border_less ARTBOOK DAYS’in yedinci edisyonu, bu sene 9-11 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleştiriliyor.
border_less ARTBOOK DAYS; yayını olan, baskı materyalleri, metinler ve edisyonlu işler üzerine çalışan-üreten sanatçılar ve inisiyatifler ile yayım yapan müze, galeri, kurum ve enstitüleri bir araya getirerek kitap üretimleri üzerinden ortak alan yaratıyor. Etkinlik, sanat alanında üreten, söz söyleyen ve paylaşan kişileri bir araya getirirken yayınevleri üzerinden de etkileşim zeminleri oluşturmayı amaçlıyor.
border_less ARTBOOK DAYS yeni edisyonunda 11 farklı ülkeden, 49 katılımcıyı yan yana getirerek izleyicilerle buluşturuyor. Bu sene ayrıca, en iyi tasarlanan masa ödülü border_less ARTBOOK DAYS danışma kurulu tarafından belirlenerek katılımcılardan birine verilecek. Ödülün sahibi bir sonraki edisyon için öncelikli katılım hakkı kazanacak.
Etkinlik süresince Unlimited Genel Yayın Yönetmeni Merve Akar Akgün koordinasyonunda yayın pratiklerine odaklı konuşma programı ve Caran d’Ache tarafından organize edilen bir atölye ziyaretçilerle buluşacak.
border_less ARTBOOK DAYS’in yedinci edisyonu TCEEGE ana sponsorluğunda, Hürsan Şömine, Vitruta, Caran d’Ache eş sponsorluğunda, Asya Nakliyat, Studio Mada, Tempo Aksesuar, Ofset Yapımevi ve Beylerbeyi İçecek Pazarlama A.Ş.’nin değerli destekleriyle gerçekleştiriliyor.
border_less ARTBOOK DAYS hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
GeoGallery ve Galeri Siyah Beyaz iş birliğiyle düzenlenen Berk Kır ve Mahmut Anlar’ın “Hayat Tek Bir Çerçeveye Sığar mı?” başlıklı sergisi, 9 Mayıs-31 Temmuz tarihleri arasında GeoGallery İstanbul’da sanatseverlerle buluşuyor.
“Hayat Tek Bir Çerçeveye Sığar mı?” sergisi, üç ayrı kuşaktan ve alandan gelen Semiramis Pekkan, Mahmut Anlar ve Berk Kır’ın ortak bir düş ve hafıza alanında kesişimini konu alıyor. Aralarındaki diyaloğun zemini, ses yerine sessizlikle, dil yerine imgelerle, mimari yerine içsel mekânlarla kuruluyor.
Tasarımcı Mahmut Anlar, fotoğrafik yüzeylere malzeme ile müdahale ederek, imgelerin taşıdığı duygusal gerilimi mekânsal bir dile dönüştürüyor. Malzeme tercihi, görsel olanın etrafında bedenlenen soyut bir alan açıyor. Birbirinin içine geçmiş çerçeveler ise, tıpkı Semiramis Pekkan gibi çok katmanlı bir figürün hayatındaki çeşitlilik ve dönemleri temsil ediyor.
Berk Kır, kamusal bellekte güçlü bir imge olarak yer etmiş olan Semiramis Pekkan’a yönelirken; izleyiciyi, bu tanınmış suretin alışılagelmiş temsillerinin ötesine geçmeye davet ediyor. Fotoğraflar, yalnızca bir yüzün yeniden üretimi değil, aynı zamanda görünür olanın ardındaki katmanların, sessizliklerin, içe dönük titreşimlerin ve duygusal geçirgenliğin izlerini taşıyan kırılgan haritalar oluyor.
İçsel bir arşiv olarak izleyici karşısına çıkan sergi, izleyiciyi yüzün tanıdıklığına yaslanarak başladığı görsel yolculukta, suretin bilinmeyen yönleriyle, mahrem ve çoğu zaman gözden uzak kalmış iç imgeleriyle karşı karşıya getiriyor. Tanınan bir yüz, burada bilinmeyene açılan bir kapıya dönüşürken her kare, bellekte donmuş bir figürü çözerek, yeni bir görme biçiminin ve sezgisel tanıklığın zeminini sunuyor.
Künye:
1. Kendini Saklayan Ayna, Berk Kır, 2025, Siyah Beyaz Fine Art Baskı, Hahnemühle Photo Rag 308 gsm kağıt, 114 cm x 147.5 cm
2. Müstağni, Berk Kır, 2025, Siyah Beyaz Fine Art Baskı, Hahnemühle Photo Rag 308 gsm kağıt, 136 cm x 136 cm
3. Vecd, Berk Kır, 2025, Siyah Beyaz Fine Art Baskı, Hahnemühle Photo Rag 308 gsm kağıt, 147.5 cm x 114 cm
Ulus Atayurt’un kapitalizmin kentler üzerinde yarattığı tahribatın izlerini süren bir sokak yürüyüşü olarak kaleme aldığı kitabı Akbabalar ve Köstebekler, Metis Yayınları’ndan çıktı.
“Kentlere, Barınma Hakkına ve Paraya Dair” alt başlıklı bu kitabın yürüyüş rotası Barcelona, İstanbul, sonra tekrar Barcelona, Bodrum, New York. Atayurt bu yürüyüşü farklı kentlerde, kentlerin farklı mahallelerinde yaparken kapitalizmin finansallaşmasında emlak piyasasının rolünü, kent ve barınma hakkını, krize karşı barınma mücadelelerini, paranın doğasını, platform kapitalizminin nasıl kamusallaştırılabileceğini tartışıyor ve Bloch’un sözlerini hatırlatıyor: “Kaybın en trajik biçimi güvende olmanın değil, her şeyin farklı olabileceğini hayal etme yetisinin kaybıdır.”
“Düşüncelerin ‘belli bir kültürde kök salma’ hali sadece büyük buluşlar için değil, ‘kuramın gündelik hayatı’ diye adlandırabileceğimiz (örneğin bir işgal evinin zamanı genişleten heterotopik mekânı, kentsel rant ve finansal kapitalizm ilişkisine dair eğitim veren bir kiracılar sendikası, orta-üst sınıf bir tatil kasabasının mikro-faşist ekolojisinde yeşeren haklı sorular vb.) durumlar için de geçerli. Kuram ve gündelik yaşamın buluştuğu yer iktidarlar tarafından sürekli unutturulmaya çalışılan kolektif hafızanın mekânıdır. İnsan dikkatli bakınca düşüncenin sokaklarda volta attığını görebilir.”
Alternatif sahnenin dikkat çeken gruplarından Mojave, Kandırma Kendini isimli ilk albümünü müzikseverlerle buluşturdu.
2020 yılında kurulan Mojave, Enes Cihan Güvenç (vokal), Can Doğu Baykan (elektrik gitar), Uluç Beykoz (bas gitar) ve Ege Soydan’dan (davul) oluşuyor. 2023 sonbaharında No:5 Stüdyosu’nda Ozan Çanak prodüktörlüğünde kaydedilen albümün mix ve mastering süreçleri de yine Ozan Çanak tarafından tamamlandı. 10 şarkıdan oluşan Kandırma Kendini, duygusal kırılmaların, içsel çatışmaların ve yeniden ayağa kalkmanın izlerini taşıyan bir hikâye anlatıyor. Albüm, uzaklık, özlem ve kendini bulma temalarını işlerken; güçlü vokal melodileri, katmanlı aranjmanlar ve hem sert hem de yer yer yavaşlayan ve duygusal tonlara bürünen şarkılarla dengeleniyor.
Mojave’nin Kandırma Kendini isimli ilk albümünü buradan dinleyebilirsiniz.
Künye:
Vokal: Enes Cihan Güvenç
Elektrik Gitar: Can Doğu Baykan
Davul: Ege Soydan
Bas Gitar: Uluç Beykoz
Sözler: Enes Cihan Güvenç
Müzik: Mojave
Prodüksiyon: Ozan Çanak
Mix & Mastering: Ozan Çanak
Kapak Fotoğrafı: Galip Can Bildirici
Kapak Sanat Yönetimi: Aylin Kutku
Işık Yönetimi: Rıdvan Güngördü
SANATORIUM, Kerem Ozan’ın “Çek Valf” başlıklı kişisel sergisi 23 Mayıs-12 Temmuz tarihleri arasında Karaköy’deki yeni mekânında sanatseverlerle buluşturacak.
“Mekânın üç katına yayılan çalışmalar, yapımı tamamlanmamış bir süs havuzu ve çevresinde saçılmış konfetilerin oluşturduğu bir inşaat atmosferi içerisinde yer alıyor. Sergi gösteri yapma, yerden yükselme, havaya fırlama ve patlama gibi dışavurumcu eylemleri farklı süre, hız ve yoğunluklarda ele alıyor. Bayraktar bu jestleri üretkenlik ve tahakküm göstergesi olarak tekrarlanan dikey itkiler olarak yorumluyor ve yalnızca sanata özgü olmayan, kendi kendini yücelten hiyerarşik sistemlerin güç performansları olarak değerlendiriyor.
Sanatçı, vektörel hareketleri üreten, düzenleyen, gizleyen ya da tarif eden teknik araçlara odaklanarak, iktidarın teknolojik sistemler içinde nasıl yeniden üretildiğini inceliyor. Bu çerçevede, gösteriyi mümkün kılan otomasyon süreçlerini, yapay zekâ üretimleri, teknik çizimler ve gözetim kayıtları aracılığıyla ele alıyor.
Mekanik süreçlerin kayıtsız doğasını öne çıkaran bu estetik, yaratıcı özneyi yücelten anlatıları aşındırmayı ve eyleme hükmeden teknikleri ön plana çıkarmayı hedefliyor. Diğer yandan iç dünya ile dışavurum ve özel ile kamusal alan arasındaki çelişkileri, huzursuzlukları, niyetleri hissettirmeyi amaçlıyor.
Sergide tekrarlayan film replikleri, kent kameralarından kesilmiş görüntüler ve sistemlerinden izole edilmiş gözden uzak teknik parçalar, bütünselliğe direnen bir estetik içinde bir araya geliyor. Üretimler belirli bir anlatıyı tamamlamak yerine, proje fikirlerini askıya alan, zamansal ve mekânsal kesintiler barındıran aralıklarda yer alıyor. Bayraktar çalışmalarında bu tür estetik tercihleri her türden iktidarın tutarlılık, kapalılık ve bütünlük fantezilerini beklentilerini ötelemek için kullanıyor.”
SANATORIUM yeni mekân adresi: Emekyemez mah. Abdussalah Sk. No: 3, 34421 Beyoğlu/İstanbul
Künye:
1. Kerem Ozan Bayraktar, Bahçe ve Havuz, 2025, Hahnemühle Matt Fibre kağıt üzerine baskı, alucobond üzerine monte edilmiş, 200 x 86 cm (Detay)
2. Kerem Ozan Bayraktar, The system is, 2025, Tek kanal video; buluntu videolar, sesli, 05:34 dk
Japon yazar Hiromi Kawakami'nin aşka dair sorulara çarpıcı ve evrensel cevaplar arayan ödüllü romanı Nişino'nun On Aşkı, M. Alparslan Demir’in çevirisiyle Budala Kitap’tan çıktı.
Japonya, Amerika, İspanya, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde çoksatarlar arasına giren Nişino’nun On Aşkı, okurlara modern bir destan sunuyor.
Kitapta her bölümde farklı bir kadın sesleniyor okura. Kitap insanların farklı yaşlarda aşka ve âşık oldukları kişilere bakışının nasıl değiştiğini gösteriyor. Her aşk kendi doğallığında başlayıp ilerliyor ve aynı şekilde son buluyor. Tıpkı ağaçtan kopan kuru bir yaprağın savrula savrula yere düşmesi gibi… Geriyeyse hayal kırıklıkları, keder ve yalnızlık kalıyor. Ne de olsa bir aşk bitince herkes kaybediyor.
Artopol Galeri, Ozan Ünal’ın bronz heykellerinden oluşan “İki Kişilik Bir Dünya” başlıklı kişisel sergisini 13 Mayıs-15 Haziran tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
Heykel, yazı ve çizimi harmanlayan Ozan Ünal’ın “İki Kişilik Bir Dünya” sergisi, zamanın hoyratlığına, dünyanın büyüyen gürültüsüne, toplumsal hızın ve tahammülsüzlüğün iç sıkışıklığına karşı; iki kişinin kendilerine bir kıyı kurduğu, içe dönük ama dışa dirençli bir dünyayı anlatıyor. Sessiz, dokunaklı ve dirençli bir alana odaklanıyor.
“Ozan Ünal’ın heykelleri, zamandan ve mekândan azade figürlerle örülü. Bronz malzemenin asaleti ve ağırlığıyla örülü figürler, zaman ve mekândan bağımsız birer sığınak gibi karşımıza çıkıyor. Kimi zaman birbirine sokulmuş iki bedende, kimi zaman aynı boşluğa yönelmiş iki omuzda hayat bulan bu heykeller; insanın insana kurduğu en yalın ve en derin bağı temsil ediyor.
‘İki Kişilik Bir Dünya’, bir rüya kırıntısı kadar kırılgan ama bir ömür boyu taşınacak kadar sağlam bir hissi çağırıyor: Kalabalıktan çekilerek, iki kişilik bir dünyada iyiliği mümkün kılmak. Bu sergi, bir insanın başka bir insan için kurabileceği en naif, en dirençli evin hikâyesi.”
Filiz Piyale Onat’ın “Transparan” başlıklı kişisel sergisini 14 Mayıs-14 Haziran tarihleri arasında Galeri / Miz’de sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü Öykü Demirci’nin üstlendiği “Transparan” sergisi, katmanlı yüzeyleri ve sessiz manzaraları, insanın doğayla ve kendisiyle kurduğu kırılgan ve geçirgen ilişkiyi derinlemesine sorguluyor. Filiz Piyale Onat’ın sanatsal pratiği, sessizlikle çevrelenmiş doğa manzaralarının içinde kaybolmuş küçük ölçekli, çoğunlukla insan yapımı üç boyutlu öğeler arasında bir gerilim kuruyor. Bu gerilim, bireyin doğadaki yalnızlığına, sessizliğine ve görünmez varlığına işaret ediyor. Sanatçının eserlerinde doğa, görkemli bir fon değil; insanın kendisini tanımladığı, zamanla beliren izler taşıyan bir hafıza alanı olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Sergide varoluşsal sessizlik katmanlı bir derinliğe kavuşuyor; doğa, yalnızca bakılan bir dış dünya değil, içinde kaybolunan geçirgen bir alan olarak yeniden düşünülüyor. Bu bağlamda transparanlık kavramı sergide, doğanın fiziksel görünümü ile insanın içsel deneyimi arasındaki geçirgen sınırları hem maddesel hem de düşünsel düzlemde iki ayrı yaklaşım üzerinden irdeleniyor. İzleyici, “Transparan” sergisinde, görünür olanla görünmeyen, geçmişle şimdi arasındaki ince katmanlarda ilerlerken, insanın doğa kadar transparan olup olamayacağını sorguluyor.
Behçet Çelik’in ilkgençliğin samimi ve sahici duygularıyla örülü, edebiyatı hukukla buluşturan bir duruşma oyunu kurduğu romanı Küskünler, Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Çelik, bir aile meselesini çözmek için, dört arkadaşı hukuk yolunda bir araya getiriyor. Roman, aynı plağı dinleyenlerin, bir matematik kümesinde buluşanların, kendini ifade edemeyenlerin, küskünlerin ve arada kalanların hikâyesini anlatıyor.
“Yazdıklarıyla hep tam not alan Ferhat, babasıyla dedesinin birbiriyle konuşmadığını anlattığı ödevde başarısız olunca tüm sınıf çok şaşırır. Ama bir tek Gül, bu uzun küslüğün nedenini merak eder. Ferhat onu dedesiyle tanıştırmayı teklif ettiğinde kendini geri dönülmez bir yolda bulur. Arkadaşları Akın ve Zeynep'in de katılmasıyla dörtlü, bir barıştırma planı başlatır. İşleri iyice çorba etmeyi göze alarak kurdukları tuzak, buzları eritmeye yetecek midir?..”
Francis Ford Coppola imzalı The Godfather, canlı senfoni orkestrası eşliğinde 14 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda, 16 Eylül’de ATO Congresium Ankara’da ve 18 Eylül’de ise İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda izleyicilerle buluşacak.
Nino Rota’nın ölümsüz film müzikleri, dev ekran gösterimiyle eş zamanlı olarak 65 kişilik İstanbul Film Orkestrası tarafından canlı olarak icra edilecek. Paramount Pictures tarafından 1972 yılında yayımlanan The Godfather, Corleone ailesinin 1945 ile 1955 yılları arasındaki hikâyesini ve diğer New York mafya aileleriyle olan rekabetini derinlemesine ele alıyor. Marlon Brando’nun canlandırdığı başkarakterin gücü en küçük oğlu Al Pacino’ya devretmesini konu alan filmde ayrıca James Caan, John Cazale, Robert Duvall ve Diane Keaton da rol alıyor.
Filmin müziklerini besteleyen İtalyan besteci Nino Rota, sadece film müzikleriyle değil, opera ve senfonik eserleriyle de tanınıyor. Federico Fellini gibi önemli yönetmenlerle uzun süreli iş birlikleri yapan Rota, The Godfather Part II filmiyle 1975’te En İyi Film Müziği dalında Oscar kazandı.
Etkinliklerin biletlerine Biletinial, Biletix, Bubilet ve Passo üzerinden ulaşabilirsiniz.