03 OCAK, ÇARŞAMBA, 2024

“Zamansız ve Derin Öyküleri Heykel ile Anlatmayı Seviyorum”

Karikatürist ve heykeltıraş Erdil Yaşaroğlu ile renkli iç dünyasının gri ve siyah taraflarını gösterdiği son dönem heykel çalışmalarından oluşan ikinci kişisel sergisi “Transatlantik” üzerine konuştuk.

“Zamansız ve Derin Öyküleri Heykel ile Anlatmayı Seviyorum”

Erdil Yaşaroğlu, 2023’ün son günlerinde ikinci kişisel sergisi “Transatlantik” ile sanatseverlerle buluştu. Kendisini daha çok karikatürleriyle biliyor olsak da 2019 yılında Yapı Kredi bomontiada’yı ele geçiren büyük boyutlu heykellerinden oluşan ilk sergisi “Oyun” ile heykeltıraş yönüyle de tanışmıştık. “Transatlantik”te önceki sergisinin aksine zihnindeki oyunu ortaya döküyor. Bu oyun içinde bulunduğumuz zamanın etkisini taşıyor. Cinsiyet tanımlamalarına, gösteri toplumuna, insanın doğa tahribatına, savaşlara, üç maymun oyununa, içsel sorgulamalarına dair pek çok mesele üzerine bazıları tanıdığımız bazıları yeni formlardaki heykelleriyle bir eleştiri getiriyor. “Transatlantik”i 30 Ocak 2024 tarihine kadar Beyoğlu’nda yer alan Alexander Vallaury Binası’nda ziyaret edebilirsiniz.

Sizinle 2019 yılında Yapı Kredi bomontiada'da, mekâna özgü büyük boyutlu heykel yerleştirmelerinden oluşan ilk kişisel serginiz “Oyun”dan dört yıl sonra “Transatlantik” ile buluşuyoruz. Bu sergiyi hazırlayan süreci, “Transatlantik”in ortaya çıkış hikâyesini anlatabilir misiniz?

Yaklaşık iki senedir bu sergi üzerine hazırlık yapıyoruz BüroSarıgedik ile. Sergideki heykelleri çalışmaya “Oyun”dan hemen sonra başladım. Son dört senedir yaptığım işlerden oluşuyor. Her biri birbirinden farklı teknik ve malzeme ile üretildiği için biraz zahmetli oldu. Ama zahmet güzel bir şey bizim için. Çünkü bu süreç bir sürü yeni şey öğrenmek demek.

İlk serginizin isminde “Oyun”u işaret edip oyun alanında tutuyordunuz ama bu kez “Transatlantik” ile okyanusa açılmaya, uzaklara taşınmayı işaret ediyorsunuz sanki. Neden serginizin başlığını “Transatlantik” olarak belirlediniz? Bu ismin serginin bütününü temsiliyeti konusunda neler söylersiniz?

Bu sergide otuza yakın iş yer alıyor. Farklı malzemeleri, tarzları ve hikâyeleri var. Kısacası hepsi sizi başka bir yolculuğa çıkaracak. Dışardan bakıldığı zaman neşeli ve renkli heykellerim var. Bazıları bütün bütün öyle evet ama bazıları daha gri, hatta siyah. Okyanusun hayat dolu hareketli yüzeyinden, karanlık derinliklerine inmek gibi.

​Sergide en öne çıkan, sergiye adını veren heykel de bu okyanus ötesi yolculuğu hatırlatan Transatlantik. Önce küçük, sarı, sevimli bir gemi görüyorsunuz. Sonra ardında bıraktığı devasa karanlık dumanı. Bu sevimli heykel bize dünyamızı nasıl “ufak ufak” mahvettiğimizi anlatıyor. Çok eğlenceli işler de var sergide. Aslında hikâye anlatıcılığının temelinde olan dert ve neşe bir arada. Fakat sonunda yüzünüzden bir gülümseme ile çıkacağınızı söyleyebilirim.

Erdil Yaşaroğlu ©Barış Acarlı

“Transatlantik” serginizde farklı boyutlarda ve biçimlerde heykeller yer alıyor. Heykellerinizde öne çıkarmak istediğiniz tarafınız ne oldu, bu heykeller bize ne anlatmak istiyor?

Farkında olmak enteresan bir şey. Biraz meraklı isen, öğrenmeyi seviyorsan, algın açıksa, bu dünyada çok ilginç şeyler bekliyor seni. Bazıları üzüyor, bazıları şaşırtıyor, bazıları da merakını cezbediyor. Bütün bunlar benim için bir hikâye konusu. Karikatürden gelen bir alışkanlık belki, farklı konulardan konuşmayı seviyorum. Bambaşka köşelerden hikâyeler anlatmayı. Ayrıca bir derdimiz varsa, bunu göstermek de iyi bir şey. Onun çözümü bende değil ama belki başka birisi çözümü bulabilir. Güzel bir şey varsa onu da paylaşmayı seviyorum. Çünkü paylaştıkça çoğalıyor bunlar da. O yüzden farklı konulardan farklı hikâyeler göreceksiniz “Transatlantik”te. Daha önce duymadığınız ve görmediğiniz şeyler olacak.

Kediler, büyük bebekler, parlak renkler sizin heykellerinizde imza formlar diyebiliriz sanırım. Bu serginizde taş, bronz ve ahşap malzeme ile çalıştınız. Malzeme ile formun buluşması nasıl oluyor sizin pratiğinizde?

Mimar Sinan Üniversitesi “Heykel” bölümünde, taş atölyesinde okudum. Ağırlıklı mermer üzerine çalışmayı öğrendim okulda; biraz metal, biraz da ahşap. Heykelde hikâye anlatırken malzemenin de çok desteği oluyor. O yüzden her bir heykelin öyküsüne göre malzemesini, boyutunu seçiyorum. Okulda temel malzemeler ve teknikler öğretiliyor ama dünyada binlerce farklı malzeme ve üretim tekniği var. Ben birçoğunu da sonradan internetten izleye izleye öğrendim. İzleyip, sonra atölyede deneyerek. Bu sergide birçok farklı malzeme ile yapılmış heykel göreceksiniz.

©Barış Acarlı

Önceki serginizde büyük boyutlu, hacimli işlerle izleyiciyi kafasını yukarı kaldıramaya, etrafında dönmeye, harekete davet ediyordunuz. Bu sefer Alexandre Vallaury Binası’nda, galeri formunda bir mekânda olacak serginizde izleyiciyi nasıl bir alana davet ediyorsunuz, küratöryal tercihleri neler belirledi?

Mekân heykel için çok belirleyici oluyor. Bomontiada sergisi açık ve kapalı bölümleriyle büyük bir kamusal alandı. Zaten insan trafiği olan ve sadece senin işlerini görmek için gelen insanların olmadığı bir sergi alanı. Çok karışık ve hareketli. Restoranlar, konser alanları. Çok zor ama keyifli bir mücadeleydi. Açıkçası sergi süresince oranın trafiğini iki katına çıkarttığımızı duyunca, mücadeleyi kazandığımızı da anladık.

​Alexandre Vallaury Binası ise düz beyaz duvarları ile daha sakin, işlerle baş başa kalabileceğin ve sadece senin işlerini görmek için gelen insanların olduğu bir sergi alanı. Daha vakit ayrılacak, heykellere daha çok zaman ayrılacak, dikkatli izlenecek, eleştirilecek bir alan. Üstelik gelenler de sanat konusunda çok daha bilinçli. Bambaşka iki mücadele alanı yani. Beyaz ve sakin olan daha kolaymış gibi gözükmesine rağmen, hiç de öyle olmadı tabii. Basit ve sade olan her zaman en zor olanıdır. Esra Sarıgedik’le birlikte uzun süre üzerinde çalıştık. Sonunda Esra, klasik kaideler yerine farklı bir sergileme tasarımı ile geldi ve onu uyguladık. Bence harika oldu.

Deneyimden bahsettiniz. Bu sergiye hazırlanma süreci sizin açınızdan nasıl bir deneyimdi peki? Erdil Yaşaroğlu kendinde neler buldu bu yolculukta?

Öncelikle harika bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Benim için heykel yapmak bir oyun. Kendi içinde zorlukları olan, bir amaca koştuğun ve bu süreçte yepyeni bir sürü şey öğrendiğin bir oyun.

​Bir kere bu yolculuk senle başlıyor. Geziyor, görüyor, okuyor öğreniyorsun. Sonra hikâyeler oluşuyor. Sonra da bunları anlatma derdi. Ardından onları nasıl anlatacağının teknik sürecini çözüyorsun. Çizim, tasarım, üretim aşamaları. Her biri ayrı eğlenceli. Çocukluğumdaki mutlu zamanlara dönüyorum bunları yaparken.

©Barış Acarlı

Sizin de söylediğiniz gibi akademide heykel eğitimi aldınız ancak kariyerinizde karikatür öne çıkıyor. Heykel ile ilişkinizden, heykelde aradığınız ifade türünden bahseder misiniz?

Mimar Sinan’a girmeden önce profesyonel karikatüristtim. On altı yaşında, lisedeyken başladım çizmeye. Bir de karikatür daha yaygın bir sanat dalı olunca, tabii ki öne çıkıyor. Açıkçası ben de çok duyurmamıştım heykel yaptığımı. Okuldan mezun olduktan sonra senede bir iki heykel yapıyordum. Karikatür de hikâye anlatma gazımı alıyordu. Son yıllarda heykel ile anlatmak istediğim hikâyeler çoğalınca, heykellerim daha fazla gözükmeye başladı.

Sizi sanatsal üretimlerinizde harekete geçiren o itici güç ne oluyor? Neler elinize malzemeleri alıp ahşabın/bronzun karşısına geçiriyor? Üretim pratiğinizden bahseder misiniz?

En büyük itici güç anlatma isteği. Bir başkası ise güzel sanat eserleri görmek. Sadece plastik sanatlar değil, güzel bir film, müzik, iyi tasarlanmış bir ev ya da otomobil bile bu duyguyu harekete geçiriyor. Hemen atölyeye dönüp çalışmak istiyorum. Sanat bulaşıcı, güzellik bulaşıcı. O yüzden kamusal alanlara heykel yapmak, daha çok insana ulaşmak çok hoşuma gidiyor. Belki ben de başka insanları motive edebilirim duygusunu seviyorum.

©Barış Acarlı

Karikatür ile hikâye anlatmanın yazılı formunu kullanırken heykel ile daha zamana yayılan, daha fiziksel ve düşünsel süreçlerin iç içe geçtiği hacimli bir form kullanıyorsunuz. Sizin için bu iki form birbirinden hangi noktalarda ayrılıyor, hangi noktalarda birbirini besliyor?

Kısa, günlük, komik hikâyeler olunca karikatür çiziyorum. Daha zamansız ve derin öyküleri ise heykel ile anlatmayı seviyorum. Sonuçta bu ikisi araç. Amaç bir şeyler anlatmak. İkisinin de birbirine çok büyük katkısı var. Mesela heykele sadece karikatürdeki dört parmaklı figürleri taşımıyorum. Karikatürden öğrendiğim, ifade, duygu, haylazlık gibi şeyler de çok işime yarıyor. Üç boyutlu düşünme ise çizerken karikatüre destek veriyor. İki disipline birden sahip olmak güzel bir güç diye düşünüyorum. Binlerce karikatürist, binlerce heykeltıraş var ama ikisini birden yapabilen insanların sayısı çok az.

Sanatçıların özgün tarzlarının olması, eseriyle karşılaşıldığında sanatçısının ismini daha görmeden söyletmesini çok değerli buluyorum. Sizin de hem karikatürlerinizde hem heykellerinizde bu var. Bugün “Bu iş Erdil Yaşaroğlu’nun değil mi?” dedirten özgün tarzınızı nasıl inşa ettiniz?

Dergiye ilk girdiğimizde bize öğretilen buydu. Özgün ol. Kendi öykülerini anlat. Kendi çizgini bul. Haklılar da. Dünyanın bir tane daha Oğuz Aral’a ihtiyacı yok ki. O zaten işinin en iyisini yapmış. Hikâye dili kadar çizgi ya da form dili de çok önemli. Bu da açıkçası çok çalışarak oluyor. Karikatürden bir örnek vereyim. Mesela bir sandalye çizeceksin. İlk sandalyeye bakarak çiziyorsun. Sonra farklı model bir sandalyeye bakarak çiziyorsun. Böyle böyle, on tane falan değişik sandalye çizmeye başlıyorsun. Bunları iyice öğrendikten sonra kafadan çizmeyi deniyorsun. O, on birinci sandalye oluyor. Diğerlerinden farklı. Çizdikçe on birinci sandalyenin formu değişiyor git gide. Zamanla senin çizgin oturmaya başlıyor ve sonuçta o artık senin sandalyen oluyor. İşte bu süreci dünyadaki çizeceğin diğer her şey için tek tek uygulamaya başladığında da kendi çizgin oluşuyor.

Erdil Yaşaroğlu

Bu özgünlüğünüzü nasıl beslersiniz? Sizi de etkileyen, çalışmalarını takip ettiğiniz sanatçılar var mı? Nasıl bir sanat izleyicisisiniz? Sizi hangi disiplin daha çok etkiler, ilham verir?

Çok farklı disiplinlerden yaratıcı insanları takip etmeyi seviyorum. Bu bir heykeltıraş da olabilir, diş fırçası tasarımcısı da. İyi tasarımın arkasındaki zekayla karşılaşınca mutlu oluyorum. Artık internet sayesinde çok farklı sanatçılara ulaşabiliyoruz. Brezilya’nın gettolarından, Kore’nin dağlarına kadar. Amatörlerden, çok bilindik profesyonellerin üretimlerine kadar. O yüzden şunu takip ederim, bunu severim demem çok zor. Bu okyanusta sevdiğim çok fazla kişi ve detay var.

Son olarak önümüzdeki döneme dair çalışma masanızda, ajandanızda bekleyen projeler var mı? Bizlerle paylaşmak ister misiniz?

“Transatlantik”ten sonra biraz seramiğe yönelmek istiyorum. Çok sevdiğim bir disiplin. Heykellerimin üzerinde çizim kullanmadım hiç. Çizer tarafından bakınca garip bir durum gibi. Bunu denemek istiyorum. Çizgiyi ve üç boyutu birleştirmek. Bir de çok sevdiğim kullanılabilir objeler tasarlama konusu var ki, orası engin deniz. Mesela şu anda çocuk parkları, şehir mobilyaları tasarımları yapıyorum. Işık ve aydınlatma ürünleri üzerine çalışmalar yapmak istiyorum. Yapılacak o kadar çok şey var ki!

Erdil Yaşaroğlu’nun “Transatlantik” adlı sergisini 30 Ocak tarihine kadar Alexandre Vallaury Binası’nda ziyaret edebilirsiniz.

0
3803
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage