01 TEMMUZ, PERŞEMBE, 2021

Gören mi Yoksa Gözetleyen mi Gözler?

Odağına mahremiyet, gözetleyen ve gözetlenen ilişkisi, görme ve izleme, bakış, teşhir, özel alan ve gözetlemenin bedenin sınırlarına müdahale etmesi durumlarını alarak bunları pek çok açıdan sorgulayan ve sorgulatan “Karşı Pencere” sergisini küratörü Melike Bayık ile konuştuk. 

Gören mi Yoksa Gözetleyen mi Gözler?

Feminist ve kuir üretimlere dair bir alan olarak Kadıköy Yeldeğirmeni’nde hayata geçen KOLİ Art Space, küratörlüğünü Melike Bayık’ın üstlendiği ikinci sergisi “Karşı Pencere” ile görme, gözetleme ve voyörizm (röntgencilik) kavramlarını tartışmaya açıyor. Sergi, ziyaretçisini disiplinlerarası bir yapı içinde Başak Bugay, Ahmet Rüstem Ekici, Tuba Geçgel, Can Küçük, Berkay Tuncay ve Eşref Yıldırım’ın eserleriyle buluşturuyor. “Karşı Pencere” özel yaşama müdahale, özel alan ihlali, bedene müdahale, toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması gibi “güncel” meseleleri farklı boyutlarda ve farklı medyumlarla ele alarak ziyaretçisinin konumunu izleyen ve izlenen arasında sürekli değiştiriyor. 2 Temmuz’da sona erecek “Karşı Pencere”ye dair merak ettiklerimizi sergi küratörü Melike Bayık’a sorduk. 

Görme, gözetleme ve voyörizm kavramlarının çerçevesini belirlediği, niyetinde durum tespiti ve sorgulamayı barındıran “Karşı Pencere” sergisinin çıkış noktası neydi? Bu sergi fikri nasıl oluştu?

Serginin ortaya çıkışı aslında bundan birkaç yıl önce gezdiğim bir sergide gördüğüm bir iş üstüne düşünmeye başlamam ile oldu. Gördüğüm yapıtta bir vizörden içeriye bakarak ancak eseri deneyimleyebiliyordunuz. Hâliyle içeriyi gözetleme, röntgenleme meselesi vardı ve bunu yapmak için öncelikle tercih etmeniz gerekiyordu. Yapıtı gördüğümden bu yana üstüne düşündüğüm bir eserdi, doğru zaman, doğru mekân ile fikri gerçeğe dökebildik.

Serginin üzerinde yükseldiği tartışmalı meselelerden oluşan bir altyapı söz konusu. Bir pencereden içeriye bakmak ya da bakmamak, “röntgenleme tercihi” vb. “Karşı Pencere”nin kavramsal ve formal çerçevesini nasıl oluşturdun, bahseder misin? 

Gözetleme ve aslında röntgenleme meselesi bir şekilde daima hayatımızın içinde, gün geçtikçe özel alana ve kişisel haklara olan ihlaller toplumsal ve bireysel ölçekte artıyor. Daha fazla sessiz kalamadığımı açıkça söyleyebilirim. Serginin ana hattını oluşturan gözetleme, özel alan ihlali, dikizleme, teşhir ve mahremiyet olguları bugünkü güncelin bariz bir yansıması olarak ortaya çıktı. Referans olarak Jeremy Bentham’ın “panoptikon” kavramı ile de ilişkilendirerek sinema, sanat ve güncel dünya arasında bir sinapsis kurmak istedik.


KOLİ Art Space, bir sokağın köşe binasında konumlanmasıyla da hem gözetlenen hem de gözetleyen bir role sahip. Bu yola çıktığın fikre de çok uygun bir alan. KOLİ Art Space ile yollarınız nasıl kesişti? Bu sergi için mekâna özgü nasıl bir küratöryel yol izledin? 

Elçin Acun ile yollarımız uzun bir süre önce kesişti. Elçin Acun ve Yasemin Kalaycı, feminist ve kuir üretimlere dair bir alan olan KOLİ Art Space’i mart sonu gibi açtılar. Senkron kapsamında da ilk sergilerini yaptılar. “Karşı Pencere” ise mekândaki ikinci sergi oldu. Mekânın önemli olan yönü feminist ve kuir sanatı destekleyen ve bir noktada sergileme alanı bulamayan, alan dışı kalmış sanatçılara mekân yaratma amacıyla kurulmuş spesifik bir alan olması. Farklı bir alternatif.

Elçin ve Yasemin mekânı açtıktan sonra, bana “Haziranda Koli’de bir sergi yapalım mı?” diye bir fikir ile geldiler. Benim için ilk başta “Kabul edebilirim ama bu mekânda nasıl bir sergi olmalı?” gibi bir soru üzerinden düşünmeye başladım. Elçin’ler de burayı tutarken endişe duydular, çünkü iki duvar var ve geri kalan alan komple cam bir alan. Ama benim için mekânın çok pozitif tarafları var, duvardan çok camların olması özellikle serginin omurgasını oluşturuyor şu anda. Kendi içinde ilk olarak böyle başladı. Ardından nasıl yapalım, biraz düşünelim derken ben mekân olgusu üzerinden düşünmeye başladım. Çünkü bugüne kadar sergi yaptığım her mekânın kendi içinde bir zorluğu, imtihanı vardı. Eldem Sanat Alanı mesela tarihi bir alandı ve bir kaide fazla koyarsam bir insan eksik girebiliyordu alana. Her şeyi düşünmek zorundasın. Mekânların zorlu koşulları içinde çok çalıştım. Küratörlük pratiğimde ise şu çok var: Bir şey okurken, izlerken anekdotlar düşüyorum. Yıllar önce aldığım notlar, o gün bir şeye dönüşüyor. Elçin’ler sergi teklifiyle geldiğinde az bir süre vardı. Bir sergi için benim minimum üç-dört ay çalışmam gerekiyor. Aklıma mekânın formu nedeniyle de kafa yorduğum röntgencilik meselesi geldi. Bahsettiğim gibi birkaç yıl önce bir sergide bir sanatçının işi dikkatimi çekmişti. Vizörden izlediğim bir işti bu. Not aldığım bir işti ve o günden beri aklımda dönüp dolaşıyordu. Röntgencilik, izleme meselesiyle ilgili notlar alırken altına mesela Berkay Tuncay’ın şu işi uygun, Eşref Yıldırım şu kapsamdaki eseri ile olabilir gibi listeler yapıyordum.

​Teklif geldikten sonra mekânın var olan fiziki koşullarını ele aldım, evet iki duvar var, iki cam var, bulunduğu konum köşe ve aslında bu sokak çok aktif. Hâliyle izleme meselesinin çok ortada olduğu bir sokak. Böyle bir sergi yapalım dediğimde Elçin ve Yasemin de çok sıcak baktı zaten. Karşılaşmamız ve sergi bu şekilde oldu aslında. Şöyle ki mekân başka bir yer olsaydı çok başka bir kavram üzerinden, daha başka bir sergi yapardık kesinlikle. 

“Karşı Pencere”de sanatçılar farklı medyumlarda fotoğraf, video, resim, yerleştirme, örgü gibi üretimleriyle yer alıyor. Farklı pratiklerin bir aradalığı çok dilli bir evren yaratıyor. Sanatçıları bir araya getirişin nasıl oldu? Bu seçkide stratejini nasıl belirledin? Ve ayrıca bu sergiye özel üretimler de söz konusu mu?

Aslında 30 kişilik bir sanatçı listem vardı. Bu sanatçı listesinden ziyade eser listesi oluyor benim için isim olarak bu hangi sergide olmalı diye kurgulamıyorum, çalışırken iş üstünden ilerliyorum. Berkay Tuncay’ın bu işi mutlaka olmalıydı, diyorum ama bu Berkay olduğu için değil o iş olduğu için var ya da Başak Bugay’ın mahremiyet yaklaşımı içindeki işlerinden bir tane heykeli mutlaka olmalı gibi. İşlerin içeriği aslında sergide olup olunmayacağını belirledi, çünkü bir yandan da mekâna göre kurgu yapıyorum. Mekânın giriş duvarına Berkay’ın işi gelmeliydi çünkü küratöryel stratejide şu var: Sanat yönetiminin ilk şeyi mekâna birisi girdiğinde ilk gördüğü ve etkilendiği birinci duvar olur, izleyiciye vermek istediğin ifadeyi buradan verebilirsin ki Berkay Tuncay’ın bu işi de teşhir meselesi üzerine. Sonuç olarak işler aslında kendi içinde parça parça şekillendi. Ardından Başak Bugay’ın, Ahmet Rüstem Ekici’nin, Eşref Yıldırım’ın, Can Küçük’ün, vitrinde Tuba Geçgel’in işlerinin hepsi aynı strateji ve mentalite içinde kurgulandı. Baktığında teşhir, özel alan ihlali, gözetleme, toplum içinde kısıtlanma, izleme ve izleyen meselesi gibi meselelere yönelik işler. Sergi alanından çıkarken de en son insanları aslında kıyafet üzerinden kimliklendirmek ve tanımlamak üzerine kurulu olan, bir kabuk meselesi olarak düşündüğüm Can Küçük’ün yapıtı var. Sergiyi yaparken her bir iş birbirine eklemlenerek kavramsal sonucunda nihai bir bütünlük oluşturuyor.

Bu işler nasıl buluştu soruna da dönersek: Hepsi çok önemli bulduğum ve yakın takibimde olan eserler. Tuba Geçgel’in bu eserinin ilk sergilendiği yerdeki metnini ben yazmıştım. Yapıt çok dikkatimi çekmişti, kendisi ile bu yapıt vesilesiyle çalışmak istiyordum. Berkay Tuncay’ın bu eseri ise 2015’te Gaia Galeri varken oradaki kişisel sergisinde gösterdi. Oradan beri radarımdaydı. Bazen bazı eserler çok ilgini çekiyor ama farklı konularda sergilere girebiliyorlar. Can bu sergi için özel bir iş üretti. Ondan gelen teklifle ortaya çıkan performatif bu iş gelişti. Başak’ın ise kavramsal boyutta birden fazla serisini takip ediyordum. Sergiye uygun olan çalışmalarından birini gösterdik. Eşref Yıldırım’ın örgüsü ve videosu, diğer eserler ise kendiliğinden gelişti. 

Berkay Tuncay - "Webcam Girls While Touching Their Keyboards"

Eserler arasında birbirlerinden farklı yollara gitseler de sıkı bir iletişim var. Biraz senden sergide yer alan eserleri ve bu aralarındaki diyaloğu dinleyebilir miyiz?

Berkay Tuncay’ın Webcam Girls While Touching Their Keyboards adlı eseri 2011-2015 yılları arasında internet sitelerine girdiğimizde sağda, solda çıkan kadın pop-up reklamları vardı. Bugün bu reklamlar bahis reklamlarına dönüştü mesela. Ahu, Eda vb. size mesajı var, çevrim içi gibi reklamlardı. Berkay’ın bu işi de bir noktada bir yerleştirme ve aslında sanal bir buluntu, üç yıllık bir toplamanın sonucu. Bu görsellerde hiçbir kadının başı yok ve hepsi klavyeye dokunuyor. Aktif olarak eylem içindeler ve burada bizim gördüğümüz şey şu: Teşhir meselesinin beden ve kadın kimliği üzerinden sunuluyor olması. Sanal teşhir aslında ön planda. Beni rahatsız eden konulardan bir tanesi olan bu meseleyle sergiye giriş yapmak istedim.

Başak Bugay’ın Bayram/Feast adlı eserinde ise yapıtın hiçbir tarafında pencere yok, duvarlarla çevrili sınırlandırılmış bir alan. Üstten baktığında içeride bir sofra ve bir ışık ile ev olgusu görüyorsun. Bunda da aslında bahsettiğim gibi özel alana dahil olma, içine girme kısmını izleyici yaşıyor ve kişi buraya bakıp bakmama konusunda kendi dürtüsüyle hareket ediyor. Sen eğer eğilip bakıyorsan bu senin tercih ediyor olman, dikizleme meselesine dahil olmanla alakalı. Burada da özel bir alanı pencereden gözetliyorsun aslında. İzleyicinin buna dahil olması ise kendi tercihine kalmış bir durum.

Ahmet Rüstem Ekici’nin duvarda yer alan Delikten İçeri adlı eseri bir holofan. Bu videoda bir göz mekânı izliyor. Bu yapıt, Ekici’nin “Hamam Serisi”ne ait işlerinden birisi. Videoda hamam görselleri, peştamal dokusu görselleri geçiyor fragmental olarak. Hamam aslında özel bir yıkanma alanı ama bu alan banyodan farklı olarak topluca yıkanılan bir alan. Ayrıca gay kültüründe hamamların sosyal bir buluşma yeri olması gibi önemli yaklaşımlar da mevcut. Dolayısıyla bu Ahmet Rüstem Ekici özel alanları, yıkanma alanlarını ve mahremiyet olgusunu bu eser üzerinden betimliyor. Bu etkileyici eserde video akışı bir pervaneden geçerek yansıyor. İşin bulunduğu duvarda olmasının sebebi de yukardan bütün mekânı göz hapsine alması, izlemesi. Küratöryel kurgu içinde böyle bir tarafı var.

Hemen yanında ise Eşref Yıldırım’ın Yalnızlık her sabah öldürüyor beni adlı dokuması yer alıyor. Arkadaş Zekâi Özger’in şiirinden dizileri örgü olarak işlediği bir yapıt bu. Yapıtta yer alan şiir dizelerinde toplumun şair üzerinde yarattığı baskılanma durumu var. Dizeler oldukça pesimist, karanlık ve yalnızlığı vurguluyor. Arkadaş Zekâi Özger yaşadığı dönemde toplumsal olarak kendi kimliğini özgür biçimde yaşayamamış, toplum içinde yok sayılmış ve daima baskılanmaya mecbur bırakılmış, şiir dizeleri de şairin üzücü hayatı ile bir biçimde örtüşüyor ve cinsiyet rolleri ile toplumu yan yana getiriyor. Diğer yandan da bakınca çok dikkat çekici, renkli bir örgü iş ama cümleleri okuduğunda o kadar ağır ki kendi içinde de bariz bir absürtlük yaratıyor.

Eşref Yıldırım’ın sergide yer alan bir diğer eseri ise Akma Denemeleri adlı videosu ise sanatçının TAPA Rezidans’ında doğa içinde çektiği bir performansın dokümantasyonu. Videoda Eşref soğuk sularda yüzüyor, dağ tırmanıyor, ağaçlara sarılıyor. Kısacası vücudunun doğa ile karşılaştığı keskin durumları denemeye ve bununla mücadele etmeye çalışıyor. Performansın dikkat çekici bu sahnelerinde sanatçı tamamen çıplak. Vücudunun karşılaştığı zorluklar çıplak olduğu için biraz daha zor olabilir, ancak önemli olan sanatçının bu eylemleri çıplak olarak gerçekleştirmiş olması ya da çıplaklığı değil. Asıl önemli olan videoyu izlerken onun soğuk sudaki titremesi ya da moraran vücuduna odaklanmanız. Kısacası burada aslında insanları izlerken kişilerin fizyolojisine, giyimine kuşamına ya da çıplaklığına odaklanmadan çok daha insani olan, gerçekleştirdiği eylemler ve bu eylemler karşısındaki olağan vücut dönütlerine odaklanıyoruz. Suyun soğukluğu, titreme, vücudun morarması, ayaklarına bir şeyler batıyor mu, yürümek zor mudur gibi sorular çerçevesinde video izlenirken artık gözetlemekten ziyade daha içsel bir şeye insani kısma odaklanıp sanatçının doğa ile çıplak bir beden içinde buluşup hemhâl olma durumunu ele alıyor.

Can Küçük’ün sergideki eseri Eşek ise Can’ın bu sergiye özgü ürettiği bir yapıt. Can’ın bir kıyafet askısı olan eşek üstüne bıraktığı kendisine ait birkaç kıyafetten ve bu kıyafetlerin sergi süresince bir tane alıp bir tane bırakılarak takas edildiği bir dönüşümden oluşuyor yapıt. İlk başta sadece Can Küçük’e ait olan kıyafetler üzerinden bakıldığında, insanları kıyafet ile de mimlediğimiz, o kişi böyle giyinir, şöyle giyinir gibi yaklaştığımız bir konu üstünden sergiye gelen izleyicinin interaktif esere bir kıyafet bırakması ve dolaptan bir kıyafet alması ile ilk başta sanatçıya ait olan dolabın değişerek artık kime ait olduğunun bilinmediği, cinsiyetsiz ve anonim bir dolaba dönüştüğü, öncelikle Yeldeğirmeni’nin ruhuna dönüştüğü akabinde zaman içinde sergiye gelen izleyicilerle İstanbul’a ve bilinmez kıyafetlerle anonim kimliklere dönüştüğü bir eser bu.

​Tuba Geçgel’in “Gözlerimiz Yuvalarından Çıkana Kadar” adlı işi yapay zeka bir iş, eserin bir algoritması var. Algoritmada da üzerindeki kamera, karşısına geçeni hemen algılıyor ve ona dönüyor. Dikizleme meselesine hakikaten çok uygun. Dikişlerdeki gözlerin bir tanesinde kamera var, izleyici ona baktığı anda kamera direkt izleyiciyi algılıyor ve ekrana yansıtıyor. İzleyen bir noktada izlenene dönüşüyor. İzleyenken izlenene dönüşüyorsun ve kendinle karşılaşıyorsun, kendine ayna oluyorsun. Burada izlenmenin ne kadar rahatsız edici bir şey olduğunu da anlatıyor. Sokak ile buluşan bu vitrine bu kadar didaktik bir iş koymayı gözetleme meselesini bu kadar iyi yansıtması sebebiyle koydum. Hepsi gözle dışarıyı izliyor, sen ona baktığın anda o seni izlemeye başlıyor. Dolayısıyla izleyeni izlenene çeviren ironi dolu bir iş. 

Başak Bugay - "Bayram/ Feast", Karışık teknik/ Mixed media, 33 x 24,2 x 30 cm, 2017 - “Sanatçı ve Zilberman Gallery’nin izniyle”

Eserlere dair ayrıntılı açıklaman için çok teşekkür ederim. Serginin kavramsal çerçevesini konuşmaya geri dönmek istiyorum. Görme, gözetleme ve voyörizm bu kavramları ele alırken, tartışmaya açarken, beslendiğin kaynaklar neler oldu? 

Kendim de yaşam içinde çok fazla şeyle karşılaşıyorum, teşhir ve özel alan ihlali özellikle çok gündemimde olan bir konu. Covid-19 ile birlikte evde kalmaya başladım. Evde, karşı pencereme birebir denk gelen bir dairede ergen bir çocuk var ve yaz, kış hiçbir zaman pencere ve perdesini asla kapatmıyor. Perdeyi her açışımda sürekli onunla göz göze geliyorum ve ben ondan kaçmak için sürekli perdemi kapatmaya başladım ki o bu durumdan rahatsız değil, aynı şekilde devam ediyor. O, alanını nasıl kullanacağına kendi karar veriyor ama belki bilinçsiz bir şekilde benim alanıma da müdahale ediyordu; çünkü ben perde ve penceremi her açtığımda onunla göz göze geliyorum. Böyle bir sınır meselesi vardı. 

Ahmet Rüstem Ekici - "Delikten İçeri / Through inside the hole", 3D Animasyon /3D Animation, Hologram, Holofan, 43.5 cm, Hamam Serisi / Hamam Series, 2019, Tek Edisyon/ Unique Edition

Mekânın konumsal durumunun dışında KOLİ Art Space Kadıköy-Yeldeğirmeni’nde yeni bir mekân. Kendi deyişleriyle “Kapsayıcılık ve çeşitliliğin gücü ile beslenir, kimliğin ve cinsiyetin akışkanlığına odaklanarak değişim ihtiyacının zorunluluğu inancından doğmuş bir sanat alanıdır.” Bu noktada mekânın ve serginin temasının buluştuğu yerden söz eder misin? Birbirlerine eklemlendikleri ya da seslendikleri noktalar ne oldu?

Elçin Acun ve Yasemin Kalaycı tarafından yakın zamanda kurulan bu mekân çok önemli bir misyon güdüyor. Sanat ortamında üretip sergileme için alan bulamayan birçok sanatçıya feminist ve kuir ölçekte sergileme imkânı sunan bir alan. Kapsayıcılık ve çeşitlilik KOLİ Art Space için çok doğru bir tanım. Sergide özellikle genel bir çerçeve altında birçok meseleye odaklanıyor, bunlardan bazıları ise özel alan ihlalleri, cinsiyet rollerinin toplumsal ölçekte baskılanması ve kişinin kendini gerçekleştirememesi, ifade edemesi olarak söz edebilirim. Hâliyle KOLİ Art Space ile dünyaya karşı rahatsız olduğumuz çok ortak problematik var ve bu sergi ile çeşitli kavramlar ekseninde problematik konuları sanatçılar ile de başka bir açıdan ifade etmeye çalıştık. 

Eşref Yıldırım

1. ve 2.: "Yalnızlık her sabah öldürüyor beni", Tuval üzerine karışık teknik, örgü / Mixed media on canvas, embroidered rope, Tuval / Canvas: 180 x 130 cm, Örgü / Rope: 155 x 160 cm, 2020 “Sanatçı ve Zilberman Gallery’nin izniyle”

3. "
Akma Denemeleri", Video, 20:27, 2020 “Sanatçı ve Zilberman Gallery’nin izniyle”

Eski bir semt olsa da Yeldeğirmeni buraya gelen yeni sakinleri tarafından sürekli dönüşüyor, genç ve dinamik bir yapıya doğru oluyor bu dönüşüm de. Sergi irdelediği meselelerde buranın eski ve yeni sakinlerinden nasıl karşılıklar buldu? Gözetlenme ve gözetleme durumu söz konusu mu?

Mekânın konumu izleme meselesini çok ironik biçimde birbiri içine sokuyor. Bir de bölge alternatif bir bölge, çok sanatçının, tasarımcının olduğu bir bölge ama aynı zamanda mahalle burası gerçekten. Yaşlı teyzeler, amcalar geçiyor alakası yok hele böyle bir mekân, serginin konusu onları düşünmeye sevk etsin istedik. 

Can Küçük - "Eşek", Ayaklı askılık, 8 adet giysi askısı, 8 adet takasa açık giysi / Clothes rack, 8 clothes hangers, 8 pieces of exchangable clothing, 56 x 99 x 160 cm, 2021

Zamanımız görme, görünme, takip etme, takip edilme kısaca “şeffaf” olma hâlini teşvik ediyor. İnsanlar hayatlarını açarak, paylaşarak var ediyorlar kendilerini. Sosyal medya da bunun en güçlü sağlayıcısı. Bu bağlamda serginin izleyicisiyle temasında, deneyiminde karşılıklı bıraktıkları izler ne oluyor?

Sergi kurarken benim birincil hedefim aslında izleyiciye bir tespit sunmak olmuyor, asıl hedef sorunsalın sonunda izleyicinin kendisine soru sorması ve konuyu düşünmeye başlaması oluyor. Dediğin gibi şeffaflık ve görünür olma hâli içindeyiz. Yeni dünya bunu sunuyor ve bizler de kabul ediyoruz. Ancak görünür olmak ve gözetlemek/gözetlenmek, röntgenlemek konuları birbirinden çok bağımsız. Meselenin içinde iyi niyet ve kişilerin özel alanlarını ihlal etmeme, mahreme dokunmama önemli bir durum. İzleyici sergide özellikle altını çizdiğimiz kavramlar ile düşünürken kişisel dünyası ve toplumsal yaşam ile de birçok konu ve anıyı ilişkilendirdi. Bu da serginin doğru bir iz yarattığını gösteriyor. 

"Karşı Pencere"yi 2 Temmuz'a kadar KOLİ Art Space'te ziyaret edebilirsiniz.

0
4914
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage