsız. Duygunun birebir kendisini resmeden genç sanatçının işlerinde anlayacaklarımızdan ziyade hissedeceğimiz belirgin hisler var gibi görünüyor.  

Tuğçe Diri, Bekleyiş Serisi 

Son olarak, Hollandalı sanatçı Brigitte Spiegeler’in alüminyum üzerine siyah-beyaz fotoğraf baskıları “yer-olmayan” fakat bir yerden başka bir yere akan mekânsal anlara odaklanan işleri, tüm seçki boyunca her işin etrafında, odalar arasında, duvarlarda seyirciyle ilerliyor. İğne deliği bir kameradan, post-modern dünyanın hızlanmış ve ilişkisizleşmiş halini yansıtan, mekân algımızı durduran bu fotoğraflar, bir an görüp geçtiğimiz mekânsal anları yakalayıp siyah-beyaz haliyle hafızamızın köşesinden çıkarıp önümüze bırakıveriyor. 

Brigitte Spiegeler, Tracing the Locus Serisi

Anna Laudel Contemporary’nin doğal ışıkla dolan mekânı ve eserleri ışığa göre doğru yerlere konumlandırması; yapay ışığı da buna ihtiyaç duyacak eserlere, karanlık odalarda ve kusursuzca harcaması kesinlikle sergide izleyicinin görmesi gereken başka bir detay olarak algılanmalı. 

“Rooms & Walls” izleyicilerine beklentilerinin karşılığını vermek için kapılarını 25 Ağustos’a dek açık tutacak. 

0
6744
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage