18 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2018

Edebiyat, İncinmiş Bir Ruhun Kendi Bedenini Aramasıdır

Bugüne kadar kaleme aldığı öykü ve romanlarıyla edebiyatımızda kalıcı bir yer edinen Gaye Boralıoğlu’nun yeni romanı Dünyadan Aşağı geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Baba-oğul, kadın-erkek ilişkilerini odağına alan romanda, Hilmi Aydın adında savruk ve beceriksiz bir adam birden fazla bakış açısıyla anlatılıyor. Dünyadan Aşağı hakkında Gaye Boralıoğlu ile konuştuk. 

Edebiyat, İncinmiş Bir Ruhun Kendi Bedenini Aramasıdır

Romanda birden fazla anlatıcı var. Hilmi Aydın, kitabın yazarı ve Selim Aydın. Sibel Oral’la K24’te yaptığınız söyleşide bu çokseslilik için, “İddiam bir senfoni yazmaktı,” diyorsunuz. Peki bütün bu seslerin yeterince güçlü çıkması, uyum içinde olmaları için nasıl çalıştınız? Sesleri birbirine karıştırmamak için zorlandığınız oldu mu?

Kolay değildi ama bir yandan da her zorluk gibi cezbediciydi. Romandaki çokseslilik ya da senfoni benzetmesi aslında sadece anlatıcılardan kaynaklanmıyor. Zaman içinde gidip gelmeler, birbirinin içine geçen meseleler de var. Hem postmodern romanın bazı unsurları hem de klasik romanın yapısı var. Bütün bu unsurları belirli bir uyum içinde kullanabilmek için baştan alanlarını sınırladım. Örneğin, Hilmi Aydın genellikle belli bir âna dair ve şimdiki zaman kipiyle konuşur. Anlatıcı geçmiş ve gelecek zamanda gidip gelir, olayların arkasını önünü bize o anlatır. Romanda her şey Hilmi’nin dünyası kadar vardır. Onun bakış açısının bize gösterdiği yerden bakarız hayata. Bu gibi sınırlamalara baştan karar verip uygulayınca işleyiş daha sağlam oluyor. 

“Gaye Boralıoğlu dile önem veren, dil işçisi bir yazardır,” diye düşünürdüm, bu romanda bu fikrim çok daha güçlendi. Hatta dilsel bir sıçrama gibi duruyor Dünyadan Aşağı. Nasıl bir değişim geçirdi edebiyatınız?

Çabuk yazmak, çok ürün çıkarmak, kolay sonuç almak zamanımızın kavramları. Pek çok edebiyatçı da bu tuzağa düşüyor. Edebiyat güzel yazı yazma sanatı değildir, incinmiş bir ruhun kendi bedenini aramasıdır aslında. İyi edebiyatın arkasında mutlaka incinmiş bir ruh vardır. Onu cismani dünyada var etmek için özenli, dikkatli, düşünceli davranmak lazım. Çalışmak, enine boyuna tartmak lazım. Edebiyat hoyratlık ve acele kaldırmıyor. Özetle şöyle söyleyebilirim, daha iyi yazdıkça özgürleştiğimi ve iyileştiğimi hissediyorum. 

©Deniz Ezgi Sürek

Dünyadan Aşağı; evlilik, kadınlık ve erkeklik üzerine gerçekten yerinde tespitlerle dolu bir kitap olmuş. Fakat bu tespitlerin hemen hepsi Hilmi Aydın, dolayısıyla erkeklik üzerinden yapılıyor. Bir baba-oğul romanı olması bir yana, feminist bir okumaya da açık mı sizce?

Ben romanı yazarken şu okumaya bu okumaya açık olsun diye yazmam, hatta şu bu okusun diye de yazmam. Anlatmak istediğim hikâyenin ya da meselenin hakkı neyse onu bulmaya, oluşturmaya çalışırım. İçeriğe dair okumalara bir yazar olarak karışma imkânım yok. Ancak şu kadarını söyleyebilirim. Edebiyat tarihinde çok erkek karakter romanı var, ama yazarlarının çok büyük bir çoğunluğu da erkek. Burada bir kadın yazar, üç erkek karakterin kendi ağızlarından yazılmış bir roman koyuyor ortaya. Erkeklik çalışmaları ve feminist bakış açıları için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Öte yandan zamanın ruhunu temsil etmeye aday bir erkek karakter ve etrafındaki kadınların duruşları da birçok açıdan okunabilir. 

Hilmi Aydın iyi bir adam olmak istedikçe hatalar yapan, mutlu olmaya çalıştıkça giderek mutsuzluk batağına saplanan biri.  Yusuf Atılgan “Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz,” deyip tutamak sorununun altını çiziyor. Hilmi Aydın kendine tutamak aradığı ve bulamadığı için mi oradan oraya savruluyor? Onun asıl tutamağı nedir sizce?

Hilmi Aydın oradan oraya savruluyor; çünkü her şeyden önce tembel bir adam. Bazı hevesleri, kalkışmaları var ama hemen pes ediyor ve başarısızlığına suçlu aramaya başlıyor. Ayağa kalkmaya çalışıyor, başkaldırıyor ama sonra vazgeçip yine yuvarlanmaya devam ediyor çünkü böylesi kolay geliyor. Konformist ve egoist, cüretkâr ve tembel. Hilmi Aydın nihayetinde zamanımızın bir kahramanıdır. Tutamak aramaz, savrulurken tutunmaya çalışır; artık kime ya da neye denk gelirse. 

©Deniz Ezgi Sürek

Hilmi Aydın’ın asıl sorunu, asıl çatışması babasıyla. Romanın da asıl mevzusu da üç nesil arasındaki baba-oğul çatışmasına dayanıyor. Ancak “yazar anlatıcı” Hilmi’yi en çok kadınlar üzerinden, Hilmi’nin kadınların hayatındaki konumlandırması üzerinden vuruyor gibi. Ne dersiniz?

Hilmi Aydın gibi bir adamın hayatının en temel meselesi ne olabilir sizce? İş ya da başarı olabilir mi mesela? Ya da toplumsal meseleler, ahlâk vs? Doğal olarak onun hayatındaki en temel mesele başını koyacak bir kucak bulmaktır, o da bir kadın olacaktır. Peşi sıra cehennem korkusu gelecek, peşi sıra babasıyla hesaplaşması gelecek. Romanın sonunda gerçek kimliğini öğreneceğimiz “yazar anlatıcı” Hilmi Aydın’ın gözlüklerinden dünyaya bakmayı deneyen biri. Malum sebeplerle. 

Romanın büyük bölümü bir zamanlar Rumların ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Balat civarında geçiyor. Balat eskide kalmış güzel bir şarkı gibi ama siz ona yeniden hakkını teslim etmek istiyor gibisiniz. Bu seçimin sebepleri nelerdir? 

Rumlar ve Ermeniler de var tabii ama her şeyden önce bir Yahudi mahallesiydi Balat. Balat’ı seçmemin birçok nedeni var. Her şeyden önce üç kuşağı anlatabileceğim bir zaman dilimi içinde varlığını sürdürmüş, dokusu değişse de semt kimliğini korumuş olması önemliydi. Suyun kenarında olması, tuhaf kırılganlığı, gelenekle modernite arasındaki sıkışmışlığı... Bütün bunlar romanın atmosferini besleyen unsurlardı. Romanın en kritik pasajlarından biri cehennem korkusuyla kıvranın Hilmi’nin Tanrı’ya yaranırken kendini garantiye almak için hem cami hem sinagog hem de kilisenin bulunduğu meydanda hayrat kurmasıydı ki, sırf bu resmi çizebilmek için bile Balat’ı seçerdim.

©Deniz Ezgi Sürek

Dünyadan Aşağı, ülkedeki politik atmosferden oldukça uzak bir kitap. Yine de romanın sonlarında Diyarbakırlı bir Kürt kızıyla ince bir mesaj veriyorsunuz. Bu konu hakkında söylemek istediğiniz daha çok şey var gibi…

Ülkedeki politik atmosfer derken güncel politikadan bahsediyorsunuz herhalde çünkü bana kalırsa Dünyadan Aşağı mustarip olduğumuz politik atmosferin sebepleriyle, başımıza gelenlerin sebebi olan büyük vasatlığın encamıyla yakından ilgilidir. Politik atmosferden oldukça uzak olan kitap değil Hilmi Aydın’dır. Zaten söylediğiniz bölüm de onun bu ilgisizliğini ortaya çıkarmak için var. Daha önce de söylediğim gibi bu bir karakter romanı ve olgular karakterin dünyası kadar var. Daha ilerisini okumak için alt metinlere bakmak lazım. Öte yandan Diyarbakır ve Kürt meselesi konusunda söyleyeceğim çok şey var elbette, ama edebi formda mı olur, başka formlarda mı olur, ne zaman olur, onu bilemiyorum. 

Karakterlerinizden Fazıl Hoca’nın Hilmi Aydın’a öğüt veren, oldukça tutarlı bir portresi var. Kötücül bir imajdan uzak. Sizce ülkemizin bu tür bir din anlayışına mı ihtiyacı var? Ayrıca bu karakterin romana katkısına değinebilir misiniz?

Bir romanın bünyesi içinde ülkemizin ihtiyacı olan din adamını önermek biraz tuhaf olurdu. Karikatürize, önyargılı ya da ekstrem bir karakter çizmek istemedim. Fazıl Hoca elini vicdanına koyarak konuşuyor ve esasında Hilmi’nin samimiyetsizliğini hissediyor. Düzgün bir din adamı, tam da bu yüzden Hilmi’nin yamukluğu daha çok ortaya çıkıyor. 

©Deniz Ezgi Sürek

Romanın finalinde bir teknik uygulanıyor. Okurlara sonunu söylememize elbette gerek yok. Bu tercihi romanın tasarlarken mi belirlediniz, yoksa sonradan aklınıza gelen bir şey miydi? 

İkinci bölümü yazdığımda yani “Tanrı-yazar” konuşmaya başladığında şunu düşündüm: Bu ben olamam. İşte o noktadan itibaren bir çözüm arayışına yöneldim ve romanın hemen başlarında finaldeki sürprizi hazırladım. Bütün romanı da elbette bu bilgiyle yazdım. 

0
13402
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle