
Arura Mardin, CANAN’ın “Kelebek gibi uçmada ruhumuz” başlıklı sergisini 31 Ekim’e kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Sanatsal üretimini resimden fotoğrafa, minyatürden performansa taşıyan CANAN, bu kez Mardin’in ruhuyla buluşuyor. Şehrin sembollerinin, mitolojilerinin, halk kültürü ve gündelik yaşamın iç içe geçtiği sergide, sanatçı hayalin imgelerle kurduğu bağı izleyicilere sunuyor.
Ahmet Muhip Dranas’ın bir dizesinden alınan sergi başlığı, aynı zamanda izleyiciyi karşılayan ilk yapıtın da adı. “Kelebek gibi uçmada ruhumuz”, bahar akşamında uçuşan kelebeklerin o tasasız, kırlara ait hafifliğini taşıyor. CANAN, Mardin’in çok katmanlı kültüründen süzülen mitolojik anlatıları, özellikle Şahmaran ve çift başlı yılan gibi simgeleri, kendi hayali karakteri Maran’la iç içe geçirerek yeniden yorumluyor. Kahkahaların şifa olabileceğini, korkunun cazibesini, masalın bugüne nasıl sızdığını anlatıyor.
Torrey Peters’ın cinsiyet, cinsellik ve arzuya dair tabuları yerinden oynatan, kadınlık ve aile kavramlarını tartışmaya açan ödüllü romanı Dön, Bebeğim, Erdem Gürsu ile Mina Çakmak’ın çevirisiyle Umami Kitap’tan çıktı.
“Trans kadınlar için trans kadınlar tarafından yazılmış edebiyat” üreten yazarların başında gelen Peters, bu romanıyla yalnızca edebiyat değil queer ve toplumsal cinsiyet tartışmalarında da ses getirdi. Kadınlığın karmaşık sularında dolaşan bu kitap, klişelerin ve iyi niyetli cevapların ulaşamadığı soruları sormaktan çekinmiyor.
“Reese, bir trans kadın olarak neredeyse her şeye sahipti: Amy ile sevgi dolu bir ilişkisi, New York’ta bir apartman dairesi ve nefret etmediği bir işi vardı. Kendinden önceki trans kadın kuşaklarının yalnızca hayalini kurabileceği bir şeyi başarmıştı —sıradan, küçük burjuva konforlarından oluşan bir hayat. Tek eksik bir çocuktu.
Ama sonra sevgilisi Amy geçiş sürecini tersine çevirerek Ames oldu. İlişkileri bittiğinde Reese kendini, yalnızlığını evli erkeklerle unutmaya çalıştığı bir döngüye saplanmış halde bulur. Ames de mutlu değil. Erkek olarak yaşamanın hayatını kolaylaştıracağını sanmıştı, ancak bu Reese ile olan ilişkisine mal oldu —onu kaybetmek, sahip olduğu tek aileyi kaybetmek demekti.
Ve şimdi Ames’in patronu ve sevgilisi Katrina, hamile olduğunu açıklıyor. Ames ise bunun Reese’le yeniden yakınlaşmak için bir fırsat olup olmadığını sorgulamaya başlıyor. Acaba, üçü birlikte normun ötesinde bir aile kurup bu çocuğu büyütebilir mi?”
Beykoz Kundura tarafından profesyonel rehber eşliğinde düzenlenen “Kundura’nın Hafızası: Bir Fabrikaya Sığan Dünya” sergisi turu 30 Mayıs Cuma günü saat 19.30’da gerçekleşecek.
Beykoz Kundura ziyaretçilerine zamanın ötesinde bir sergi deneyimi sunuyor. Kundura Hafıza arşivinden beslenen ve bir endüstri mirası alanının dönüşüm hikâyesini anlatan sergi, ziyaretçilere üretimin kalbinde bir zaman yolculuğu sunuyor. Katılımcılar, bir dönem ayakkabı ve deri üretiminin yapıldığı tarihi fabrika binalarını, üretim aletlerini ve Beykoz Kundura’nın dönüşüm sürecini profesyonel bir rehber eşliğinde keşfetme imkânı buluyor.
Beykoz Kundura cuma, cumartesi ve pazar günleri 14.00-18.00 saatleri arasında ziyarete açık olan kalıcı sergisinin kapılarını bu kez rehber eşliğinde kolektif belleğe açıyor. Beykoz Kundura, geçmişle bağ kurmak, bir fabrikanın hafızasında saklı hikâyelere tanıklık etmek ve kültürel bir yolculuğa çıkmak isteyen herkesi kalıcı sergisine bekliyor. Etkinlik hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Muse Contemporary, Emin Mete Erdoğan’ın “Benim Adım Ozymandias, Kralların Kralı” başlıklı kişisel sergisini 23 Haziran’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Sergi adını, İngiliz şair Percy Bysshe Shelley’nin 1818 tarihli ünlü şiirinden alıyor. Shelley’nin şiirinde, antik bir kral olan Ozymandias’ın (bir diğer adıyla II. Ramses) kibriyle yaptırdığı anıtların, zamanla çöl kumları altında silinip gitmesi anlatılıyor. Bu metafor, insanın faniliğini ve medeniyetlerin bile yok oluşa yazgılı olduğunu düşündürücü bir şekilde ortaya koyuyor.
Emin Mete Erdoğan, bu evrensel temayı çağdaş bir görsel dille yeniden yorumluyor. “Milattan Sonra 4 Milyar” adlı rölyef serisi ile zamanın kavranamaz ölçeğini ve evrensel döngüyü işlerken, “Hadron, Füzyon ve Zodyak” başlıklı resim serileriyle güç, bilim, inanç ve kozmos arasındaki ince sınırları araştırıyor. Sanatçının işlerinde; iktidarın yanıltıcılığı, kalıcılık illüzyonu ve doğanın kaçınılmaz zaferi, derin bir felsefi sorgulamayla birleşiyor.
Emily Ballesteros’un tükenmişliği anlaşılır hâle getirerek hem kişisel hem de mesleki açıdan daha dengeli bir yaşam yolunda rehberlik sunduğu kitabı Tükenmişliğin Çaresi: Dengeyi Nasıl Bulursunuz ve Hayatınızı Nasıl Geri Kazanırsınız?, Ayhan Semih Koç’un çevirisiyle Eksik Parça Yayınları’ndan çıktı.
Tükenmı̇şlı̇ğı̇n Çaresi, sürekli erişilebilir olmayı ve kronik olarak tükenmiş hissetmeyi normalleştiren kültürümüzde, tükenmişliği yönetmek için kapsamlı bir yöntem sunuyor ve hayatımızın kontrolünü geri kazanmamız için bizi güçlendiriyor.
Ballesteros, bu kitabında tükenmişlikle mücadele etmek için beş temel alanda sağlıklı alışkanlıklar geliştirmesi için okuruna yardımcı oluyor: Zihniyet, kişisel bakım, zaman yönetimi, sınırlar ve stres yönetimi. Ayrıca kitap şu konulara değiniyor:
• Sürekli bunalmış hissetmenize neden olan tükenmişlik alışkanlıklarını kırma
• Öngörülebilir bir kişisel bakım rutini oluşturarak sürdürülebilir bir iş-yaşam dengesi kurma
• Daha az zamanda daha fazla iş yaparak anlamlı bir yaşama doğru ilerleme kaydetme
• Kendi kişisel ve profesyonel sınırlarınızı suçluluk duymadan belirleme
• Stresinizi yönetme ve stres kaynaklarınızdan duygusal olarak kopma
Salon İKSV, ilkbahar sezonunu SINCASA, Nourished by Time ve Chanel Beads konserleriyle kapatacak.
30 Mayıs Cuma Cem Yıldız, Oh Voyage ve Yazz ile İtalya’dan SINCASA, 31 Mayıs Cumartesi akşamı New Wave, R&B ve dans stillerini harmanlayan Nourished by Time, 2 Haziran Pazartesi akşamı ise post-punk, pop duygusallığı ve elektronik müziğin ritimleriyle harmanlanan transandantal performansıyla Chanel Beads, +1’in katkılarıyla Salon sahnesinde müzikseverlerle buluşacak.
Salon İKSV’de gerçekleşecek etkinliklerin biletlerine Passo üzerinden ulaşabilirsiniz.
+1 Sunar: SINCASA Salon’da: Cem Yıldız, Oh Voyage, Yazz
30 Mayıs Cuma
Kapı Açılış: 21.30
Oh Voyage: 22.00
Cem Yıldız: 23.30
Yazz: 00.45
+1 Sunar: Nourished by Time
31 Mayıs Cumartesi
Kapı Açılış: 21.00
Konser: 22.00
+1 Sunar: Chanel Beads
2 Haziran Pazartesi
Kapı Açılış: 20.30
Konser: 21.30
Talip Keser’in son dönem işlerinden oluşan “The Rooms of My Heart” başlıklı kişisel sergisi 28 Mayıs-15 Temmuz tarihleri arasında Artopol Galeri'de sanatseverlerle buluşacak.
Yaklaşık yirmi yıldır disiplinler arası üretimlerini sürdüren Talip Keser, “The Rooms of My Heart” başlıklı sergisinde tuval yüzeyini yalnızca bir anlatım alanı değil, aynı zamanda içsel yönelimlerin ve kişisel belleğin haritası olarak kurguluyor. Sergi, estetik ile bireysel hafızanın kesiştiği, içe dönük ama dışa açık bir anlatı sunuyor. Keser, sergide yalnızca kendi kalbinin odalarını değil, aynı zamanda izleyicinin de kendi içsel haritasını yeniden keşfetmesine olanak tanıyor. Her resim bir soruya, her yön bir keşfe işaret ediyor.
“The Rooms of My Heart”, Keser’in içsel deneyimlerini soyut imgeler aracılığıyla aktardığı, sezgisel bir görsel dilin izlerini taşıyor. Sergide yer alan büyük boyutlu tuvaller, klasik figüratif anlatımı reddederek, izleyiciyi renk, çizgi ve boşluk üzerinden bir yön bulma deneyimine davet ediyor. Sanatçının ifadesiyle, “sınırsızlık içimizde başlıyor” ve bu sergi, tam da bu sınırsızlığın içsel haritasını çizmeyi amaçlıyor.
Her bir resim bir odadan çok bir yön, bir içsel sapma ya da hatırlamanın soyut bir izdüşümü olarak izleyici karşısına çıkıyor. Haritalar, kent soyutlamaları ve topografik deformasyonlar, Keser’in tuvallerinde sadece görsel kompozisyon değil, duygusal katmanlar arasında dolaşan birer geçiş alanı işlevi görüyor. Katman katman inşa edilen yüzeyler, izleyiciye hem bir şeyin ifşasını hem de başka bir şeyin örtülmesini öneriyor.
Tıp doktoru ve yazar Monty Lyman’ın ağrının tabiatını sorguladığı, düşündüğümüzden çok daha karmaşık bir his olduğunu anlattığı kitabı Ağrı Nedir?, Şiirsel Taş’ın çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıktı.
“Neden Acı Çektiğimize ve Nasıl İyileşebileceğimize Yeni Bir Bilimsel Bakış” alt başlığındaki kitap sadece tıp ve bilim meraklıları için değil, insan deneyiminin en temel unsurlarından biri olan ağrıyı daha iyi anlamak ve yönetmek isteyen herkese bir rehber sunuyor.
Ağrının vücuttaki hasarın doğru bir göstergesi olmaktan ziyade beyinde yaratılan ve psikoloji, duygular, sosyal bağlam, dikkat ve beklentiler tarafından şekillendirilen çok yönlü bir deneyim olduğunu vurguluyor. Ağrı konusundaki bilgisizliğimizin ve daha kötüsü yanlış bilgilerimizin mevcut ağrı pandemisini nasıl körüklediğini açıklıyor.
Vücuttaki hasar iyileştikten çok sonra bile devam eden inatçı ağrıdan, olmayan bir uzvun ağrıdığı hayalet uzuv ağrısı vakalarına; şeker hapları gibi tıbbi açıdan tamamen tesirsiz müdahalelerin ağrıyı iyileştirebildiği veya kötüleştirebildiği plasebo ve nosebo etkilerinden, ağrı algısının telkinle değiştirilebildiği hipnoza pek çok konuyu irdeleyerek geniş bir perspektif sunan bu çalışma, tıpta ve beyin bilimlerinde çığır açan yeni araştırmaları ele alarak ağrıya dair yerleşik kabulleri sarsıyor.
78. Cannes Film Festivali’nden ödülleri toplayan filmler, MUBI’de sinemaseverlerle buluşacak.
Cafer Penahi’ye Altın Palmiye’yi getiren It Was Just An Accident, Joachim Trier’in Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülen filmi Sentimental Value, Jüri Ödülü’nü paylaşan Oliver Laxe imzalı Sırât ve Mascha Schilinski imzalı Sound Of Falling ile Akinola Davies Jr.’ın Altın Kamera Mansiyon Ödülü’nü kazanan çıkış filmi My Father’s Shadow önümüzdeki aylarda MUBI’de gösterime girecek.
Cannes 2025’te resmi yarışmanın en prestijli ödülü olan Altın Palmiye’yi, uzun yıllar yasaklarla mücadele eden İranlı yönetmen Cafer Penahi’nin yönettiği It Was Just An Accident kazandı. Direniş ve adalet temalarının öne çıktığı bu hikâye, sıradan görünen bir kazanın ardındaki politik ve toplumsal anlamları sorguluyor. Norveçli yönetmen Joachim Trier’in aile bağları ve sanat arasında sıkışmış bir baba-kız ilişkisini merkeze alan, Renate Reinsve, Stellan Skarsgård ve Elle Fanning gibi isimlerin performanslarıyla ses getiren Sentimental Value, Jüri Büyük Ödülü’ne layık görüldü. Bu yıl iki özgün film arasında paylaştırılan Jüri Ödülü’nü Oliver Laxe’nin post-apokaliptik arayış hikâyesi Sırât ve Mascha Schilinski’nin birkaç farklı kuşaktan kadınların sesini duyuran çok katmanlı Alman draması Sound Of Falling kazandı. Akinola Davies Jr.’ın, iki küçük oğlundan ayrı yaşayan bir babanın 1993 Nijerya seçim krizi sırasında başkent Lagos’ta geçen yarı otobiyografik hikâyesini anlattığı My Father’s Shadow ise festivalden Altın Kamera Mansiyon Ödülü’yle döndü.
Rabia Kalyoncuoğlu’nun “Evin Hafızası” başlıklı kişisel sergisi 28 Haziran’a kadar Chi Art Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
Rabia Kalyoncuoğlu’nun sergisi “Evin Hafızası”, mekân ve bellek arasındaki çok katmanlı ilişkiyi merkezine alarak, mekâna özgü hazırlanan yerleştirmesiyle izleyiciyi hem kendi geçmişine ve anılarına döndürüyor hem de ütopik bir yolculuğa davet ediyor. Sanatçı, evi yalnızca bir barınma alanı değil; kimliğin, aidiyetin ve kültürel sürekliliğin taşıyıcısı olarak konumlandırıyor ve geçmiş ile güncel yaşam arasındaki değişimi sorguluyor. Sergi, toplumsal dönüşümlerin etkisiyle değişen yaşam alanlarını ve bu dönüşümün bireysel hafıza üzerindeki etkilerini duyusal bir deneyim üzerinden ele alıyor.
“Sanatçı sergide ev kavramını ve zaman içinde değişimini gözler önüne seriyor. Ev, geçmişte çok daha kalabalık ailelere kucak açıp, daha geniş alanlar sunuyor, daha özenli sakin ve yavaş bir hayat deneyimi sağlıyorken, günümüzde, daralan alanlar, bireyselleşme ve hızlanan zamanla hayat döngülerimizin nasıl değiştiğini inceliyor ‘Evin Hafızası’.
Ev, geçmişten bugüne değişen biçimiyle hem fiziksel hem de duygusal olarak dönüşüme uğrayan bir yapıdır. Geniş aile yapılarından bireyselleşmiş yaşam biçimlerine geçiş; doğayla kurulan güçlü bağların yerini betonlaşmaya bırakması; mekânların küçülmesiyle birlikte iç dünyanın da daralması... Kalyoncuoğlu, bu kırılma anlarını görünür kılıyor. ‘Evin Hafızası’ zamanla unutulan alanları ve alışkanlıkların izini sürerek tanıdık ama artık ait olunmayan bir ev atmosferi yaratıyor.
Sanatçının pratiğinde önemli bir yer tutan el işçiliği, burada yalnızca teknik değil, kavramsal bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel üretim yöntemleriyle kişisel anlatıları harmanlayan Kalyoncuoğlu, estetikle belleği buluşturan bir görsel dil inşa ediyor. Günlük yaşamdan alınmış, işlevini yitirmiş ya da unutulmuş nesneler, bu sergide geçmişin birer tanıklarına dönüşür. Her bir yerleştirme, bir zamanın, bir duygunun ya da bir ilişkinin hatırasını taşır.
Sanatçı kurguladığı bu ütopik evin içerisinde ne geçmişe dönmeyi ne de onu tamamen unutup çağa uyumlanmayı seçer. Modern yaşamla gelen sıkışmayı ve doğadan uzaklaşmayı yarattığı bu evrendeki evin içerisinde kurguladığı, ‘sahte’ bitki örtüsü ile anlatır.
Sergi, belleği yalnızca geçmişe ait bir arşiv olarak değil, bugünü anlamlandıran ve geleceği kuran bir dinamik olarak ele alır. Kalyoncuoğlu’nun kurduğu bu duyusal evren, ziyaretçiye hatırlamanın yalnızca bir eylem değil, aynı zamanda iyileştirici bir süreç olduğunu da anlatır. ‘Evin Hafızası’ yalnızca görsel bir deneyim sunmakla kalmaz; izleyiciyi kendi belleğiyle, geçmişte bıraktığı parçalarla ve bugün hâlâ taşıdığı izlerle yüzleştirir.”
Güneş Salı imzalı sergi metninden alıntı.
Künye:
1. Epizodik Bellek Sandığı, 2025 Sandık (Hazır Nesne Üzerine Yağlı Boya _ Kolaj), Halı (Kumaş _ İplik _ Keçe, Sandık (h.82cm w.51cm d.50cm)
2. Belirsiz Çizgiler I, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
3. Belirsiz Çizgiler II, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
4. Belirsiz Çizgiler III, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
5. Gülü Seven Dikenine Katlanır, 2025 Kağıt Üzerine Aquarell, Kuru boya İplik Kil 20x30cm