03 EYLÜL, PERŞEMBE, 2020

“Anlatmaya Değer İnsan Hikâyelerini Bulmaya Çalışıyorum”

Ahmet Büke ile çocukluğun güzel anılarını, masum duygularını anımsattığı, yetişkinlerin karmaşık dünyasına bir çocuğun gözünden baktığı dört hikâyeden oluşan “Zeyno Kitapları” serisini konuştuk.

 “Anlatmaya Değer İnsan Hikâyelerini Bulmaya Çalışıyorum”

Ahmet Büke, yetişkinler için kaleme aldığı öykülerden sonra çocuklar için de anlatacaklarım var diyerek yazmaya başladığı Zeyno Kitapları serisinde dördüncü kitaba ulaştı: Eyvah, Babam Şiir Yazıyor!, Annemle UzaydaNeşeli Günler, Paspas Tepemde Kapiş Paçamda. Her bir kitap sevgi dolu bir ailede yaşayan Zeyno’nun kendiyle ve dünyayla arasında geçenlere odaklanıyor. Büke çocuklara didaktik olmadan aile, arkadaşlık, doğa ve hayvan sevgisi, toplumsal cinsiyet rolleri, büyümekle ilgili ve daha nice meseleyle ilgili hikâyeler anlatıyor. Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan bu kitapların ilk üçüne Sedat Girgin, son kitaba da Merve Atılgan resimleriyle hayat veriyor. Ahmet Büke ile serinin doğuşundan son kitabına varan, çocuk edebiyatına eser üretmek üzerine düşündüğümüz, yetişkin ve çocuk dünyasına bakmaya çalıştığımız bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Çocuklara ilk kez öyküler anlatmaya başladığınız, 2017 yılından beri devam eden ve dördüncü kitaba ulaşan “Zeyno Kitapları”yla başlayalım isterim. İlk kitaptan son kitaba nedir bu serüveni başlatan, besleyen, devam ettiren güç?

Dedemle babaannem iyi hikâye anlatıcılarıydı. Çocukken, herkesin büyükleri bildik masalları tekrar tekrar anlatırken benimkiler yaşadığımız mahalledeki, ilçedeki insanları, hayvanları, evleri, ağaçları hatta her gün üstümüze açılan gökyüzünü işin içine karıştırıp bir sürü komik, korkunçlu, tuhaf şeyden bahsederdi. Onlardan dinlediğim bu garip hikâyelerin benzerlerinin kitaplarda da olduğunu keşfedince iyi bir okur oldum. Çocukken en değerli oyuncaklarım kitaplarımdı. Yetişkin olunca da çocuk kitaplarını hep sevdim, her fırsatta okudum onları. Zaten çocuk edebiyatı yetişkinler için de vardır. Sonra baba olunca ben de kızıma o tuhaf şeylerden anlatmak istedim. Böyle yazmaya başladım Zeyno Kitapları’nı.

Zeyno’nun hikâyelerini okuduğumuz seride, aslında her kitapta Zeyno’nun hayatında belli kırılmalar yaratıyor ebeveyni. Zeyno ise ne olursa olsun annesi ve babasına karşı çok anlayışlı bir çocuk, onların heveslerini kırmıyor hiç. Uyum sağlamak konusunda zorlukları kolay atlatabiliyor. Anlatırken Zeyno’nun yerini, rolünü nasıl tayin ediyorsunuz? 

Biraz kendimi Zeyno yerine koymaya çalışıyorum. Zeyno olsaydım nasıl bir anne baba isterdim, şimdi bir baba olarak kimi zaman beceremediğim neleri beklerdim babamdan, bir zorluk karşısında neler hissederdim, diye düşünmeye çalışıyorum.

Ahmet Büke

Zeyno her durumda neşesini koruyan bir çocuk. Bir yetişkin olarak çocukların dünyası sizin gözünüzden nasıldır? Çocukların dünyasında yetişkinler nerede duruyor sizce? 

Bugünün yetişkinleri, çocuklar için tahammülü zor insanlar ve epey sıkıcılar. Çünkü modern hayatın çarkları arasında sıkışmış, çıkışı arayan insanlar. Kalabalık şehirler, zor bir iş yaşamı, sürekli krizlerle boğuşmak, hep tetikte olma ihtiyacı... Örneğin benim babam, dükkânını kapatıp gelir, bahçede domateslerini sulardı, asmanın yaprakları için endişelenirdi biraz, sonra tavuklarıyla sohbet edip rahatlardı. Hiçbir zaman çok parası olmadı ama bizim için de büyük kaygıları yoktu. “Hayatta her şey olur, gider; doğanlar büyür, yolunu bulur,” derdi. Şimdi çocuk olmak gerçekten zor, çünkü anne babalar çocuklarından çok üstlerine yıkılan hayata zaman ayırmak zorunda. Kendimi şanslı hissediyorum, kızım için bitmeyen bir üzüntü yaşıyorum.

Zeyno Kitapları’nda anne baba rollerini kalıplaşmışın tersine belirliyorsunuz. Anne uzay bilimci ve daha çok çalışıyor, baba ise memur ama ev işleriyle ilgili olan, sadece evde okuduğu şiirler yazan şair bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Evden uzak olan anne, baba ise evde olan. Sizi toplumda kanıksanmış cinsiyet rollerinin aksine bir ebeveyn yapısı kurmaya sevk eden neydi?

Aslında planlı bir durum değil. Yani toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili bir kitap yazayım, çocukları bu konuda eğiteyim diye düşünmedim. Edebiyata da böyle bakmıyorum. Büyüdüğüm aile ilgili olabilir. Yörük kültüründe, kadın egemen bir hava vardır. Çok bağıra bağıra değil ama alttan kendini hissettirir ve son kararı ailenin büyük kadınları verir. Dedem, “Büyükanneniz bilir, o benden daha akıllıdır,” derdi. Babam da, “Ben annenizin yarısı kadar becerikli ve bilgili değilimdir, ona benzeyin evladım,” derdi. Böyle büyüdüğüm için Zeyno Kitapları’nı yazdım belki de.

Dizinin son kitabı Paspas Tepemde Kapiş Paçamda'da Zeyno’nun hayvanlarla olan macerasını anlatıyorsunuz. Yine babası gelip hikâyenin gidişatını toparlasa da ebeveynin çocuğun hayatındaki belirleyiciliği teması biraz olsun yön değiştiriyor sanki. Siz bu kitabı nasıl anlatırsınız? Zeyno’nun bu macerasını tetikleyen ne oldu?

Annemin bir lafı vardır, “Kara gün kararıp durmaz,” diye. Zeyno kara bir gün yaşamıyor aslında ama yara bere içinde kalıyor. Kahkahalarımız kadar yaralarımız da bizimdir ve hayatımıza anlam katar. Bunu onun gözünden anlatmak istedim sadece

Zeyno Kitapları’nı resimli kitap olması dolayısıyla ilk üç kitabı Sedat Girgin’in illüstrasyonlarıyla okuduk. Son kitapta ise Merve Atılgan hikâyeye hayat vermiş. Süregelen bir dizide farklı bir sanatçıyla çalışmak nasıldı sizin için? Süreklilik açısından bu değişiklik görsel bir kırılma yaratır mı okurda?

İki önemli sanatçı ile çalıştığım için şanslı hissediyorum kendimi. Yıllardır Merve Atılgan ile birlikte çalışmayı hayal ederdim. Dizinin bitiş kitabını çizdiği için çok mutlu oldum.

Tema açısından “Zeyno Kitapları”ndan farklı bir de Kırlangıç Zamanı kitabınız var çocuklar için. Kırlangıç Zamanı, biraz daha gelenekten beslendiğiniz hissini vermişti bana okuduğumda. Örneğin bir iş yerine çırak olarak verilen çocukların hikâyeleri gibi hikâyeler var onda. Kırlangıç Zamanı ve "Zeyno Kitapları"nı ne ayırıyor? Gerçekten gelenekten beslendiğinizi söyleyebilir miyiz bu kitap için? Sizin çocukluğunuzun bu hikâyelerde etkisi var mı?

Kırlangıç Zamanı'nın "Zeyno Kitapları" ile yetişkin kitaplarım arasında bir köprü olmasını hayal ettim. Ayrıca şimdiki çocuklukla benim çocukluk zamanım arasında bir köprü olsun istedim. Kırlangıç Zamanı biraz da benim çocukluğumun ruhu, kendisi de üç aşağı beş yukarı böyle bir şeydi.

Hem çocuklar hem gençler hem de yetişkinler için kitaplar yazıyorsunuz, hikâyeler anlatıyorsunuz. Farklı yaş grupları için yazan bir yazar olarak deneyimleriniz neler oluyor? Sizce hikâyeleri aktarma konusunda kolay ya da zor olan bir yaş grubu var mı? 

Aslında hikâye anlatmak, yazmak -her yaş için-giderek daha zor bir hâl alıyor. Çünkü hikâyeyi hem yazmak hem de dinlemek için biraz kendinizden uzaklaşmanız, geçmeniz, başkalarını dinlemeye, anlamaya hazır olmanız, bunu çok gönülden istemeniz gerek. Oysa şimdi herkes kendisiyle çok ilgili, dinlemekten çok konuşmakla, kendi suretlerini çoğaltmakla meşgul. Yazarlar da zamanın ruhundan kaçamazlar. Biz de giderek durmadan kendimizi anlatmaya heves ediyoruz. Kendini anlatıp durmak berbat bir tekrardır. Çünkü insan özünü bile bir başkasının hikâyesinden anlar.

Çocuk edebiyatının sizce sınırları var mı? Siz çocuklar için hikâyeler yazarken ön hazırlık yapıyor musunuz? Mesela içerik zenginleştirme, dilin kullanımı gibi hususlarda nelere dikkat ediyorsunuz?

Ön hazırlığım olmuyor, ne yazacağımı planlamıyorum ayrıca. Ama çocuk edebiyatının olmazsa olmazı hem çocuk dünyasını hem de Türk ve dünya çocuk edebiyatını iyi bilen editörlerle çalışmak. Yetişkin edebiyatından farkı biraz burada. Odama kapandım ve yazdım ile biten bir durum değil. Çok fazla ortak çalışma, öneri hatta yönlendirmeye ihtiyaç duyuyorsunuz.

Çocuklar için yazarken tema seçimini nasıl yapıyorsunuz? Onlar için yazarken didaktik bir tarzınız olmadığı aşikâr ama yine de neler aktarmak istiyorsunuz, sizin kitaplarınızı okuduktan sonra yanlarında ne kalmalı bu hikâyelerden? 

Temayı düşünmüyorum. Anlatmaya değer insan hikâyelerini bulmaya çalışıyorum. İsimleri hatta olayları unuturuz ama onların bizde bıraktığı hisler çok uzun ömürlüdür. Zor ama benim kitaplarım da çocuklarda bir hisle yaşasın isterdim. Örneğin, Pal Sokağı Çocukları'nı kırk yıl önce okudum. Çok az şey hatırlıyorum şimdi onunla ilgili, ama kitabın ismini ne zaman duysam, kalbimin bir ucunun ısındığını hissediyorum. Yeri tam orada çünkü.

Çocuk edebiyatına katkıda bulunan bir yazar olarak size “muzır neşriyat” olarak ilan edilen çocuk kitapları ve sansür meselesi konusundaki fikrinizi de sormak isterim. Bir kurulun çocuk kitaplarını “çocukları korumak” adına yasaklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çocuk için iyi ya da kötü kitabı ne belirler?

Sansür dediğimiz şey bir kültürdür ve kötü huylu bütün metastazlar gibi nerede duracağını kimse bilemez. Edebiyatın, özgür düşüncenin ve huzurlu bir toplumun önünde serseri mayın gibi yüzer. Toplumsal çelişkilerin derinleştiği, yönetilenlerin eskisi gibi bir hayatı istemediği durumlarda ilaç gibi düşünülen baskı araçlarından biri olur ama sonuçta kimseye fayda getirmez. Şimdi sansürü kendilerine güvence gibi gören kesimler bu aklın yaygınlaşmasının sonuçlarını kendi üzerlerinde de göreceklerdir eninde sonunda. Kültürel hayatın üzerindeki baskılar herkese kaybettirir. 

Edebiyatımızın üretken yazarlarındansınız. Okurlarınıza gelecek projelerinizden vereceğiniz haberler var mı?

​Bol bol okuyorum. Yeni denizleri öğrenmeye çalışıyorum.

0
6845
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage