Yazar ve belgesel yönetmeni Anna Pazos’un gençliğin son kıyılarında gezinen bir kuşağın hem coşkusunu hem de kırılganlığını içten bir sesle anlattığı kitabı Rüzgârı Beklerken, Emrah İmre’nin çevirisiyle Medusa Yayınları’ndan çıktı.
Pazos, doğup büyüdüğü Barselona’dan Selanik’in dağınık özgürlüğüne, Kudüs’ün keskin gerçekliğine, Atlantik’in sonsuzluğuna ve New York’un çalkantılı sokaklarına doğru yola çıkar. Çıktığı yolculukta özgürlük ve aidiyet, kökler ve kimlik arasındaki çatışmayı iliklerine kadar hisseder; her kaçış yeni bir arayışa, her mola geçmişe açılan bir pencereye dönüşür.
“Yirmilerden otuzlara geçişi ancak hafif küstah bir yazarın dolambaçlı ve belirsiz anlatım yeteneği size okutabilir. Anna Pazos’un ortaya çıkardığı metin ise hem katmanlı hem özgür, hem de dürüst bir sorgulama.” - El País
Goethe-Institut’un German Films iş birliği ve Ernst Reuter İnisiyatifi (ERI) katkılarıyla düzenlediği Kino 2025: Alman Filmleri Türkiye’de, 13-18 Mayıs tarihleri arasında Sinematek/Sinema Evi’nde gerçekleştirilecek.
Kino 2025: Alman Filmleri Türkiye’de son bir yıl içerisinde festivallerde dikkat çeken ve ödüller kazanan başarılı Alman yapımlarını sinemaseverlerin beğenisine sunuyor. Bu yılki programında sekiz film izleyiciyle buluşacak.
44. İstanbul Film Festivali çerçevesinde gösterilen Alman yapımlarıyla başlayacak Kino 2025’in Sinematek/Sinema Evi’ndeki programının açılış filmi Mehmet Akif Büyükatalay’ın yönettiği Histeri (Hysteria) olacak. Mehmet Akif Büyükatalay, Kino 2025’in konuğu olarak İstanbul’a gelecek ve filmin 13 Mayıs’taki gösterimine katılacak. Gösterimden sonra Mehmet Akif Büyükatalay ile Sinematek/Sinema Evi’nin Sanat Yönetmeni Emin Alper’in katılacağı bir söyleşi gerçekleşecek.
Bu yıl Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde En İyi Belgesel - Seyirci Ödülü’nü kazanan, ayrıca Uluslararası Af Örgütü En İyi Film Ödülü’ne de layık görülen Mölln Mektupları (Die Möllner Briefe) Türkiye’de ilk kez Kino 2025 çerçevesinde Sinematek/Sinema Evi’nde gösterilecek. 17 Mayıs’taki gösterimine yönetmen Martina Priessner ve İbrahim Arslan da katılacak, filmden sonra seyircilerle bir söyleşi düzenlenecek.
Marcin Wierzchowski’nin yönettiği ilk gösterimi bu yıl Berlin Film Festivali’nde yapan Das Deutsche Volk, geçtiğimiz ay Frankfurt’taki Lichter Filmfest’te büyük ödül Der Regionale Langfilmpreis’ı kazandı. Film, 19 Şubat 2020 tarihinde Hanau’da gerçekleşen ve dokuz gencin öldürüldüğü ırkçı saldırıyı, yas tutan acılı aileler ve saldırıdan kurtulanların perspektifinden anlatıyor. Filmin yönetmeni Marcin Wierzchowski ve Hanau’daki saldırıda öldürülen Sedat Gürbüz’ün annesi Emiş Gürbüz filmin 18 Mayıs’taki gösterimine katılacak ve filmden sonra seyircilerle bir söyleşi gerçekleşecek.
Usta belgeselci Andres Veiel, ilk gösterimi geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nde gerçekleşen yeni filmi Riefenstahl’da sinema tarihinin en tartışmalı isimlerinden birini merkeze alıyor. Veiel’ın ödüllü filmi, bu yıl En İyi Belgesel dalında Alman Film Ödülleri’ne de aday gösterildi.
Frédéric Hambalek’in yönettiği Ne Halt Ettiğinizi Biliyorum (Was Marielle weiß) bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarıştı ve Sanat Sinemaları Birliği’nden mansiyon kazandı. Fabian Stumm’un yazdığı, yönettiği ve başrolünü üstlendiği Acı Tatlı (Sad Jokes) geçtiğimiz yıl Münih Film Festivali’nde verilen Genç Alman Sineması Destek Ödülü’nü En İyi Yönetmen dalında kazandı, ayrıca FIPRESCI ödülüne de layık görüldü. Fabian Stumm filmdeki performansıyla Alman Sinema Yazarları Derneği Ödülleri’nde de En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde ödülün sahibi oldu.
Laura Laabs’ın bu yıl Max Ophüls Ödülleri Film Festivali’nde Sinema Yazarları Ödülü’nü kazanan ilk uzun metrajlı filmi Tarlanın Üzerinde Kırmızı Yıldızlar (Rote Sterne überm Feld) da Kino 2025 çerçevesinde seyirciyle buluşacak filmler arasında yer alıyor.
Sanatçı ve film yönetmeni ikili Miri Ian Gossing ve Lina Sieckmann imzalı Sirenlerin Çağrısı (Sirens Call) ilk gösterimini bu yıl Berlin Film Festivali’nde Forum bölümünde yaptı. İkili filmde “Kendilerini deniz insanları olarak tanımlayan ve sadece silikon kuyruklar takıp siren kılığına girmeyen, bunu günlük yaşamlarında da bir kimlik olarak sürdüren” kişilerden oluşan bir alt kültüre odaklanıyor.
Kino 2025 seçkisinde yer alan filmler hakkında detaylı bilgiye buradan, filmlerin biletlerine ise Mobilet üerinden ulaşabilirsiniz.
Ferda Art Platform, Eda Şarman’ın “Sığ Kıyı, Derin Kuyu” başlıklı kişisel sergisini 31 Mayıs’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
“Dokular, desenler, kabartmalar ve yansıtmaları farklı mecralarla bir araya getiren, çok disiplinli bir sanat pratiği olan Eda Şarman, bu sergisinde ekofeminist bir perspektiften yola çıkarak insan ve insan-olmayan varlıklar arasındaki sınırları, doğayla kurulan yapısal ilişkileri ve suya dair kültürel hafızayı inceliyor.
Sergi, iki ana imge etrafında örgütleniyor: kıyı ve kuyu. Bu iki kavram, yalnızca mekânsal değil; düşünsel, tarihsel ve kültürel anlamlar da taşıyor. Kıyı, Eda Şarman’ın üretiminde bir geçiş alanı olarak yer alıyor: sularla karaların buluştuğu, sabitlik ve akışkanlık arasında salınan bir eşik, temasın ve yaratıcı bir ara-mekânın sembolü… Kıyı aynı zamanda, doğada olduğu kadar düşüncede de geçici olanın, belirsizliğin ve dönüşümün bir metaforu olabildiği gibi insan ile insan-olmayanın temas ettiği, sınırların çözüldüğü bir alan olarak da karşımıza çıkıyor.
Diğer yandan kuyu, yerin derinine inilen, çoğu zaman kutsallaştırılmış ya da araçsallaştırılmış bir figürdür. Kuyu, hem suya ulaşmak için başvurulan bir teknik müdahaledir, hem de tarihsel olarak eril bir hâkimiyet biçiminin sembolüdür. Şarman, kuyuyu bu bağlamda yalnızca fiziksel bir yapı değil, doğaya hükmetme arzusunun bir metaforu olarak da ele alıyor. Aynı zamanda kuyunun karanlığı, suyun görünmeyen katmanlarını, bastırılmış bilgileri ve unutulmuş sesleri çağırıyor.
Şarman’ın yaklaşımı, doğayı pasif bir arka plan olmaktan çıkarıp, özneleşebilen, etkileyen ve etkilenen bir varlık olarak konumlandırıyor.
‘Sığ Kıyı, Derin Kuyu’ ziyaretçileri, suyun sesine kulak vererek insanmerkezci bakıştan sıyrılmaya, bildikleri dünyanın sınırlarında dolaşmaya ve yeni varoluş ihtimallerini birlikte düşünmeye davet ediyor.”
Ezgi Hamzaçebi
Lee Su-yeon’un travmayı sadece geçmişte kalan bir anı olarak değil, hayatımız boyunca bize eşlik eden, bizimle büyüyen ve değişen bir varlık olarak ele alan grafik romanı Omzumdaki İki Arkadaş, Şevval Uzun’un çevirisiyle Yuzu Kitap’tan çıktı.
Omzumdaki İki Arkadaş, sulu boya renkleriyle yarattığı sıcak atmosferle duygu yüklü hikâyesiyle okura hem teselli veriyor hem de iyileşme hissi sunuyor.
Tavşan’ın kara bir arkadaşı var. Başkaları onu göremiyor, sesini duyamıyor. Tavşan kiminle olursa olsun, nereye giderse gitsin, kara arkadaşı her zaman onun peşinden geliyor ve omzuna yaslanarak konuşuyor. On bir yaşından beri yanında olan bu arkadaşa karşı hisleri zamanla karmaşık hale geliyor. Bazen ondan korkuyor, sıkılıyor, ancak bir yandan da farkında olmadan ona güvenmeye başladığını fark ediyor. Tavşan, kara arkadaştan kurtulamazken, yeni insanlarla tanışıyor, kuş sahipleniyor ve sıcak bir teselliyi başkalarında buluyor. Böylece Tavşan’ın günlük hayatında küçük değişimler meydana geliyor.
Tamino, mart ayında yayımlanan yeni albümü Every Dawn’s a Mountain kapsamında üç konserlik Türkiye turnesine çıkacak. Tamino, Epifoni organizasyonuyla 8 Ekim’de KüçükÇiftlik Park İstanbul’da, 9 Ekim’de CerModern Ankara’da, 10 Ekim’de ise İzmir Havagazı Fabrikası’nda konser verecek.
Tamino, Every Dawn’s a Mountain’dan “Sanctuary” isimli yeni teklisiyle dikkatleri üzerine çekti. Vokallerini Mitski’nin üstlendiği “Sanctuary” umut ve kalp acısı üzerine bir hikâye anlatıyor. Tamino’nun yeni albümü Every Dawn's a Mountain, yangın hissi ve daha önce inşa edilmiş olan her şeyin ve içinizdeki her şeyin yanmak üzere olduğunun farkına varılmasıyla besleniyor. Albüm kayıp, yerinden edilme, ayrılık ve geçmişi bırakma üzerine odaklanıyor. Tamino bu duygusal enkazın küllerinden doğuyor ve bir sonraki bölüme giriyor. Öncelikle yeni evi New York’ta yazılan bu uzunçalar, müziği ona Mitski, Radiohead’den Colin Greenwood, David Byrne ile iş birliği ve Lana Del Rey’in açılışını kazandıran Belçikalı-Mısırlı sanatçı için yeni bir başlangıca işaret ediyor.
Prodüktörlüğünü Tamino ve uzun zamandır birlikte çalıştığı PJ Maertens’in yaptığı albümün ortak prodüktörlüğünü Eric Heigle ve Alessandro Buccellati’nin ek prodüktörlüğünü ise Chris Messina, Zach Hanson ve Jo Francken’in üstleniyor.
Tamino’nun üç konserlik Türkiye turnesinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Ateş Alpar’ın “İmkân ve İhtimal” başlıklı kişisel sergisi, 13 Mayıs-5 Temmuz tarihleri arasında, Depo’da sanatseverlerle buluşacak.
“İmkân ve İhtimal” sergisi, Ateş Alpar’ın pratiğini tarihsel ve güncel tahakküm biçimleri üzerinden mekân, obje ve bedenle kurulan ilişkilerle ele alıyor. Melih Aydemir ve Yıldız Öztürk küratörlüğünde gerçekleşen sergideki çalışmalar, sanatçının kişisel hayatından yola çıkarak sınırlar, güvenlik, gözetleme araçları, mülksüzleştirme gibi konulara dair geniş bir anlatı sunmayı amaçlıyor.
Sergide kullanılan yöntemler yok sayılan, silinen ya da bağlamından koparılan tarihleri yeniden düşünmeye odaklanıyor. Gündelik nesnelerin ne zaman ve nasıl politikleştiği, bireysel hikâyeler ile kolektif hafıza arasındaki bağlar serginin temel soruları arasında yer alıyor. Sergi, kolonizasyonu devam eden bir süreç olarak ele alırken, kurumsal bakışın ötesinde bir dekolonyal yaklaşım arıyor. Sanatçı, belgelemenin ve temsilin ötesinde, mekânın, nesnelerin ve dilin sunduğu direnç imkânlarına odaklanarak, sömürgeciliğin görünmez kıldığı ihtimalleri araştırıyor.
Künye:
1. Ateş Alpar, Dışardan İçeriye Sızanlar serisinden, 2022, Archival pigment print, 35 x 50 cm, ed. of 5 + 1 AP
2. Ateş Alpar, Dışardan İçeriye Sızanlar serisinden, 2024, Archival pigment print, 40 x 60 cm, ed. of 5 + 1 AP
Pera Öğrenme, Müzeler Haftası ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kapsamında 18-25 yaş aralığındaki gençlere yönelik özel bir etkinlik programı gerçekleştirecek. 17 Mayıs Cumartesi düzenlenecek “Deneyimle, Dâhil Ol!” başlıklı program, rehberli sergi turu ve otantik caz dans atölyesiyle gençlere yaratıcı bir deneyim sunuyor.
Müze deneyimi ile yaratıcı atölyeyi buluşturan “Deneyimle, Dâhil Ol!” başlıklı programın ilk bölümünde, saat 13.00’te başlayacak “Müzeler Haftası’na Özel: Gençlerle Müze Deneyimi” başlıklı rehberli turla genç katılımcılar Pera Müzesi’nin kalıcı ve süreli sergilerini gezme fırsatı bulacak. Tur boyunca müzecilik, sergi planlaması ve öğrenme programlarının nasıl kurgulandığına dair bilgiler paylaşılacak. Katılımcılar, bir müzenin arka planındaki organizasyon süreçlerini yakından tanırken; gönüllülük, yaratıcı katkı ve aktif katılım yolları hakkında da fikir sahibi olacak.
Programın saat 14.30’da başlayacak ikinci bölümünde ise “Gençlik ve Spor Bayramı’na Özel: Otantik Caz Dans” atölyesi gerçekleştirilecek. Gençler, caz müziğinin doğaçlamaya dayalı yapısı eşliğinde bedenin bu ritimle kurduğu ilişkiyi keşfetmeye davet edilecek. Ritim oyunları, müzikle kurulan doğrudan diyalog ve grup etkileşimleriyle şekillenen atölye, katılımcılara hareketin ifade gücünü deneyimleme fırsatı sunacak.
“Deneyimle, Dâhil Ol!” başlıklı program hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Usta oyuncu Şener Şen’i yıllar sonra tekrar tiyatro sahnesine döndüren DasDas’ın Zengin Mutfağı, 10 Haziran akşamı Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda son kez tiyatroseverlerle buluşacak.
Şener Şen’i 40 yıl aradan sonra tiyatro sahnesine döndüren Zengin Mutfağı, bu zamana kadar 400 oyunu kapalı gişe oynadı. Vasıf Öngören imzası taşıyan, DasDas prodüksiyonu Zengin Mutfağı’nda Şener Şen’in yanı sıra Gizem Ergün, Onay Kaya, Uğur Arda Başkan ve Kutay Sandıkçı gibi isimler rol alıyor. Cumhuriyet tarihinde görülmüş en büyük işçi hareketi olan 15-16 Haziran 1970 olaylarının zengin bir ailenin mutfağına yansımasını konu alan oyunun yönetmenliğini Şener Şen ve Doğu Yaşar Akal üstleniyor.
10 Haziran akşamı Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sahnelenecek Zengin Mutfağı’nın biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Ka’nın daveti ve Institut français de Turquie’nin desteğiyle Fransız sanatçı Alix Marie’nin Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi “Ana / Ada”, 28 Haziran’a kadar Ankara ve İzmir’de eş zamanlı olarak Çatı Açık Sanat Alanı ve Ka’da sanatseverlerle buluşuyor.
Alix Marie, iki ayrı mekânda eş zamanlı gerçekleşen sergisinde mitoloji, beden ve ritüel kavramlarını, Anadolu’nun semboller ve malzemelerle yüklü kültürel belleğiyle buluşturuyor. Ka’da yer alan “Ana” başlıklı bölümde, tuz bloklarıyla inşa edilen yapılar, seramikten üretilmiş beden parçaları ve Şahmeran efsanesine gönderme yapan bir büst aracılığıyla tuz ve kilin koruyucu, simgesel anlamları araştırılıyor. Çatı Açık Sanat Alanı’ndaki “Ada” başlıklı bölümünde ise İzmir’in zengin dokuma tarihinden yola çıkan sanatçı, kadim motifleri ve doğurganlık anlatılarını kırmızı kadife üzerine işlediği fotoğraflarla büyük ölçekli bir yerleştirmeye dönüştürüyor. Her iki sergi de kilim motiflerinden ilhamla simetrik yapılar ve tekrar eden nesneler üzerinden birbiriyle görsel ve kavramsal bir diyalog kuruyor. Marie’nin kişisel ve kolektif hafızalarla ördüğü bu anlatılar, izleyiciyi çağdaş sanatın beden, tarih ve ritüel anlayışı üzerine düşünmeye davet ediyor.
Sanatçıların bir araya gelerek kişisel ve politik kaygılar arasında çok seslilik oluşturduğu “Everybody Knows…” sergisi 15 Mayıs-28 Haziran tarihleri arasında G-art Galeri’de sanatseverlerle buluşacak.
Küratörlüğünü Bahar Adan’ın üstlendiği “Everybody Knows… / Herkes biliyor…” başlıklı sergide; Rafet Arslan, Nazan Azeri, Sidar Baki, Osman Bozkurt, Ramazan Can, Büşra Çeğil, Eda Çekil, Balca Ergener, Çınar Eslek, Kamil Fırat, Renkar Burcu Günay, Berat Işık, İrfan Önürmen, Şener Özmen, Cem Sonel ve Nil Yalter yer alıyor. Farklı disiplinler üzerinde çalışan sanatçılar, rastgele gerçekleşen bir tarih yazım sürecine doğru katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Özgün sanat pratikleriyle krizdeki demokrasiyi ele alıyorlar.
“Siyasi çalkantının insani maliyeti...Demokrasi krizde. Demokrasi sonrası dönem çoktan başladı. Belirtiler çok çeşitli: popülist liderler, sahte haberler, otokratik çıkışlar, totaliter propaganda ve neoliberalizm. Sanatın bunların karşısında nasıl bir rolü olabilir? Çatışma hâlinde olan düşüncelerin uzlaştırılmasına sanatçı nasıl bir katkı sağlar?
Davet edilen sanatçılar krizdeki demokrasiyi ele alıyorlar ve bu temada ilham aldıkları eser; Bayeux Halısı veya Gobleni (Bayeux Tapestry) olarak bilinen, 1066 yılında Normandiya Dükü'nün İngiltere’yi fethetmesini ve çevresindeki olayları anlatan, yaklaşık 68,3 metre uzunluğunda ve 70 cm genişliğinde, resimlerden ve metinlerden oluşan bir nakıştır (Hastings Muharebesi). 11. yy.’ın paha biçilmez ve eşsiz bir Orta Çağ anlatısı olmasıyla birlikte, aynı zamanda boyutları ve yaratım teknikleriyle ayırt edilen olağanüstü bir tekstil sanatı eseridir. Tarihi anlatının görsel bir temsilidir. Denizdeki Viking gemilerini, zorlu yolculukları, kalkanları ve zincir zırhları, efsanevi canavarları ve savaş sahnelerini tasvir eden bu goblen, merkezinde William’ın bulunduğu görkemli bir Orta Çağ destanının özünü yakalar. İngiltere’deki Orta Çağ döneminin benzersiz bir anlatımıdır. 950 yıl korunmayı başarmış bu eser, zaferin ve egemenliğin bir temsili olarak kabul edilir; ancak aynı zamanda savaşın, güç mücadelesinin ve hükümetlerin toplum üzerindeki etkilerinin tarihsel bir kaydını da sunar. Neredeyse başka hiçbir kaynakta olmayan bilgilere ulaşılmasına katkı sağlamıştır.
Günümüzdeki politik zaferler ve iktidar mücadeleleri; medya, ekonomik savaşlar, kültürel hegemonya, propaganda yoluyla sürdürülen "gizli" savaşlar, internet üzerindeki dezenformasyon, siber saldırılar veya kültürel çatışmalar, Tapestry’nin tarihsel savaşıyla paralellikler gösterir. Büyük şirketler ve küresel ekonomik güçler, Bayeux Tapestry’deki geleneksel monarşi ve aristokratik yapılarla benzer bir güç dinamiği oluşturur. Gelir eşitsizliği, sınıf ayrımı ve ekonomik adaletsizlik gibi global haksızlıklar, Bayeux Tapestry’deki toplumsal hiyerarşi ile örtüşmektedir. Göçmenlik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kültürel çatışmalar, diktatörlük, küresel politik mücadeleler gibi daha nice sorun, bugün yaşadığımız büyük çözülmenin verilerindendir. Bütün bunların neticesinde; tarihsel ve modern politik dinamiklerin nasıl birbirine paralel ilerlediğini, gücün ve direnişin nasıl biçim değiştirdiğini, toplumsal eşitsizliklerin ve savaşların modern zamanlarda nasıl sürdüğünü görsel olarak ilişkilendirdiğimiz bir kaynaktır Bayeux Tapestry.”
Künye:
1. Eda Çekil Bende Biten Çizgi (2025) 4 adet 40 x 60 cm (Her biri) Hahnemühle Matt Fibre Fotoğraf
2. Nil Yalter Video Art Diyarbakir / Mardin / Istanbul 2005 Interactive DVD-ROM. From the ’A Story of Contemporary Evolution’ Exhibition ‘Çağdaşlaşma Süreci Öyküsü’ Sergisinden (Sanatçı ve Galerist'in izniyle)
3. Şener Özmen Sözüm Haritadan Dışarı Video, 4’14’,2025
4. Endişeli Kalbim, 2025 Hahnemühle 308 gr Photo Rag kağıt üzerine arşivsel pigment baskı, 50x70 cm (çerçeveli)
5. Büşra Çeğil Slave Market in Ancient Rome, after Jean-Leon Gerome
2025 109x 70x 5 cm Oil painting on canvas adhered to hardboard with a polyol frame