08 ARALIK, SALI, 2020

Gelecek Hakkında Spekülatif Mitler

Eserlerinde günümüzün mekanik dünyasındaki insan doğasının özünü ve robotik çağa içsel olarak taşıyacağımız özellikleri araştıran Eda Sütunç ile Sanatorium’da sanatseverlerle buluşan ilk kişisel sergisi “Gelecek Tezgahları” üzerine konuştuk.

Gelecek Hakkında Spekülatif Mitler

Disiplinlerarası bir üretim ağı içinde çalışan Eda Sütunç’un üç yıllık çalışmasının sonucu olarak SANATORIUM’da açılan “Gelecek Tezgahları” adlı sergisi geçmiş ve gelecek kodlarını fizyolojik gerçekler ve sezgisel durumlar üzerinden tartışmaya açıyor. Yerleştirme, video ve neon gibi birbirinden farklı üretimler ile kurgulanan sergi, geçmişin varolan birikimi ile birlikte gelecek hakkında duygular, kimlikler, cinsiyetler ve gelenekler üzerinden bir yaklaşım sunuyor. Eda Sütunç’un Ekmel Ertan’ın sergi metninde betimlediği post-medya kavramı üzerine şekillendirdiği, robotik hissizlik ve insani duyguları da temeline alan “Gelecek Tezgahları” sergisi 27 Aralık’a kadar SANATORIUM’da izlenebilir.

Sanatorium’da açılan ilk kişisel serginiz oldukça deneysel bir kurgu ile incelikle çalışılmış. Serginin “Gelecek Tezgahları” isminden başlayarak genel kavramsal çerçevesi ve biçimsel yönünden bahseder misiniz?

Sergi adını Sadie Plant’in “The Future Looms: Weaving Women and Cybernetics” adlı makalesinden alıyor. Bu makalede Plant; kadınların teknolojinin icat edilmesi, geliştirilmesi ve kullanılmasında tarihsel olarak sahip oldukları rolü ele alıyor. Kadınların bilimsel tartışmalara katılmalarına izin verilmeyen ve uygunsuz görülen bir dönemde Ada Lovelace’in Babbage’a gönderdiği mektuplarda tarif ettiği ve aslında bilgisayar tarihinde somut bir makinaya uygulanabilecek ilk bilgisayar programını geliştirme sürecini anlatıyor. Dokumayı bilgisayarın gelişmesinde bir metafor olarak kullanarak (bir ve sıfırın birbirine “dokunması” ile oluşan kod sistemi)bunu feminist bir metodolojik uygulama olarak ele alıyor. Web matrisini bağlantılar aracılığı ile inşa edilen bir kilime benzetiyor. Bilgisayarı bir dokuma simülasyonu olarak görerek birler ve sıfırların birbirine dokuması olarak tasavvur ediyor ve kadınları teknoloji tarihine yeniden yerleştiriyor.

​Bu makaleden yola çıkarak Haraway, Braidotti, Deleuze, Guattari ve çeşitli teorisyenlerden etkilenerek gelecek hakkında spekülatif mitler üretmek üzerine yoğunlaşmaya başladım. Bu yazarlardan aldığım fikirleri;kendi kültürel ve yaşam deneyimlerimle harmanlayarak yeni hikâyeler dokumaya başladım. Ağırlıklı olarak cinsiyet üzerine çalıştığım pratiğimde teknolojiyi bir araç olarak kullanarak, önerdiğim bir geleceği kodlamaya başladım. İşlerimde fikirler ihtiyaçları olan medyumu buldu, o nedenle de disiplinlerarası üretime sahip bir sergi gerçekleştirdim.

Eda Sütunç, Gelecek Tezgahları, Sergileme görüntüsü (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

Sergide hem sizin kendi videolarınızı izliyoruz hem de dijital olarak çalışılmış daha mekanik yerleştirmeler de izleniyor. İnsan ve makine arasındaki fizyolojik ve sezgisel ikiliği nasıl ele alıyorsunuz?

Ağırlıklı olarak performatif, izleyici ile anda olan pratiğimin tam ters bir yapıda; çok planlı ve kontrollü bir gelişme dönemi oldu. Bu planlı üretim ve sezgisellikten uzaklaşmış soğukluğunun farkına ancak bir süre sonra vardım. Duygularımdan uzaklaştığım ve makineleştiğim bir süreç yaşadığımın; ürettiğim eserin tamamen endüstriyel, soğuk ve duygusuz yapısı sayesinde farkına vardım. Kırılganlığımı ve hassas yapımı bu makineyi mükemmelleştirme süreci içerisine saklamış ve kendim de bu otomatize üretim hâlinde,hissetmediğim bir ben olmuştum. Gümüş renkler, makaralar ve makineler bana bir ritüel sağlıyor ve insan olma hâlimden uzaklaştırıyordu. Duygularım ya da düşüncelerim üzerine fazla odaklanmadan problem çözme üzerine çalışıyor ve kendimi eserlerden soyut bir araç ve zihin olarak konumlayarak üretiyordum. Videolarım ise bu farkındalık sürecinin sonrasını yansıtıyor. 

Kendime dönüp hissetmemek üzerine hesaplaşmaya girdiğim; hissetmemeyi ve daha çok da hissetmeyi reddetme hâlimi araştırdığım bir dönem. O nedenle senin bahsettiğin insan-makine ikilemini en çok videolarımda işliyorum.

Eda Sütunç

Sergi metnini de bir yapıt gibi oldukça deneysel biçimde kurgulamışsınız. Sergiyi odağa aldığımızda metni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sergi için yaklaşık üç yıl çalıştım ve içerisinde yer alan hiçbir eseri daha önce bir grup sergisinde göstermemiştim ya da paylaşmamıştım. Benim için takıntı hâline gelen baklavayı ya da cinsiyetsiz memelerin üretim sürecini yakın arkadaşlarım biliyordu ancak bütün süreci çok yalnız geçirdiğim için kimsenin detaylı olarak fikri yoktu. Normalde Haziran ayında gerçekleşecek sergi Covid-19 nedeniyle Kasım ayına ertelendi. Süreç boyunca zihnimde eserleri galeride canlandırsam bile sergi gerçekliğine tam da inanmıyordum. Atölye ortamında yalnızca eserler ve ben konuşuyorken,sergi fikri benim için eserlerin atölyeden mezun olması ve kendi otonomlarını kazanması anlamına geliyordu. Her eser üzerinde plan ve kontrol sahibi olduğum bir sürecin de sonuydu bu. Eserler artık kendileri benden bağımsız iletişim kuracaklardı. Benim için korkutucu bir süreç olsa bile aslında giderlerken bir koro eşliğinde onları galeriye yerleştirebileceğimi düşündüm.

​Deneysel olan bu sergi metninde dört yazarla beraber çalıştım ve eserlerin benden ayrılacağı bu süreçte onların sesinden güç aldım. Yalnızca sanatçı olarak benim eserleri nasıl gördüğüm ve okuduğum değil, onların nasıl yorumladığı ve görsel eleştirileri ile bir şarkı oluşturduk. Bu metin, serginin içerisinde yer alan eserlerin taşımasına izin vermediğim süreç kısmını da yansıtıyor. Süreç boyunca insan sonrası felsefe, teknoloji ve sanat ile ilgili düşünen birçok felsefeci ve yazarla iletişime geçtim. Bu kişileri çoğunlukla tanımıyordum ancak bana zaman ayırarak kendi bakış açılarını paylaştılar. Serginin arka planında gelişen bu paylaşımların, çeşitli ilişki ağları aracılığıyla işlerin kavramsal yapısını ve benim bakış açımı güçlendirdiğini düşünüyorum.

​Eda Sütunç, Baklava, 2020, Kinetik Heykel (Epoksi, baklava, krom askı borusu ve yay, motor, Raspberry Pi, Tel Kablo), 190 x 175 x 100 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

“Gelecek Tezgahları” ismini verdiğiniz serginizde, mekanın girişinde Baklava adlı mekanik bir yerleştirme eseriniz ile karşılaşıyoruz. Parçadan bütüne ulaşan bir estetikle gerçek baklava dilimlerinin epoksi malzeme içinde motif imgesinin ironisiyle sonsuza kadar kalıcı bir forma dönüştürüldüğü görüyoruz. Yapıtın kurgusal sürecinden, formal ve kavramsal yapısından söz eder misiniz?

Baklava ile ilgili ağırlıklı olarak düşünmeye ve denemeler yapmaya Sırbistan’da katıldığım bir konuk sanatçı programından sonra başladım. Bir ülkeye gittiğimde onların dilini ve kültürünü elimden geldiğince anlamaya ve iletişim kurmaya çalışırım. Yaklaşık on sanatçının bulunduğu bu konuk sanatçı programında sanatçılar arasında Singapur’dan gelen bir sanatçı ile en yakın ilişkimi kurdum. Yemek yemeyi çok seven arkadaşım en meşhur tatlılarını sorunca bir tabak baklava ikram ettiler. Baklavanın birçok kültürde çok önemli bir yer aldığını biliyordum ancak yine de biraz şaşırdım. Aynı zamanlarda en son canlı performansım olan Ağırlıksız Yük üzerine düşünüyordum. Bu performansta 9 saat boyunca yerde sırtımda bir bavul ile yatmıştım. Bavulun içinde yer alan ekranda bavulun içerisine taşlar düşüyordu. Bu taşların fiziksel bir ağırlığı yoktu ve elle tutulamıyordu ancak bavul 9 saat boyunca hiç kıpırdamadan yattığım yerde gittikçe ağırlaşmıştı. Performansın sonunda kendimi yerle bir bütün olmuş ve ağırlıktan gerçekten ezilmiş hissediyordum. Gün boyu kadınlar olarak harcadığımız duygusal iş gücünün ölçülemeyen ve görülemeyen yapısını bedenleştirmek istemiştim. Ben de bu süreçte üzerimdeki ağırlıkla ezilerek adeta yerle bütünleşmiştim. Görülmem ve üzerime basılmaması için etrafta görevli çalışanlar vardı. Ancak olmasaydı belki ben de o üzerine basıp pek de düşünmediğimiz,çoğunlukla kadınlar tarafından dokunan kilimlerden birine dönüşecektim. Bu his ve düşüncelerim ışığında, kilimler ve üzerlerindeki motiflerin tarihsel ve sembolik anlatımları üzerine çalışmaya başladım. Baklava da üzerine çalıştığım bu motiflerden biriydi. Çoğunlukla ataerkil bir hikâye anlatımına sahip bu motiflerden baklavanın düalizmi sembolize etmek üzere dokunduğunu öğrendim. Bu düalist anlatım ve dikotomik bakış açısı; benim bugün sahip olmak istemediğim, geleceğe ise hiç taşımak istemediğim bir geleneği sembolize ediyordu. Baklavayı motif hâlinden çıkarmak, elle tutulur bir objeye dönüştürmek istedim. Bu motifi adeta bir tuğla formuna getirerek saklamak ve cam gibi muhafaza etmekti amacım. Elle tutulduğunda yapış yapış bırakan, katman katman, şekerli baklava;ataerkil hegemonyayı benim için metaforlaştıran bir yapıya sahipti. Motif, elle tutulur, ağırlığa sahip bir yapıya sahip oldu. Her bir baklava tuğlası ise bu yapının içerisinde yaşamak zorunda olanların ağırlığını yansıtmaya başladı. Ağırlıksız Yük performansıma dönecek olursam bu performansta taşların fiziksel hacimleri değil yalnızca imgeleri mevcuttu. Buna karşın zaman içerisinde bavul ve ekran gittikçe ağırlaşarak bedenimde yükünü gösteriyordu. Baklava işinde ise bu motiflerin fiziksel olarak ağırlığı yok ancak hayatımızda çok büyük bir yüke sahip bir düşünme biçimini sembolize ediyor. Ben bu ağırlığı bu sefer fiziksel bir forma dökerek baklavaları boyutlandırmak hacimlendirmek ve ağırlık vermek istedim. Heykeli birleştirmek üzere denizci yayları kullandım. Biçimsel olarak baklavanın görsel olarak bozulmayacağı ve sonsuza kadar çürümeden yaşayabileceği bir kimyasal formül üzerinde yaklaşık iki sene çalıştım. Bu denemelerim sırasında henüz tam formülize etmemişken çürümeye başlayan baklavaları kilimin uç tarafına yerleştirdim. Bu kısımdaki baklavalar motorla hareket ediyor ve izleyicide bir uçma illüzyonu yaratıyor. İkili düşünme biçimlerini, bu düalist anlatımları,içinde bulunduğumuz ataerkil yapıyı geleceğe taşıyacak mıyız yoksa bu anlatım da gelecekte çürüyüp hayatımızdan çıkabilir mi?Hareket eden ve geleceğe giden kısımdaki çürümüş baklavalar bize bu anlatımların çürüyeceği önermesinde bulunuyor. Ancak kilim gerçekten hareket etmiyor ve de aslında sabit. Bu hareket ve uzaklaşma hâli şimdilik yalnızca bir illüzyon. 

Sergideki her bir eser bir bütünlük içinde izlenirken odaklandığı konular ise oldukça eleştirel.Acımadı ki ve Yapay Gözyaşları adlı performans videonuz var. Videoda kendinize tokat atıp, aslında çocuk oyunlarındaki bir cümleden de aklımızda gelen ironik bir yaklaşımla “acımadı ki” diyorsunuz. Diğer videoda ise gözünüzü yaşartacak yapay durumlarla ağlama hâlini izliyoruz. Bu iki videonun birbirine paralel olarak içeriğinden bahseder misiniz?

Acımadı ki işimde canım acısa bile çocukça bir inatla tekrar ederek “acımadı ki” dediğim ancak yüzümü tokatlamaya devam ettiğim bir video performansı görüyorsunuz. Duygularımız, bedenimize fiziksel acı kadar hızlı ve gözlemlenmesi kolay bir biçimde yansımıyor her zaman. Ben bu duyguları bedenime yansıtmak ama bir yandan da bu acıyı reddederek; robotlaşma ve hissizleşme sürecimi ortaya koymak istedim. Tam karşısında yer alan video Yapay Gözyaşları’nda ise bu duygunun bedenimde olan izini bulma amacı taşıyorum. Ancak bu kez fiziksel olarak görülen ağlama eyleminin duygusu eksik. Çeşitli metotlarla kendimi ağlatsam dahi duygusunu hissetmiyorum. Bedenim yalnızca fiziksel bir tepki olarak göz yaşı döküyor.

1.Eda Sütunç, Acımadı ki, 2020, HD video, Stereo, 03:11 (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

2. Eda Sütunç, Yapay Gözyaşları, 2020, HD video, Stereo, 07:03 (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

3,4,5.Eda Sütunç, Ağlayan, 2020, Epoksi, galvaniz boru, serum, iğne, 206 x 85 x 75 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

Sergideki çok boyutlu yaklaşım içinde izlenen, Cinsiyetsiz Memeler ise derinlik açısından dikkat çekici bir eser. Kimlik ve cinsiyet meselesini odağına alan dijital, anonim, geleneksel ve güncel çarpıcı bir harmana sahip olan bu eserden söz eder misiniz?

Cinsiyetsiz Memeler bedenin toplumsal cinsiyetini sorguladığım ve teknoloji aracılığı ile ataerkil hikâye anlatımının üzerine dokuduğum cinsiyetsiz bir gelecek anlatımı. Gelecek için dokuyacağım anlatımda kadın olarak kodlanan bedenlere ait memelerinin toplumsal alanlarda ve medyada sansürlenmesi üzerine çalışmak ve bedenleri toplumsal cinsiyetten arındırmak istiyordum. Her bedenin sahip olduğu memelerin erkek bedenlerde dokusu süt üretimi için gereken lobüllerden yoksundur. Bu farklılık nedeniyle kadın olarak algılanan bedenlerin memelerini açığa çıkarması sansürlenir ve çeşitli yasaklara tabiidir. Kilimlerde,kadınlar eli belinde motifi ile sembolize edilir. Kilimlerde kullanılan bu figür; annelik, doğurganlık ve verimlilik sembolüdür. Koç boynuzu motifi ise erkekleri temsil etmekte; kahramanlık, güç anlamlarına gelmekte ve kuvvet timsali olarak erkekliği sembolize etmektedir. Bu iki motiften ilhamla ürettiğim seramik alçılarda, iki motifin birleşiminden oluşan bir sembol ürettim. Bu alçı kilimlerde de okuyabileceğimiz ataerkil bir hikâye anlatımına sahip. Üzerinde ise duratrans baskı ile üretilmiş çeşitli meme kolajları bulunmakta. Bu kolajları Google araştırmaları ve porno sitelerinden topladığım çeşitli bedenlere ait memeleri yapay zeka ile yeni meme uçları üretecek biçimde kodladım. Enstalasyonda gördüğünüz meme fotoğrafları gerçek bir insan bedenine ait değil. Bu imajlar çeşitli cinsiyetlere ait memelerin bilgisini öğreterek yapay zeka ile bilgisayarda kodladığım yeni imgeler. O nedenle bir cinsiyete de ait değiller. Gelenekselin,ataerkil hikâye anlatımının üzerine teknoloji ile cinsiyetsiz bir gelecek dokuması.

1, 2. Eda Sütunç, Cinsiyetsiz Memeler, 2020, Yerleştirme: Işık kutusu enstalasyonu (H alüminyum profil, şerit led, 21 adet ışık kutusu: beton al.ısı, duratrans baskı), 235 x 223 x 2 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

3. Eda Sütunç, Cinsiyetsiz Memeler, 2020 Işık kutusu: beton alçısı, duratrans baskı, 19,5 x 21 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

Son olarak, “Gelecek Tezgahları” sergisi çok katmanlı açılımlar sunarak, günümüzün problematiklerini oldukça deneysel açılardan ele alıyor. Hisler, insan olma hâli, robotikleşme bugünün önemli negatif durumları aslında. Bu açıdan Ağlayan adlı eser robotik bir ağlama görüntüsünü hicivli bir itki ile sunarken, Aklımda hiçbir düşünce yok, kalbimde hiçbir duygu yok yerleştirmesi ise neonun rengi, izleyiciye sunulan koltuk ile kişinin yapıt ile bütünleşerek, onu tartabileceği semantik bir gösterge ile meditatif bir algı sunuyor. Bu açıdan bakıldığında izleyicinin daha hayati olan duygu ve sezgileri karşısında robotikleşen ve yok olan, yok olmaya başlayan algı yitimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ağlayan heykeli aslında ağlama eylemini bile mükemmelleştirmiş ve 7/24 ağlayabilen robot bir yansımamı sembolize ediyor. Her konuda mükemmel ve kusursuz olana ulaşmaya çalışırken ağlamak gibi bir eylem bile soğuyor ve başarılması gereken bir eyleme dönüşüyor. Robot hâlim bu eylemi hiç ara vermeden devam ettirerek hiç durmadan ağlayabiliyor. Meditasyon alanı ise adeta izleyiciyi içine saran, kaplayan bir alan. Deneyimleyecek olan kişinin iki duvarda izleyiciyi içine alacak biçimde yansımaları olan robot mantralarının karşısına oturması gerekiyor. İzleyici, ses meditasyonu ile robotik bir öğreti dinliyor. Dikotomik, ikili düşünme biçimlerinden arınma metotlarını öğreniyor. İki işte de mükemmelleşme ve kusursuz olma fikirleri mevcut. Bu mükemmellik ve kusursuzluk hâli robotların insanların gelenekselleşmiş ve toplumda eşitsizliklere yol açan fikirlerden daha üstün düşünmelerini de öğütlüyor.

-Eda Sütunç,Robotik Meditasyon Sandalyesi, 2020, Araba koltuğu, ferforje demir, Ipad, İki dilde ses parçası (Türkçe: 05:24, İngilizce: 06:08),

-Eda Sütunç, Aklımda hiçbir düşünce yok, kalbimde hiçbir duygu yok, 2020, Kırmızı neon yerleştirme, 69 x 146 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

-Eda Sütunç,No thoughts in my mind, no feelings in my heart, 2020, Kırmızı neon yerleştirme, 69 x 122 cm (Fotoğraf: Zeynep Fırat)

Keyifli, öğretici ve bu heyecan verici röportaj için teşekkürler.

0
12927
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage