01 AĞUSTOS, SALI, 2017

Şehrin En Arkasında İnsan ve İstanbul’un Yeni Temsili

42 Maslak Art!SPACE Gallery, Gama Art Gallery iş birliğiyle dört sanatçının İstanbul’dan etkilenerek yaptığı çalışmaları bir araya getirdiği “İstanbul’dan İzler” sergisini 12 Haziran’da sanatseverlerle buluşturdu ve 1 Eylül'e kadar gezilebilecek. Şule Altıntaş’ın küratörlüğünü yaptığı sergide Dominique Barreau, Eric Peyret, Esra Meral Demircan ve Murat İrtem’in çalışmaları yer alıyor.

Şehrin En Arkasında İnsan ve İstanbul’un Yeni Temsili

12 Haziran’da izleyicilerle buluşan “İstanbul’dan İzler” İstanbul’un ilhamında üreten dört sanatçıyı ortak bir noktada buluşturuyor. Şehre kendi perspektiflerinden bakan sanatçılar, öznel bakış açılarıyla ve kendi yorumlarıyla İstanbul’un hikâyesini anlatıyorlar.

©Nazlı Erdemirel

Şule Altıntaş’ın küratörlüğünü yaptığı sergide iki yabancı sanatçı yer alıyor: Dominique Barreau, Eric Peyret. Dominique Barreau eserlerinde temel olarak metropol kargaşasını yansıtan bir sanatçı. Eric Peyret ise kent yaşamı ve mimari üzerine yoğunlaşması ile tanınıyor. Her ikisi de bu sergi için İstanbul’da bir süre çalışarak, kendi tarzları dahilinde İstanbul’a bakışlarını eserlerine aktardılar.

©Nazlı Erdemirel

Dominique Barreau’un izlenimcilikten ve soyut sanattan etkiler taşıyan işlerindeki odak noktası: Kent. Bu işlerde; silik, belirsiz ortam ile yapıların keskin hatlarının yarattığı karşıtlık çarpıcı. Kentin sınırları, içinde yaşayan insanların kapladığı alanla oluşurken, insan bedenlerinin şehir giysisiyle giydirildiği insansız bir şehir duygusu bu karşıtlığı güçlendiriyor.

©Nazlı Erdemirel

Eric Peyret, Barreau’nun aksine gerçekçi bir dile sahip. Mimari ögeleri  resmediyor; De l’leau aura coule’de perspektifin önüne düşen teller, Havalimanına Giderken’de ise boğazın görüntüsünü kesen gökdelenler yakınlık ve uzaklık kavramlarını harmanlayarak bir kaybolma ve tekinsizlik ruhu oluşturuyor. 

Soldan Sağa:

Eric Peyret, Night Levent,

Eric Peyret,  De l'eau aura coule,

Dominique Barreau, Havaalanına Giderken

Sergide dikkat çeken diğer bir unsur ise, her iki sanatçının “İstanbul izleri”nde oryantalist etkiler yansıtmamaları. Onlar, şehri araştırırken buldukları kendi İstanbullarının peşindeler. Bu sebeple Peyret’in Souleyman’ında cami, cami olarak değil, genel kent dokusunun bir parçası olarak var. Sanatçılar kendi İstanbullarını tanımlarken, şehrin temsiline dair önemli bir soruyu cevaplıyorlar: Kent gerçekten de insanın biyolojik varlığına baskın çıkabilir mi?

Soldan sağa doğru: Eric Peyret, Souleyman,

Esra Meral Demircan, Galata Dokusu

Sergide yer alan iki Türk sanatçı ise: Murat İrtem ve Esra Meral Demircan. Murat İrtem’in sergilenen Bakış eserinde keçeyle yapılan bir manzarayı bir binanın üzerinde oturan işçi seyrediyor ve kendisi de resme dahil oluyor. Acaba bu işçi, şehri nasıl görüyor?

Murat İrtem, Dar Alan 2

Esra Meral Demircan’ın Tarihe Yama isimli çalışması, serginin ortak düşüncesini özetleyen kilit bir iş sayılabilir.  Bu işte, Galata Kulesi’nin etrafı sarıp sarmalanmış, yamanmış, İstanbul’un yeni temsilinin oluşma hali Tarihe Yama ile aktarılmış. 

Esra Meral Demircan, Tarihe Yama

İz Sürmek 

Tanrı, her şeyi görebilecek bir bakışa sahipse, insan da her yerinden bakma gücüne sahiptir. Bedenin de bir bakışı vardır, baktıklarını göz gibi açığa vurmayan bir bakış. Çünkü dünya algılanmaktadır ve algı akmaktadır. İnsan bakışı, gözlerinden değil, bedeninden ibarettir. Tanrı havadır, insan ise havayla karıştığı yerde başlayıp biten ateştir. Yani dünya insan bakışının izleyemediği ancak izini üretebildiği yerdedir, dünya insan bedeninde işler. Bedenimiz, İstanbul’a nasıl bakıyor, ne görüyor?

©Nazlı Erdemirel

Jean-Martin Charcot, Tourette sendromlu birini betimlerken adeta gördüğümüz İstanbul’u anlatmıyor mu?

İşte ayaklarının ucuna dayanarak kendini ileri atmış, bedeni öne doğru eğilmiş, alt uzuvları uzunlamasına gerilip katılaşmış, adeta birbirine yapışmış. Ayakları adeta yerde kayıyor ve bir tür hızlı titremeyle ilerliyor… Hasta kendini öne savurduğunda sanki her an yere kapaklanacak gibi; her halükârda kendi kendine durması neredeyse imkânsız, çoğunlukla yardımcı bir kola tutunmaya ihtiyaç duyuyor. Sanki zembereğin hareket ettirdiği bir otomat ve bu bükülmez, sarsıntılı, kasılmalı ilerleme hareketinde yürümenin esnekliğini hatırlatan hiçbir şey yok… Nihayet, birçok denemeden sonra, işte yine atıldı ve belirtilen mekanizmaya uygun olarak, kasılmış ya da zar zor bükülen bacaklarla yürümekten ziyade yerde kayarken adımların adeta bir sürü ani titremeyle birbirinin yerini aldığı görülüyor. (1)

Şehrin mobilyaları haline gelmiş vinçler ve polis araçları, korna seslerine karışan bitmek tükenmek bilmez arabalar ve bir yerlere yetişenler, inşa etme halinden çıkan yıkım sesleri, sokak lezzetleri, martılar, uçmayan güvercinler, kedilerin oturuşu ve şehrin en arkasında insanın çıplak varlığı… İstanbul’un hızla ilerleyerek değişen imgesinde, sinir sisteminin yol açtığı istemsiz hareketlerle çırpınan hasta bir adam mı görüyoruz? “İnsanların toplumsal-siyasal yaşamları ile biyolojik varoluşları arasında belirsizliğe mahkum eden mekanizmaların çeşitlenmesiyle” (2) şehrin topyekün bir kuruma dönüşerek ve söz konusu sınır çizgilerinin bulanıklaşarak karşımıza yeni hasta bir İstanbul’u çıkarması “Şehrin imgesinde insan nerede? En arkada mı? İstanbul’un izini nerelerde sürmeye başladık?  İstanbul neye dönüştü ve neyi temsil etmeye başladı?” gibi soruları cevaplıyor.


  1. Jean-Martin Charcot, Charcot, the Clinician: The Tuesday Lessons (New York: Raven Press, 1987).
  2.  http://www.e-skop.com/skopbulten/kentin-sinirinda-toplumsallasmanin-yeni-metaforu-olarak-kamp/470


0
5756
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage