25 OCAK, CUMA, 2019

Eyüboğulları’nın Öteki Hikâyesi: Eren Eyüboğlu

Ankara’nın yalnız sanata değil, yaşama dair de vahası hâline gelen CerModern, ekim ayında sezona büyük bir sergiyle merhaba demişti. Görmeye ancak fırsat bulabildiğim bu sergi, bugüne dek sahnenin hep en önünde kendine yer bulmuş Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eşi Eren Eyüboğlu’nun tablolarını ve eskizlerini bir araya getiren, sanatçı adına bugüne dek açılmış en kapsamlı sergi çalışması. Küratörlüğünü CerModern Sanat Programları Yönetmeni Zihni Tümer’in üstlendiği sergi, sanatçının 1930’ların Parisi’nden 1980’lerin İstanbulu’na dek olan dönemde geçirdiği sanatsal ve ruhsal değişimlere de ışık tutuyor. 

Eyüboğulları’nın Öteki Hikâyesi: Eren Eyüboğlu

5,5 yaşında bir çocuk annesi olarak bu sergiyle ilgili deneyimlerimi bir başka pencereden ele almayı çok istedim. Bir önceki yazımda Yıldız Moran’ın anneliği ve bir kadın olarak fotoğraflarına yansıttıkları üzerine düşünme fırsatı bulduktan sonra, Eren Eyüboğlu gibi topluma mâl olmuş bir ilişkinin göz ardı edilen kahramanı hakkında yazacak olmak bakış açımı başka yönlere de çevirdi.

Sergiye hesaplanmamış bir biçimde küçük oğlumla gittim. Zihni Tümer rahatsız olduğu için o gün bana CerModern’in bir başka kıymetli ismi ve çok sevdiğim Helün Fırat eşlik etti. Yazıyı yazmak için ses kayıtlarımızı dinlerken gülüyorum, çünkü kucağımda huysuzlanmış ve sürekli konuşan oğlum vardı, Helün ses kayıt cihazını kendi tutmak zorundaydı ve arada benim kadar oğlumun sorularına da cevap veriyordu. İşte bu tıpkı Eren Eyüboğlu ve birçok kadın sanatçının, yazarın, bilim insanının, annenin görünen yaşamından aksetmeyenlerin bir özeti diye düşünüyorum. Bugüne dek Artful Living için yazdığım sergilerin bir kısmında oğlum yanımdaydı. O yanımdayken röportajlar yaptım, yollar teptim, sergiler gezdik birlikte ve yazılar yazılırken -belki her satır başında- bitmeyen sorularını cevapladım, ama bu yazıya dek kimse bunları doğal olarak tahmin etmemiştir sanıyorum. İşte Eren Eyüboğlu’nun öteki hikâyesi de buradan başlıyor, zira biz onu yalnız adını Ernestine’den Eren’e çeviren, yeni vatanını çok seven, fakat büyük sevdayla evlendiği ressam ve şair Bedri Rahmi’nin yasak aşkı Mari Gerekmezyan uğruna kalbini kırdığı Eren olarak bildik. Resme olan aşkı hep “Karadut” hikâyesinin ve Mari için yazılan öteki şiirlerin gölgesinde kaldı. 

Oysa Eren bir ressamdı. Eşti. Anneydi. “Yıllarca kan kusup kızılcık şerbeti içtim” dedi ve bunu da vakti gelince çocuklarına söyledi. O sessiz yıllarda Eren Eyüboğlu hep üretti. Akriliklerden, yağlı ve sulu boyalardan, guajlardan ve eskizlerden mürekkep bir evren yarattı kendine. Romanya’da doğan ve büyüyen Ernestine, bir resim öğrencisi olarak Bedri’yle 1931 yılında bulunduğu Paris’te hem sanatının temellerini hem de onu dalgalı denizlere sürükleyen büyük aşkı buldu. Bedri’ye olan aşkı yaralanıp düşse bile resme olan inancı ve aşkı asla tükenmedi. Yaşamı boyunca farklı teknikleri, farklı etkileri, birbirinden farklı formlara ve alanlara uygulayabildi, yenilikçi bir tavır sergiledi. Elbette belli dönemlerde Bedri Rahmi resminin etkisinde kaldığı açıkça izlense de geriye kalan dönemler belirgin biçimde kendi ruhunun ve edindiği yeni kimliğin izlerini taşıdı. Bilhassa köylülere ve köy yaşamına dair eskiz ve akrilik çalışmaları, Bedri etkisinden sıyrılmış, tümüyle gerçekçi bir bakışın yarı soyut dışavurumcu bir biçimde ortaya çıkışını kanıtladı.

Sergi, dolaşırken de sıkça karşılaşacağımız üzere bir oto-portreyle açılıyor, birkaç metre sonraki arka çapraz sütunda ise Bedri Rahmi’nin bir portresi var. Durduğumuz yerden açıkça görüldüğü gibi Eren’in o rengarenk, hülyalı yüzünün arkasında koyu, karanlık bir Bedri var. Bu belki de hiçbir zaman kırgınlıklarının intikamını almaya yeltenmeyen Eren Eyüboğlu’nun hakkıydı, diye düşünüyorum. Bunu da hikâyeyi anlamlı biçimde öteki yanından göstermeyi atlamayan küratörün başarısı ve duyarlılığı olarak addediyorum, zira 2017 yılındaki “Bedri: Sevmek Güzel Meslek” sergisinde de muhteşem bir iş çıkarmıştı CerModern.

Serginin en çarpıcı yanlarından biri kuşkusuz saymayı güç kılacak denli çok sayıdaki oto-portreler. Her teknikte, her malzemede Eren Eyüpoğlu’nun yüzüyle karşılaşıyoruz. Sanatçı kendiliğinin kaydını tutmuş gibi. Son dönemde popüler olan “10 Years Challange” akımında nasıl insanlar selfie fotoğrafları üzerinden değişimlerini öne çıkarıyorsa, biz de her oto-portrede Eren Eyüboğlu’nun ruh hâlini, acılarını, sevinçlerini okuyoruz. Aynı şey şüphesiz kullandığı renkler ve formlarla da buna imkân sunuyor. Özellikle son yıllarda kararan, tedirgin eden renkler ve içi kopkoyu, boşluğa akan gözler Eyüboğlu’nun yorgunluğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Desen ve eskiz konusunda Bedri Rahmi’yle yarışır ve hatta onu aşar bir noktada durduğunu açıkça söylemek zorundayız. Mürekkep ve karakalemle yaptığı eskizler ve desenler insanı büyülüyor. 

Çocuk Taşıyan Köylü, 1967 Tuval Üzerine Akrilik

Yaşar Kemal’in deyişiyle “Anadolu’nun Kedisi” olan Bedri Rahmi nasıl memleketini ilmek ilmek işlediyse, Eren Eyüboğlu da “Anadolu’nun Gelini” olduğunu kanıtlıyor. Romanya’dan Ernestine olarak gelen ve “1936 yılından itibaren ana yurdum Türkiye oldu” diyerek ismini Anadolu erenlerine yaraşır şekilde taşıyan, yurdunu seven, onu anlayan, onu anlatan bir sanatçı olarak Eren Eyüboğlu; kendini Bedri olmadan da var eden, tüm yükleri sırtlayıp yine de direnen bir kadın olarak hürmetimizi çoktandır hak ediyor. 

Düşünceli Genç Kız, 1928 Tuval Üzerine Yağlı Boya

Sona doğru, biz Helün’le bunları konuşur, iç çekerken benim küçük oğlum elinde telefonla beğendiği tabloların fotoğrafını çekiyor, burnunu diplerine dek sokup inceliyor. Sonra koşarak gelip Eyüboğlu’nun henüz Ernestine iken, Romanya’da resmettiği tablosunu gösterip diyor ki “En çok bunu sevdim anne. Beni bu tablonun önünde çeker misin?” Çekiyorum ve soruyorum: “Neden bunu beğendin?”

“Çünkü ailesini çizmiş…”

‘‘Eren Eyüboğlu –Life&Works’’ sergisi, 10 Mart tarihine kadar CerModern Ana Galerisi’nde ziyaretçilere açık olacak. 

0
48580
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage