
Paolo Sorrentino’nun Toni Servillo ile bir kez daha bir araya geldiği, görevinin son günlerindeki kurgusal bir İtalya cumhurbaşkanını merkezine aldığı yeni filmi La Grazia üzerine bir yazı.
Paolo Sorrentino’nun geçtiğimiz günlerde Filmekimi’nde izleme fırsatı bulduğum son filmi La Grazia, görevinin son aylarındaki cumhurbaşkanı Mariano De Santis’in onaylamasını beklenen iki af ve ötanazi taslağı ile imtihanını işler. Film hem hükümet hem de kişisel ölçekte merhametin sınırlarını sorgular. Ayrıca, cumhurbaşkanının hayatının her alanında dogmatik bir şekilde prensiplerine sıkı sıkıya bağlı kalması onu hayatta etkin bir karar almaktan alıkoyar. Dolayısıyla kendi geçmişi ve ülkenin de gidişatı içerisinde De Santis, kendi insaniyetiyle yüzleşmek zorunda kalır. Bu yüzden La Grazia, seyirciye merhamet, insaniyet, hukuk üzerine sorular sordururken Sorrentino’nun akılda kalıcı kadrajlarıyla yönetmenliğini konuşturduğu bir film hâline gelir.
Aksayan Eylemlilik
Film, cumhurbaşkanlığının son altı ayını yaşayan Mariano De Santis’in iki af ve bir ötanazi taslaklarıyla imtihanını işler. Mariano De Santis, hukukçu geçmişi nedeniyle hukuki metinlere sıkı sıkıya sarılıdır. Dolayısıyla, af yasasına ve ötanaziye sıcak bakmaz. De Santis görece uyumlu bir cumhurbaşkanı olarak tanınsa da eylem almakta güçlük çeken bir cumhurbaşkanı olarak tanımlanır. Bu eylemsizliği, kendi kişisel hayatında yaşadığı iletişimsizliklerin onu mesafeli kılan kişisel yönüyle de paralellik taşır.
Film, bir anlamda hukukun sınırlarını sorgular. Hukuk nedir? Hukukun dediği her şey uygulanmalı mıdır? Hukuk muktedirlere göre nasıl şekil alır? Kişiler gerçekten hukukun önünde eşit midir? gibi sorularla film seyirciyi baş başa bırakır. Zira film, eylemlerin arkasındaki sebepleri göz ardı ederek yalnızca hukuki maddelere sarılarak hareket etmenin sonuçlarını derinlemesine sorgular. De Santis’e hayat veren Toni Servillo, cumhurbaşkanlığının getirdiği ağırlığı, iletişimsizliği, zamanın ruhuyla imtihanı ve duygusal gerilimlerini minimal ama etkili bir oyunculuğuyla ustalıkla sergiler. Kızı Dorothea’nın kendi hayatını göz ardı edip babası Mariano’nun baş danışmanı olarak çalışması ve Dorothea’nın ötanaziyi savunması da nesiller arası kuşak çatışmasını gösterir. Anna Ferzetti’nin Servillo’yla uyumlu oyunculuğu da Sorrentino’nun oyuncu yönetiminde ne kadar mahir olduğunu gözler önüne serer.
Daria D’Antonio’nun görüntü yönetmenliğini üstlendiği, cumhurbaşkanının kaldığı mülkü Roma dönemini hatırlatan görkemiyle yansıtırken ışıkta ve renkte kullandığı yoğun kontrast; mekân, nesne ve karakter kompozisyonunu içeren mizanseni kadraj içerisinde karakterlerin arasındaki mesafe, sıkışmışlığı metne hizmet edecek şekilde yansıtır. Kütüphane rafları, kapılar, diğer çerçevelerin kullanımı; Mariano’nun omuz planda sırtı kameraya dönük bir şekilde yansıtılması da karakterin iç dünyasının izdüşümü hâline gelir. Böylece görsel ritmi, ele aldığı temaların yoğunluğunu yansıtacak şekilde sakin ama yüksek bir seyirde izler.
Merhametin Sınırları
Dikkat: Yazının buradan sonraki kısmı filme dair sürpriz bozan ayrıntılar (spoiler) içermektedir!
La Grazia, başta partnerlerini öldüren iki kişinin affına yönelik taslağı gözler önüne serer. Bir kadın, kendisine sistematik şiddet uygulayan sevgilisini “hasta” olduğu için uykusunda öldürür. Diğeri ise, saygın bir tarih öğretmeniyken Alzheimer olan eşini öldürür. Dorothea, iki tarafı da ziyaret eder. Film, ötanazinin yasal olmadığı İtalya’da insanların, aile içi yahut ilişki şiddetlerinde hukukun mağdurları koruyamamasının bireyleri “kendi hukuklarını yaratma”ya ittiğini ifade eder. De Santis’in ötanazi taslağını onaylamaması, duruma salt cinayet olarak yaklaşmasından kaynaklanır. Ne var ki, bu yaklaşım bireyin kendi öz iradesini, hukuk önündeki haklarını pratikte yok saymasına neden olur. De Santis için dönüm noktası atı Elvis’in can çekişmesidir. Elvis ismi de bu anlamda düşündürücü. Zira ismini veren Elvis Presley, gençliğinde müziği ve giyinişiyle kitleleri sürüklerken son yıllarında sağlık problemleri ve zamanına ayak uyduramaması nedeniyle başarıyı yakalayamamıştır. Hâliyle 42 yaşında ölmüştür. At olan Elvis de zamanında çevik ve kuvvetli bir atken, sahibi De Santis gibi artık geçmişin kalıntısıdır. De Santis’in geçmişe saplantısı Elvis’in can çekişmesine neden olur.
Ayrıca kendi karısının yasını atlatamaması ve karısının kendisini aldattığı kişinin peşinden koşması ve kadının aldattığı kişiyi öğrenmesi De Santis için bir başka dönüm noktası. Ancak günün sonunda sevgi merhametin belirleyicisi olur. İnsan, eylemini sevgiden ötürü gerçekleştirirse merhametin alanına girer. Bunun tersinde sevgiden türemeyen eylemler merhamet sınırlarının dışında kalır.
Tüm bu dönüşümler ve yüzleşmeler Mariano De Santis’in geçmişiyle barışıp hukuki metinlerin sorgulanmayan katılığından çıkarak insanlarla temas etmeyi öğrenmesini sağlar. Merhamet, ancak sevgiyle sınandığında sınırları tanımlanır. Bu durum, Kant'ın ödev ahlakında eylemin salt yasalara uygunluğundan (hukuk), Schopenhauer'ın ise etik temelini koyduğu “yüreğin saf merhametine” (sevgi) doğru bir geçişi imlemektedir. Filmdeki kadın, şiddet mağduru olmasına rağmen sevgilisine duyduğu “sevgiyle” merhametin sınırlarını aşarak eylemini meşrulaştırmaya çalışırken; Alzheimer hastası eşini sevmeyen adamın eylemi, sevgi temelinden yoksun olduğu için merhamet alanının dışında kalır. Bu ikilik, merhametin sevgiyle bağını, onu basit bir yasal yükümlülükten (De Santis'in ilk yaklaşımı) çıkarıp, Levinas'ın “ötekinin yüzüne” duyulan mutlak sorumluluğa dayanan etik bir eylem hâline getirdiğini gösterir.
Değerlendirme
Nihayetinde La Grazia, De Santis’in yolculuğunu, yalnızca bir cumhurbaşkanlığı imtihanı değil, hukukun kalbindeki insani durumu, yani merhameti, sevgiyle tanımlama ve yasal zorunluluğun ötesinde bir etik eylem olarak yeniden keşfetme süreci olarak ele alır. Filmin temel söylemi, merhametin sevgiyle tamamlandığında eylemsizliğin ve kör hukukun kilitlerini açan yegâne anahtar haline geldiğidir. Bu yönüyle de La Grazia seyirciyi sorgulatan ve kimi zaman çeşitli duygulara sürükleyen bir yapıttır.