Şef Carlo Tenan yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), piyanist Enrico Pace’yi 6 Mart Perşembe saat 20.00’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde ağırlayacak.
BİFO, klasik müziğin önemli isimlerinden Mozart ve Schumann’ın eserlerini dinleyicilerle buluşturacak. Topluluğun bu ayki konuğu ise uluslararası kariyeri, 1989’da Utrecht Uluslararası Franz Liszt Piyano Yarışması’nı kazanarak başlayan Enrico Pace olacak. Pace bu konserde Schumann’ın La minör Piyano Konçertosu’nu seslendirecek. Kraliyet Concertgebouw, Münih Filarmoni, Bamberger Symphoniker, BBC Filarmoni, Roma Santa Cecilia, Rotterdam Filarmoni gibi güçlü orkestralarla ve Daniele Gatti, Roberto Benzi, Eliahu Inbal, Lawrence Foster, Jiří Kout, Gianandrea Noseda, Walter Weller, Carlo Rizzi ve Antoni Wit gibi şeflerle çalışmış olan sanatçı, oda müziği repertuvarına verdiği önemi çok beğenilen kayıtlarıyla da gösteriyor.
Aydın Büke ve Ali Pınar, konser öncesinde 19.00-19.30 saatleri arasında Zorlu PSM Meydan Fuaye’de söyleşi gerçekleştirecek. Bu söyleşide, Mozart ve Schumann’ın müzik dehalarına ve eserlerine dair zengin bilgiler sunulacak ve dinleyiciler, bu iki besteciyi daha yakından tanıma fırsatı bulacaklar.
6 Mart Perşembe saat 20.00’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde gerçekleşecek konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
PİLEVNELİ, :mentalKLINIK’in “DEHŞETLİ GÜZEL” başlıklı performansını 16 Mart’a kadar Markiz Pastanesi’nde sanatseverlerle buluşturuyor.
:mentalKLINIK, Markiz’in tarihi atmosferinde güncel buluşmalara yer açan, zamansız bir mikroklima yaratıyor. “DEHŞETLİ GÜZEL”, bir sonu yeni bir başlangıç adına kutlayan, yaşanmamış olanın deneyimlenebileceği hayali bir zamana davet ediyor.
“DEHŞETLİ GÜZEL”, :mentalKLINIK’in kara mizah dolu sanatsal yaklaşımını, Tuğana Okan Nalçacı’nın (Cutie Cake Co) lezzetli müdahaleleriyle bir araya getiriyor. Geleneksel sunum estetiğinin aksine, ideal olmaktan uzak kutlama pastası ile ziyaretçi, görselliğin mutlak hâkimiyetine meydan okumaya davet ediliyor. Sanatçı ikilisinin Orkun Şentürk ile ürettiği Hayalet Parıltılar ses enstalasyonuyla Markiz’de yankılanan dedikodular, söylentiler, güncel tartışmalar ve sosyal ritüeller, dikkat ekonomisinin hırıltılı fonunda yeniden şekilleniyor. Bunun yanında :mentalKILINIK’in koku serisinin bir devamı olarak şampanya ve poprocks ilhamıyla üretilen Awfully Witty koku yerleştirmesi de duyulara sığmayan bu deneyimi pekiştiriyor. Betonlaşmış yaşamlarımızı bir kutlama pastasına dönüştüren “DEHŞETLİ GÜZEL”; izleyiciyi, mükemmeliyetin aşama aşama çözüldüğü bir parti sonrasının, melankoli ve anlamsız mutluluk arasında salınan bir sürenin içine çekiyor.
“DEHŞETLİ GÜZEL” performansı, 16 Mart’a kadar hafta içi her gün 12.00-14.00 saatleri arasında Markiz Pastanesi’nde rezervasyon yaptırılarak ücretsiz olarak ziyaret edilebilir. 14.30-19.00 saatleri arasında ise biletli ziyaretçiler için özel bir deneyim sunulacak. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Adres: Asmalı Mescit, İstiklal Cd. No:172, 34430 Beyoğlu/İstanbul
Künye:
1-2. Fotoğraf: Ender Can
3. Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu
Anna Brownell Jameson’ın mürebbiyelik yaptığı 1821 yılında yaptığı bir İtalya seyahatinden yola çıkarak kaleme aldığı romanı Bezgin Bir Kadının Günlüğü, Burcu Şahinli’nin çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
İrlandalı yazar 1820’li yılların ilk yarısında yaptığı bir İtalya seyahati sırasında kaleme alıyor bu romanı. İngiliz klasikleri arasında yer alan bu roman George dönemi İngiltere’sinden kırık bir kalple ayrılan isimsiz bir genç kadının Kıta Avrupası gezisi sırasında yaşadıklarını anlatır, ilk olarak anonim olarak basılır. İnandırıcılığıyla kısa sürede dikkatleri üzerine çeken eser, yazarın kimliğinin açığa çıkmasıyla büyük ses getirir.
Bezgin Bir Kadının Günlüğü’nün anlatıcısı isimsiz genç kadın, deneyimlediği kimi gülünç kimi büyüleyici durumları; kendisine yabancı farklı kültürler, antik ve modern sanat eserleri ve nefes kesen doğa manzaraları karşısındaki izlenimleriyle birlikte şiirlerini de güncesine işler, içini döker. Kıta Avrupası gezisi boyunca yaşamının her ânına işleyen acı ve hüzünle başa çıkmaya çabalarken, insan ruhunun zamanın sınırlarını aşan bir portresini çizer.
Seçkin Pirim’in “Günübirlik İnşa” başlıklı kişisel sergisi 6 Mart-13 Nisan tarihleri arasında Dirimart’ta sanatseverlerle buluşacak.
“Günübirlik İnşa” sergisi, Seçkin Pirim’in sergi için ürettiği akrilik ve 3D modelleme heykel yerleştirmesini izleyicilere sunuyor. Antik kentlerdeki pazar yerlerini çağrıştıran bir kompozisyonla dizilen yerleştirme bütününe, sanatçının Triennale Milano’da sergilenen kâğıt işleri eşlik ediyor.
Son yıllarda Anadolu’daki antik kentlere yaptığı seyahatlerle Pirim, Antik Çağ heykeltıraşlarının stillerini ve kariyerlerini nasıl oluşturdukları üzerine yoğunlaşırken, özellikle mermer heykelcilik alanında ün kazanmış Aphrodisias Heykel Okulu’na odaklanarak ilgili arkeolojik araştırmaların sonuçlarını araştırıyor. Antik ve çağdaş dönemlerde, heykele ilişkin algı ve üretim biçimleri arasındaki bağlantıları araştırarak, geçmiş ve günümüz arasındaki çatışmaları ortaya çıkartan yapıtlar yaratıyor.
Pirim, serginin girişinde Antik Yunan’daki agoranın yalnızca ticaretin değil, aynı zamanda düşüncenin, karşılaşmaların ve tartışmaların mekânı olarak işlev gördüğünü hatırlatarak bir yol inşa ediyor. Bu yol, antik çağdaki yapıları taşıyan ve sanatçının kendi üslubuyla yeniden inşa ettiği sütunlarla çevreleniyor. Sanatçı, bu yolla heykelin zamanın akışına direnen bir anlatı biçimi olduğunu hatırlatıyor. Kentlerin merkezlerinde yer alan agora, galeride de sergi alanının merkezinde konumlanıyor; sütunlar sadece taşıyıcı unsurlar değil, aynı zamanda zamana karşı direnen tanıklıklar, geçmişten günümüze uzanan birer hafıza nesneleri olarak dikkat çekiyor. Sanatçı, Grey Columns başlıklı serisinde, geleneksel sütun formlarını kâğıt kullanarak yeniden yorumluyor. Seri, antik dünyadaki titiz taş işçiliğine referans verirken aynı zamanda geçiciliği kucaklıyor. Ayrıca, sergide yer alan dijital 3D eserlerle, antik dönemin sabırlı üretim anlayışı ile günümüzün hızlı, teknoloji odaklı üretim süreçlerini karşılaştırıyor. Sergi, antik geçmiş ve günümüzün farklı üretim kültürlerini bir araya getirirken izleyicileri bu iki zaman diliminin karşıt duygusal dünyaları üzerine düşünmeye davet ediyor.
Seçkin Pirim’in “Günübirlik İnşa” sergisini, 6 Mart-13 Nisan tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Grey Column I 2024, 300 gr. bristol kâğıt kesim
2. Grey Column II 2024, 300 gr. bristol kâğıt kesim
3. Grey Column III 2024, 300 gr. bristol kâğıt kesim
Araştırmacı Ori Schwarz’ın dijital toplumun yapıtaşlarını, sosyal ilişkilerin kodlarla nasıl düzenlendiğini ve bireylerin bu yeni ekosistemde nasıl konumlandığını incelediği kitabı Dijital Toplumun Sosyolojik Teorisi: Bizi Birbirimize Bağlayan Kodlar, Hurinaz Sarı’nın çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı.
Bu kitap, dijitalleşmenin sosyal dokuyu nasıl şekillendirdiğini mercek altına alıyor. Kitap, günümüz dünyasında bireyler arasındaki bağları, normları ve toplumsal düzeni belirleyen görünmez kodları keşfetmek isteyenlere bir kaynak sunuyor.
Schwarz, kendisinden evvelki sosyoloji teorilerini ve tartışmalarını, modern sosyolojinin en temel kuramlarını dijital dünyanın dinamikleriyle harmanlıyor. Toplum, iktidar, benlik, kapitalist çalışma ve iş gibi sosyolojinin kadim kavramlarını sorunsallaştıran Schwarz, kapitalizmin 70’lerde emekle mücadelesinde girdiği krize yanıt olarak şirketlerin ve devletlerin yön verdiği dijitalleşme sürecinin sosyolojinin temel taşlarında zorunlu olarak kavramsal değişikliklere kapı araladığına işaret ediyor. Schwarz, 70’lerdeki sınıfların öneminin kalmadığı veya işçi sınıfının dönüştürücü gücünü yitirdiği yönündeki sanayi sonrası “enformasyon toplumu” teorilerinin başlıca iddialarından biri olan “çalışmanın son bulacağı” efsanesini ampirik örneklerle çürütürken, artık “tüketirken” ve hatta “haz alırken” bile üretimin bir parçası haline gelişimizi tartışıyor.
Fransız şarkıcı ve söz yazarı Jain, ikonik Bosnalı-Alman DJ/Prodüktör Solomun ile iş birliği yaptığı “Tout le monde est fou” isimli yeni teklisini yayımladı.
Jain ve Solomun’un dans-pop parçası “Tout le monde est fou”, dinleyicileri bir dans partisine davet ediyor. Jain, kariyerinde ilk kez bir parçayı ana dili olan Fransızca’da seslendiriyor. “Tout le monde est fou”, Solomun’un Aralık 2024’teki Latin Amerika ve ABD turnesinde dinletmeye başladığı, parçanın uzatılmış kozmik disko tarzı kulüp versiyonu ile birlikte dinleyicilerle buluşuyor.
Solomun şarkının yaratılışı hakkında şunları söyledi: “Bu beat üzerinde çalışıyordum ve genellikle hafif bir hava taşıyan bir disko parçası olmasına rağmen, parça giderek daha gizemli bir enerji kazandı, bir ‘je ne sais quoi’. Bu hissi aktarabilecek bir sese ihtiyacım olduğunu biliyordum, bu yüzden bir arkadaşıma gösterdim ve o Jain’i önerdi. Vokalleri oynak ama fatalist bir şekilde, tam da Fransız tarzında seslendirdiğinde, bunun doğru olduğunu anladım.”
Luigi Bastelica ve Hugo Lecrux tarafından yönetilen şarkının müzik videosu, insanlığı en kaotik, muazzam ve korkutucu hâliyle yansıtıyor. Birbirini sürekli takip eden, tamamlayan ve çelişen nefes kesici görüntülerden oluşan bir döngü açığa çıkıyor. Bazı sahneler, henüz var olmayan distopik senaryoları tasvir ederken, diğerleri ise çok gerçekçi. Video, gerçek ile hayal arasındaki çizgiyi bulanıklaştırarak izleyiciyi alternatif bir evrene sürüklüyor.
Jain ve Solomun’un “Tout le monde est fou” şarkısını buradan dinleyebilir, şarkının klibini ise buradan izleyebilirsiniz.
Melis Buyruk’un “Four Birds and One Soul” başlıklı kişisel sergisi Dubai’de yer alan Leila Heller Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
“Four Birds and One Soul”, Melis Buyruk’un porselen sanatındaki benzersiz yaklaşımını ve Mevlana’nın Mesnevi’sindeki zamansız öğretilerden aldığı ilhamı bir araya getiriyor. Sergi, insan ruhu ile doğa arasındaki karmaşık ve derin bağları keşfe çıkıyor. Bu eser serisi, Mesnevi’nin beşinci kitabında anlatılan dört kuşun hikâyesinden esinleniyor. Hikâyede her kuş, insan ruhunun farklı yönlerini temsil ediyor: Horoz – şehvet, Kaz – açgözlülük, Karga – hırs ve Tavus Kuşu – kibir. Bu kuşlar, insanın içinde beslediği ve özgürlüğünü engelleyen içsel çatışmaların sembollerine dönüşüyor. Sanatçı, bu soyut kavramları porselen heykelleriyle fiziksel bir forma büründürerek onları hem dokunulabilir hem de sorgulanabilir hâle getiriyor. Porselenin kırılganlığı ile gücü bir arada sunması, insanın sınırlarını ve aynı zamanda dönüşüm potansiyelini gözler önüne seriyor.
Doğadaki uyum ve bireyselliği uzun yıllardır eserlerine yansıtan sanatçı, bu yeni serisinde kendi içine dönük bir yaklaşım sergiliyor. Çalışmaları, bireyin kendi içinde oluşturduğu engelleri sorgularken, aynı zamanda özgürleşme ve dönüşüm olasılıklarını da araştırıyor. “Four Birds and One Soul”, insan ruhunun doğayla kurduğu ilişkiye dair derin bir keşif sunuyor. Bu sergi, sanatçının sanatsal ustalığının bir kanıtı olmasının ötesinde, izleyicilere kendi içsel sınırlarını sorgulamaları için bir davet niteliği taşıyor. Zarif ve etkileyici formlarıyla bu eserler hem düşündürüyor hem de izleyicinin kendi içsel bir yolculuna ilham veriyor.
Alberto Manguel’in okurlarını çeviri kavramı etrafında kültür tarihinde bir gezintiye çıkardığı kitabı Dokumanın Arka Yüzü: Çeviri Sanatı Üzerine Değiniler, Orhan Düz’ü çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Manguel; çeviriyle ilgili temel tartışmalara, önyargılara, üstünde fazla kafa yorulmamış imkânlara edebiyat tarihinden renkli anekdotlar aracılığıyla yaklaşırken kendi çeviri deneyiminden öğrendiklerine de başvuruyor.
Manguel; her biri “siyaset”, “sadakat”, “şans” gibi kırk dört anahtar sözcük etrafında örülmüş bu kısa denemelerinde, kendisinden alıştığımız geniş gönderme yelpazesi ve oyuncu zekâsıyla, özgün metinle çeviri metin arasındaki ilişkiye, çevirmen figürüne, çevirinin kültürlerarası alışverişteki rolüne bakmanın yeni yollarını arıyor, çeviri faaliyetini metinlerle sınırlı tutmayıp hayatın birçok yönünü açıklayan bir anahtara dönüştürüyor.
Ramazan Can’ın heykel, neon, resim ve yerleştirme gibi farklı tekniklerde üretilmiş eserlerinden geniş bir seçki Almanya’daki Gustav-Lübcke ve Villa Merkel müzelerinde sanatseverlerle buluşuyor.
Anna Laudel temsiliyetindeki sanatçı Ramazan Can’ın dünya çapında ilk solo müze sergisi “Home”, 27 Temmuz’a kadar Hamm şehrindeki Gustav-Lübcke Müzesi’nde izleyici karşısına çıkıyor. Ardından açılacak “Where is my Place in this World?” sergisi ise 1 Mart-9 Haziran tarihleri arasında Esslingen’deki Villa Merkel Müzesi’nde izleyicilerle buluşacak. Gustav-Lübcke ve Villa Merkel müzelerinde sergilerinde sanatçı, göçebe ve yörük olarak yaşamış bir aile mensubu olarak kendi kişisel tarihinden hareketle göçebelik, Şamanizm, kimlik ve aidiyet konularını her yönüyle irdeliyor.
Almanya’nın kuzeybatısındaki Hamm şehrinde bulunan Gustav-Lübcke Müzesi, Ramazan Can’ın 2017 ile 2024 yılları arasında üretilmiş 30’dan fazla eserini, Aralık 2024’te sanatçının yaşamın kırılganlığını sorgulayan Puzzle adlı büyük halı işini ve Doğu ile Batı arasındaki iki farklı kültürel dünyayı ele anlatan People Who Dance Are Usually Crazy adlı eserini kalıcı görsel sanatlar koleksiyonuna eklemişti. Gustav-Lübcke Müzesi’ndeki “Home” adlı ilk kişisel sergisinde “ev” kavramını odağına alan sanatçı, eserlerinde göçebe aile köklerinden ve Şamanizm’den ilham alıyor. Anıların, kayıpların ya da iyileşmenin bir alanı olarak “ev”, sanatçının üretiminde duygusal, kültürel ve politik bir yer; sürekli değişim içinde olan bir kavram olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Köklerinden gelen bu mirastan hareketle ürettiği multimedya eserlerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Yörükler’e uygulan iskân politikalarıyla başlayan ve Cumhuriyet’in şehirleşme politikasıyla hız kazanan ve özgürlükleri elinden alınan bir kültürün, yok olma tehlikesini yine Yörükler’den miras kilimlerin üzerine beton dökerek anlatıyor. Sanatçı birbirine zıt bu iki malzemeyi kullanarak şehirleşme, modernleşme ve endüstrileşme kavramlarını farklı yollardan tartışmaya açıyor. Can, üretiminde çok bilindik beton-dokuma heykelleri ile hızla yitirilen Yörük geleneklerini, maddi ve manevi değerleri de sorguluyor. Beton, ahşap ve demir gibi malzemeleri; kilim ve neon ışık gibi daha kontrast oluşturacak unsurlarla birleştiren Ramazan Can, bu zıt kombinasyonlarla sadece görsel gerilimler yaratmakla kalmıyor aynı zamanda kimlik, kültür ve gelenek gibi karmaşık temalarla derin bir yüzleşme için de alan açıyor. Ramazan Can’ın, göçebe yaşam biçimini benimsemiş ailesinin İslamiyet öncesi Şamanist ritüellerinden ve çocukluk anılarından ilham alan, etkileyici yağlıboya tabloları, fotoğrafları, büyük ölçekli heykelleri, farklı teknik ve malzemeleri bir araya getiren enstalasyonları; 27 Temmuz’a kadar Gustav-Lübcke Müzesi’nde sergileniyor.
Ramazan Can’ın Almanya’nın Esslingen şehrindeki Villa Merkel Müzesi ev sahipliğindeki “Where is my Place in this World?” sergisi ise 2016 yılından itibaren ailesinin geçmişine yönelik yaptığı araştırmalara odaklanıyor. Hamm’daki Gustav-Lübcke Müzesi ile eş zamanlı görülebilecek serginin hikâyesi, sanatçının 2018 yılında gördüğü bir gazete haberiyle başlıyor. Ramazan Can bu gördüğü haberin de etkisiyle kendi kökleri üzerine düşünürken, sık sık yolculuklar yaparak göçebe ve yörük olarak yaşamış ailesinin Anadolu’da gezdiği yerlerin izini sürüyor. Bu yolculuklar süreçlerinde ürettiği ses kayıtları, fotoğraflar ve videolar sergide diğer işleriyle birlikte izleyiciye sunuluyor. Sanatçı bu sayede izleyiciyi köken, kimlik ve aidiyet gibi temaların özüne doğru bir yolculuğa çıkarmayı amaçlıyor. Sanatıyla özleşen kilim temelli üretimlerinde bu kez kendi ailesine ait eski dokumalara da yer veriyor. Can, bu şekilde, Yörük kültürünün bilgi birikimi, yaşam tarzı ve topluluk ruhunu yeniden görünür kılmayı amaçlıyor. Sanat pratiğinde zıtlıkların birleştirilerek yeni bir bütün oluşturulması kavramını merkezine alarak, göçebe kültüre ait geleneksel dokuma kilimleri beton malzemeyle birleştiren sanatçı; geçmiş ve bugün arasındaki bir gerilime de işaret ediyor.
Üretimlerinde Batı felsefesinin yanı sıra Şamanizm’den de ilham alan sanatçının, bu ilhamı ve ilgisi çocukluk yıllarına dayanıyor. Çocukken geçirdiği bir hastalık esnasında ailesinin başvurduğu bir şamanın onu iyileştirmesi, sanatçının Şamanizm’le kalıcı bir bağ kurmasına neden oluyor. Tek tanrılı dinlerin kökenleri ile mitoloji arasındaki bağlantıya da ilgi duyan Can, Batı sanat tarihini Anadolu el sanatlarıyla harmanladığı çalışmalarında, politik ve spiritüel olanın peşine düşüyor. Böylece tanıdık ama alışılmadık estetikleri bir araya getirdiği yeni bakış açılarıyla göçebe ve kentsel yaşam arasında bir diyalog kuruyor.
“Where is my Place in this World?” sergisinin 1 Mart’ta gerçekleşecek açılışında Almanya’nın Baden Württemberg Eyaleti’ne bağlı Esslingen’in şehrinin Kültürden Sorumlu Belediye Başkanı Yalçın Bayraktar ve Galeri Direktörü Sebastian Schmitt’de yer alacak. Sergi, 1 Mart-9 Haziran tarihleri arasında Villa Merkel Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Künye:
1. Villa Merkel Musuem Selected Images-Ramzan Can, Where is my place in this world, 2024, Handmade carpet, Courtesy of the artist and Anna Laudel Gallery, Photo by Katja Illner
2. Villa Merkel Musuem Selected Images-Ramazan Can, Loading, 2023, Handmade Carpet, Photo by Ramazan Can
3. Villa Merkel Musuem Selected Images-Ramazan Can, Cupboard Attic, 2017-2018, Concrete, fabric, Photo by Ramazan Can
4. Villa Merkel Musuem Selected Images-Ramazan Can, Abdülcambaz, 2024, Neon, wood and oil on canvas, Photo by Ramazan Can
5. Villa MerkelRamazan Can, The setter of nomad is a greengrocer, the one who builds a house from wood is timber man, 2022, Concrete, wood, mosaic, weaving, Photo by Ramazan Can
Gwendoline Riley’nin çaresizlik ve düşmanlık arasındaki ilişkiyi cesurca mercek altına aldığı romanı İlk Aşk, Begüm Kovulmaz’ın çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı.
Riley, İlk Aşk ile Women’s Prize, Gordon Burn, Goldsmiths, Dylan Thomas ve James Tait Black Memorial gibi ödüllerde adaylığın yanı sıra Geoffrey Faber Memorial Ödülü’nü kazandı.
Otuzlarında bir yazar olan Neve, kendisinden yaşça büyük Edwyn ile evlidir. Hayatları başlarda görece bir huzurla dolu gibi görünse de ikisinin de geçmişi bugünlerini tehdit eden, kapanmayan yaralarla doludur. Neve, her an patlamaya hazır bir bombanın gerilimiyle dolu yaşamında onu bu noktaya getiren kişileri ve olayları anımsarken, zorba bir baba, benmerkezci bir anne ve aklına estikçe ortaya çıkan eski sevgilisi ile bir türlü bağ kuramamış genç bir kadındır.
“Elimizdeki kibritler ile kendimizi de karşımızdakini de yakmadan ısınmak mümkün mü?”