27 KASIM, CUMA, 2020

"Bu Heykeller İlişkinin Değil, İnsanın Hikâyeleri"

​Sanatçı Ozan Ünal ile merkezine insanın kendisiyle oynadığı hatta kendiyle oynanmış oyunları aldığı “çünkü bu bir oyun” başlıklı sergisi kapsamında Adem ile Havva’dan beri devam edeninsan hikâyelerini, heykellerle kurduğu ilişkiyi ve gelecek projelerini konuştuk.  

​Barselona’daki Gallery ExMachina’dan sonra 21 Ekim - 21 Kasım tarihleri arasında Galeri Selvin Arnavutköy'de sanatseverlerle buluşan Ozan Ünal’ın “çünkü bu bir oyun” başlıklı heykel sergisi, odak noktasına insanların oynamaya mecbur olduğu oyunları alıyor. Adem’in ve Havva’nın yerini her birimizin tuttuğu sergide, insanın kendiyle ve diğerleriyle nasıl ilişkiler kurduğunu anlatıyor. İnsanın kendigibi oluşunu, insana içkin olmayan, sonradan öğrenilen kavramlarla “…aslında kendi olmayan, her hâliyle kendini yansıtmayan ama kendine çok benzeyen…” birine nasıl dönüşüldüğünü açıklıyor sanatçı. Böylece insan oynadığı oyuna alışıyor. Ünal, ayrıca, bu sergide “kendisiyle, üretim şekliyle ve düşünme tarzıyla” da bir oyun oynadığını söylüyor.

“çünkü bu bir oyun”da romantizmin izini Adem ile Havva’ya dek sürebiliyoruz. Ve onlarla ortaya çıkan bir oyuna şahit oluyoruz. Bu konuyu seçmenizde ve serginizi bunun çevresinde kurmanızda ne etkili oldu? 

"çünkü bu bir oyun" grubuna ismini veren; onların oynadığı oyundan çok benim oynadığım oyundu aslında. "Adem ve Havva" kavramlarını sadece "sıradan bir kadın sıradan bir erkek ve herhangi bir zaman"a vurgu yapmak için kullandım. Başlangıçtan beri anlamında... Temelde olan ilişki hâlindeki hâlleri; aralarındaki ilişkiler değil. Kısacası bu heykeller “Adem ve Havva"nın hikâyeleri değil; “Adem"in ve “Havva"nın hikâyeleri... Zira benim de… Herkes gibi bir hayat yaşayan, izleyen, dinleyen, hisseden...

Sergi önce Barcelona' da Gallery ExMachina’da şimdi de Galeri Selvin’de sergileniyor. Serginin ortaya çıkış sürecinden ve bu yolculuğundan bahsedebilir misiniz? 

Üretim sürecim hikâye, eskiz ve heykel sıralamasıyla gider genelde. Ne yapacağımı bilerek geçerim malzemenin başına. Geçen sergim "bir var-lık bir yok-luk" tan sonra bir süre dinlendim ve kendimi dinledim. Demlendi aklımdakiler... Sonrasında aklıma düşen, içime doğan "rüya anıdan sayılır mı" sorusuydu ve bu soruyla ilgilenen onlarca eskiz, yazı... çalışmaya başladığım grup buydu. Barcelona'daki Gallery ExMachine'den sergi teklifi geldiğinde araya bir grup iş girmek istedim. Çünkü "rüya anıdan sayılır mı" yavaş giden/gitmesi gereken bir gruptu ve araya girecek işlerin kafamı çok dağıtmasını istemiyor, odağımı kaçırmak istemiyordum. Ve bir oyun oynamaya karar verdim. Kendimle, üretim şeklimle, düşünce tarzımla... Bu kez hiçbir şey tasarlamadım. Bir kadın ve bir erkek figür yaptım; dümdüz... Ve onları mum döktüm onlarca. Sonrasında elime alıp mumları, başladım oynamaya... Oynadıkça da aslında insanın kendiyle ve birbirleriyle oynadıkları oyunlara geldim... 

fullmoon - dolunay 28x25x10 cm. bronz 2020

everybody loves somebody ( but somebody else) 18x73x12 cm. bronz 2020

12 states of woman - kadının 12 hali 57x55x15 cm. bronz 2020

carrier - hamal 26x29x12 cm. bronz 2020

fucking emphaty 34x21x9 cm. bronz 2020

Bu sergi özelinde, fona iki farklı şehri aldığınızda sizin için bir farkı oluyor mu? İki şehir deneyimi nasıl bir etki yaratıyor?

İzleyicinin işle empati kurmasında bulunduğu yerin çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Sosyal medya sayesinde artık her üretenin paylaşımlarını, her ülkeden ve şehirden izleyici görüyor ve bunun geri dönüşlerini sergi açmadan da anlayabiliyorsunuz... Kendi işlerimde aldığım olumlu/olumsuz tepkiler yerel ve evrensel olarak fark etmedi hiç. Örneğin "aşk"ı ya da "aşıkken kendini" daha özgür yaşayıp ifade eden bir şehirde, diğer şehre göre daha az ya da çok beğenilmiyor işler bence. Duygu aynı duygu... Vücut dili aynı... Herkes kendi duygusunca empati kuruyor.

Kadının ve erkeğin “kendigibi” olduktan sonra başlayan bir oyun var. Bu oyun ve kendigibilik kavramlarını biraz açabilir misiniz? Oyun, erkek ile kadının birbirlerine bağlı kaderlerinde nasıl, nerede yer alıyor? 

Toplu hâlde yaşam belli bir sistem gereksinimi doğurmuştur zira her insanın her istediğini yapamayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır. Bugün rahatça ifade ettiğimiz birçok kavram insanın yapısında yoktur; ilişkiler kurabilmek açısından öğrenilmiştir. İnsan bencildir. Hayatta kalmak ister. Anlayış, saygı, empati... bunları öğrenmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla aslında kendi olmayan, her hâliyle kendini yansıtmayan ama kendine çok benzeyen bir model yaratmıştır. Dürtüler ve toplu hâlde yaşama gereklilikleri hâlen içimizde savaşır. Bir an kızıp kırık dökmek istersiniz mesela, yapmazsınız. Neden? Çünkü sonrasında gereksinim duyabileceğiniz insanları kaybetmek istemezsiniz. İnsanlar karşısında ister istemez, strateji geliştirirsiniz karakteriniz elverdiğince (becerebildiğiniz kadar). Böyle sosyal bir varlık olursunuz... İlişkinizi sadece sizin isteklerinizle ve istediğiniz gibi mi yaşıyorsunuz? Mümkün mü bu? En azından bir kısmını öyle yaşayabilmek için uğraşırsınız. Anlamaya çalışırsınız, ödün verirsiniz, susarsınız bazen. Bazen konuşur anlatırsınız. Bazen de konuşmadan anlatmaya çalışır; duyduklarınızın arkasındakileri bile anlamaya çalışırsınız. Ayakta kalmaya; hayatta kalmaya uğraşırsınız. Sonuçta aslında oyun oynarsınız; kendinizle de diğeriyle de. Kendiniz değilmişsiniz gibi; kendinize en benzeyen hâlinizle...

blind well - kör kuyu 27x23x10 cm. bronz 2020

cheek to cheek - yanak yanağa 18x10x10 cm. bronz 2020

refugee - mülteci 18x10x10 cm. bronz 2020

ghost - hayalet28x13x11 cm. bronz 2020

bosphorus - boğaziçi 27x14x10 cm. bronz 2020

reflection - yansıma 35x16x10 cm. bronz 2020

Sergide yer alan heykellerde figür olarak yalnızca kadın ve erkek bedenlerini kullanıyorsunuz. Neden sadece iki cinsiyetli figür tercih ediyorsunuz?

​Ben cinsiyetten önce insana odaklanırım. Birçok heykelimde cinsiyet bile anlaşılmaz. Bu grupta, kadın ve erkek ilişkisi seçkisi yaptım bazı heykellerde; çünkü hissettiğimi, yaşadığımı yaptım. Duygu aynı duygudur; kim hissediyorsa ve kime hissediyorsa hissetsin. Ben buna inanırım. Dolayısıyla başka bir grupta cinsiyetsiz ya da eşcinsel figür ya da hikâye de olabilir; neden olmasın? Dediğim gibi bu heykeller ilişkinin değil, insanın hikâyeleri...

Sergide oyunu bir serüven olarak da görüyoruz. Heykelleriniz sanki arkasına tarih atılan fotoğraflar kadar net bir anıyı sembolize ediyor. Figürlerin sergiledikleri duruşlar özel anlardan mı seçildiler?

"Kendimi nasıl en iyi ifade ederim?”... Bu arka planda sürekli açık bir penceredir sanat ya da tasarım üreten biri için. “Beni en iyi nasıl anlarlar?" değil ama. “Nasıl en iyi anlatırım da bu duygum boşa gitmez?"... Vücut dili büyük çoğunlukla evrensel bir dildir zaten; bunu doğru kullanıp buna bir de samimi hissin, belki de anın, hatta rüyan eklendiğinde; teknik beceriye de sahipsen; heykelde hissettiğiniz o etki oluşuyor sanırım. 

Biraz daha konunun derinine inersek birbirlerini seven ya da öyleymiş gibi olması gereken heykeller görüyoruz. Biz birbirimizi değil de oyunu mu seviyoruz?

Bu sergi sadece kadın erkek ilişkileri ile ilgili işlerden oluşmuyor. İnsanın kendisiyle oynadığı hatta kendiyle oynanmış oyunları ele alıyor. Toplum içinde ayakta kalmaya çalışan yalnız bir insanın hikâyeleri de var, bir grup erkek ya da kadının da... Ben ilişkilerle ilgili olan kısmını yanıtlayım:

Sevmek kişisel bir eylemdir. Sadece sizi ilgilendirir ve eğer bir oyundan bahsedecek olursak bu ancak kendi kendimize bir oyun olur. İlişki dediğiniz an iş değişir. o zaman en az bir kişi daha gerekir ve oradan sonra artık bu sadece sizinle ilgili değildir. Evet bazıları oyunu sever. Bazıları oynarkenki kendini sever. Bazıları karşısındakini sever, oyunu sevmez. Bazıları sadece kendini sever. Bazıları, sevmez... O kadar çok çeşitli denklemlerdir ki... Neresinde olmak istediğinize bile kendiniz karar veremezsiniz çoğu zaman. İlişki; isterseniz "oyun" diyelim; canlı bir organizmaya dönüşür ve siz kendinizi içinde bulursunuz. Yutmuştur sizi :) 

Ozan Ünal

Malum pandeminin etkisinin devam ettiği bir süreçteyiz, sanat üretiminizde farklı bir deneyim oldu mu sizin için?

Bir kere herkes gibi birçok planımı değiştirdi. Örneğin bu sergi aslında geçen yıl açılacaktı ertelemiştik. Bu sene açmayı düşündüğüm sergi de seneye kaldı tabii. İstediğim kadar çalışamadım, çok kesintiye uğradı... İçerik anlamında ise tabii ki etkisi oldu ama bende hop bir şey oldu, pat yarın heykelini yapayım durumu yoktur. Bir figürün ağzına maske yapınca pandemi sanatı olmuyor yani... "dem"e inanırım. bu süreci yaşayacağım. Hissedeceğiz. Bu hissimi anlayacağım. ancak sonrasında bundan sonra üreteceğim işlere dolaylı ve direkt yansıyacaktır. 

“çünkü bu bir oyun” devam ederken gelecek projeleriniz hakkında bizimle neler paylaşabilirsiniz?

Dediğim gibi aslında uzun süredir üzerinde çalıştığım bir grup var "rüya anıdan sayılır mı "... Büyülü gerçekçi bir anlatım deniyorum. Demir beton ve paslanmaz çelik figüratif heykeller. "Gerçek"le sıkıntıları olan tipler. Rüyayı gerçeğin yerine koymaya çalışacak kadar çaresiz bazen... Bazen borderline bazen disosiyatif bozukluk hissettiren... Normal olmaya çalışırken yorulmuş tipler belki de. Yorucudur zira... Bu grup için, yüzün üzerinde karalamam var. Notları da kitap hâline getireceğim sanırım; sınırlı sayıda olabilir... Detaylar yapmayı düşünmüştüm, bu grubu ilk hayal ettiğimde... Heykellere göndermeler yapan küçük anekdotlar… Pandemide evde  geçirdiğim zaman artınca bolca yapabildim. Birçok ufacık heykelcik olacak ana heykellerin beraberinde... Hâlen üretmeye devam ediyorum bu grup için ve gelecek sezon sergileyebilirim umarım.

Ozan Ünal'ın eserlerini daha detaylı incelemek için web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

0
10318
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage