
Habip Aydoğdu’nun 2000-2025 yılları arasında ürettiği eserlerden oluşan “Yaşanmamış Tarihe Notlar: Habip Aydoğdu ile Belleğin Kıyılarında” başlıklı sergi, 14 Aralık’a kadar CerModern’de sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü Mustafa Ağatekin’in üstlendiği sergi, Habip Aydoğdu’nun 25 yıllık üretiminden seçilmiş eserleri kronolojik bir kurguyla sunuyor. Sergi, Aydoğdu’nun resimlerinde 2000’li yıllardan itibaren öne çıkan yazı ve kelimelerin, yalnızca estetik bir unsur değil; aynı zamanda belleğe düşülmüş bir not, geleceğe gönderilmiş bir mesaj olarak nasıl varlık kazandığını gözler önüne seriyor. Sanatçının eserlerinde kimi zaman renklerin arasına sızan kimi zaman da bir haykırış gibi belirginleşen bu sözcükler, kişisel ve toplumsal hafızayla kurulan derin diyaloğun görsel tanıkları niteliğinde.
“Yaşanmamış Tarihe Notlar” sergisi, kronolojik bir kurguyla sunulan eserler üzerinden Aydoğdu’nun kendi coğrafyasıyla ve farklı kültürlerle kurduğu sanatsal ilişkiyi takip etme imkânı sunarken, izleyiciyi yalnızca geçmişin izlerini sürmeye değil, henüz yaşanmamış bir tarihin ipuçlarını aramaya da davet ediyor.
ArtRedCo, yedi sanatçının özgün küratöryal kurgularıyla şekillenen “Meşrutiyet 76” başlıklı yeni sergisini, 25 Ekim’e kadar Pera’daki tarihi binada sanatseverlerle buluşturuyor.
Adını Pera’daki tarihi bir binanın Meşrutiyet Caddesi üzerindeki adresinden alan sergide; Fatih Alkan, Vahap Avşar, Alper Aydın, Aytuğ Aykut, Serkan Özkaya, Vahit Tuna ve Yuşa yer alıyor. Yedi katlı yapının her katı, izleyiciyi yedi sanatçının zihninden süzülen ve katlar arasında değişip derinleşen bir yolculuğa davet ediyor. Sergi, yedi katlı yapının her katını, yedi sanatçının özgün dünyalarına dönüştürüyor. Ortak bir tema yerine, birbirinden bağımsız projelerle zenginleşen bu çok katmanlı anlatılar, izleyiciyi farklı ritimler ve atmosferler arasında yolculuğa çıkarıyor. Sergi, “birlik” arayışından çok, “yan yana gelebilirlik” fikrinden besleniyor; farklı ifadelerin, bir yapı içinde geçici bir ortak zeminde nasıl var olabileceğini araştırıyor.
Her sanatçının kendi küratoryal yaklaşımıyla şekillendirdiği bu sergi, izleyiciye yalnızca katlar arasında fiziksel bir dolaşım değil, aynı zamanda düşünsel bir geçiş alanı sunuyor. Mikroplardan yaban domuzlarına, simyevi dağlardan aynalı odalara ve ekolojik döngülere uzanan işler, çok katmanlı ve özgün anlatılar kurarken; izleyiciyi sabit bir bakışa değil, katlar arası geçişlerle yön değiştirmeye davet ediyor. Ortak bir tema etrafında birleşmek yerine, farklı düşünsel ve estetik arayışların yan yana gelebilme ihtimaline odaklanan sergi, bir bütünlük iddiasından çok, çoksesliliğin geçici ve verimli bir zeminde nasıl var olabileceğini sorguluyor.
“Meşrutiyet 76”da yer alan her sanatçı, yalnızca kendi pratiğini değil, aynı zamanda kişisel kavramsal evrenini de mekâna taşıyor. Fatih Alkan, üretim, paylaşım ve diğerkâmlık gibi kavramları merkeze alarak resim, heykel ve enstalasyonlarında otoriteye karşı alternatif yaşam biçimleri arıyor. Vahap Avşar, aynayla kaplı bir odada “Uyuyan Dev” serisiyle, asfaltla boyanmış gazetelerle kaplı diğer bir mekânda ise yıkıntılardan dönüştürdüğü “Infestation” adlı domuz heykelleriyle, kırılganlık ve direnç arasında salınan bir karşılaşma öneriyor. Sanatçının Malatya’da depremde yıkılan evlerden toplanan buluntu demir ve aletlerle üretilen bu heykelleri, içlerine yerleştirilen renkli cam nesneler ve ışıkla birleşerek hem enkazın hem de yaşanmışlıkların izlerini görünür kılıyor.
Zülfü Livaneli’nin bir ülkenin özgürlük yolunda çektiği zorlukları, baskıya karşı girişilen mücadeleyi, direnmeyi, yalnız bırakılmayı ve dayanışmayı anlattığı yeni romanı Bekle Beni, Can Yayınları’ndan çıktı.
Livaneli; aşkı, dostluğu, aile bağını ve özgürlük tutkusunu ince ince örüyor Bekle Beni’de. Livaneli, “Bekle Beni fırtınalar içinde yitip giden arkadaşlarımıza bir saygı duruşu olarak algılanmalı,” diyor.
Romanın kahramanları Leyla ile Selim, aşkın coşkusuyla bir hayat kurmak için mücadele ederlerken kendilerini türlü zorluğun, ayrılığın içerisinde bulurlar. Bir yanda birbirlerine kavuşma telaşı, diğer yanda özgürlük mücadelesi onları roman boyunca farklı yerlere sürükler. Aşkları direnişlerini besleyecek, direnişleri de aşklarını güçlendirecektir.
"Polisler Selim’i alıp götürdüler. Gitmeden önce Leyla’ya son bir kez sarıldı, kulağına fısıldadı: ‘Güçlü ol Leyla. Bu da geçecek.’ Ama ikisi de biliyordu ki önlerinde zorlu ve belirsiz günler vardı. Selim’in yokluğu evin her köşesine sinmiş, sessiz bir çığlık gibi Leyla’nın yüreğini dağlıyordu. Her şey bir anda değişmişti, geri dönüşü olmayan bir noktaya gelinmişti, bir uçurumun kenarındaydılar, düşüş başlamıştı.”
Usta yönetmen Reha Erdem’in Locarno, Moskova, Vancouver gibi uluslararası festivallerde büyük beğeni toplayan ilk uzun metrajlı filmi A AY (1989) restore edildi.
Reha Erdem imzalı A AY, düşleri anımsatan eşsiz dünyası, kendine has zaman-mekân duygusu ve sırrını kolay ele vermeyen hikâyesiyle sinemamızda çok özel bir yere sahip. Eski bir evde kuralcı halası ve hasta dedesinin yanında annesiz büyüyen 11 yaşındaki Yekta’nın hayatından bir bölüm sunan film, yıllar sonra restore edilmiş kopyasıyla MUBI’de yeniden hayat buluyor. Fransa’dan getirtilen 16 mm orijinal negatif filmin restore edilmesiyle ortaya çıkan 2K kalitesindeki yeni sunum, 24 Ekim’den itibaren sinemaseverlerle buluşturacak.
A AY, Atlas Post Production iş birliğinde, son teknoloji yazılım ve teknikler kullanılarak fiziksel ve dijital restorasyondan geçti. Aslına sadık kalınarak günümüze taşınan ve 4:3 oranındaki orijinal çerçeve oranı muhafaza edilen filmin siyah beyaz dünyasını oluşturan tonlar, yönetmen Reha Erdem ve görüntü yönetmeni Uğur Eruzun’un rehberliğinde elden geçirildi.
Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi, Melahat ve Eşref Üren ile Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerini bir araya getirdiği “Yan Yana” başlıklı yeni süreli sergisini 10 Temmuz 2026 tarihine dek sanatseverlerle buluşturuyor.
Müzenin iki katına yayılan sergide, sanatçıların Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’ndaki eserlerinin yanı sıra özel koleksiyonlardan derlenen eserleri farklı temalar etrafında bir araya geliyor. Resimlerin yanı sıra, mektuplar, karikatürler, şiirler, eskizler ve belgeler de sergiye eşlik ederek izleyicilere zengin ve katmanlı bir anlatım sunuyor. Müzenin üçüncü katında Melahat ve Eşref Üren’in eserleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp’in küratörlüğünde, ikinci katında ise Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserleri Ömer Faruk Şerifoğlu’nun küratörlüğünde sanatseverlerle buluşuyor.
“Yan Yana” sergisi yalnızca iki sanatçı çiftin yaşamını ve üretimini aktarmakla kalmıyor; aynı zamanda her bir sanatçının birbirinden farklı, ancak kesişen sanat yolculuklarını da izleyiciye taşıyor. Eren Eyüboğlu ile Melahat Üren’in kendilerine özgü duyarlılıkları, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Eşref Üren’in anlatımlarıyla bir araya geldiğinde, ortaya yalnızca bir çiftler hikâyesi değil, çok sesli bir sanat tarihi anlatısı çıkıyor. İzleyiciyi hem sanatçı çiftlerin ortak yaşamına hem de dört ayrı sanatçının iç dünyasına davet eden sergi, “yan yana” olmanın; birlikte üretmek, birbirinden beslenmek ve bazen de çeşitli nedenlerle görünmez olan emeği yeniden hatırlamak gibi farklı anlamları üzerine düşündürüyor.
Hızlandıkça Azalıyorum ve 33’ün yazarı Kjersti Skomsvold’un “yeryüzünde insan olmanın” hünerini süssüz ve zarif bir öyküye dönüştürdüğü kitabı Çocuk, Deniz Canefe’nin Norveççe aslından çevirisiyle Jaguar Kitap’tan çıktı.
Skomsvold’un anlatıcı karakteri ikinci doğumunu yapan ve yeni doğan kızına onu bu dünyaya getiren anne babasının öyküsünü anlatan bir yazardır. Her anne baba gibi o da bir yandan çocuğunun büyümesine tanıklık ederken diğer yandan kendi çocukluğuna döner, çocuğuyla kurduğu ilişkide anne babasıyla ilişkisini düşünür, sorgular ve gözlerinin önünde filizlenmekte olan yeni yaşamda hem geçmişin hem de geleceğin muhasebesini yapar.
“O hatırlamadığımız çocukluk yıllarımızı anne babalarımız da hatırlamıyor, doğa neden böyle yapmış, ilk yılları neden gizli kılmış? Çocuk başkaları için bir giz, çocuk kendisi için bile bir giz.”
Berlinli post-punk grubu Pink Turns Blue, Black Swan World Tour 2025 kapsamında ve %100 Müzik katkılarıyla 22 Kasım’da Roxy’de konser verecek.
Pink Turns Blue, dünya çapında elde ettiği başarıların ardından yeni stüdyo albümü ve turnesi Black Swan ile müzikseverlerle buluşuyor. Black Swan, beklenmedik olayları tanımlamak için kullanılan bir terim; geriye dönüp bakıldığında, bu olaylara hazırlanılabileceğini düşündürüyor. Pink Turns Blue da bu albüm ve turne ile hayranlarına sürpriz dolu ve unutulmaz bir deneyim sunuyor. Grup üyeleri Mic Jogwer (vokal, gitar), Luca Sammuri (bas) ve Paul Richter (davul), son albümleri ve turne ile hayranlarıyla bir araya geliyor.
Konserin ön grubu ise İstanbul’un yeraltı sahnesinin temsilcisi Kana Kana. Türkçe sözlü hafif gotik müziğiyle tanınan grup, Övünç Dan (vokal), Can Çalışkan (gitar) ve Yağmur Alev (e-drum/synth/altyapı) kadrosuyla, gecenin açılışını yapacak.
Bosfor, doğanın en gizli ve çağrışımlı güçlerinden birine odaklanan “Rüzgâr” başlıklı grup sergisini 18 Ekim’e kadar Karaköy’deki yeni mekânında sanatseverlerle buluşturuyor.
“Rüzgâr” sergisi, çeşitli disiplinlerden eserleri bir araya getirerek rüzgârı, bir doğa fenomeni, bir sembol, insan ve ekolojik yaşamın her alanına dokunan bir varlık olarak ele alıyor. Sergide; Ahmet Çerkez, Ahmet Elhan, Barış Göktürk, Betül Kotil, Burcu Erden, Deniz Pire, Eda Soylu, Erman Özbaşaran, Funda Susamoğlu, Gökhan Tanrıöver, Ilgın Seymen, Işıl Kapu, Mithat Şen, Murat Atabek, Neslihan Başer, Olgu Ülkenciler, Renin Bilginer, Turan Aksoy, Uğur Daştan, Yasha Butler yer alıyor.
Sergide yer alan sanatçılar, geçtiği her şeyde izini bırakan bu güçlü etkiyi, heykel, resim, video, yerleştirme, fotoğraf ve metin aracılığı ile yorumluyorlar. Kimi sanatçılar, rüzgârın bedenle, manzarayla ya da yapılarla etkileşimine, bıraktığı izlere, hareketine, dinamiğine, çevresel döngülerdeki rolüne odaklanırken, kimileri rüzgârın ilahi nefesi simgelediği felsefi çağrışımlara yöneliyor.
“‘Rüzgâr’ sergisi, yaşam için hayati bir etki üzerine kurulu. Hem besleyici hem de yıkıcı olan bu güç, bıraktığı etki ile görünür hâle geliyor. Bu doğa fenomeni, tenimizi serinleten ve baharın kokusunu taşıyan hafif bir meltemden şehirleri yerle bir eden fırtınalara kadar yapıcı ve yıkıcı etkilere sahip. Yüzyıllardır gemilere yol gösteren, temiz enerji sağlayan, doğayı şekillendiren, görkemli manzaralar yaratan, tohumları taşıyarak yaşamı yayan, okyanusları hareketlendiren ve ruhu uyandıran rüzgâr, aynı zamanda özgürlüğün ve değişimin sembolü.”
Künye:
1. Renin Bilginer, A mothers love, across the pain, 2025 Keten üzerine pigment, yağlı boya, tavşan derisi tutkalı, erken dönem renk pigmenti, iplik Synthetic dye, linen, rabbit skin glue, early color pigment, pigment, oil, thread 187 x 135 cm
2. Gökhan Tanrıöver, Siren's Respite, 2022 from "Waiting to be a Flower Underneath the Fig Tree" series El basımı fiber tabanlı kâğıt üzerine gümüş platin Silver gelatin, hand printed on fibre-based paper 40,5 x 33 cm 5 ed.+ 2 ap.
3. Erman Özbaşaran, Rüzgar 37, 2025 Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 140 x 120 cm
Sophie Anderson’ın köklerini Slav mitolojisinden alan, sırlarla dolu bir dünyada yolunu arayan bir kızın hikâyesini anlattığı romanı Sihirli Diyarlar Kalesi, Saara Söderlund’un resimleri ve Ömer Anlatan’ın çevirisiyle Genç Timaş’tan çıktı.
Tavuk Bacaklı Ev, Kardan Kız ve Ayıyla Konuşan Kız’ın yazarı Anderson, gelenekle büyünün, korkuyla umudun, geçmişle geleceğin çarpıştığı bir roman sunuyor okurlarına.
Romanın baş kahramanı Olya, atalarından ailesine miras kalan Mila Kalesi’nde yaşar. Ailesiyle birlikte bu eski ve gösterişli kalede yaşamak, ona büyük bir güven ve aitlik duygusu kazandırmıştır. Ne var ki bir gece, fırtınayla birlikte gelen uğursuzluk, kaleyi tehdit eder. Büyüklerin sakladığı eski bir sır açığa çıkar: Mila Kalesi, yıllar önce karanlık bir büyünün etkisinden güçlükle kurtulmuştur ve o kötü güç geri dönmüştür.
Olya merakına yenik düşüp harekete geçtiğinde yalnızca kaleyi değil, ailesini de kurtarması gerekeceğini bilmiyordur. Yasak Sihir Diyarı’na uzanan tehlikeli bir yolculuğa başlayan Olya’nın yolu bu büyülü diyarda, bir sürü farklı karakterle kesişir. Kendi korkularıyla yüzleşirken, büyünün sadece sihirli sözcüklerde değil, kalpten gelen cesarette saklı olduğunu keşfeder.
Japon alternatif rock sahnesinin önemli gruplarından Mass of the Fermenting Dregs, 4 Kasım’da %100 Müzik katkılarıyla IF Performance Hall Beşiktaş sahnesinde konser verecek.
2007 yılında Kobe şehrinde kurulan grup, gitar odaklı melodik post-hardcore/shoegaze tınıları ve sahnedeki yüksek enerjisiyle tanınıyor. Japonya’nın yeraltı müzik sahnesinde kendine sağlam bir yer edinen grup, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’da geniş bir dinleyici kitlesine sahip. 2024 yılında çıktıkları Birleşik Krallık ve Avrupa turnelerinde birçok şehirde biletleri tükenen performanslara imza atan grup, 2025 Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’a da uğrayacak.
Mass of the Fermenting Dregs konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.