Zorlu PSM’nin her yaz düzenlediği ve uluslararası sanatçıları ağırladığı PSM Loves Summer by %100 Müzik konser serisi, bu yıl dördüncü kez müzikseverlerle buluşacak.
PSM Loves Summer by %100 Müzik’in dördüncü edisyonunda; 10 Haziran’da Anohni & The Johnsons, 18 Haziran’da breathe., 5 Temmuz’da Jessica Pratt, 2 Ağustos’ta Hurts, 6 Ağustos’ta Masego, 4 Eylül’de Luvcat ve 26 Eylül’de ise Barry Can’t Swim sahne alacak. Elektronikten indie’ye, soul’dan alternatif tınılara uzanan geniş bir yelpazeyle dünya müzik sahnesinin öne çıkan isimlerini ağırlamaya hazırlanan PSM Loves Summer by %100 Müzik serisi, 2025 yazında da türler arası köprüler kuran, duyguyu sesle birleştiren ve sahnede adeta birer deneyime dönüşen performanslara dinleyicileri bir araya getirecek.
Duygu yüklü vokaliyle çağdaş ruhani müziğin en özgün temsilcilerinden olan 2005’te I Am a Bird Now albümüyle Mercury Ödülü’nü kazanan ve 2016’da Hopelessness ile elektronik deneyselliğe yönelen Anohni & The Johnsons, 10 Haziran’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’ndeki performansı ile bu seneki edisyonu başlatacak. Avustralya’nın Sidney şehrinde, Sean Walker ve Andrew Grant tarafından kurulan breathe. 18 Haziran’da PSM Loves Summer by %100 Müzik kapsamında Zorlu PSM’de sahne alacak olan ikinci isim olacak. 1970’lerin folk geleneğini minimalist bir yaklaşımla günümüze taşıyan, akustik dokunuşlarıyla zamansız bir evren yaratan Amerikalı şarkıcı-söz yazarı Jessica Pratt, 5 Temmuz’da Zorlu PSM’de olacak. İngiliz synth-pop ikilisi Hurts, 2 Ağustos’ta Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde dinleyicilerle buluşacak. R&B, hip-hop, soul, caz ve Afrobeat’i yenilikçi bir potada eriten Masego, 6 Ağustos’ta Turkcell Sahnesi’nde enerji dolu bir gece yaşatacak. Romantizm ve eski usul rock’n’roll’u karanlık bir hikâye anlatıcılığıyla birleştiren Luvcat, 4 Eylül’de %100 Studio’da Türkiye’deki ilk konserini verecek. PSM Loves Summer by %100 Müzik’in finalinde ise, cazdan aldığı ilhamla elektronik dans müziğine duygusal ve ritmik katmanlar ekleyen Edinburgh doğumlu prodüktör, DJ ve multi-enstrümantalist Barry Can’t Swim sahne alacak. Dansa davet eden ritimleri duygusal geçişlerle buluşturan Barry Can’t Swim, 26 Eylül’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde Türkiye’deki ilk performansını sergileyerek serinin dördüncü edisyonuna görkemli bir kapanış yapacak.
PSM Loves Summer By %100 Müzik konser biletlerine Passo üzerinden ulaşabilirsiniz.
Zeyrek Çinili Hamam, Bizans sarnıcında gerçekleşecek mekâna özgü güncel sanat sergilerinden oluşan yeni bir program başlattı. Programın ilk konuğu ise “Murmurations” başlıklı sergisiyle Londra merkezli sanatçı Anousha Payne oldu. Sergi, 15 Ağustos’a kadar Zeyrek Çinili Hamam’da yer alan Bizans Sarnıcı’nda sanatseverlerle buluşuyor.
Zeyrek Çinili Hamam’ın Anlam de Coster küratörlüğündeki yeni programı Türkiye’de daha önce eserleri sergilenmemiş uluslararası sanatçıları İstanbul’da ağırlayarak, onlara Zeyrek Çinili Hamam’ın tarihine, mimarisine ve sembolizmine yanıt veren özgün işler üretme imkânı sunuyor. Dizinin ilk konuğunun olan Anousha Payne’in sergisi hem fısıltı hem de kuş sürülerinin senkronize hareketlerine gönderme yapan “Murmurations” başlığını taşıyor. Payne, bu projede kişisel anlatıların ve algıların görsel imgeleri nasıl şekillendirdiğine odaklanıyor.
Kişisel deneyimler, ritüeller ve kurgu arasındaki ilişkilerden beslenen Payne’in üretimi, ruhsal arayışları dini semboller dışında kalan kültürel anlatılar aracılığıyla ele alıyor. Payne, Zeyrek Çinili Hamam’ın sarnıcında yürüttüğü araştırmalar sırasında, taş yüzeylerdeki izleri ve işaretleri birer “fısıltı” gibi okuyarak onlardan yola çıkan hayali karakterler yaratıyor. Su izlerinden, aşınma desenlerinden aldığı kalıplar aracılığıyla, geçmişin hafızasını taşıyan figüratif formlar geliştiriyor.
İstanbul’u katmanlı bir yüzey gibi okuyan sanatçı, sarnıcın görünmeyen hikâyelerini kazıyarak açığa çıkarıyor. Bu yaklaşımı, hamamın alçı katmanları altındaki fresklerden ve restorasyon sürecinde ortaya çıkan sarnıcın kendisinden ilham alıyor. Sergide, geleneksel hamam taslarının ustalığını anımsatan dövülmüş pirinç, buluntu objeler, tekstil, tuval ve heykelsi malzemeler yer alıyor. Bu figürler, sarnıcın mimarisinden doğuyor; su ve zaman tarafından şekillenmiş, antik ya da mitolojik varlıklar olarak hayal ediliyor. Payne’in sezgisel üretim yöntemi, kazıma, inşa etme ve ekleme süreçlerini şiirsel bir yaklaşımla bir araya getiriyor. Bu yöntemle ortaya çıkan eserler, mekânla kurduğu diyalog üzerinden hem bireysel hem de kolektif hafızayı sorguluyor.
Fotoğraf: Hadiye Cangökçe
Kafka Kitap’ın yeni yetenekler keşfetmeyi ve edebiyatımıza özgün eserler kazandırmayı amaçladığı, bu yıl ilk kez düzenlediği Kafka İlk Kitap Ödülü, Barış Selim Uzun’un Kuzey Odanın Canavarları adlı romanına verildi.
Kuzey Odanın Canavarları’nın ödül alma gerekçesi “hayatın her alanının gözetlendiği bir evreni özgün bir anlatımla resmediyor” olması gösterildi. Ayfer Tunç, Deniz Yüce Başarır, Latife Tekin ve Sema Kaygusuz’un jüri üyeliği yaptığı, Mahir Ünsal Eriş’in ise jüri başkanlığını üstlendiği ödül, Barış Selim Uzun’un özgün anlatımı, derin karakter analizleri ve edebiyata taze bir soluk getiren yaklaşımı nedenleriyle tercih edilmişti.
Ödül 22 Mayıs 2025 akşamı Minoa Pera’da gerçekleştirilen bir ödül töreniyle sahibine takdim edildi. Kafka İlk Kitap Ödülü’nün jüri başkanı olan yazar Mahir Ünsal Eriş törende yaptığı konuşmada “Bu ödülle ulaştığımız romanlar önümüzdeki 10 yıl içerisinde okuyacağımız yazarları da belirliyor. Aslında bu bir yazar tecrübesi değil, bu bir okur tecrübesi. Bir okur olarak geleceğin yazarlarına yatırım yaparak önümüzdeki 10 yılın kütüphanesini belirlemeye çalışıyoruz. Kendi içinden sesini bulan ama sesini vermeyen yazarları keşfetmek gibi bir hedefimiz var. O yüzden böyle birtakım yetkin edebiyatçıları bir araya getirip ilk defa bir kitabı derleyip toplayan edebiyat heveslilerini okurla buluşturmak ve okura sunmak açısından çok önemli” diye konuştu. Kafka Kitap Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Soral Tamer ise yaptığı konuşmasında “Ülkemizde yapılan ödüllerde genelde hep tanınmış yazarlara ödül veriyoruz fakat burada yeni bir sesi duyabilmek çok kıymetli. Barış Selim Uzun gibi yetenekli insanları bulmak köklü kurumların görevlerinden bir tanesi. Bu ödüller de o yazarları daha çok insanla buluşturabilmek için çok önemli kapılar. Bunu yapabildiğimiz için gerçekten çok mutluyum” diye duygularını belirtti.
Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği, aynı zamanda başrolünü üstlendiği Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, bugün (23 Mayıs) MUBI’de yayına girdi.
Dünya prömiyerini yaptığı 81. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti (Ufuklar) Bölümü’nden Jüri Özel Ödülü’yle dönen yapım, ardından Adana ve Ankara Film Festivali’nde En İyi Film dahil olmak üzere çok sayıda ödül kazandı. Film, mevsimlik işçi olarak çalışan Eyüp’ün 15 gündür yevmiyesini ödemeyen ustabaşı Hemme ile yaşadığı kavgayı ince bir mizahla anlatırken, bir yandan da karakterin öfkesini, hak arayışını evrensel bir emek öyküsüne dönüştürüyor.
Siverek’in kavurucu güneşinin altında geçen hikâye, Hemme ile yaşadığı gerilim sonucu onu öldürmeye karar veren Eyüp’ün iç dünyasındaki gelgitleri ustalıklı bir mizahla yansıtırken, onun karşısına çıkan karakterlerle günlük yaşamın içinde bilgece anlar, türlü saçmalıklar ve sıradan güzellikler buluyor. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, izleyiciyi hem karakterin iç dünyasına hem de anlattığı bölgenin ruh iklimine dair derin bir yolculuğa çıkarıyor.
Vuslat’ın “Emanet/Troya” başlıklı yeni sergisi, Paolo Colombo küratörlüğünde, 25 Mayıs-25 Temmuz tarihleri arasında Troya Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Troya Kazısı Başkanı Prof. Rüstem Aslan ve Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük’ün davetiyle gerçekleşen sergi, Vuslat’ın yeni çalışmalarını izleyicilerin beğenisine sunacak. Homeros’un emaneti olan İlyada’dan aldığı ilhamla Vuslat bu sergide, izleyiciyi mit ve hafıza üzerine düşünmeye davet ediyor. Günümüz dünyasında yaşanan savaşların ve içerisinde kaldığımız kaosların bir bütün olarak kolektif hafızamızı nasıl şekillendirdiğini incelerken, 5000 yıl önceye dönüp bakıyor. Vuslat, ölüm korkusunun getirdiği yıkım, nefis mücadelesi ve sevgi kavramlarını sorguladığı eserleriyle bölgenin kültürel mirasını irdeliyor.
Güven, bağlılık, derin bir sadakat ve koruyuculuğun değerini ifade eden “emanet” kavramı Vuslat’ın sanat çalışmalarının odağında yer alıyor. 2023 yılında, köklerinden olan coğrafyada, Baksı Müzesi’nde gerçekleşen sergiyle Vuslat, “emanet” kavramı üzerine araştırmalarına başlamış, bu süreç eserlerine yansımıştı. Ardından “emanet”i 2024 yılında evine, yani İstanbul'a, MSGSÜ Tophane-i Amire'ye taşıyarak izleyicisiyle buluşturmuştu. Vuslat’ın yeni eserleriyle bu keşif, Troya Müzesi’nde yer alacak "Emanet/Troya”da kapsamını genişleterek evrenselleşiyor.
Künye:
1. İsimsiz I & II, 2023 Tuval üzerine yerel toprak ve taşlardan üretilmiş, yumuşak pastel ve doğal pigmentlerle karıştırılmış füzen, 210
2. Vuslat, Fotoğraf: Zeynel Abidin
3. Troya Müzesi, Çanakkale, Fotoğraf kredisi Osman Çapalov
Frances Stickley’nin yazıp Jessica Ciccolone’un resimlediği erken çocukluk döneminde arkadaşlık ilişkileri konusunu hayvanların dünyası üzerinden ele alan En İyi Arkadaşlarım adlı kitap Hülya Dayan’ın çevirisiyle Uçanbalık’tan çıktı.
5 yaş ve üzeri okurlara hitap eden bu kitap “en iyi arkadaş” kavramının hiçbir sınavla ya da yarışla sınanamayacağını da hatırlatıyor. Miniklerin duygu dünyasında dalgalanmalara neden olabilecek arkadaş paylaşımı sorununu içtenlikli bir anlatıya dönüştüren bu öykü; gerçek arkadaşlığın seçimlerden ziyade, sevgi ve emekle elde edilebileceğini gösteriyor.
Porsuk ile sincap birbirlerinden hiç ayrılmayan, sıkı fıkı iki arkadaştır. Aralarındaki sevgi gökteki yıldızlar kadar daimîdir. Ta ki yaz gelip de ormana yeni bir tilki taşınana dek. Tilki öyle samimi, öyle eğlenceli biridir ki herkes onunla zaman geçirmek için can atıyordur. Yaz mevsimi sona ererken, tilki sincaptan ''en iyi arkadaşı'' olmasını teklif eder. Sincap, porsuğun yanı sıra ikinci bir en iyi arkadaşa sahip olacağı için çok mutlu olmuştur. Oysa tilkinin arkadaşlık hakkındaki görüşü bambaşkadır...
Deneysel caz, çağdaş müzik ve post-rock arasında sınırları zorlayan Fransız topluluk Caravaggio, perküsyon topluluğu Strasbourg Percussions ile 27 Mayıs Salı akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda “RuptuR” başlıklı sahne projesini gerçekleştirecek.
RuptuR, müzik ile sahne sanatlarını tekil bir performansta buluşturuyor. Besteciler Benjamin de la Fuente ve Samuel Sighicelli tarafından tasarlanan bu kolektif yapıt, elektronik dokular, ışık ve perküsyonun bütüncül bir akışla iç içe geçtiği dört bölümlük bir ses evreni yaratıyor. Her bölüm, yaklaşık 17 dakika süren kesintisiz bir devinimle, izleyiciyi tek bir organizmaya dönüşen bu müzikal makinenin içine davet ediyor.
Performansta Caravaggio’yu Bruno Chevillon (elektro bas, elektronikler), Benjamin de la Fuente (keman, elektro gitar), Éric Échampard (davul, elektronik pad) ve Samuel Sighicelli (elektro org, analog synthesizer, sampler) temsil ederken; Strasbourg Percussions kadrosunda Théo His-Mahier, Lou Renaud-Bailly ve İstanbul doğumlu perküsyon sanatçısı Emil Kuyumcuyan yer alacak. Işık tasarımı Christophe Schaeffer, ses tasarımı Vanessa Court, teknik koordinasyon ise Laurent Fournaise imzası taşıyor.
Yaklaşık 75 dakikalık bu sahne deneyimi, mekân ve zaman algısını dönüştüren ritmik bir yapı üzerine kuruldu. Performans boyunca hipnotik tekrarlar, fiziksel tempolar ve duygusal yoğunluk bir arada işleniyor. Son bölümde ise bu ritmik yapı, yorgun düşmüş bir makine gibi aniden durarak izleyiciyi beklenmedik bir sessizlikle baş başa bırakıyor. RuptuR’un temelinde hem bireysel hem kolektif bir dayanışma, yaratıcı sorumluluk ve sezgisel bir yapım süreci yatıyor.
Künye: Ruptur, Musica 24 © Emma Rochefeuille
İBB Kültür ve İBB Miras’ın katkılarıyla düzenlenen, Troia’nın binlerce yıllık destanını iğneyle işlenmiş, dikişle anlatılmış görsel bir masala dönüştüren “Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman” sergisi, 25 Temmuz’a kadar Bakırköy Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.
Boreas Kadın ve Sanat Derneği’nin, Homeros’un İlyada destanının 24 sahnesine, 24 eşsiz kırkyama eseriyle yeniden hayat verdiği “Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman” sergisi, her biri el emeğiyle yaratılmış kırkyama eserlerinde sanat ve kültürel mirası buluşturuyor.
“Bazı hikâyeler vardır ki çağları aşar; dilden dile, gönülden gönüle aktarılır. Homeros’un ölümsüz eseri İlyada, böyle bir anlatıdır. Binlerce yıl önce Troia’nın surlarında yankılanan savaş naraları, aşkın ve ihaneti iç içe geçiren kader ağları, kahramanların sonsuzluğa uzanan izleri… Ve şimdi, Troia’nın destansı hikâyesi, “Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman” sergisinde iğne ve ipliğin büyüsüyle yeniden doğuyor.
2018 yılı, Troia’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girişinin 20. yılı olarak tarihe geçti. Kültürel mirasımızın bu önemli dönüm noktasında Boreas Kadın ve Sanat Derneği, Troia’nın evrensel hikâyesini sanatın diliyle anlatma sorumluluğunu üstlendi. Kadınların üretkenliği, sanatın dönüştürücü gücü ve kültürel mirasın korunması fikriyle yola çıkan Boreas Kadın ve Sanat Derneği, ‘Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman’ sergisinde İlyada destanının 24 sahnesine, 24 eşsiz kırkyama eseriyle yeniden hayat veriyor.
Kumaşların iplik iplik işlediği bu destan, yalnızca bir sanat sergisi değil; geçmişin dokusuna dokunma, mitolojik zamanların içinde bir yolculuğa çıkma fırsatı. Kırkyama, burada sadece bir el sanatı değil; zamana direnen bir anlatı biçimi, hafızanın desen desen işlenişi. Her dikişte bir savaşın yankısı, her motifte bir kahramanın gölgesi var. Aşil’in öfkesi, Hektor’un onuru, Helena’nın yazgısı ve Troia’nın kaderi… Hepsi, iğnenin ucunda yeniden şekilleniyor. Kumaş, bir kez daha tarih yazıyor.
Boreas Kadın ve Sanat Derneği’nin ilmek ilmek dokuduğu bu eserler, sadece geçmişin bir yansıması değil; kadın emeğinin, sanatın ve kültürel mirasın evrensel bir dile dönüşmesinin bir kanıtı. Bir zamanlar Homeros’un sözcükleriyle yankılanan destan, ‘Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman’ sergisinde muhteşem bir sanat görseli olarak izleyici karşısına çıkıyor. Her düğüm, geçmişin hatırasına; her desen, Troia’nın efsanesine açılan bir kapı… Çünkü bazı öyküler silinmez, sadece farklı ellerde yeniden hayat bulur.”
Pulitzer Ödüllü Elizabeth Strout’un anneler ve kızları arasındaki karmaşık bağları, sınıf ayrımının derin izlerini, hepimizin hayatımızın bir noktasında hissettiği yalnızlığı ve sanatın iyileştirici gücünü ele aldığı Benim Adım Lucy Barton, Elif Ersavcı’nın çevirisiyle Domingo Yayınevi’nden çıktı.
Dışarıda ışıl ışıl Chrysler Binası, içeride, hastane odasında ise Lucy Barton ve beklenmedik ziyaretçisi. İki kadın beş gün beş gece boyunca aralıksız konuşuyor. Biri geçmişe tutunmak isterken, diğeri her şeyden uzaklaşmak istiyor. Birinin yüzünde çocukluk yıllarından kalma bir gölge, ötekinin ellerinde alışkanlıkla sakladığı bir suçluluk var. Her şey ne kadar anlatılırsa anlatılsın, bir parça hep eksik kalıyor; ne kadar yaklaşmaya çalışsalar da, aralarındaki mesafe bir türlü kısalmıyor. Beş günün sonunda sabahın ilk ışıkları Manhattan’a vururken, odadan çıkınca ikisi de başka hayatlara, başka yalnızlıklara dönecek. Ama bu iki kadının, Lucy ve annesinin paylaştıkları, konuştuklarından çok konuşamadıklarının yüküyle hatırlanacak.
Galeri Selvin, 40. yılını galerinin kurucusu Selvin Gafuroğlu’nun uzun yıllara yayılan titiz çalışmaları sonucu hazırladığı, alanında tanınan 50 sanatçının İstanbul’daki atölyelerine ve üretim süreçlerine ışık tutan “İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye” adlı kitap ile kutluyor.
Türk çağdaş sanatının 50 öncü isminin İstanbul’daki atölyelerine keşfe çıkaran kitap, her bir sanatçının biyografisi, sanata yaklaşımı, atölyelerindeki doğal ortamları ve çalışma alanlarından fotoğraflarını bir araya getiren önemli bir başvuru kaynağı niteliğinde.
Kitap Naile Akıncı, Mehmet Pesen, Adnan Çoker, Özdemir Altan, Devrim Erbil, Mehmet Güleryüz, Muhsin Kut, Mehmet Aksoy, Tomur Atagök, Neşe Erdok, Mustafa Pilevneli, S. Saim Tekcan, Nur Koçak, Seyyit Bozdoğan, Alaettin Aksoy, Ali İsmail Türemen, Ergin İnan, Halil Akdeniz, Koray Ariş, Can Göknil, Berna Türemen, Mustafa Altıntaş, Hüsamettin Koçan, Hanefi Yeter, Ekrem Kahraman, Bihrat Mavitan, Resul Aytemür, Yusuf Taktak, Şahin Paksoy, Nedret Sekban, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Murat Morova, Yunus Tonkuş, Nejdet Vergili, Rahmi Aksungur, Kezban Arca Batıbeki, Serpil Yeter, Bedri Baykam, Alev Ermiş Mavitan, Maria Kılıçlıoğlu, İrfan Önürmen, Temür Köran, Feridun Oral, Akın Yıldırım, Zerrin Tekindor, Mehmet Uygun, Mustafa Horasan, Filiz Öztürk Doğan, Serdar Tekebaşoğlu ve Malik Bulut’un Türk sanatına ve İstanbul’a bıraktıkları izleri ortaya koyuyor.
Türk çağdaş sanatı keşfetmek isteyenleri, sanatçıların yaratım süreçlerini izlemeye davet eden kitap Türkçe ve İngilizce olarak yayımlandı. “İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye” kitabının tasarımını Engin Kafadar üstlendi. Kitaba 2016 yılında hayata veda eden sanat tarihçisi, sanat eleştirmeni yazar ve akademisyen Prof. Dr. Kaya Özsezgin de metinleriyle güç veriyor.
Selvin Gafuroğlu, 2009 yılında başladığı bu özel kitap projesine dair şunları söylüyor:
“Galeri Selvin olarak, çağdaş sanatın gelişimine katkıda bulunmak için 40 yılı aşkın süredir bir dizi etkinlik düzenliyoruz. Bu kitap da bu misyonu yerine getirme adına önemli bir adım olarak karşımıza çıkıyor. Sanat ortamında farkındalık yaratmak ve kültürel mirasımızı gelecek nesillere aktarmak amacıyla bu projeye önayak olduk.
“İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye” kitabı, Türkiye için, İstanbul için ve dünya çapında sanatseverler için önemli bir kaynak olma yolunda ilerliyor. Bu çalışma, Türk plastik sanatlarının gelişimi için büyük bir adım olup, Türk sanatçılarını global sanat sahnesine daha da yakınlaştıracaktır.”