22 EKİM, PERŞEMBE, 2015

Moriarty'yi Kurduğumuzda Hepimiz "Yolda" Okuyorduk

Her daim yolda olan şahsına münhasır grup Moriarty ile 25. Akbank Caz Festivali kapsamında 22 Ekim'de Babylon Bomonti'de gerçekleştirecekleri konserden önce bir söyleşi yaptık. 23 Ekim'de Bis Dine-Live ve 24 Ekim'de Eskişehir Peyote'de de sahne alacak grup ile Jack Kerouac'ın Yolda romanından, turne günlüklerinden, geride bıraktıkları 20 seneden ve son albümleri Epitaph’tan bahsettik. Folk, country, rock, blues türlerine, hatta tercihen tür gözetmeksizin müziğin iyisine meraklı olanlar, grubu canlı izleme fırsatını kaçırmasın.

Moriarty'yi Kurduğumuzda Hepimiz

Uyarı: Bu yazı bünyenizde kendinizi yollara vurma isteği yaratabilir. Yine de bu, Moriarty'nin yolda olmanın hiç kolay olmadığını yüzünüze vurmaktan çekineceği anlamına gelmez.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Moriarty'nin sorularımı üstünkörü yanıtlamayacağından emindim. Tektipleşmeye karşı durmak amacıyla The Missing Room albümleri için 2 bin adet özgün albüm kapağı tasarlayıp her birinin içine gazete kupürleri, eski setlist'ler, kopmuş gitar telleri, turnelerden çeşitli nesneler içeren zarflar yerleştirebilecek bir grup elbette röportaj sorularını iki satırda geçiştirmez veya menajerine cevaplatmaz. Sorulan soruları enine boyuna düşünüp üzerine kafa patlatır. Hem de her daim turnede, yollarda olmalarına rağmen. Tabii yolda olmak zihin açar veya mevzuya başka bir açıdan yaklaşırsak, algısı açık olan eninde sonunda kendini yollara vurmak zorundadır. Yolu bir şekilde Jack Kerouac ile kesişmiş kişiler, kentlerin mutlak devinimine rağmen yerleşik hayatta durağanlık ile arasına mesafe koymanın mümkün olmadığını, bir gün arkasına bakmadan kaçması gerektiğini bilir.

Moriarty in Tokyo ©Gen Murakoshi

“Moriarty İsmini Biz Seçmedik, O Bizi Seçti”

İsmini Jack Kerouac'ın Yolda (On the Road) romanındaki Dean Moriarty karakterinden alan Fransa menşeli grubun üyeleri Fransız, Amerikan, İsviçre ve Vietnam kökenli beş müzisyenden oluşuyor: Rosemary, Charles, Arthur, Thomas ve Zim. Hepsi de Moriarty soyadını kullanmayı kendi soyadlarına yeğliyor. Söz konusu Jack Kerouac olunca grubun hem Yolda romanıyla hem de Dean Moriarty karakteriyle kurduğu bağın sebebini merak etmemek imkansız.  Moriarty'nin kontrbasçısı Zim'in (Stephan Zimmerli) anlattıklarına bakılırsa Yolda romanına duydukları yakınlığın sebebi grup üyelerinin göçmen kökenlerine dayanıyor: "Dürüst olmak gerekirse Moriarty ismini seçmemizin sebebi grubu kurduğumuz dönemde hepimizin Yolda'yı okuyor olmamızdı; Moriarty de romandaki isimler arasında kulağa en hoş gelendi! Sanki biz ismi seçmedik de o bizi seçti gibi hissediyorum. Tabii ki Kerouac'ın edebiyatında bize dokunan pek çok şey fark ettik: Amerika'daki yol atmosferi, kent manzaraları, banliyöler, çöller. Toplumsal gerilim, kaçaklar, serseriler. Uzak diyarlardan gelip Paris denen muhafazakar, güzel ve bütünüyle durağan metropolde sıkışıp kalmış göçmenler olduğumuz için bu kitap hepimizde var olan bir özlemi, içinde bulunduğumuz vaziyetten kaçma isteğini somutlaştırdı."

Kurmaca bir karakter olarak Dean Moriarty'yi veya Beat Kuşağı'nın öne çıkan bir figürü olarak Neal Cassady'yi biraz olsun tanıyorsanız aklınızda ister istemez grubun müziğine veya tavrına dair bir beklenti oluşacaktır. Elbette sırf adı kulağa hoş geldiği için bu ismi seçmiş olamazlar ama Moriarty'den bir Neal Cassady pervasızlığı beklediğiniz takdirde düş kırıklığına uğramanız işten bile değil: "Neal Cassady / Dean Moriarty'nin bir karakter olarak etkileyici olduğu doğru; ama bana kalırsa, o daha ziyade bir anti-kahraman. Mesela bizim gruptaki hiç kimsenin onun yaşam tarzını taklit etmek veya onu kendisine model almak isteyeceğini sanmam. Dean Moriarty katıksız bir özgürlüktense kökten sorumsuzluğu temsil ediyor; agresif ve pervasız olduğu için insan onun cazibesine kapılıyor. Çoğu zaman çekilmez ve ölümüne bencil birisi; çünkü sınır tanımıyor. Delinin teki. Kerouac'ın bu romanı yazabilmek için feda ettiği, bir tür kalkan olarak kullandığı şeytani erkek kardeşi gibi." Anlayacağınız Moriarty, Beat Kuşağı'nı romantize eden veya onun daima rağbet gören asi şöhreti üzerinden prim yapmaya çalışan bir grup değil. Tabii bu açıklama yalnızca grubu henüz dinlememiş olanlar için; yoksa Moriarty'nin müziğine aşina olanlar grubun 20 senelik kariyeri boyunca altına imza attığı her şeye sinmiş derinlikten şüphe etmeyeceklerdir.

Moriarty'yi canlı izleme şansını yakaladıysanız sahnede teatral bir performans hissi yaratmalarının dışında grup üyelerinin gerçek anlamda "eşit" görüntüsü de dikkatinizden kaçmamış olmalı. Grupta öne çıkan bir figür yok; bu söylediğime vokalist Rosemary Standley de dahil... Bu nedenle Moriarty'nin müziğini "hakiki eşitlikten doğan kusursuz ahenk" sözleriyle tarif etmekte beis görmüyorum. Bu uyumu nasıl yakaladıkları ve bu tür bir iletişim kurarak modern grupların ve sahne şovlarının dinamiklerine meydan okumayı nasıl başardıkları Moriarty'ye dair merakımı cezbeden bir diğer konu. Önceki albümlerinde şarkı yazımı konusunda benimsedikleri anlayıştan bahsederken bu soruma da cevap vermiş oluyorlar: "Elektronik deneysel girişimler ile kolajlar içeren The Missing Room’dan sonra bir tribute albümü olan Fugitives folk, blues ve country müziğin öncülerine ve onların basit, vazgeçilmez şarkı yazma üsluplarına duyduğumuz minnetin bir ifadesiydi. Bir tür olgunluğun peşindeydik; provokatif veya zoraki olmaksızın klasik ya da geleneksel tınlamayan müzikler yazmanın... Bizim doğal, kolektif şarkı yazma üslubumuz gibi hissettirecek bir şeyin... Tercihen yedi müzisyenin tek bir kişiymişçesine yazmasının."

Moriarty devamlı yollarda ve yol fotoğraflarını da sık sık hayranlarıyla paylaşıyorlar

“20 Yıldır Aynı Saplantının Peşindeyiz”

Moriarty'nin son albümü Epitaph geçtiğimiz temmuz ayında yayınlandı. Halen elektronik müzikten uzak duruyor olmaları konser verebilecekleri mekânların olasılığını arttırdığı gibi Moriarty'nin kariyeri boyunca yarattığı sound'ta büyük değişiklikler olmasını da engelledi. Bana kalırsa grubun müziği çok büyük dönemeçlerden geçmemiş 20 yıllık istikrarlı bir yolculuk gibi. Benim için güvenli bir adres, neyle karşılaşacağımı biliyorum ama bu, sürprizlere hiç yer olmadığı anlamına da gelmiyor. Daha ziyade Moriarty'nin müziğinin doğrusal bir çizgide giderek olgunlaştığını gözlemliyorum. Bunları kendisiyle paylaşıp Epitaph’ın Moriarty diskografisinde nerede durduğunu sorduğumda Zim, yürüdükleri yolun düz mü döngüsel mi yoksa zikzak mı olduğunda kararsız kalıyor:  "20 yıldır birlikte çalıyoruz ve evet, bunca zaman sonra bile halen aynı hissin, aynı saplantının peşindeyiz. Form elbette değişti ama temeldeki metot aynı kaldı: Büyülü melodiler, ritmik translar, zıt sesler, yaşam ve ölüme dair hikaye anlatımıyla insanların içini ürpertecek şarkılar yazmaya ve çalmaya çalışıyoruz... Bu yolun doğrusal mı yoksa döngüsel mi olduğundan pek de emin değilim. Belki de yerkürenin çevresini dolaşan hayali, dümdüz bir yola benziyordur: Başlangıçta düz görünüyordur ama siz dünyada yol kat ettikçe aslında tam bir daire oluşturduğunu fark ediyorsunuzdur... Ve kendinizi yeniden başlangıç noktasında buluyorsunuzdur! Ama etrafında çekim oluşturan görünmez bir merkez noktası da var; tıpkı kara deliğin çevresindeki bir galaksi gibi. Komik olan aslında bizim mütemadiyen değişiyor olmamız. Uzaktan bakıldığında yol düz gibi görünse de aslında karşımızda sonsuz bir zikzak uzanıyor: Grubun yarısı özünde muhafazakarken diğer yarısının ise devrimci-anarşist olduğunu söyleyebilirim. Bazılarımız sade, açık sözlü, melodi ve sözlerde hemen göze çarpmayan ince yenilikler içeren oldukça klasik şarkılar yazmak istiyoruz. Sonra diğer müzisyenler bu eğilime düzeni yıkarak; yapıbozum, deneysellik ve yeni bir şeyler keşfetmeyi önererek karşılık veriyor. Bana kalırsa Epitaph bu gerilimin iyi bir örneği: Bu mücadeleye direnç gösterip albüme girmeyi başarabilen parçalar her iki itici gücün sentezine erişebilenler oldu."

Daha önce de söylediğim gibi metafor olarak "yolda" olma halinin hakkını felsefesiyle fazlasıyla veren grup bilfiil olarak da sürekli yollarda. 20 yıllık kariyerleri boyunca bu yol hayatının Moriarty'nin müziğini etkilemiş olması kaçınılmaz. Yolda olmak Moriarty'ye ne katıyor ve ondan ne götürüyor?: "2007 yılından beri neredeyse aralıksız olarak geniş kapsamlı turnelere çıkıyoruz. Geride bıraktığımız dokuz yıl içerisinde verdiğimiz en uzun ara 2010 yılında yaptığımız üç aylık bir tatilden ibaret. O yüzden evet, seyahat etmek hayatımızın büyük bölümünü kaplar hale geldi. Elbette bu tuhaf ve yapısı bozulmuş bir yaşam tarzı. Zaman zaman göçebeliğe de yakın duruyor. Belli bir anarşi duygusu ile zaman ve mekânda referans kaybı; durağan insan toplulukları ile kapalı devre kültürlere karşı bir mesafe, bir yabancılaşma. Müziğimizin bu hareketten etkilenmesi de kaçınılmazdı. Bence ikinci albümümüz The Missing Room dünyayı dolaşıp 300 konser verdiğimiz ilk turnemizde yaşadığımız tükenmişlik ile epifani, heyecan ile can sıkıntısı, ümitsizlik ile umut hissiyatından doğdu. Turne yalnızca olumlu enerji yaratmıyor. Aynı zamanda karşısında günlük direnç ve esneklik stratejileri geliştirmeniz gereken çetin, gerilim yaratan bir rutini de içerisinde barındırıyor. Turne esnasında grupta biriken gerilim albüm kayıtları, şarkıların düzenlemeleri ve performanslarımızda da hissedilebilir. Belirli bir karmaşa, parçalanma ve ara ara da enstrümanlar arasında ses savaşları var."  

Moriarty'nin resmi sitesindeki Telegrams bölümünde veya Facebook post'larında görebileceğiniz üzere grup turne boyunca gezi fotoğrafları ile notlarından oluşan bir tür günlük tutuyor; bir bakıma Yolda’nın Moriarty versiyonunu yazıyorlar diyebiliriz. Şimdilik yalnızca dijital olarak bölük pörçük tutulan bu günlükten bir gün daha kapsamlı bir şey çıkartacaklarına eminim, böylesine üretken bir grubun gözünün önündeki bu denli kıymetli ve zengin bir materyali ıskalaması olanak dışı. Bir gün bu notları bir kitapta toplamak veya bizim aklımıza bile gelmeyecek özgün bir biçimde bunlardan faydalanmak gibi bir planları olup olmadığını sorduğumda Zim öncelikle turne günlüğü fikrinin ortaya çıkışına dair etkileyici bir hikaye anlatıyor: "Evet, o turne günlüğü benim için hayati önem taşıyor. Esasen ben görsel sanatlarla ilgileniyorum; bu yüzden çizim yapmak, fotoğraf çekmek, yazmak daima benim günlük rutinimin parçaları olmuştur. Grupla beraber turnedeyken her gün bir şehirden diğerine, bir kıtadan öbürüne geçmek, her sabah farklı bir yatakta uyanmak normal yaşantımızdan öyle keskin bir kopuştu ki olan bitenin kaydını tutmak, zihnimde bir düzen oturtmak ve yerle bir olmuş zaman-mekân algımızda bir referans sistemi oluşturabilmek için turne günlüğünü tutmaya gereksinim duydum. Bir defasında haftanın altı gecesi çalıp her sabah yüzlerce kilometre yol kat ettiğimiz Fransa turnemizin ortasında grup üyelerine iki gece önce nerede çaldığımızı sordum. Ve hiç kimse hatırlamadı. Hem de hiçbir ayrıntıyı: şehri, mekânın şeklini, seyirciyi, konseri... Herkes başka bir cevap verdi.  O zaman fark ettim ki beyin ve bedenlerimiz yolun kaosu ve entropisi içinde dağılıp çözülüyordu. Sanki onca çaba, teptiğimiz onca kilometre, onca zaman, onca enerji buhar olup uçmuştu. Eskiz defterimi açtım, konsantre olup odaklanmaya çalıştım ve kayıp binanın bir planı ile bir bölümünü çizmeyi denedim. Sonra da o gün neler olduğunu, saat saat hatırlamaya ve not almaya çalıştım. Notlarımı doğru bir şekilde tamamlayabilmek elbette imkansızdı. Yine de bu teşebbüs bende zamanın erozyonuna karşı bir  mücadele hissi uyandırdı. Bir hayli ümitsiz, absürt ve beyhude olsa da gerekli bir mücadeleydi. Fotoğraflar, kağıtlara çizdiğim eskizler ile karaladığım notlar... Hepsi zamana karşı giriştiğim absürt oyunun bir parçası oldular."

Gelelim turne günlüğünün akıbetine: "Gelecek sene dokuz yıldan sonra ilk defa uzun bir ara vereceğiz. Bu arayı zaman içerisinde biriktirdiğimiz izleri toplayarak değerlendirmek istiyoruz. Muhtelif sesler, konser kayıtları, Hindistan veya Reunion Island yollarında yazdığımız halde henüz hiç yayınlanmamış şarkılar... Belki de bunlardan oluşan özel bir konser albümü yayınlarız. Fotoğraf, eskiz ve yazılardan da bu albümün görsel malzemelerini hazırlarız. Bir kitapçık serisi hayal ediyorum, bir araya toplanmış, her biri turnenin bir bölümünü anlatan: Fransa, Almanya, Londra/Birleşik Krallık, Kanada/ABD, Japonya/Hong-Kong/Tayvan, Avustralya, Hint Okyanusu, Orta Avrupa (Prag, Viyana, Budapeşte, Ljubljana), Hindistan ve tabii ki İstanbul!"

Bu demek oluyor ki 22 Ekim'de Babylon Bomonti'de veya 24 Ekim'de Eskişehir Peyote'de Moriarty'yi izlemeye giderseniz siz de bir fotoğraf karesine girebilir; kim bilir, belki turne kitapçıklarının bir parçası bile olabilirsiniz. Bugüne kadar hapishane, akıl hastanesi, transatlantik, harabe bir kale gibi alışılmadık mekânlarda konserler vererek adeta müzik-mekân ilişkisine dair kapsamlı bir araştırma yürüttüklerine inandığım grubun 25. Akbank Caz Festivali kapsamında sahne alacağı Babylon Bomonti'ye çok yakışacağını düşünüyorum. 1890 senesinde inşa edilen eski bira fabrikasının içinde bulunan Babylon Bomonti'nin öyle büyüleyici bir atmosferi var ki, ne zaman orada konser izlesem seyircinin müzik kadar mekândan da etkilendiğini gözlemliyorum. Son olarak konserlere gideceklere bir de tüyo vereyim: Duyduğuma göre Moriarty üyeleri seyirci ile konuşmayı seviyor ve seyircinin grubu tanımak için konser sonrasında vakit ayırmasını umuyorlarmış. Uzun lafın kısası, Bomontiada'nın avlusunda veya Eskişehir Peyote'nin bahçesinde kendilerine rast gelirseniz çekinmeden sohbet edebilirsiniz. 

0
9106
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage