
Yves Rocher Vakfı’nın “Plant for Life” (Yaşam İçin Ağaç Dikin) projesinden ilhamla, fotoğrafçı ve yönetmen Murathan Özbek’le birlikte hayata geçirdiği “Yanıbaşında” sergisi, 3-8 Aralık tarihlerinde FAAR Gallery’de sanatseverlerle buluşacak.
Yves Rocher Vakfı’nın, fotoğrafçı ve yönetmen Murathan Özbek ile hayata geçirdiği “Yanıbaşında” sergisi, doğa ile insan arasındaki görünmez bağları görünür kılmayı amaçlıyor. Sergi, izleyiciyi doğa ile insan arasında kurulan duygusal bir yakınlığa davet ediyor. Sanatçının önceki çalışmalarında da sıklıkla karşımıza çıkan ağaç teması, vakfın “Plant for Life” (Yaşam İçin Ağaç Dikin) projesinden aldığı ilhamla anlatının merkezine yerleşiyor. Özbek, sinematik anlatımını fotoğrafın dingin diliyle bir araya getiriyor; bakmak ile görmek, durmak ile hissetmek arasında köprüler kuruyor.
Sergide Özbek’e Ekin Bernay eşlik ediyor. Ekin Bernay bu kez anlamı ağaçların içinde, etrafında ve belki de en çok “yanıbaşında” arayan bir figür olarak izleyicinin karşısına çıkıyor. Sanatçı süreci “Ağaçlarla daha önce hiç bu kadar konuşmamıştım” diyerek özetliyor. “Yanıbaşında” ile izleyici de her karede bu sohbete şahitlik ediyor. Şahit olduğumuz bu içten diyalog ve duygu ortaklığından ağaçlarla dost olarak ayrılmaya davet eden sergi, doğaya yaklaşmanın yeni bir yolunu, ağaçlara duyulan içsel bir özlemin görsel anlatımını sunuyor.
Galeri Siyah Beyaz’ın temsil ettiği sanatçı Murathan Özbek’in “Yanıbaşında” başlıklı kişisel sergisi Yves Rocher Vakfı iş birliğiyle 3-8 Aralık tarihleri arasında FAAR Gallery’de ziyarete açık olacak. Sergi daha sonra halka açık olarak İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerdeki AVM’lerde dolaşacak.
Eğitimci yazar Ebru Köfter’in bahçelerine gelen minik kediler ile kardeşlik bağlarının farkına varan iki kardeşi anlattığı, Dilek Altıntaş Birben’in resimlediği kitabı Bahçemizin Misafirleri, Meraklı Tilki Kitaplığı’ndan çıktı.
Kitap 3 yaş ve üzeri okurlara kardeşlik bağlarının tanıdık ve en güzel hâllerini anlatıyor. Yaşadıkları temel sorunların üstesinden kolaylıkla gelebilen bu iki minik kedi, onlara da örnek oluyor. Öykü aynı zamanda, sokak hayvanlarının beklentilerini, yaşadıklarını, kendi dünyaları içindeki yaşayış ve disiplini işliyor.
“Bazen değişir tüm düşüncelerimiz.
Aynı yere baksak da bazen aynı şeyi görmeyiz.
Ama biliriz ki biz birbirimizi hep çok severiz.
Korktuğumda kalbimi rahatlatan mırlaman,
Afacanlık yapsam da beni koruman,
Bana en değerli hazinenmişim gibi bakman…
Biliyor musun kardeşim?
Sen benim arkadaşımsın hem de en sevdiğim.”
9-19 Nisan 2026 tarihlerinde gerçekleştirilecek 45. İstanbul Film Festivali’ne başvurular 10 Ocak 2026 tarihine kadar devam ediyor.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından ilk kez 1982 yılında bir sinema haftası olarak düzenlenen İstanbul Film Festivali, 9-19 Nisan 2026 tarihleri arasında N Kolay sponsorluğunda 45. kez gerçekleştirilecek.
Dünya sinemasının en çok ses getiren yapımlarından sinemamızın en yeni filmlerine, uluslararası festivallerde prömiyerini yapmış ödüllü yapımlardan klasiklere; taze keşiflerden usta yönetmenlerin unutulmaz başyapıtlarıyla kült filmlere uzanan geniş programı, söyleşileri, özel gösterimleri, festival sohbetleri ve Türkiye’nin ilk ortak yapım marketi Köprüde Buluşmalar’ı bir araya getiren İstanbul Film Festivali için başvurular başladı. Festival programında yer alacak filmler için son başvuru tarihi 10 Ocak 2026.
45. İstanbul Film Festivali başvuruları hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Fotoğraf: Salih Üstündağ
SANATORIUM, Sergen Şehitoğlu’nun “310 Sanatçı Portresi (2025)” başlıklı ABD’deki ilk kişisel sergisini 11 Aralık 2025 - 1 Şubat 2026 tarihleri arasında FIERMAN New York’ta sanatseverlerle buluşturacak.
Google’ın Arts & Culture arayüzünden toplanan veriler üzerine inşa edilen sergi, bilgi-enformasyon ayrımı ve bilginin hegemonyası ekseninde şekillenirken, listeler, görsel kültür ve sanat dünyası gibi kavramları sorgulamaya açıyor. “310 Sanatçı Portresi (2025)”, bir sanatçının kabul edilme koşullarının hangi yapılarla belirlendiğini listeler, sayısal veriler, enformasyon ve görsel çağ üzerinden ele alıyor. Bilgi-enformasyon ayrımının silikleştiği bu çağda, benzer başka alanlarda olduğu gibi sanat alanında da bu bulanık veriler, bireyin bir topluluk içinde (sanatçı olarak) tanınmasında belirleyici hâle geliyor. Sergi bu anlamda, “Sanat dünyasının” yerini dijital bir kabul sisteminin almasını ve kalıcılıkla özdeşleşen sanat tarihi yazımının hangi kabullerle şekilleneceğini düşünmeye davet ediyor.
2017’de ilk kez gerçekleştirilen bu sistematik projenin temel yönergesi, bu sergi kapsamında yeniden uygulandı ve elde edilen veriler, aynı düşüncenin farklı biçimsel varyasyonlarını oluşturuldu.
Sergen Şehitoğlu’nun “310 Sanatçı Portresi (2025)” başlıklı sergisi, çağın getirdiklerine kendi alanını referans alan bir alegori oluşturarak, Makyavelli’nin “Bilgiye sahip olan güce sahip olur” cümlesi üzerinden bir daha bakmayı öneriyor.
Behiç Ak’ın kentin yörüngesinde büyüyen bir hikâyenin izini sürdüğü ve geçmişten bugüne topluma çarpıcı bir bakış sunduğu yetişkin romanı İstanbul Senin Olacak, Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
40 yılı aşkın süredir karikatür, tiyatro, edebiyat gibi sanatın çeşitli alanlarında üreten usta yazar Behiç Ak bu kez yetişkinler için yazdı. İstanbul Senin Olacak, İstanbul'un yörüngesinde büyüyen bir hikâyenin izini sürüyor.
Şehrin bütün yolları, ihanetin, bekleyişin, edebiyatın, cevapsız soruların, sonuçsuz hesaplaşmaların, ümitsiz bir aşkın kesiştiği bir şiire çıkıyor; anıların ve geçmişin tozunu yutanlar, bir edebiyat kulübünde, zamansız bir yemek masasında buluşuyor. Bazen bir flanör, bazen bir zaman yolcusu, bazen de sahile vuran mısraları toplayan bir lodosçu edasında kentin içinde yürüyor. Sıkı sıkı sarıldığımız kimliklerimize, geride bırakamadıklarımıza, ölümsüzlüğe ve özgürlüğe dair çarpıcı bir toplumsal bakış sunuyor.
“Şehir mi onu fethedip köleleştirecek, o mu şehrin fatihi olacaktı? Ya da ikisi birden mi? Ödün veremezdi. Ne sahip ne de köle olmak istiyordu. Hayallere dalarak bu gizemli şehrin sokaklarında dolaşmak istiyordu sadece...”
Ödüllü oyuncu Cem Uslu’nun kaleme alıp sahneye taşıdığı Başka Hayat, 12 Aralık Cuma akşamı DasDas’ta izleyici karşısına çıkacak.
Başka Hayat ile kendi sanat yolculuğunun en çıplak, en cesur duraklarından birine imza atan Cem Uslu, bu kez kendi elleriyle yeni bir hayat kurmaya çalışan bir adamın, yalnızlıkla, suçlulukla ve akılla sınanan iç dünyasını sahneye taşıyor. Gerçek ile hayalin, umut ile çöküşün iç içe geçtiği bu hikâyede Uslu, insanın hem yıkımına hem de yeniden var oluşuna incelikli bir dille tanıklık ettiriyor.
11 Kasım Salı akşamı DasDas İstanbul’da prömiyerini yapan, 26 Kasım Çarşamba akşamı ise Baba Sahne’de izleyiciyle buluşan Başka Hayat, 12 Aralık Cuma akşamı DasDas’ta seyircisiyle buluşmaya devam edecek.
“Issız bir tepenin yamacında, sabahın ilk ışıklarına 1 saat kala… Doğacak güneşle birlikte Kâmil Osman Dilek’in hayatında yepyeni bir sayfa açılacak!.. Kâmil bize her şeyi anlatacak!.. Buraya nereden geldiğini, neden geldiğini ne umup ne bulduğunu ve en önemlisi: neden mutlaka anlatması gerektiğini!
Cem Uslu’nun kaleminden çıkan Başka Hayat, hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş inancın, inadın, umudun ve direnişin trajikomik hikâyesi.
Başka bir hayatın hayaliyle beyaz yakalı yaşamını ve büyük şehri terk ederek kırsala yerleşen Kâmil’in başından geçenler, hem bu yola giren herkesin başına gelebilecek kadar olağan hem de Kâmil’in bizzat Kâmil olmasından sebep, bir o kadar olağandışı. Hayalle gerçeğin, acıyla komiğin, yalnızlıkla kalabalığın iç içe geçtiği oyun, her insanın kendine en az bir kez sorduğu o meşhur ‘başka bir hayat mümkün mü?’ sorusunun peşinden gidiyor ve cevaplıyor da: ‘Evet, mümkün. Ama nasıl?..’”
Künye:
Yazan ve Yöneten: Cem Uslu
Oyuncular: Cem Uslu
Işık Tasarımı: Yasin Gültepe
Reji Asistanı: Zeynep Diker Özkaya
Oyun ve Yapım Asistanı: Yeşim Toplu, Taha Berk Kaya
Prova ve Oyun Fotoğrafları: Irmak Yılmaz
Afiş Fotoğrafı: Sinan Arslan
Afiş Tasarımı: Sıla Sert
Yürütücü Yapımcı: Selin Dağlıoğlu
Yapımcı: Serkan Ortaç
Yapım: NO Yapım
Galeri / Miz, “Dönüş” başlıklı grup sergisini 9 Aralık 2025-9 Ocak 2026 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“Dönüş” sergisi; Beyza Boynudelik, Delal Eken, Huri Kiriş ve Seydi Murat Koç’un birbirinden farklı yaratıcı süreçlerden geçerek farklı teknik ve materyallerle üretilmiş çalışmalarını bir araya getiriyor.
“Dönüş” sergisi izleyiciyi; doğa ile insan, ilerleme ile kayboluş, yapı ile yıkım arasındaki ince çizgiyi görünür kılmayı ve bu ilişkiyi merkeze alarak çevremizdeki yaşam formları ve medeniyet arasındaki bağlantılar üzerine düşünmeye davet ediyor. İnsan ve doğanın aynı metabolizma içinde varlık gösteren bir anlayışın sınırlarını araştırıyor. Doğa ve insan arasındaki hiyerarşik ilişkiyi sorgularken doğayı ne temsil edilecek bir yüzey ne de romantize edilecek bir alan olarak ele alıyor, aksine doğanın bizden bağımsız var olan kendi düzenine ve içkin enerjisine odaklanıyor. Sanatçılar bu düşünsel zemini farklı biçimlerde görünür kılıyor ve modern insanın doğa karşısındaki konumunu yeniden düşünmeye davet ediyor.
“Kehre; Almanca bir kelime olup doğrudan çevirisi dönüş, yön değiştirme anlamına gelir. Heidegger, felsefi bağlamda bu kelimeyi ‘varlık ve zaman’ üzerine düşüncesinde bir dönüm noktası olarak kullanır. Heidegger’e göre Batı düşüncesinde insan, doğayı ve varlığı kendisinin hizmetine ve merkezine alarak bir ‘araçsallaştırma’ eğilimi geliştirmiştir ve bu yaklaşım modernitenin ve akıl çağının temelini oluşturmuştur. Heidegger Kehre’yi bu akışın değiştiğini, insanın varlıkla ilişkisini tersine çevirdiği bir dönüş anını temsil etmekte kullanır. Bu dönüş anı, insan-merkezli bir bakıştan varlık-merkezli bir farkındalığa geçişi ifade eder. Bu aynı zamanda, modern aklı aşma ve varlığı kendi hakkıyla düşünme çabasıdır. İnsan artık varlığı kontrol eden değil, tanıklık eden bir konumda durur.
Modernite ile birlikte insanın kendi iç ritmine karşıt akli bir çağın adımları atıldı. Doğanın kendi dinamiğinin içinden bakabilme kapasitesini, aklın ilerlemeci zamanı geçmeye başladı. Doğa insanın düşünsel haritasında nesneleşti ve insan doğayı kendisi için tanımladı, anlamlandırdı, ölçtü, kategorize etti, dönüştürdü.”
Dag Solstad’ın ilk kez 1984 yılında yayımlanan Akıl Almaz Olanı Anlatma Girişimi’nde adlı romanı Banu Gürsaler Syvertsen’in çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Akıl Almaz Olanı Anlatma Girişimi’nde, modern toplumda entelektüelin yeri, sıradan bir varoluşun içinde anonimleşme arzusu ve erkekler arasındaki suç ortaklığı gibi gözde temalarını kara roman ve melodram gibi popüler türlerin yardımıyla irdelerken yazar olarak kendini de anlatıya dahil ediyor.
Mimar ve toplu konut planlama müdürü Arne Gunnar Larsen eşini, çocuklarını terk eder ve bir zamanlar meslektaşlarıyla birlikte tasarladığı, Oslo’nun dışındaki uydukente taşınır. Ancak insanlığa yaraşır bir yer olacağını hayal ettiği uydukentte, zamanla kendiliğinden ortaya çıkacağına inandığı kolektif ve zengin hayatla değil, insanların birbirinden yalıtılmış yaşamlar sürdüğü, materyalist ve kasvetli bir gündelik gerçeklikle karşılaşır. Larsen bir süre sonra karşı komşusu Ylva ve Bjørn Johnsen’le yakınlaşacak, Ylva’nın çekimine kapılmasıyla arkadaşlıkları tuhaf bir yön alacak, hepsinin hayatı geri dönülmez bir biçimde değişecektir.
Türkiye Tiyatro Vakfı (TTV) öncülüğünde Sivil Toplum için Destek Vakfı ve Türkiye Mozaik Foundation katkılarıyla hayata geçirilen arşiv sergisi “Tiyatro Hazinemizden”, 31 Ocak 2026 tarihine kadar Depo’da sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü vakfın kurucu başkanı Esen Çamurdan’ın, yardımcı küratörlüğünü Aylin Erkan ve Ceren Uyan’ın, tasarımını Sera Dink’in üstlendiği sergi, tiyatronun sadece sahnede değil; anılarda, belgelerde ve geçmişten bugüne taşınan anlatılarda da yaşayabileceğini gösteriyor.
Türkiye Tiyatro Vakfı’nın arşivinden özenle seçilen eserler; sicil defterlerinden kişisel notlara, maaş bordrolarından kurum içi yazışmalara, mektuplardan fotoğraflara, kitaplardan dergilere, sahne tasarımlarından afişlere ve karikatürlere, oyun metinlerinden çalışma notlarına kadar uzanan zengin bir çeşitlilik sunuyor. Aralarında Genco Erkal, Ergun Köknar, Behzat Butak, Ümit Denizer gibi tiyatrocuların; Genç Oyuncular, AÇOK gibi toplulukların ve dönemlerine damga vurmuş oyunların çeşitli belgeleriyle birlikte yer aldığı sergide ayrıca öykü, sürpriz belge ve görsel de bulunuyor. Ayrıca Türkiye’nin tiyatro belleğini boyutlandıran görüşmelerden oluşan Sözlü Tarih ve TTV’nin özel bir uygulaması olan Konuşan Fotoğraflar bölümleri görsel-işitsel öğelerle yaşayan bir arşiv deneyimi sunuyor.
Sergiye, tarihleri yakında duyurulacak ve tiyatro belleğimize farklı pencereler açacak beş söyleşi eşlik edecek: Uzun yıllar Genco Erkal ile aynı sahneyi paylaşmış sanatçıların deneyimlerini aktaracakları Genco ile Oynamak Bir Ayrıcalıktır; koleksiyoncuların tiyatronun kalıcılığını tartışacağı Tiyatroyu Biriktirmek; artık TTV’nin sloganına dönüşmüş olan Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek; Saitali Köknar’ın annesi Suna Pekuysal ve babası Ergun Köknar’la paylaştıklarını anlatacağı İnsanın Annesi Suna Pekuysal, Babası Ergun Köknar Olunca… ve tiyatronun olmazsa olmazı turnelerden anılarla sergiyi taçlandıracak Bir Gün Biz Turnedeyken.
“Tiyatro Hazinemizden”, bir bölümü ilk kez gün yüzüne çıkacak belgelerle tiyatronun belleğini harekete geçirerek, geçmişten günümüze uzanan tiyatro yaşantısını ve ruhunu bugünün seyircisine aktarmayı amaçlıyor. Tiyatromuzun değerli mirasını koruyamazsak neleri kaybedeceğimizi ziyaretçilere yeniden hatırlatmayı hedefliyor.
BüroSarıgedik, Aslı Özdoyuran’ın “Yuvarlak Sayılar” başlıklı kişisel sergisini 21 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Sergideki işler, aynı kökü paylaşan “mahkeme” ve “muhakeme” kelimelerinin çağrıştırdıklarından yola çıkıyor ve bu terimlerin birbirleriyle ilişkisini irdeliyor. Aslı Özdoyuran, duruşma salonlarından ve özellikle Silivri ve Çağlayan Adliyeleri’nden aklında yer eden mimari detaylara dayanan çizimlerinde, mekânın yeniden ürettiği ideolojiyi ve bu ideolojinin yarattığı şiddeti tanımlamaya çalışıyor. Çizimlere eşlik eden heykeller ise sanatçının gündelik konuşmalar sırasında duyduğu ve not ettiği kısa ifadelerden esinleniyor. Bu alıntılar, Özdoyuran’ın kişisel yaşamının yanı sıra, etrafında tekrar eden politik söylemlerin izlerini taşıyor ve sergideki işlere isimlerini veriyor. “Yuvarlak Sayılar” adalet duygusunu, ölçme biçimlerini ve konuşma diline sızan güç ilişkilerini araştıran bir düşünme alanı sunuyor.