
Helen Garner’ın gündelik hayatın canlılığıyla, yakalanan anların büyüsüyle dolup taşan üç ciltlik günlüklerinin 1978-1987 yılları arasında tuttuğu notlardan oluşan ilk cildi Sarı Defter, Elif Ersavcı’nın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Sarı Defter; bir yazarın iç kemiren şüpheler ve küçük zaferlerle dolu günlerinden anneliğin zorlukları ve zevklerine, arkadaş sohbetlerinden ihanetlerin ve ayrılıkların şiddetine, gökyüzü ve yeryüzü manzaralarından şehir hayatının sürprizlerine dürüstçe yer veriyor.
“Çalışmak için kiralık bir oda buldum. Moonee Ponds’taki bir butiğin üstünde. Kuzeye, çok uzaklardaki alçak bir dağa bakıyor. Bir köşesinde lavabo var. Gideri tıkanmış, bayat, kahverengi bir suyla dolu. Belki içinde sivrisinekler ürer. Umurumda değil. Günde üç cümle yazıyorum. Perişan, hırçın, asabi ve çekilmez haldeyim. Belki tek kitaplık bir kadınımdır ben.”
Melih Kıraç ile Tamara Kamola Rashidova’nın birlikte ürettikleri Eski Tören İçin Yeni Cilt performansı 2 Kasım Pazar günü 15.00 ve 19.00’da Arter’in performans salonu Karbon’da sanatseverlerle buluşacak.
Koreografisini Melih Kıraç’ın üstlendiği, icrasını Rashidova’nın gerçekleştirdiği performans, bedeni bir tören alanı, hareketi ise dönüşümün dili olarak ele alıyor. Beykoz Kundura ortak yapımı olan etkileyici performans, adeta hareketlenen bellek tabakaları arasında izleyiciyi geçmiş, şimdi ve geleceği iç içe yorumlamaya çağırıyor. Koreografın, babaannesinin ölümünün ardından 1930’larda evlatlık verildiği yer olan Konya’daki köyü ziyaretinin tetiklediği çalışma süreciyle başlayan Eski Tören İçin Yeni Cilt, yaşlandıkça hareketlenen bellek tabakalarının altında hiç zarar görmeden kalmış bir anıdan yola çıkıyor.
Rüyalarında anadiliyle bağının kopmasından kaynaklanan deneyimler yaşayan Özbek dansçı Tamara Kamola Rashidova’nın yaşantısıyla kesişen bu süreç, geçmiş, şimdi ve geleceği iç içe yorumlayarak “şimdi”de yollar arıyor. Tamamen soyut koreografide dansçının bedeni deri değiştirmeyi, çözünmeyi ve geçiciliği kutlarken; arşiv tarafından yakalanamayacak, her seferinde yeniden üretilen bir repertuvarın hatırlama sürecine katılıyor.
Künye:
Koreografi: Melih Kıraç
Birlikte Üretim ve Performans: Tamara Kamola Rashidova
Işık Tasarım: Utku Kara
Kostüm Tasarım: Hilal Polat
Müzik: Akira Rabelais
Ses Düzenleme: Berkant ‘doktor’ Kılıçkap
Ortak yapım: Kundura Sahne
Tek perde, 40 dakika
Fotoğraf: ETYC (Canberk Ulusan)
Chi Art Gallery, Yunus Özaksu’nun “Cevher” başlıklı kişisel sergisini 28 Ekim-30 Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“‘Cevher birdir; kimi ona Tanrı der, kimi Doğa.’ – Spinoza
Sergi, Spinoza’nın tek cevher anlayışından yola çıkarak, varlığın özünü ve bu özün biçimlenme hâllerini görünür kılar. Yunus Özaksu’nun pratiği, doğanın döngüsünden, maddenin dönüşümünden ve sembollerin kolektif belleğinden beslenir. Sanatçı, ceviz kabuğu ve kına taşıyla renklendirdiği kâğıt yüzeylerinde minyatür geleneğini çağdaş bir dile taşır.
Bu yüzeylerde beliren turna figürleri, bireysel varoluştan kolektif bilince uzanan bir dönüşümün simgesine dönüşür. Kadim mitolojilerde ve Budist ikonografide arınma, sadakat ve özgürlüğün sembolü olan turna, tıpkı lotus gibi çamurlu köklerden yükselerek yeniden doğuşun habercisi olur.
Cevher, izleyiciyi görsel bir deneyimin ötesinde, varlığın özüne ve birliğine dair düşünsel bir yolculuğa davet eder. Her kuş, her desen, her yüzey; aynı cevherin farklı bir tezahürüdür.”
Künye:
1-2. Untitled Tuval üzerine akrilik boya/ Acrylic paint on canvas 100 x 70 cm 2025
3-4. Untitled Kağıt üzerine kına taşı, ceviz kabuğu, tarama tekniği/ pumice stone, walnut shell, hatching technique on paper 37,5 x 37,5 cm 2025
Mary Murphy’nin yazdığı ve resimlediği, işleri insanlara yardım etmek olan fıdılların dünyasında eğlenceli bir yolculuğa davet ettiği romanı Dakika Bekçileri, Genç Timaş’tan çıktı.
Stevie ile babası Hal birer “fıdıl”dır. Fıdıllar, işleri insanlara yardım etmek olan küçük canlılardır. İnsanlar fıdılları göremez ve fıdıllar da insanlara kendini göstermeye çalışamaz. Fıdılların insanlara yardım etmek için sadece bir dakikası vardır ve fıdıllar, insanlara farklı konularda yardımcı olmak için farklı departmanlarda çalışırlar. Stevie küçük bir fıdıl olduğu için babasıyla birlikte işe gitmek zorundadır ancak her seferinde babasının başını belaya sokar. Kurallara uymayan ve merakına engel olamayan Stevie, günün sonunda babasının işten kovulmasına sebep olur.
Baba fıdıl Hal, kendine “Dakika Bekçisi” olarak yeni bir iş bulur. Dakika Bekçiliği, bir fıdılın çalışabileceği en zorlu işlerden biridir çünkü Dakika Bekçiliğinin çok katı kuralları vardır. Yeni görevlerine başlayan Stevie ile Hal, farklı insanların hayatlarına konuk olarak onlara yardımcı olmaya çalışırlar ancak talihsizlik onların peşini bırakmaz, ne kadar iyi niyetli olsalar bile.
Yunanistan’ın indie-pop sahnesinin önemli isimlerinden Monsieur Minimal, %100 Music katkılarıyla 15 Kasım’da Roxy Club’da müzikseverlerle buluşacak.
Atina’da yaşayan müzisyen ve prodüktör Monsieur Minimal, baharın tazeliğini analog synth’lerle, 60’lar ve 70’lerin nostaljik tınılarını rüya gibi melodilerle harmanlıyor. 2008’de yayımladığı Lollipop albümünden “Love Story” ile dikkat çeken sanatçı, ilk albümünün ardından taşındığı Atina’da şehrin karanlık ruhunu Pasta Flora ve Minimal to Maximal albümlerine yansıttı.
2008’den bu yana yayımladığı yedi albümle Yunanistan’da ve uluslararası arenada büyük bir dinleyici kitlesine ulaştı. ABD, İsviçre, Türkiye, Fransa, Rusya, Almanya ve Polonya’da sahne aldı; ABD ve Kanada’da televizyon spotları, filmler ve reklamlar için müzikler üretti; Moby’nin 2011’deki Atina konserinde açılış performansını üstlendi. Bugün Yunanistan’da indie-pop sahnesinin önemli temsilcilerinden biri olarak, radyo ve televizyon çalma listelerinde güçlü bir varlık göstermeye devam ediyor.
15 Kasım’da Roxy Club’da gerçekleşecek Monsieur Minimal konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Akbank Sanat ve Kadir Has Üniversitesi iş birliğiyle hayata geçirilen “Çizginin Neresinde?” söyleşi ve atölye programı, 1 Kasım-13 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek.
Akbank Sanat, Kadir Has Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü iş birliğiyle düzenlenen “Çizginin Neresinde?” başlıklı program, kamera arkasında çalışan kadın sinemacıların emeğini görünür kılarak sinema sektöründeki üretim süreçlerini, yapısal eşitsizlikleri ve dönüşüm alanlarını tartışmaya açacak. Kamera arkasında çalışan kadın sinemacıların emeğini görünür kılmayı hedefleyen program, daha adil ve kapsayıcı bir gelecek için sinema sektöründeki kadın üretimine dair kolektif bir hafıza oluşturarak sektördeki üretim süreçlerini ve yapısal eşitsizlikleri tartışmayı, dönüşüm alanlarını birlikte inşa etmeyi amaçlıyor.
Program kapsamında görüntü yönetimi, kurgu, ses, yapımcılık, sanat ve reji gibi farklı alanlarda üretim yapan kadın sinemacılarla söyleşiler gerçekleştirilecek. Bu buluşmalarda kadınların sektördeki deneyimleri; “çizginin altı ve üstü” olarak tanımlanan görünür ve görünmeyen emek alanları üzerinden tartışılacak. Atölye ve yuvarlak masa buluşmalarında ise kadın sinemacıların ortak üretim ve öğrenme alanlarını çoğaltılarak; mentorluk, ağ kurma, dayanışma ve politika önerileri gibi somut çözüm yolları üretilecek.
“Çizginin Neresinde?” programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Barbaros Altuğ’un Berlin ile İstanbul arasında sıkışmış bir yazarın gözünden ihmali, sessizliği ve takipsizliği anlattığı yeni romanı Uzun Bir Kışın En Karanlık Gecesi, Everest Yayınları’ndan çıktı.
Altuğ, dördüncü romanı olan Uzun Bir Kışın En Karanlık Gecesi’nde ihmaller ve takipsizliği, alınmayan önlemler ve yakalanmayan katilleri, şiddet ve homofobinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda yitirilen ümitleri bir gazete kupüründen yola çıkarak gün yüzüne çıkarıyor.
“Deniz kenarına konmuş sarayları, gerçek sahipleri sürgünde ölen hanları, o hanların servetiyle yapılan kaçak gökdelenleri, kimsenin gitmediği camileri, gidecek kimsenin kalmadığı kiliseleri, kuşların, tilkilerin ve erguvanların yuvası olması gereken yere kondurulan pahalı evleri ve şehrin dört bir yanına uzanan gri apartman bloklarını toprağına ve denizine gömüyordu. Parçalanan toprağındansa, şehre bir zamanlar evim diyenlerin, başka başka alfabelerde yazılan isimleri kazılı mezar taşları fışkırıyordu. İstanbul binyıllardır toprak altına gizlenmiş olsa da büyük ve mutsuz bir mezarlık olduğunu hatırlıyordu.”
Garanti BBVA Genç Konserleri, kasım ayında da İstanbul’un önemli sahnelerinde dünya çapında sanatçıları müzikseverlerle buluşturmaya devam ediyor.
Ayın ilk konseri, 2 Kasım’da Blind sahnesinde gerçekleşecek. Soul, funk ve psychedelic tınıları harmanlayan güçlü sahne performanslarıyla tanınan Monophonics, izleyicilere duygusal yoğunluğu yüksek, enerjik bir gece yaşatacak. Kasım ayının bir diğer konserinde, 13 Kasım’da Nardis Jazz Club’da sahne alacak Yahya Dai Quartet, “Remembering Ben Webster” projesiyle caz tarihinin ikonik isimlerinden Ben Webster’a saygı duruşunda bulunacak. Quartet, nostaljik caz tınılarını modern yorumlarla harmanlayarak izleyicilere duygusal ve zarif bir performans sunacak. 19-20 Kasım tarihlerinde ise Nardis Jazz Club’da sahne alacak olan Brian Charette Trio, org, davul ve gitar üçlüsünün güçlü uyumunu sahneye taşıyacak. Modern cazın özgün dokularını dinamik doğaçlamalarla birleştiren trio, iki gece üst üste caz severlerle buluşacak.
Kasım Programı:
Monophonics – 2 Kasım, Blind
Yahya Dai Quartet – “Remembering Ben Webster” – 13 Kasım, Nardis Jazz Club
Brian Charette Trio – 19-20 Kasım, Nardis Jazz Club
Resim, gravür, heykel ve metal dekupe gibi farklı disiplinlerde 170’ten fazla eserle Prof. Hayati Misman’ın altmış yıllık sanatsal birikimine ışık tutan “Hayati Misman Retrospektif” sergisi, 19 Ocak tarihine kadar İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
Kibele Sanat Galerisi, Prof. Hayati Misman’ın altmış yıllık sanat kariyerine odaklanan “Hayati Misman Retrospektif” sergisine ev sahipliği yapıyor. Eserlerinin birer günce olduğunu, geçmişe dönüp baktığında anımsadıkları ile geleceğe ilişkin hayallerini, kaygılarını ve beklentilerini yansıttığını söyleyen Misman, retrospektif sergilerin öneminin altını çiziyor.
Prof. Misman, kendisi için temel ifade aracı olan gravürlerle birlikte, tuval çalışmalarında da gravürden gelen çizgisel disiplin ile renk katmanlarını birleştirerek özgün bir dil geliştiriyor; heykellerinde ise gravürle ördüğü anlatıyı üç boyuta taşıyor. Eserlerinin merkezinde kadın figürü bulunan Misman, kadını sadece bir betimleme ögesi olarak değil, varoluşun ve toplumsal kimliğin simgesi olarak ele alıyor. Geleneksel Anadolu kültüründen beslenip, evrensel bir dile ulaşan yaklaşımı, Misman’ın sanatına güç katıyor.
Sanat kariyeri boyunca hem binlerce öğrenci yetiştiren hem de sürekli geliştirdiği sanatsal diliyle Türk sanat ortamına kalıcı katkılarda bulunan Prof. Misman, gelenekle modernizmi buluşturan, malzeme ve teknik sınırları zorlayan eserlerini üretmeye, Ankara’daki atölyesinde devam ediyor.
İsmail Gezgin’in Homeros, Vergilius, Ârdâviraf’ın rehberliğinde milyon yıl öncesine tersine bir yolculuğa çıktığı kitabı Kharon'un Kayığı – Taş Devri Mezarlarından Antikçağın Kutsal Metinlerine İnancın Siyasallaşması ya da Cehennemin Arkeolojisi, Pinhan Yayıncılık’tan çıktı.
Gezgin’in bu kitabı ölümden sonra sonsuz bir yaşam düşüyle başlayan inancın, antikçağlardan itibaren ayrıcalıklı sınıf aracılığıyla nasıl yasaya dönüştürülerek dünyayı cehenneme çevirdiğinin dile getirilmeyen anlatısı. Kharon'un Kayığı, milyonlarca yıllık izleri takip ederek inancın rüyalarla ilişkisini irdeliyor ve zamanın ruhuna uygun olarak sürekli yeni unsurlar eklenen öteki dünya algısının hangi dünyevi ihtiyaçlar neticesinde ortaya çıktığını sorguluyor. Başlangıçta küçük bir gruba sonsuz yaşam imkânı sunan, ödül ve ceza gibi içerikler taşımayan öteki dünya inancının, zaman içinde nasıl kurumsallaştığını ve insan yaşamını dinselleştirip siyasal iktidarın hizmetine girdiğini gözler önüne seriyor.
“Bu kitabın yazarı, geçmişin karanlığına ışık tutmak için pek çok kutsal alanın arkeolojik kazısında çalıştı, tapınak ve inançların enkazından kutsalların temsillerini çıkardı. Yüzbinlerce inanırın inanç ve ritüellerinin izlerini taşıyan yıkıntılardan tanrıların ölülerini topladı ve onların kırılmış taştan heykellerini tümlemeye uğraştı. Zamanla yitmiş ve hayatla aşınmış olanda, enkazlarda ve kalıntılarda bugünün can alıcı meselelerine ışık tutan okunaklı bir metinle karşılaştı. Bu yüzden bu kitap şu soruyla başlar: “Hayvan değil, bitki değil, insan değil bir tanrı niçin ölür?”