03 MAYIS, SALI, 2016

Mimarlık ve Sanat Arasındaki Özerk Bölge

Buşra Tunç ile atölye olarak kullandığı ortak çalışma ve düşünme alanı ATÖLYE'de buluşarak mimarlık ve sanat arasında kurduğu ilişki üzerinden geçmiş ve gelecek projelerine dair çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Tunç’un Müdahale isimli mekânsal yerleştirmesini 12 Mayıs tarihine kadar Blok Art Space’te gerçekleşen grup sergisi “Detay”da görebilirsiniz.

Mimarlık ve Sanat Arasındaki Özerk Bölge

Atölye olarak Bomonti’deki ATÖLYE kullanıyorsun, bir anlamda farklı disiplinlerden yaratıcı kişilerle yakın temas halinde çalışıyorsun. Ağırlıklı olarak tasarım, girişim ve teknoloji odağında büyüyen bu komünitenin parçası olmaya nasıl karar verdin?

Atölye fikriyle ilk rastlaşmam, bu türden bir mekanın olasılıklarının kafamda döndüğü bir dönem, bir Tedx konuşması sırasında oldu. Konuşma sırasında aklımdaki soruların karşılık bulduğunu ve kıvılcımın çaktığını hatırlıyorum. Çukurcuma’da ilk deney mekanını açtıktan sonra Atölye’yle ilişkim, atölyeye gelen bir projeyi gerçekleştirmek için, kendi bünyesinde kurmak istediği mimari ekibin parçası olmamla başladı. Üzerinde çalıştığımız proje bir teknopark projesiydi. Kullanılmayan eski fakülte binalarını dönüştürme ve ikinci el konteynerlardan oluşan mekanlar yaratma yaklaşımıyla, yapısal ve fonksiyonel açıdan yapmak istediğim mimari pratiğe çok yakındı. Yeni inşaat yığınları yaratmak yerine var olana dokunmak benim “doğrusal olmayan mimarlık” dediğim fikirle örtüşüyor. Bu deneyimden sonra da Atölye ile birlikte projeler geliştirmeye ve kendi projelerimi buradan yürütmeye devam ettim. Güzel çakışmalar, paylaşımların olmaya devam ettiği bir mekan benim için Atölye.

©Nazlı Erdemirel

ATÖLYE’deki bu disiplinlerarası atmosfer çalışmalarını nasıl etkiliyor? Sanattaki disiplinlerarası eğilimlerdeki artışı da göz önüne alarak gelecekte bütün sanatçıların kendi başlarına atölyelerine kapanmak yerine, bu tarz ortamlarda çalışacaklarını düşünüyor musun?

Atölye, aynı çatı altında insanların birbirinden beslenme ve işbirliği doğma olasılığını yaratması açısından çok değerli. Ben farklı katmanlarda işler üretiyorum: Büyük çapta mimari projelerden, kentsel ve mekansal müdahaleler, ışık enstalasyonları ve tasarım ürünlere doğru ölçekler arası bir ağ içinde dolaşıyorum. Bir yandan da Yeşim Ustaoğlu’nun yakında yayınlanacak olan Tereddüt isimi filmin bir sahnesi için enstalasyon kurmamla yeni başlayan film sahnesi ve atmosfer yaratma tarafı var. Tüm bu katmanların bir noktasında, ilişki kurulabilecek farklı disiplinlerden insanlar bir arada Atölye’de. Öte yandan benim işlerimi üretmek için her yer mekanım olabiliyor. Sergiye iş hazırlarken Artın Usta’nın atölyesinde, aydınlatma ürünü üzerinde çalışırken Demirkapı Sanayi’de günler geçiyor. Tabii herkes için bu mekansal çeşitlilikten bahsetmek mümkün değil. Bence sanatçılar kendi başlarına atölyelerine kapanmaya devam edecekler ve bu gerekli. Ben de zaman zaman bu izole atmosfere ihtiyaç duyacağım diyebilirim.

Mimarlık çıkışlısın, aynı zamanda dayanamamış Sinema-Televizyon Bölümü’nde de okumuşsun. Mimarlığı tam zamanlı bir meslek olarak yapmayı hiç düşündün mü? Neydi seni sanata çeken? 

Tüm disiplinler ağlarla birbirine bağlı, birbirini besliyor. Sinema ve mimarlık da birbirini çok besleyen disiplinler oldu benim için. Okuduğum dönemde mimari projelerde sinematografik dil yaratmayı önemserdim. Sinema için üretiğim işlerde de mimari bakış etkili oldu. Kent dinamikleri, hızlı ve sürekli değişen yüzü, gündelik yaşam üzerine birçok fotoğraf ve video işi ürettim. Film ve sinema seyircisi tıpkı, mekan ve kullanıcısı gibi inşa edilebilir yapılar. Mimarlık ve sinema yapmak bu zeminde birbiriyle çok benzer durumlar. Sanatta da bu, duyumsama deneyimi inşa etmeye denk düşüyor.

Sanatsal pratikte yaptığım işlere mimarlık değil demek ve ayrı tutmak zor. Her durumda bir yapı, atmosfer, deneyim inşası. Kurduğum estalasyonlarda strüktürel olarak en ince detayına kadar düşündüğüm bir yapı inşa etmeye çalışıyorum. Bu endüstriyel yapı kurma deneyimi üzerine, ışık ve malzeme ilişkisinden doğan etki ve görsel işitsel deneyimi katman olarak ekliyorum. Bu katmanlı yapının her aşaması bir inşa ve bu da benim için bu deneyimi mimari pratikten farksız yapıyor. Böyle bakınca inşa edilebilir her şey benim gözümde mimarlık. Mimarlık yapmaya hem klasik anlamda hem de başka ölçek ve bakışlardan yapmaya devam ediyorum.

Okul dönemi ve mezuniyetten sonra bir süre ofis mimarlığı deneyimi de geçirdim. Gözümün gördüğü, elimin dokunamadığı bi düzlemden mimarlık yapıyor olmak beni bu mecradan o dönem zamanla uzaklaştırdı. Elimin temas ettiği, malzemeye dokunarak, daha sanatsal alanda işler ürettiğim, metal, ahşap atölyelerinde çalıştığım bir süreç başladı. Ölçekler arası ağlar yavaş yavaş örüldü.

Çalışmalarının odak noktasına ‘mekan’ı aldığını düşünecek olursak mimarlığın çalışmaların üzerindeki etkisini nasıl yorumluyorsun?

Mimarlığın sadece fiziksel bir yapma olduğu yanılsaması mimarlığın içini boşaltıyor ve kentler bu yaklaşımın örnekleriyle dolu. Mimarlık bir atmosfer kurma pratiği temelde. Ben de mimarlığı bu tarafından kavrayıp, mekansal deneyim yaratmayı merkeze alarak, ses, görsel gibi katmanlarla bu deneyimi güçlendirme yolunda üretiyorum. Yapı kurma, bozma, malzeme gibi mimarlık öğretilerinin işler üzerinde etkisi oluyor.

Özellikle son dönem çalışmalarında odağının “ışık”, “madde” ve onların arasındaki ilişkiye kaydığını gözlemliyoruz, bu ilgi nereden geliyor? Örneğin, Ebru Yetişkin’in küratörlüğünü üstlendiği, Contemporaray Istanbul’un yeni medya bölümü Plug-in’deki işinde bunu çok hissetmiştim, orada da şehrin ışıkları vuruyordu yüzümüze. 

Işığın yalnızca nesneleri aydınlatan anlamının tersine kendi içinde barındırdığı potansiyelleri, materyalle ilişkisinden doğan etkileri araştırıyorum. Işığı bir anlamda görünür yapmaya çalışıyorum. Işığın algıyı manüple etme gücü çok yüksek. Mekandaki hissiyat, ışıkla oynanarak bin bir türlü hale evrilebilir. Işığın bu kurgu gücünü kullanmaya çalışıyorum. Plug-in’de sergilenen Kod adlı çalışmam da buradan hareketle kentin ışık dokusunu araştırıyor. Kentte maruz kaldığımız ışık etkileri, gördüğümüz şeylerin bizim için imaj değerini yitirdiği sadece ışık şokları halinde hatırladığımız akışa dönüşüyor. Sürekli hareket halindeyken gözümüze çarpan reklam panoları, yeraltında giderken gözümüzün önünden periyodik aralıklarla geçen floresan ışıklar... Bu proje aşırı dozda ışık etkisinin algımızı nasıl manipüle ettiğini ve bunu gündelik hayatımızın bir parçası olduğunu açığa çıkarmak üzerineydi. İzleyici, İstanbul’un farklı noktalarından alınmış kayıtları, karanlık bir ortamda reklam panolarıyla aynı mecradan, led ekrandan izledi. Bu ekran üzerine imajı bozan ve yaklaşık 4000 adet farklı yükseklikteki cam tüpten oluşan bir başka katman kurguladım. Bu sayede çalışma aynı zamanda ışığın yoğunluk ve kod haritasını çıkarıyordu. Video ve ses kurgusu bir yandan da kentin bedensel ritmimize yaklaşan noktalarını izleyiciye fark ettirmeye odaklanıyordu. Göz kırpma, nefes alıp verme, nabız atışı, sinir sıkışmaları... Bu bedensel ritme bazen yaklaşan, tanıdık bir hissiyat yaratan, bazen de bunu bozan  çapraşık bir etkiyle izleyicinin algısıyla oynamaya çalıştığım bir işti. Kentteki harekette tam olarak bunu yapıyor bana kalırsa. Bu işte ses kurgusunu Cem Çakmak ile çalıştım.

Yoğunluk ekibiyle Nakilbent Sarnıcı’nda gerçekleştirdiğiniz “Su Ruhu” sergisinde de bu his vardı, sen bir deneyim inşa ediyorsun, izleyiciyi o deneyimin içine çekiyor ve kafasını karıştırmayı seviyorsun. Ben suyun altında mıyım, üstünde miyim anlamamıştım. Bu deneyim mimarlığı, hikaye anlatıcılığı senin için ne ifade ediyor?

Yoğunlukla yaptığımız bu mekansal deneyim sergisi, benim mimarlık ve sanat kesişiminde durmak istediğim noktaya en yakın işti. “Su Ruhu” sergisinin tüm sürecinin hikayesi benim için sanat içindeki mimarlığı anlatıyor. Yoğunluk, mekanın kendisini merkez noktaya alarak deneyim yaratmayı amaçlayan bir sanat inisiyatifi. Fikri mekanın hafızası üzerine inşa ediyor.  “Su Ruhu” sergisi sarnıcın ilk var oluş sebebi olan suyu, mekana geri çağırmak ve zamanla mekanı terketme hikayesini baştan yazmak üzerineydi. Sarnıcın su için inşa edilmiş bir mekan olarak suyu bünyesinde barındırması, yeraltında bir mekan olarak ışıktan bağımsız olması, birbirinin negatifi bu iki oluşu -su ve ışığı- kavramsal çerçevenin merkezine koydu. Yoğunluk ekibi, ilk yaklaşım olarak mekanı tekrar suyla doldurmayı hayal etmiş ve iyi bir teknikle bunu yapmıştı. Suyun mekanı zerrecikler halinde doldurduğu bir sistem kurulmuştu. Bu yöntemin, kavramsal olarak suyun yoğunluğunu ve zamanını değiştirmeye işaret etmesi fikrin ve tekniğin ayrışıtırılamaz olduğunu gösterir benim yorumumla. Bu sergide kavram, fikir ve fikri açığa çıkaran teknik hep birbirini besleyen şeyler oldu. Suyu mekanda içinde dolaşılabilir bir seyreltide var ettikten sonra suyun dolup boşalma hikayesini yeniden deneyimletecek, yansımalarla suyun orda var olduğuna işaret edecek ve mekanın limitsizliğini hissettirecek üç ana kurguyu ışığı ve sesi devreye sokarak yarattık. Temsiliyeti sözle ve görselle çok zor olan bir işti. Bu kurgunun mekanın belleğinin bir temisili olduğunun düşününce, fotoğraf veya sözle anlatım temsilin temsili olmuş oluyor ve  duyumsama bir kat daha etkisini yitiriyor. Tüm bu atmosfer yaratımı mimarlığın kendisiydi bizim için. Nevzat Sayın’ın bu iş için yorumu: “Mimarlık öğrencilerine, mimarlığın tüm hikayesi bu iş üzerinden anlatılabilir” oldu ve bana göre sanat içindeki mimarlık deneyimini özetliyor.

Blok Art Space’te gerçekleşen “Detay” sergisi sekiz sanatçının detaylara farklı açılardan yaklaştığı bir inceleme aslında. Sen “Detay ölçeksizdir” diyorsun ve soruyorsun: “Detayın anlamı yakınlık-uzaklık ilişkisi üzerinden tarif edilebilir mi?” Bu fikri biraz açabilir misin?

Detay, hem imaj hem de fikir olarak insanın aklına mikro ölçeği getirir. Oysa detayın anlamı, gözlemcinin ölçeğine veya mesafesine göre değişir. Teleskoptan bakılanla, mikroskoptan bakılan her iki durumda detayı tanımlar. Evren görüntülerinin, mikroskopik ağ sistemlerine ne kadar yakın imajlar olduğu görülebiliyor. Mikro-makro ölçekte, ölçekler arası bu bağ okunabilir. 

Buşra Tunç ve Naz Cuguoğlu ©Nazlı Erdemirel

Müdahale isimli mekânsal yerleştirmende, Blok Art Space’in ön camıyla, galerinin önü arasında yeni bir “alan” oluşturuyorsun, nefes almak için yeni bir alan, hem de en çok ihtiyacımız olan günlerde... Odaya adım attığımızda gökyüzüne mi, suyun altına mı bakıyoruz, yoksa tamamen farklı bir evrende miyiz ayırt etmek çok zor. Çalışmanın ortaya çıkış hikayesinden biraz bahseder misin?

Müdahale bu sergi için galeri mekanının bir noktasına müdahale etme dürtüsüyle ortaya çıkmış ve ismini de buradan alan bir iş. Galerinin cephesinde var olan tenteye bir katman daha ekleyerek mekanın dışarıya açılan penceresiyle sokak arasında bir ara mekan oluşturuyorum. İç mekan bu müdahaleyle karanlık bir mekan haline geliyor. Camı da ekran olarak kullanarak, buradan yansıyan görüntü üzerinden tüm mekanı kapsayan bir etki yaratıyorum. Çift yüzeyde yansıyan hareketli görüntü kendiliğinden holografik etki yaratıyor. Video içeriği hareketli su görüntülerinden oluşuyor ve ses tasarımı da Görkem Şen’e ait. İzleyiciyi saran bir etki yaratmak, mekanı gerçekte var olan halinden koparmak, yoğunluğunu değiştirmek ve iç-dış ilişkisini sorgulamak fikirleriyle başlayan bir deneydi ve deney hâlâ sürüyor.

Buşra Tunç ©Nazlı Erdemirel

Bundan sonraki projelerin neler? Seni nerelerde göreceğiz?

Kentlerin hareket dinamiklerini araştırdığım bir projem var. İstanbul’dan başlayarak kentlerin hareket haritasını çıkarmayı deneyeceğim bir proje. İlk fikrin Berlin metrosunda çıktığı, ilk denemelerini de orda yaptığım bir süreç. Bir açık alana kuracağım bir enstalasyon projesi var, ışık ve hava ilişkisinden doğacak etkilerin gözlemlenebileceği bir dehliz yaratmaya çalıştığım. Tasarım tarafında, sona yaklaşılan bir proje aydınlatma birimi, bu ay sonunda tamamlanmış olacak. Bir de, mimarlık tarafında dans stüdyosu+yaşam alanına çevrilmek istenen bir konutun iç mekan projesine başlayacağım.

0
16119
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage