21 ARALIK, SALI, 2021

Yenik Düşüyor Her Şey Zamana

Deniz Poyraz, yeni öykü kitabı Dünya Unutana Kalır’da sınıfsal eşitsizliğin, toplumsal tabakalaşmanın sosyal ilişkilerde yarattığı etkileri irdeleyen incelikli bir eser ortaya koymasının yanı sıra ülkemizin yakın geçmişindeki büyük hadiseleri küçük insanlar üzerinden hikâye ediyor. Çocukluğunu, ilkgençliğini doksanlı yıllarda geçirmiş Y kuşağının günümüzde unutmaya yüz tuttuğu detayları hatırlatarak zamanın geçişinin, akıp gidişinin önünde hiçbir olgunun duramadığının; bu sebeple de dünyanın unutana kaldığının altını çiziyor.

Yenik Düşüyor Her Şey Zamana

Deniz Poyraz’ın ikinci öykü kitabı Dünya Unutana Kalır, İletişim Yayınları tarafından yayımlanarak edebiyat okuruyla buluştu. Poyraz, ilk kitabı Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler’le yarattığı öykü atmosferinde karakterleri aynı mahallenin farklı evlerinde yaşıyormuş izlenimi uyandıran bir sahiciliğin hudutlarında dolaştırırken aynı zamanda sınıfsal duyarlılıkla örmüştü metinlerini. Dünya Unutana Kalır’da ise benzer bütüncül ve derinlikli yapı bu kez yerini şehir uzamından taşraya bırakıyor.

Dünya Unutana Kalır, “İstila”, “Zeliş”, “Nasip’in Günahı” ve “Canavarın Günü” isimlerini taşıyan uzun diyebileceğimiz dört öyküden oluşuyor. Öyküler arasındaki dokusal uyum, coğrafi unsurla sınırlı kalmayıp sosyoekonomik şartların yıprattığı hayatları da şiddetle yansıtır. Karakterlerini daha çok orta alt sınıfa mensup ailelerin çocuklarının var ettiği öyküler, iki binli yılların başındaki arabesk, karanlık ve kaotik havayı solurken bir kuşağın büyüme hikâyesi olanca yalınlığı ve çıplaklığıyla etkisi altına alıyor okuru. Bu bakımdan ele alındığında çocukluğunu doksanlı yıllarda geçiren herkese tanıdık gelecek anekdotlar öykülerdeki tarihi ve düşünsel zemini meydana getiriyor; yaşanan her şey ve her olay sonsuz zaman nehrinin sularında erimeye mecbursa eğer, dünya kime kalır? İşte Poyraz öyküleriyle bu soruya bir karşılık arayıp âdeta cevap veriyor.

“İstila” adlı öykü, 2001 yılı Türkiye’sinde ekonomik krizin tüm halkı pençesine aldığı döneme ayna tutuyor. Ülkenin siyasi tarihine geçmiş anayasa kitabı fırlatma hadisesinin bir kıvılcım gibi fitilini ateşlediği ekonomik krizden; işşsizliğin, borçlanmanın ve faizin ayyuka çıktığı günlerde başbakan Ecevit’e yapılan yazarkasalı protestoyla süregiden çalkantılı süreç, kurgunun hiçbir şekilde tökezlemesine fırsat tanımadan berrak biçimde sergiliyor kendisini öyküde. Ana ekseni Kırklareli’nde orta direk bir ailenin hikâyesi etrafında şekillenen “İstila”, arka plandaysa Türkiye’de bir devrin kapanıp yeni bir döneme girilmesini adım adım işler. Nitekim öykünün olay örgüsü çerçevesinde baba Sabri, anne Sevgi ve ilkokula giden Mesut’un yaşadığı eve konuk olarak gelip uzun bir süre burada kalan İlhan, Türkiye’de yükselen Siyasal İslam’ın sesini akseder:

“İlhan bir akşam, birtakım politika işleri anlattı Sabri’ye yemek sofrasında. Yeni kurulan bir partiden bahsetti. Erbakan Hoca’nın tedrisatından geçmiş; fakat onun dar vizyonunu, kısıtlı bir çevreye hitap eden kısır siyasetini çoktan aşmış adamlardı bu yeniler.” (DUK, s. 35)

İlhan karakteri, bağlı olduğu dinî oluşumun/cemaatin Trakya bölgesindeki temsilcisi konumundayken askerlik arkadaşı Sabri’yi ziyarete gelip evlerinde misafir olmasıyla ilk bakışta ailenin kara talihini tersine döndüren bir kimlikle çıkar karşılarına. 2001 Krizi’nin kepenk kapattırdığı binlerce esnaftan biri olan Sabri ve ailesinin yaşamı, İlhan’ın getirdiği refahla ve imkânla sınıf atlayacak derecede değişirken çok acı bir bedeli de beraberinde getirecektir. “Zeliş”te ise iki genç kızın birbirlerine duydukları hayranlıkla karışık aşk, çocukluğunun Trakya’sındaki kasabaya yıllar sonra dönen Mine’nin hatıralarından yansır. Mine karakteri, “İstila” öyküsünde de okurun karşısına sıkça çıkarak iki metin arasında mahalin dışındaki kesişim noktasını teşkil eder. “İstila”da Mesut’un gözünden gördüğümüz sınıf arkadaşı Mine; derslerinde başarılı, çok kitap okuyan biri ve ailesinin ekonomik düzeyi onunkinden çok daha iyi bir tablo çizerken “Zeliş”te Mine’nin iç dünyası, yaşantısı Mesut’un kısıtlı görüş açısından halka halka genişleyerek kendi akış seyrini bulur. Bu kez öykü, Türkiye’nin dünya kupası organizasyonunda unutulmaz başarılara imza atarak tarihi bir derece elde ettiği 2002 senesine götürür okurunu. Böylece Dünya Unutana Kalır, iki binli yılların başından aksettiği Y kuşağının büyüme hikâyesini bütünlüklü yapısından ve yakın geçmişe uzanan tarihsel dokusundan soyutlanmayarak sürdürür. “Zeliş” adlı öykü, Mine ve Zeliha karakterleri özelinde her ne kadar çocuksu heyecanları ve keşfetme arzusunu taşısa da kuir okumaya elverişli içeriğinden dolayı ayrıca önem kazanmaktadır. Mine ve Zeliha’nın birbirlerine duydukları dostluktan öte tutku, ikisinin yaşamlarının farklı iklimlerde filizlendiği dış bağlamdan ve sosyal gerçeklikten kopamayarak trajik bir görüntüyle kapatır perdesini. Bu noktada yazar, okurunun karşısında sınıfsal olanın ezici gücünü hissettirmek isteyen bir tavır sergiler.

“Nasip’in Günahı” başlıklı üçüncü öykü, hem kalabalık şahıs kadrosu hem de güçlü kurgusuyla son derece dikkate değer bir metindir. Potasında sıcacık bir dede-torun hikâyesi eritmiş olan “Nasip’in Günahı”, 2002 seçimlerinden sonraki süreci odağına alır. Artık Türkiye’de uzun yıllar boyunca devam eden istikrarsız koalisyon dönemi sona ermiş; yönetimdeyse kurulduktan bir sene sonra girdiği seçimden ezici üstünlükle çıkarak iktidarı tek başına devralmış yeni bir parti söz sahibidir. Gergin siyaset ortamının ve buhran dolu ekonomik krizlerin çevrelediği milenyum Türkiye’si, bir kurtuluş reçetesi addeder gibi sığınmıştır yeni iktidara. Bu durum, öykünün başat karakteri Umut ve dedesinin de aralarında bulunduğu köy kahvesinde toplanan ahalinin diyaloglarında rahatlıkla okunabilir:

“Eski hükümetin iş bilmezliği onlar canım kardeşim! Dur bakalım hele, sabret azıcık, adamlar iktidara geleli bir sene olmadı. Eskinin enkazını def etmek kolay mı? Hem şimdinin teklolojisi başka bi türlü. Yeni yeni filtreler icat olunmuş. Çatalca’da denediler, pırıl pırıl oldu derelerin çevresi.” (DUK, s. 97)

“Nasip’in Günahı” öyküsünün baş kişisi Umut, annesi ve üvey babasıyla Trakya bölgesindeki bir kasabada yaşayan; arkadaşlarına göre çok daha fazla olanağa sahip başarılı bir ortaokul öğrencisidir. Yaz tatilini geçirmek için baba tarafından dedesinin yanına, köye gelen Umut, kasabadaki okul arkadaşlarının arasında hem üvey babasının varlıklı durumundan hem de öz babasının sağ olmayışından dolayı dışarıda kalırken köye geldiğindeyse kasaba çocuğu damgası yediğinden mutlak bir yalnızlık içerisindedir. Tüm bu yalnızlıkların, hor görülmelerin ekseninde dedesiyle arasında güçlü bir bağ bulunan Umut’un, onunla ettiği sohbetlerin satır aralarında öz babasının aydın bir solcu olduğunu ve devrimci kimliğinden ötürü gördüğü işkencelerin ölümünü hazırladığını öğreniriz.

“‘Düzelmez oğlum,’ derdim, ‘düzelmez bu memleket, çok düşünen erken ölür, dünya unutana kalır. Düşünme.’ Dinlemezdi. ‘Onlar topraktan öğrenip kitapsız bilenler baba,’ derdi… Bak bakalım… Hangisi hatırlar şimdi seni, o kitapsız bilenlerin… Herkes el köy olur düşünce… (...)” (DUK, s. 111)

“Canavarın Günü”, işleniş itibarıyla Orhan Kemal’in Grev adlı kitabındaki “Mahalle Kavgası” başlıklı öyküsünü anımsatan bir yoğunluk arz eder. Orhan Kemal’in söz konusu öyküsünde vuku bulan her karakterin kendi dertlerine gömülerek etraflarındaki diğer insanların çektikleri sıkıntıları hiç duymayan hâlleri, ‘Babil Kulesi’ metaforuyla oldukça çarpıcı biçimde sağlanırken “Canavarın Günü”ndeyse ‘canavar’ metaforu öykü karakterlerinin her birinin canavarının değişkenlik gösterdiği kargaşa yüklü bir durumu meydana getirir. Buna göre öykünün başat karakterinin zihninde canavar, gazetelerde okuduğu üzere gündelik yaşamın içinde insanlara zarar veren devasa bir yaratık olarak canlanır. Öykünün başkarakteri bu canavarı en büyük dinozorla özdeşleştirerek kurgularken aslında metindeki diğer kişilerin her birinin hayatındaki hususi canavarını okuruz. Bu kimi zaman öykü başkarakterinin yaşadığı mahalledeki serseri ve hırçın Sinan’ın sahip olmak istediği Dogo cinsi köpek olurken kimi zamansa öykü başkarakterinin babasının arkadaşı Tuğrul’un kendisine uyku uyutmayan bebeği olur. Bazen gazetelerde ve haber bültenlerinde adı geçen trafik canavarı tanımlar; bazen de minibüslere, gıda ürünlerine yapılan zamlar tamamlar toplumun canavar algısını. Ancak canavar metaforu, en çok yoksul insanların hayatında kendisine yer bulur; çünkü yükselen enflasyon değerleri ve geçim zorluğu çoğunluğun esas canavarıdır. Tıpkı diğer öykülerdeki gibi sınıfsal eşitsizliğin ortaya koyduğu keskin kontrast, burada da açıkça gösterir kendisini. Öykünün başkişisi, Umut’la aynı okulda ve aynı derslikte öğrenim görmektedir; böylece “İstila” ve “Zeliş”in kavşak bölgesini vücuda getiren ortak karakter olgusu,  “Nasip’in Günahı” ve “Canavarın Günü” özelinde de karşımızdadır. “Nasip’in Günahı” adlı öyküde duygularına, düşüncelerine ve yaşantısına tanıklık ettiğimiz Umut karakterini, “Canavarın Günü”nde ortaokuldaki arkadaşlarının ailelerine nazaran maddi imkânı fazlasıyla iyi; oyuncakları, eşyaları kıskanılan ve derslerinde başarılı yönleriyle takip ederiz. “Canavarın Günü”, zaman ve mekân bağlamında da diğer üç öyküyle eşsiz bir tutarlık sergiler. Nitekim metin, iki binlerin başında cezaevlerinde mahkumların açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri gerçekleştirdikleri kaotik, buhranlı günlerden kesitler sunarak seyir alırken Y kuşağının büyüme hikâyesini tezahür etmeyi sürdürür.

Sonuç olarak Dünya Unutana Kalır, sınıfsal eşitsizliğin/toplumsal tabakalaşmanın sosyal ilişkilerde yarattığı etkileri irdeleyen incelikli bir eser olmanın yanı sıra ülkemizin yakın geçmişindeki büyük hadiseleri küçük insanlar üzerinden hikâye etmeyi ihmal etmiyor. Çocukluğunu, ilkgençliğini doksanlı yıllarda geçirmiş; ‘Y kuşağı’ şeklinde adlandırılan 1981 ve 1996 yılları arasında doğmuş bireylerin günümüzde unutmaya yüz tuttuğu detayları hatırlatarak zamanın geçişinin, akıp gidişinin önünde hiçbir olgunun duramadığının; bu sebeple de dünyanın unutana kaldığının altını çiziyor.

0
3782
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage