29 MART, PAZARTESİ, 2021

Bazen Akla Bir Fikir Gelir Ya!

13 Mart’ta Mubi’de görücüye çıkan Seni Buldum Ya!; bilgisayar kameralarıyla çekilmiş olması, oyuncuların sürekli farklı mekânlarda bulunuyor olması ve elbette Reha Erdem imzası taşıyor olmasıyla merak ediliyordu. Film, modern sinemanın en kuvvetli silahlarından olan sinematografiyi temele indirgeyerek, gücünü tamamen karakter etkileşimlerinden alıyor.

Bazen Akla Bir Fikir Gelir Ya!

Deneysel sinemanın niş bir izleyici kitlesi vardır. Dünyanın hemen her yerinde “çağının ötesinde” şeklinde addedilen filmleri bekleyen ve onlara ilgiyle odaklanan bu izleyiciler, mutlak “yeniyi” arar. Ama Seni Buldum Ya!’yı direkt “deneysel” olarak ele almak doğru olmaz. Elbette Türkiye sineması için yeni bir stile sahip olsa da, sinemadaki anlatımı yerle yeksan edip üstüne yepyeni katlar çıkmayı amaçlayan, gizli veya gizemli bir senaryo ve hikâyeye sahip bir film değil Seni Buldum Ya!. Yerine, Covid-19’dan ötürü evlere kapandığımız uzunca süredeki toplumsal değişimi kurcalayarak, Zoom toplantılarından ötürü ağrıyan boyunlarımızı biraz yorumlayarak ortaya çıkmış yaratıcı bir fikir. Yani hem bir nevi krizi fırsata çeviren hem de yaratıcı zihinlerle baskı ve stres dönemleri arasındaki ilişkiyi bir kez daha tartışmaya açan dikkat çekici bir iş.

Şöyle bir film platformlarına ve sosyal medyaya bakıldığında, filmde aradığını bulamayanların belki biraz daha fazla olduğu görülebilir. Bu, bir açıdan doğal. Zira Reha Erdem; sinemasında belirli bir tarz ve düstur oturtmuş, Türkiye sineması için otör kabul edilebilecek bir kalem ve göze sahip, sevilen ve bilinen bir yönetmen. Bir Erdem filmine giden seyirci, artık onu neyin beklediğini büyük ölçüde biliyor. Seni Buldum Ya!, ilk bakışta işte bu Erdem imzasından ıramış gibi görünüyor. Lakin durum böyle değil. Film; anlatılarındaki bütün ilerleyişin mutlak insan ruhundan beslendiği Erdem’in, belki de en “insani” filmi. Çünkü bu filmde diyalog ve iletişim haricinde herhangi bir başka itici güç yok. Has, hakiki, eldivensiz insan etkileşimi var. Fakat bunlar dijital ortamda gerçekleşiyor. Yani film, bütün varlığını bir zıtlık üzerine kuruyor aslında. Zıtlıklardan güç almayı da yer yer başarıyor, bazen ise “tam olmamış” hissettiriyor.

​Doğrusu, ben filmi sevdim. Aslında hiç de beklemiyordum sevmeyi, biraz önyargılıydım. Ama gayet güzel bir iş olmuş bence. Eksikleri de var tabii, salt övmek anlamlı olmaz. Yazının devamında onları da bulabilirsiniz.

Genelde birileri ne zaman kötü bir film izlese ama filme "kötü" dememek istese, "ya, sinematografisi çok güzel" der. İlk olarak "çekimleri hoş" gibi bir laf ediliyorsa o film düpedüz kötüdür, hiç çevresinden dolanmamak gerek işin. Çünkü konuşmaya değer başka bir özelliği yoktur, varsa da kuvvetli değildir. Şöyle içe işleyen karakter etkileşimleri üstüne inşa edilen filmlere hasret kalan sinema izleyicileri de gayet artmakta bu içinde bulunduğumuz dönemlerde. Seni Buldum Ya!, büyükçe eksikleri olsa da aranan bu tadı bir nebze verebiliyor. Çünkü bütün odak, diyaloglar üzerinden ilerleyen hikâyede.

Erdem, Seni Buldum Ya!'da sinemanın bugün yer yer göz boyayan o yanıltıcı makyajını kaldırıp çöpe atıyor. Filmi taşıyan yegâne şey, doğrudan insan ilişkileri. Böylesi bir denemeyi Türkiye sinemasında yapabilecek bir avuç insandan biri de anlatılarında insanı hep merkeze koyan Erdem tabii ki. Fakat bu sefer bu işi, biraz daha farklı şekilde yapıyor. Belli ki anlamlı bir arayış içine girmiş şu bunaltıcı virüs döneminde, güzel bir işe de vesile olmuş gibi bu arayış.

Sinemanın alametifarikası, elbette en teknolojik ve dinamik olan görsel sanat olmasıdır. Kamera hareket eder, ani cut'lar heyecan verir, görsel efektler şaşırtır ve/veya korkutur. Fakat sinemanın bir sanat olmasının esas sebebi, işlediği konular ve sordurttuğu sorulardır - ekrana yansıyan şekli şemali değil. Nitekim bu film o "öze dönüş"ü oldukça yumuşak bir minvalde olsa da başarıyor. “Gelecekte sinema böyle olacak, Erdem bunu bugünden görmüş” gibi fikirler ise biraz iddialı oluyor. Bunu kimse bilemez. Ama virüsle beraber her alanda olduğu gibi sinemada da bir arayış içine girileceğini söylemek çok da mantıksız olmaz. Umalım ki bu arayış, sonucunda izleyicinin ve sinema emekçilerinin işine yarasın. Genelde sinema devi şirketlerin çıkarına hizmet eden şeyler bizim faydamıza olmuyor tabii ama… Göreceğiz bakalım.

​Elbette bu kadar steril, politikadan uzak bir hikâye; içerdiği toplumsal doku bakımından öyle çok da övülmesi gereken bir yerde değil. Tabii zaten filmin büyük iddiaları da yok. Kısa süresiyle gayet eğlenceli ve "tatlı" bir deneyim sunuyor. Lezzetli bir uzun skeç gibi. Film belki yarım saat daha uzun olsa, bu kadar yoğun bir üst-sınıf içeriğine ve muhabbetlerine sahip olması nedeniyle sıkıcılaşırdı. Bu kadar burjuva karakterin filmi zaman zaman parodileştirdiği de aşikâr. Tadında bırakılmış. Zaten Erdem de bu parıl parıl parlayan aşırı burjuva dokuyu fark etmiş olacak ki, bunun izleyiciyi yormasından korkmuş ve bir de şiveli bir karakter de eklemiş filme. Ama bu da biraz sırıtıyor doğrusu.

Beni rahatsız eden şeylerden biri de dans leitmotif'i oldu. Sık sık tekrarlayan bu dans teması ve karakterlerin dans özelindeki muhabbetleri ve etkileşimleri "boşluk doldurucu" olmaktan öteye gidemiyor gibi. Sanırım karşılıklı ilişkilerin katettiği aşamayı sembolize etmesi için eklenmiş filme bu dans teması. Lakin aynı işi, birlikte eşlik edilen bir şarkı ya da karşılıklı kaldırılan bir kadeh de sağlayabilirmiş gibi. Yer yer bunları da görüyoruz filmde, Erdem filmde neyi aradığını ve bunu nasıl verebileceğini artık iyi bilen bir yönetmen. Bu da izleyiciye kolayca geçebiliyor işte böyle. Fakat aslında her karakterin kendisini uzun uzun anlatabildiği bu filmde böylesi bir dans tekrarına gerek yok gibi, çünkü karakterlere eklediği katman pek sınırlı. Üstelik o yukarıda bahsettiğim korkunç burjuva tablo için acımasız bir pekiştirme de olmuş karakterlerin ekseriyetinin böylesine dans sevdalısı olması. Diğer bir açıdan, bunun filmin parodileşmesine katkı sunduğu söylenebilir ve bu element kimilerinin hoşuna gidebilir tabii.

Senaryonun da pekâlâ “tahmin edilebilir” olması belki bir nebze demode gelebilir bazı izleyicilere. Fakat sinemada bazen varılacak yerin değil, gidilecek yolun mühim olduğunu hatırlamak gerek. Enerjisiyle ve müzikleriyle Seni Buldum Ya!, bence büyük bir şehrin renkli ve lüks bir sokağında yürümeyi andırıyor. Dediğim gibi, süresi de gayet ayarında. Zira arka sokaklar ve normal insanlardan böylesine kopuk olan bu yürüyüşün fazlası boğardı insanı.

Öte yandan, İstanbul kesitleri ve müzikale çalan sahneler de çok hoş görünüyor. Bu kadar yoğun ve sık diyaloglar içeren bir filmin şüphesiz ara sıra nefes alması gerek. Erdem bunu alışıldık bir teknik olsa da gayet estetik biçimde başarmış: İstanbul turu ve güzel müzik.

Oyunculuklar ise ara ara teatralliğe göz kırpsa da, genel olarak gayet derli toplu görünüyor. Özellikle Nihal Yalçın, hem becerileri hem de canlandırdığı karakterin albenisi itibariyle filmin en dikkat çekenlerinden.

​Yani toplarsak Seni Buldum Ya!, elbette eksikleri de olan hoş bir film. 

0
3937
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage