24 ŞUBAT, SALI, 2015

Ayda Elgiz Güreli ve İlk Çağdaş Sanat Müzesi

Türkiye’deki en önemli uluslararası çağdaş sanat koleksiyonunun temsilcisi, ikinci nesil koleksiyoner Ayda Elgiz Güreli ile günümüzde sanatın gerekliliği ve hayata katkıları, çağdaş sanatta gözlenen değişiklikler, koleksiyonerliğin sosyal sorumluluk boyutları ve müzenin geleceğe yönelik planları konusunda bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ayda Hanım, NY’ta Sanat Yönetimi ve Müzecilik üzerine yaptığı yüksek lisanstan sonra İstanbul’a döndü ve bir taraftan Giz İnşaat’ta görevini sürdürürken, diğer taraftan da Proje4l/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin sorumluluğunu üstlendi.

Ayda Elgiz Güreli ve İlk Çağdaş Sanat Müzesi

Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?

Istanbul’da Saint Benoit Lisesinden mezun olduktan sonra San Francisco’da ‘uluslararası yönetim’ okudum.  Üniversite hayatı çok hızlı geçiyor; baştan ne okumak istediğinizi bilmiyorsanız, orada okurken de bu kararı vermek zor oluyor.  Böyle bir süreç yaşadım, yapmak istediğim şeylerin sadece bazılarını yapabildim.  Onu müteakiben, ailem koleksiyoner olduğu için, New York’ta NYU Üniversitesi’nde sanat yönetimi/müzecilik üzerine 2 senelik master’a başladım.  Keyifle yapacağım bir eğitim olacağını zannederken, hayatımda hiç zorlanmadığım kadar zorlandım.

NY’ta Sanat Yönetimi ve Müzecilik üzerine yaptığınız yüksek lisanstan sonra değişik kurumlarda bu konuda deneyim edindiniz mi?

Evet, yüksek lisansımı bitirdikten sonra Christies’de ‘European Furniture’da staj yaptım.  Aslında bu benim staj yapmak istediğim departman değildi.

Çağdaş tasarımlı mobilyalar arasında büyüdüğüm için, eski çağ mobilyalar benim anladığım bir konu değildi.  Ama genede, stajımı orada devam ettirdim; farklı bir alanda değişik yaş gruplarından bir çevre edindim ve onlarla ortak payda olan tutkuyu orada geliştirdik. Bu arada, her fırsatta ‘pop art’ ve ‘contemporary art’ tarafında ki bütün müzayedelerede katılıyordum. Tabii New York bu işin merkezi, tüm dünyadan alıcılar devrede ve müzayedeler çok renkli geçiyor; bir de başarı kutlama partileri oluyor. Dolayısıyla NY’ta güzel bir deneyim geçirdim. 

Sürekli Elgiz Koleksiyonu Sergisi. Jan Fabre, Meleklerin Yükseliş Duvarı, 1993 ©Korhan Karaoysal

Böyle bir deneyimden sonra, o tarihte henüz çok hareketli ve renkli olmayan Türkiye sanat piyasasında olmak nasıl geldi size? 

Evet o dönemde modern, güncel sanat ile ilgili önerilebilecek çok fazla sanat mekânı yoktu, galerilerde tek tük idi; sadece bizim çok takdir ettiğimiz Rabia Çapa, Nev, dealer olarak da Yahşi Baraz vardı.

2001 senesinde Türkiye’deki ilk çağdaş sanat müzesini kurma süreci nasıl gelişti?

Annemle babam avangard bir çift oldukları için koleksiyonculuğu kendilerine ortak hobi seçmişlerdi; ben ve kardeşim de bunun içinde büyüdük. 

Ben Amerika’da iken onlar bir müze açarak, bu tutkularını paylaşıma açma kararı almışlardı. O sırada Vasıf Kortun ile görüşüyorlar ve bu görüşmenin sonucunda Türkiye’de öncelikle genç sanatçılara yer verecek ama aynı zamanda yabancı eserleride ağarlayacak bir yer olan İstanbul Güncel Sanat Müzesi’ni kuruyorlar.  Ve biz onun hem ana hamisi olarak, hem de mekân temin etmek suretiyle bu işe başlıyoruz. Levent’te 2000 metrekarelik bir alanda avangard sergiler yapılıyor. Hem buradaki sanatçıları yurtdışına tanıtmak, hem de yurt dışında hızla ilerleyen yeni sanatı burada izleyicilerle buluşturmak hayalimizi gerçekleştiriyoruz. Özel sergiler, sanatçılar, yurt dışından gelen küratörler, Türkiye’deki genç sanatçılar için köprü mahiyetinde herkesi birleştiren bir mekân oluyor.  

Henüz insanların çok alışmadıkları etkinliklerdi sanırım bunlar o tarihte, herhalde hem çok ilgi uyandırıyor, hem de büyük yankı yapıyordu?  Nasıl tepkiler alıyordunuz?

Çok merak uyandırıyordu, ama bir taraftan da yeniliklere adım atmak ile birlikte birtakım sorgulamalar başlıyordu.  Alışılmış estetik aranıyordu.  Tuvale hapsolmamış yeni bir sanat anlayışı vardı karşılarında; kavramsal sanat, yerleştirme, fotograf.  

Neden kâr gütmeyen bir kurum olarak kuruldu?  Bu kadar emek sarfediyorsunuz, tutkunuzu paylaşıyorsunuz, hamiliğini yaparak birçok projeyi finanse ediyorsunuz ama karşılığında hiç birşey beklemeden toplumla paylaşıyorsunuz.

İnsan ait olduğu topraklara bir geri dönüş yapmak ister, bir faydası olsun ister.  Biz burada bir okul açmak yerine gene bir okul gibi olan bu mekânı kurmak istedik.  Öğrencilere bir sınıf, sanatçılara bir atlama taşı, küratörlere bir örnek ve cesaretlendirme unsuru teşkil etsin istedik.  O yüzden müze girişini hiç bir zaman ücretli yapmadık; ev sahipliği yapmaktan keyif alıyoruz.  Yurt içinden, ve yurt dışından randevu alarak gruplar halinde gelen ziyaretçileri biz mutlaka şahsen karşılıyor, ağarlıyoruz.  Bizim için burada geçirdiğimiz zaman en büyük kar.  İlk müze mekanımız Levent’te idi ama ofisimiz Maslak’ta olduğu için, şu anda içinde bulunduğumuz 2000 metrekarelik alan boşalınca müzeyi buraya taşımaya karar verdik.  Artık her fırsatta müzeye iniyor, müze ekibimizle beraber çalışıyoruz. Hepimiz burada bir aileyiz; fikir tartışmaları yapıyor, hep birlikte kararlar veriyoruz.

Aileniz kişisel koleksiyonlarını özel müzeye dönüştürme kararı ile çok önemli bir sosyal sorumluluk görevini yerine getirmiş.  Deneysel bir sanat mekânından özel koleksiyona geçiş nasıl gelişti?

2001 senesinde, Proje4L/İstanbul Güncel Sanat Müzesi kurulumunu takip eden 5 sene içinde Istanbul sanat dünyasında çok gelişmeler oldu; yeni sanat kurumları, sanat insiyatifleri, koleksiyonerler devreye girdi.  Biz ana misyonumuz olan koleksiyonerliğe geri dönmek istedik; müzenin ismini Proje4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi olarak değiştirdik ve Maslağa taşıdık.  Esas faaliyeti Elgiz Koleksiyonuna ev sahipliği yapmak olan bu alanda birçok farklı faaliyetide devam ettirdik. Sürekli sergi alanında koleksiyonun bir kısmını hep gösterime açık tutuyoruz, süreli sergi alanında ise bazen belli bir tema üzerinde, misafir bir küratör eşliğinde kurgulanmış koleksiyondan seçkilere, bazen usta sanatçıların, bazen ise diğer genç koleksiyonerlerin koleksiyon sergilerine yer veriliyor.  

Kuruluşundan beri ve hatta koleksiyon müzesine döndükten sonrada müze, bir misyon edindiği, dönemin genç sanatçılarına bir platform verme ilkesini devam ettiriyor.  O zaman pek bilinmeyen ama günümüzde önemli bir bilinirlik kazanmış sanatçılar bu bahsettiklerim. Bunu yapan başka müze de yok benim bildiğim. Bize şu anda müzede genç sanatçılara gösterim imkânı sunan projelerden bahsedebilir misiniz?

Biz ailece sık sık buluşup müzenin işleyişi ile ilgili düşüncelerimizi tartışıyoruz.  Tartıştıkça, düşündükçede yeni fikirler ortaya çıkıyor.  Bundan birkaç sene evvel Türkiye’de heykel sanatının zorlandığını farkettik.  Sanat okulları iyi sanatçılar yetiştiriyor ama heykeller yer edinemiyor. Bunun üzerine müzenin üzerinde ki 2000 m2lik alanda genç sanatçılara bir açık hava sergi alanı oluşturma kararı aldık.  3 sene boyunca 40 yaş altı teras sergileri yapıldı, bu sene ‘Ufuk Hattı’ diye isimlendirdiğimiz açık hava sergi çağrısında yaş sınırlamasını kaldırdık, sanatçılara eser üretmek ve sergilenmek için imkan veriyoruz.

Sürekli Elgiz Koleksiyonu Sergisi. Sağda; Jonathan Meese, Sarı Baron (Kırmızımsı), 2004-5. Arkada; Adnan Çoker, Mor Dörtgen, 1994 ©Korhan Karaoysal

Güncelin ve geleceğin nabzını tutan değerli bir aile koleksiyonunuz var ve bu birikimi bir müze haline getirerek toplumla paylaşmak ise önemli bir sosyal sorumluluk projesi; o topluma, o ülkeye verilmiş değerli bir hediye. Koleksiyonerin sanatçıya sorumluluğu ile ilgili ne düşünüyorsunuz?  

Bir koleksiyonerin bir sanatçıya yapabileceği en büyük haksızlık, onun eserini alıp evde tutmak veya depoya kaldırmaktır.  Çünkü bir koleksiyoner olarak yola çıkıyorsanız, eserleri özgür bırakıyor olmanız lazım.  Sanatçıya en büyük destek onun eserlerini paylaşmak ve diğer izleyicilerin dikkatine sunmaktır. Birde çevremizdekileri, sanatçılara verilebilecek burs ve rezidans programlarına yönlendirerek, hamilik yapmaya teşvik ediyoruz; mesela sizin de organizasyonunda olduğunuz Rotary Sanatçı burs programı gibi.  Biz bu şekilde yardımcı olmaya çalışıyoruz sanatçılara.

Türkiye’de toplum yararına yapılan, sanatsal belleğin oluşmasına katkı sağlayan bu tip girişimlere herhangi bir teşvik, destek veriliyor mu?

Devlet büyük sergilerde mekân sponsorluğu desteği verebiliyor ki bu da ihtiyaç olanın yüzde beşi diyebiliriz.  Onun dışında güncel sanat daha çok yeni olduğu için devlet desteği pek olmuyor.  Ama Belediyeler bazen bilboardlarda sergi ilanlarına yer vererek, yönlendirme işaretlerini yerleştirerek destek oluyorlar.  

Farklı ülkelerde bu tip destekler oluyor mu?

Çok fark var, devlet yurtdışında oldukça büyük destek veriyor ve ‘bu koleksiyonerin yetişmesine imkân sağladım’ diyerek buradan kendisine pay çıkarıyor. Bu ise iki taraf içinde ‘kazan-kazan’ ilişkisine dönüşen önemli bir katkı. 

Günümüzde sanatın gerekliliği ve hayata katkıları konusunda ne düșünüyorsunuz?

Sanat öyle bir kavram ki; tanımıyor ya da anlamıyor olabilirsiniz ama sevmiyorum diye bir şey yoktur.  Eskiden sanat burjuva kesime hitap ederdi, ama bugün herkese hitap ediyor.  Genç sanatçılar artık eserleri ile biliniyorlar.  Sanat bizim adımıza konuşan bir aracı oluyor. Güncel sanat düşünce ve ifade demek; günümüze ait politik, sosyolojik, siyasal, eleştirel mesajlar içeriyor. Insanların söylemeye korktukları bu yolla ifade ediliyor. Sanatsız bir hayat mümkün değil.  

Sotheby’s, Christies gibi kuruluşların sanat üzerine verdiği eğitimler ile NYU gibi üniversitelerde verilen sanat üzerine eğitimsel derslere dair düşünceleriniz nedir?

Sotheby’s ve Christies şüphesiz en başından beri güncel sanatın içinde yer alan, onunla nefes alan, ve bazen sanatı şekillendiren çok önemli kurumlar. Onların verdiği eğitimler de bu çerçeveden bakıldığında oldukça değerli, ama daha ziyade çalışan insanlara hitap ediyor.  NYU gibi üniversitelerde ise eğitim henüz sanat hayatına atılmamış öğrenciler için hazırlanan daha akademik kapsamda eğitimler oluyor.

Istanbul Güncel Sanat Müzesi kurulurken, Vasıf Kortun ile beraberlik nasıl gelişti?

Vasıf Kortun güncel sanat için çok özel bir isim.  O zamanlar benim annem ve babamla bu güncel sanat tutkularından dolayı zaten tanışıklıkları vardı ve değişik ortamlarda karşılaşıyorlardı.  İlk defa annem ve babam bu alanda bir girişimde bulunmak istediklerinde oturup konuşuyorlar, Türkiye’de ne ihtiyaç var, biz hazırız böyle bir hamilik yapmaya, neresinden tutsak, nasıl faydamız olabilir diye soruyorlar; fikir birliğine vardıktan sonra, proje Vasıf bey’in öncülüğünde ve yönetiminde başlatılıyor.  .  Biz ise koleksiyoner, hami ve mekân sahibi olarak yola çıkıp, bayağı yol kat ettik. O zaman Proje4L’nin projelerinde yer almış kişiler bugün dünya sanat piyasasında belirli yer edinmiş, en önemli müzelerin müdürleri, sergilerin küratörleri, bilinen isimler oldular.

Sürekli Elgiz Koleksiyonu Sergisi. Bjarne Melgaard, İsimsiz (mor soyut), 2006. Azade Köker, Sessilikte Patlama, 2010 (detay) Jan Fabre, Meleklerin Yükseliş Duvarı, 1993.  ©Korhan Karaoysal

Kurulduğu günden beri her anlamda bir ilk oldu Proje 4L/Elgiz Müzesi, kavramsal sanat, yerleştirme sanatı, performans, duvar resmi, müze içinde grafiti, Land Art, değişen açık hava sergileri, bu akımlar henüz bizim ülkemizde tanınmazken Elgiz Müzesi böyle bir öncü vizyona nasıl sahip olabildi?

Benim babam mimar, Türkiye’de ki sanatın öncü kişilerinin öğrencisi olmuş eğitimi sırasında; annem de Italya’da politika okumuş ama güzel sanatlara hep yoğun ilgisi varmış ve orada içerisinde bulunuyormuş.  Dolayısı ile evlendikten sonra bunu bir ortak hobi olarak geliştirmişler.  Gezerek, görerek, yeni tanışıklıklar yaratarak, kendi limitlerini keşfedip onları kırmaya çalışarak devam etmişler bu paylaşıma.  “Daha fazla ne yapabilirim, nasıl hem kendimi geliştirip, hem ülkeme destek olabilirim, mekânı sınır olarak tanımayacağım, neler yapabilirim”i düşünmüşler.  Korkmamayı öğrenmişler, bundan kastım şu; oldukça avangard performanslar da yapılırdı müzede, ben eyvah ne olacak derken, annem babam onları takdir ederlerdi.

Bu da cesur olmayı gerektiriyor hakikaten çünkü bizim kültürümüzde aşılmaya çalışılan bir sürü tabular var; düşünce biçimi, yaşama tarzı, din bütün bunlara zemin oluşturuyor.  Tebrik etmek gerekir.

Sanat öyle birşey ki sponsorluk veya hamilik ile ilerliyor. Hamilik olduğunda, özel isim olduğunda sınırlamalar yok ama bir şirket sponsorluğu aldığınızda bu tip kısıtlamalar daha da büyüyebiliyor.  Arkanızda sizi destekleyen büyük bir kurum varsa, onunda endişelerine kulak vermek gerekiyor ve haliyle sanatta olması gereken sınırsızlıklar sınırlılıklar haline dönüşüyor.  Bunu özgür tutabilmek ancak bireysel boyutta mümkün.

Ama bu da bir sınır oluşturuyor, çünkü belli projeler yapabilmek için maddiyatta bir boyut ve herkesin belirli bir bütçesi var.  Bununla ilgili olarak da, aileniz müzedeki ilk projelerle başlamak kaydıyla yakın çevrenizdekileri sanat destekciliğine ve hamiliğe teşvik ederek, daha fazla insana sanatla yaşamayı bir hayat tarzı olarak önermiş oldu, bu konuda bize neler söylemek istersiniz?

Biz ailece dünya çapında bir çok önemli fuarları, müzayedeleri takip ettik, çok önemli bir çevre edindik.  Ve her zaman İstanbul bienallerini görmeye gelirlerdi, bize de hangi galeri, müzeyi gezebiliriz diye sorarlardı.  O zaman birkaç güzel galeriden başka pek birşey yoktu çağdaş sanata platform oluşturan. Biz bunun için senelerce hamilik yaparak evimizde resepsiyonlar verdik bienal kapsamında.  Koleksiyonumuzu paylaştık, Türkiye’de çağdaş sanatın desteklendiğini göstermeye çalıştık.

Daha sonra koleksiyon müzeciliğine geçme kararı aldığımızda da mekânı biz kurduk, ana sponsor biziz ama biz hiç bir zaman bu mekân bizim demiyoruz.   Mesela konsinye eserler teşhir edildiginde, ‘Teras Sergileri’ buna bir örnek, herkes bir tarafından tutsa, daha fazla sanatçının eser üretimine katkıda bulunabilse, sanatçıların üretim imkânları o oranda artar.  Devlet desteği bizde çok küçük.  Dolayısıyla hep özel, kurumsal ya da şahsi desteklerle ilerliyor sanat projeleri.  Biz çevremizdekilere mesenlik ve sponsorluk arasında ki farkı anlatmak istedik.  Sponsorluk şirketler için bir nevi reklamdır, ama mesenlik gönül sponsorluğudur.  Hiç bir şekilde isim geçmez, kimin tarafından yapıldığı bilinmez. Çok gönül dostlarımızda oldu bizi bu şekilde destekleyen. 

Bu kişiler daha sonra bu tip projeleri devam ettirdiler mi dışarıda yada burada?

Kesinlikle, bir çoğu şu anda Türkiye’de ki güncel sanatta ya özel koleksiyonlara sahipler ve bienallerde evlerini koleksiyonerlere açıyorlar, ya da galeri, müze destekçileri olmaya devam ediyorlar.  Biz sadece onları cesaretlendirmiş olduk ama bugün bu ortak konuyu konuşabileceğimiz bir sürü dostumuz var.

Müze kuruluşunda, her şeyin ilkini yapmak suretiyle ortaya çıkan özgün, vizyoner duruş eser alımlarında da açıkça gözleniyor, en değerli uluslararası sanatçıların eserleri onlar henüz tam anlamda bilinirlik kazanmadan koleksiyona eklenmiş, ve koleksiyon alımları için hiç bir danışmana başvurulmamış.  Ama koleksiyonunuzu kendilerine örnek alan koleksiyonerler hep olmuş.  Bu konuda düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.

Burası bir hobi, bir tutku alanı; 14-15 yıllık bir serüven ama 30 yıllık bir koleksiyon ağarlıyor.  Ve bu koleksiyon gezerek, görerek, emek verilerek alınmış.  Her eserin arkasında bir aile anısı var.  Danışmanla çalışmaya hiç bir zaman ne ihtiyaç duyduk, ne de istedik; acelemiz yoktu, zamana yaydık. Çok severek, birer birer aldık, toplu alımlar yapmadık.  Hepsini alırken gezerek, görerek, öğrenerek, üzerinde çalışarak aldık.  Dolayısıyla herbiri ile anlatacak hikayelerimiz vardır.  Ve bu şekilde de devam ediyoruz.  Şu anda burada yer alan güncel sanat adına uluslararası bilinirliği olan sanatçıların eserleri biz alırken çok daha ulaşılabilir noktadalardaydı.  O seviyede iken alıp sonra değer kazandıklarını görmek bizim için çocuğumuzun okuldan mezun olduğuna şahit olmak gibi; en az o kadar seviniyoruz.

Çünkü doğru alım yaptığınızı görüyorsunuz.

Evet, bir de bilindik sanatçıların çok daha farklı dönemlerinin, farklı işlerini alıyoruz. Bu da bize keyif veriyor.

Solda; Robert Gligorov, Natürmort (Ölü Dünya), 2007 (detay). Sağda; Archvarium (Açık Arşiv) Odası​ ©Korhan Karaoysal

Bir nevi keşif. Peki, koleksiyonerlerle oluşan arkadaşlıklar.

Bienal zamanlarında, değişik ülkelere gider koleksiyonerler. Oradakilerin evlerini, yaşama biçimlerini görürsünüz. Tutkularını paylaşırlar sizinle.  Tüm bunlar şahit olan koleksiyonerler için bir cesaretlenme sebebidir. 

Bir nevi tutkuyu pekiştirmek, tutkuları kolaboratif bir şekilde geliştirmek gibi, çok keyifli birşey aslında. Bir koleksiyon müzesi olarak çok da önemli bir misyon yerine getiriyorsunuz, bir süredir, koleksiyonerlere ev sahipliği yapıyorsunuz.  Bu projenin fikir annesi olarak, bize ilk ‘Genç Koleksiyonerler’ sergisinden ve gelecek projelerinizden bahseder misiniz?

İlk Genç Koleksiyonerler sergimizi geçen sene yaptık.  Fikir şöyle ortaya çıkmıştı; burası bir koleksiyon müzesi, sadece kendi koleksiyonumuzu değil, bu tutkuyu paylaşan genç koleksiyonerleri burada ağarlamak istedik ve ilk sergi için beş dostumuzu davet ettik. Onlardan en sevdikleri eserlerin listesini istedik ve küratoriyel ekibimizle bir seçki meydana koyduk.  Onlarla paneller düzenledik, hikayelerinin bilinmesini amaçladık.

Bu sene ikincisini düzenlemeyi planlıyoruz, ve bu sergileri devam ettirmek istiyoruz.

Siz eser almaya ne zaman başladınız?

Biz sanatın içinde büyüdük, küçüklüğümüzden beri ailece tatile gittiğimizde deniz güneş yerine sanat eserleri ve sanat aktivitelerini izlemeyi tercih ettik. Seyahatlerimizde temamız her zaman sanattı. Ben eser almaya küçük yaşlardan itibaren başladım, önce ailem benim için alırdı, büyüdükçe de biz birbirimize hediye olarak hep eser alırdık.  

En güzel hediye! Aileden gelen sanat ve koleksiyon tutkusu ile ilgili bizimle neler paylaşmak istersiniz?

Koleksiyonuma baktığımda; küçüklük yaşlarımdan kalan bu birikim aklıma geliyor hep. Daha büyüyüp kendim almaya başlayınca ise sanatçılarla iletişim kurmak çok hoşuma gitti. Koleksiyonumu da arkadaşım olan sanatçı ve galerilerden aldım.  Sonra eşim ile tanıştım, şimdi birlikte geziyoruz, annem ve babamdan edindiğimiz fikir mirasını birlikte devam ettiriyoruz.  Bugün oğlumuzla da beraber sergileri gezmeye çalışıyoruz. Aslında gezmek öğrenmek bu işin en önemli kısmı, sadece almak değil.  Her şey sürekli değişiyor.  Bu şekilde biz de kendi aile koleksiyonumuzu ilerletiyoruz.

Çok güzel tabii böyle bir tutkuyu paylaştığınızda daha güzel oluyor.

İlişkiler ve evlilik için de ortak bir hobiyi paylaşıyor olmak çok önemli.  İlişkiyi sağlam tutan bir sey.

Genç koleksiyonerlere bir yol göstersin diye bu soruyu soruyorum; nasıl karar veriyorsunuz hangi sanatçının, hangi eserini alacağınıza?

Gezerek, öğrenerek, konuşarak.. Çok iyi sanatçılar var ama genç bir koleksiyoner olarak hepsini aynı anda almak da mümkün değil.  Okumak, takip etmek çok önemli.  Bunun hiç bir kuralı yok.  Severek alırsanız manevi değeri kalıcı oluyor.

Gerçek koleksiyonerlikte bu.  Maddi değere bakmaksızın bu manevi değeri verebilmek…

Bize hep sorarlar nedir maddi değeri bunun diye, bizde hemen en klişe cevabı veririz: “önemli olan miktar değil, kalite” deriz.  Çünkü, koleksiyonumuzda, makul fiyatlarda iken alıp sonra değer kazanan eserler de var, bilinmeyen sanatçıların sonra statüsü aynı kalmış eserleride var ama biz hepsine aynı değeri veriyoruz.  

Koleksiyonunuzla ilgili en çok hoşunuza giden şey nedir?

Bizim bütün geçmiş anılarımız yatıyor orada.  Önceden almış olduğumuz eserlere baktığımızda eski dolabınızı karıştırır gibi oluyoruz, zevkimizin yolculuğunu gözlemleyebiliyoruz.

Ama ne kadar güzel ki, siz iki kardeş anne ve babanızın başlattığı koleksiyona hak ettiği değeri veriyorsunuz.  Çoğu koleksiyoner, çocukları bunu yapmadığı için koleksiyonu elden çıkarmak durumunda kalıyor.  O zaman bir yük halini alabiliyor koleksiyon.

Aile size bir şeyi verdiğinde ya ondan nefret ediyorsunuz, ya da siz de çok değer veriyorsunuz.  Ben ve kardeşim çok şanslıyız ki biz değer verenler tarafında kalmışız.  Bu ailemizin bunu bize aktarış biçimi ile alakalı.  Zorlama olunca nefret edebiliyor insan.  Ama bizim ailemiz bunu severek yaptığı için, biz de keyifle devam ettiriyoruz.

Ayda Elgiz Güreli​ ©Korhan Karaoysal

Değişen zevkler üzerine düşünceleriniz ?

Zevkler tabii ki değişiyor zaman içinde, bu o sanatçının değer kaybediyor olması ile ilgili değil aslında. Sanat eserlerini alıyoruz ama hiçbiri bizim olmuyor, çünkü bizim gibi ölümlü değiller.  Bizler ölüyoruz, onlar jenerasyondan jenerasyona geçerek yaşamaya devam ediyorlar.  Bugün antika diye nitelendirdiğimiz şeyler aslında bir zamanın avangard tasarımları. Bizim güncel dediğimiz eserlere de bundan yüz sene sonra torunlarımızın torunları antika gözüyle bakacaklar.

Bu mekânın varlığı bu yüzden bizim için çok önemli çünkü zevklerimiz değişsede o eserlere burada her zaman yer var.  Mesela şimdi Mezzanine katındaki sergide ilk koleksiyona başlanan tarihte alınmış eserler var.  

Ne güzel aslında her eserin sanat tarihi içinde bir yeri var, çünkü tarihte iz bırakıyor, şekillendirmeye yardımcı oluyor, dönemi gösteriyor ve belgelemeye yardımcı oluyor. Çağdaş sanatta gözlenen değişiklikler ile ilgili düşünceleriniz?

Çağdaş sanatta olan değişiklikler hepimizin gözleri önünde olan değişiklikler aslında.  İmkânlar verildikçe sanatçılarda üretmeye devam ediyorlar. Bugün İstanbul’da bir sürü galeri, kâr amacı gütmeyen sanat kurumları, özel koleksiyonlar var. Yurtdışı ile bağlantılar sayesinde İstanbul artık bir dünya şehri, ülkeler arasında ki mesafeler gitgide azalıyor.  Dolayısıyla güncel sanat gitgide kabuğundan çıkıyor ve sınırlarını genişletiyor.

1980’lerde başlamış olan koleksiyonunuza baktığımızda, birçok farklı kendini ifade etme yöntemi göze çarpıyor; enstalasyon, video sanatı, vb...  Sizce aralarında diğerlerine oranla öne çıkan, önem kazanan var mı?

Ben bu soruya sadece kendi adıma cevap verebilirim.  Günümüzde bir performansı satın alabiliyorsunuz, videoya çekiliyor.  Veya enstalasyon satın alıyorsunuz, yani fikri satın alıyorsunuz.  Sanat değişik formlar alarak yön değiştiriyor, etkileşiyor ama mesela tual sanatı her zaman geçerliliğini koruyor.

Diğer kişisel girişimleriniz, SAHA’daki varlığınız, Endeavour?

Kurucu üyelerinden olduğum SAHA sanat konusunda destek veriyor.  Hepimiz sanatın içinden gelen, sanata gönül vermiş üyeleriz.  Başlangıç aşamasında toplanıp konuştuk, bir üye ağı oluşturduk; sanatçılardan gelen istekleri, destek ihtiyaçlarını profesyonelce, toplu halde değerlendiriyoruz. Bir fon oluşturuyoruz ve önemli okullardan, sergilerden, kuruluşlardan davet almış sanatçıları bu kuruldan geçirerek, fon desteği vererek, davet edildikleri yerlere katılımlarını mümkün kılıyoruz. Ayrıca, üyelerimiz için de koleksiyoner evlerine ve yurtdışındaki fuarlara ziyaretler gibi cesaretlendirici organizasyonlar yapıyoruz.

Endeavor’da benzeri bir kuruluş ama daha ziyade iş çevresi için fikir hamiliği yapılıyor. Belli bir yere gelmiş bir fikrin, bizde kurul olarak arkasında duruyor, onun gelişmesine yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Billur Tansel ve Ayda Elgiz Güreli​ ©Korhan Karaoysal

Müzeden sorumlu olmak sizin için ne ifade ediyor?

Müzeden ailece sorumluyuz biz, bütün toplantılarımızı hep beraber yapıyoruz, ortak karar veriyoruz.  Ben müzede şu anda ön plandayım çünkü kendi vizyonumu katmak istiyorum; kardeşim Canda'da Amerika’dan yeni döndü ‘Giz High End’ isimli lüks emlak ve konut danışmanlık şirketi kurdu .  Şu anda ev sahipliğini ben yapıyorum diyelim ama arkamda annem babam kardeşim var. Tek başıma karar vermiyorum, hep beraber karar veriyoruz ve uyguluyoruz.

Müze için nasıl planlarınız/ projeleriniz var?  Hayalinizde gelecekte Elgiz Müzesi'ni nerede konumlandırırsınız?

Ana misyonumuz olan koleksiyonerliği geliştirirken, hızını hiç düşürmeden ilerletebilmek için emek sarfediyoruz.  İlerisi için amacımız koleksiyonun aynen bu şekilde kuvvetle büyümesi; Türk ve yabancı genç sanatçılara daha fazla görünebilirlik imkânı verebilmektir.  Ayrıca bu mekânın, öğrenmek, eğitmek, koleksiyoner yetiştirmek ve sanatı sevdirmek amacı ile kullanılmasını artırarak devam ettirmektir.

0
18851
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle