19 KASIM, SALI, 2024

“Dünya İçime Yansıyor”

Nazan Azeri’nin resim, fotoğraf ve video gibi farklı türlerden çalışmalarını bir araya getiren “İçimdeki Şarkılar” başlıklı yeni kişisel sergisi, Nergis Abıyeva küratörlüğünde Loft Art’ta gerçekleşiyor. Azeri’nin 30 yılı aşan sanat pratiğine dair farklı noktaları ön plana çıkaran sergi, sanatçının akademik çalışmalarıyla üretim pratiği arasındaki bağlara da dikkat çekiyor. Nazan Azeri ve Nergis Abıyeva ile “İçimdeki Şarkılar” üzerine konuştuk.

“Dünya İçime Yansıyor”

Resim, fotoğraf ve video gibi farklı türlerde ürettiğiniz işleri bir araya getiren “İçimdeki Şarkılar” başlıklı kişisel serginiz 2 Kasım’da Loft Art’ta açıldı. Bu sergi, birçok açıdan geçmiş 30 yıllık üretim sürecinin yeni bir halkası olmakla birlikte geçmiş üzerine de düşündüren bir yarı toplam olarak görülebilir. Üretim pratiğiniz nasıl şekillendi?

Nazan Azeri: Bedenimde hissettiğim duyumsamanın peşinden gidiyor, içgüdüsel, sezgisel olarak başlıyorum. Başlarken sanat yapmaktan çok, kendimi ifade etmekle ilgili kaygım oluyor. Dünya içime yansıyor, ortaya çıkanlar ise ona verilen bir tepki gibi. Her çalışma için, o an kendimi en iyi ifade edeceğimi hissettiğim malzeme ve araçları seçmiş oluyorum. Sanırım farklı malzemeler kullanmamın nedeni bu. Rastlantılara, üretim esnasındaki çağrışımlara açık olarak süreç gelişiyor. Rastlantı ve çağrışımlar, süreç içinde zamanda ileri ve geri giden dolaşmalara yol açıyor. Son aşamada dağınıklığı toparlama, seçimler yapmak gerekiyor, o aşamada akıl devreye giriyor. Bu şekilde ilerleyen bir üretim pratiğim var.

Nergis sen uzun bir süredir Nazan Azeri’nin pratiğini yakından takip ediyorsun. Sergiye çalışırken/hazırlanırken nelere dikkat ettiniz ve özellikle hangi başlıklar üzerinde durmaya karar verdiniz?

Nergis Abıyeva: Nazan Hanım beni bu serginin küratörlüğünü yapmam için davet ettiğinde, aklında son dönem serisi olan “Unutulmuş Zaman ve Şimdi” ile “Büyümek” serisini yakınlaştırma düşüncesi zaten vardı. Bu noktada benim katkım, Loft Art’ın mekânını da göz önünde bulundurarak 2000’lerin başından, çok az görülmüş başka çalışmalarını da dahil etmek oldu. 

Hem feminist literatürde hem de her ikimizin çalışmalarında önemli bir yer kaplayan yaklaşımları geliştirerek, zamanda sıçramaları ve geriye dönüşleri içeren bir sergi yaptık. Bu sergide ev içi ve çoğunlukla görünmez kılınan emek, sanatçı/anne/eş olmanın yükümlülüklerini eşzamanlı olarak benimsemek, kendine ve başkalarına ihtimam göstermek, alma/verme dengesini tutturmak, karşılıklılık gibi meseleleri birlikte düşünüyoruz. ​Nazan Azeri, resimde lisans, yüksek lisans, doktora derecelerine sahip, bununla birlikte mezun olduğu günden beri üretimini genişletmenin peşinde bir sanatçı. Fotoğraf, video, performans, enstalasyon gibi farklı teknikleri deneyen biri. 1990’lar sonu 2000’ler başında içinde bulunduğu dönemi düşündüğümüzde oldukça yenilikçi bir tavra sahip. 

Nergis, senin küratöryal yaklaşımında Nazan Azeri’nin akademik çalışmalarıyla sanat pratiği arasındaki bağları görünür kılmak var. Bu Türkiye çağdaş sanat ortamında tartışmaya değer bir konu. Akademi ile çağdaş sanat arasındaki ilişki üzerine birçok şey söylemek, birçok bağlam geliştirmek mümkün. Nazan Azeri özelinde bu konuyu açabilir misin? 

Nergis Abıyeva: Benim Nazan Azeri’yi tanımam, 2010’ların başında henüz bir sanat tarihi öğrencisi olduğum döneme denk geliyor. Erken Cumhuriyet dönemi sanatçı kadınları üzerine literatür taraması yaparken Azeri’nin “Batılılaşma Hareketleri İçinde İlk Kuşak Kadın Ressamlar” (1996) başlıklı yüksek lisans çalışmasını incelemiştim. Kendisini sanatçı olarak tanımam ise pandemi dönemine denk düşüyor. Azeri’yle muhabbetimiz ve dostluğumuz çeşitli iş birliklerine dönüşerek bizi nihayetinde “İçimdeki Şarkılar” sergisinde buluşturdu. Dikkatimi çeken, Azeri’nin bir sanatçı kadın olarak erken dönem sanatçı kadınlara duyduğu meraktı. Oldukça erken bir dönemde bu konuyu araştırmasının hem literatür için büyük bir katkı olduğunu, hem de feminist bir tavrı içerdiğini düşünüyorum.


2024 Nisan’da bu sergi için birlikte çalışmaya başladığımızda 2000’lerin başında oyuncak bebeklerle yaptığı işleri dikkatimi çekti. Kitapta “Oyuncak Bebekler ve Dadaist Bir Tavır Olarak Oyun Oynamayı Sürdürmek” bölümünde kapsamlı bir şekilde ele aldığım gibi “Görsel Sanatlarda Oyunsallık; Rönesans, Dada, Sürrealizm” başlıklı doktora tezini 2000’de tamamlayan Azeri’nin akademik çalışmalarıyla sanat pratiği arasındaki güçlü bağlar, bu serginin izlek noktalarından biri oldu. Bu bağlamda Azeri’nin oyuncak bebeklerle yaptığı ve aslında oyun oynamaya devam ettiği işlerini Dadaist bir tavrın uzantısı olarak görüyorum. 

1. Ben Nesneler Serisi, Fotoğraf, Arşivsel Pigment Baskı

Sergide birçok farklı türde/medyumla ürettiğiniz işler yer alıyor ki bu konu bence Nazan Azeri sanatındaki en önemli başlıklardan biri. Farklı türlerde/medyumlarda çalışmak sizi ve sanatınızı nasıl besliyor? Günümüzün beraberinde getirdiği yeni tür ve medyumlar size ne tür yeni alan ve çalışma sahaları açıyor?

Nazan Azeri: Farklı malzeme kullanımı, bazen o çalışma için zorunluluk olarak ortaya çıkıyorken bazen de meraktan farklı malzemeye yönelmiş oluyorum. Her medyum insana daha önce bilmediği yeni yolların, farklı olanakların kapısını aralıyor. İki yıl önce seramiğe ilgi duydum. Kadıköy Halk Eğitim merkezinde iki yıl seramik dersi aldım. Videoda hareketli görüntünün olanaklarını kullanıyor, fotoğrafta performe ettiğiniz durumun anlarını sabitliyor, resimde yüzey üzerinde hareket ediyorken; seramikte üzerini boyayacağınız malzemeyi çamurla şekillendirip etrafında dolaşılacak bir objeye dönüştürüyorsunuz. Bu süreçlerin hepsi kendi içinde değişik olanaklar sunarken, birbirini besleyen alanlar da açıyor. Sergide seramik çalışmalardan birkaç örnek de gösteriyoruz. Evvelce minyatür dersi almışlığım da var. Bir bakış açısını kavrayabilmek için onu uygulama olarak da deneyimlemek, kitaptan öğrenilenin dışında deneyimsel bilgi de sağlıyor. En azından minyatürü neden tercih etmeyeceğinizin bilgisini.

2021 yazında Ayvalık’ta başladığınız ve günümüze kadar farklı şekillerde devam ettirdiğiniz Unutulmuş Zaman ve Şimdi serisinde, “zaman” meselesine dair yapılan vurgu ve bu meselenin düşündürttükleri anlamlı. Bu seri nasıl bir düşünsel zemin üzerine inşa edildi? Unutulmuş Zaman ve Şimdi serisi, bize zamana, geçmişe ve bugüne dair nasıl bir açılım sağlar?

Nazan Azeri: Oradaki unutulmuş zaman, sanki tarih öncesi bir zamana, ana soylu bir döneme ya da çocuğun dil öncesi anlarına dair olabilir. Bu seride hiyerarşinin olmadığı, eşitlikçi ve açık bir kompozisyon var. Yer yer ana soylu döneme dair figürler de giriyor; Şahmeran ve kıllı Artemis gibi. Kullanılan renk tercihi ile sanat tarihinde eril ve kutsal olanı simgeleyen mavi ile bedensel ve yersel olanı sembolize eden kırmızıyı, eşit ve içkin bir düzlemde elemanlar arasında paylaştırmış olduğumu görüyorum. Her şey birbiriyle ilişkiye giriyor, dönüşüyor.

​Resimlerdeki kırmızı ve maviye dair renk sembolizmini, Hristiyan ikonografisinde görebiliriz. Giotto ve Yves Klein’de ve başkalarında da. Selçuklu ve Topkapı sarayı çinilerinde de mavi baskındır. Çalışmaların, zamanlar arasında dolaşan, onları problem eden, bozan, ana soylu dönemlerden destek alan, oradan şimdiye uzanan yanları var. Şimdi, geçmişte kuruluyor her zaman. Bugün Antroposen çağından, küresel ısınmadan söz ediliyor. Kadına, doğaya, çocuğa şiddet ortada. Geçmiş kültürün üst üste eklenerek bizi getirdiği yer, bugünkü dünya. Oysa her şey birbiriyle bağlantılı ve aralarında bir altlık- üstlük ilişkisi yok. Bu söylediklerimi en baştan düşünüp kavramsal bir çerçeve kurarak çalışmaya başladığım düşünülmesin. Unutulmuş Zaman ve Şimdi, zaman içinde dolaşarak bugüne verilmiş bir tepki sanki. Ben de ortaya çıkan resimlere bakarak, sonradan, çalışmalar üzerinden burada söylediklerimi okuyorum. Tabii ki başka okumalara açık olarak…

1. Büyümek Serisi, Fotoğraf, Arşivsel Pigment Baskı, 125x95 cm, 1_5 Edisyon, 2003
2. Misafirler Serisi, Fotoğraf, Arşivsel Pigment Baskı
3. Özne Ben Kahraman, Fotoğraf, Arşivsel Pigment Bask,ı 73x53 cm 1_5 Edisyon, 2003
​4. Unutulmuş Zaman ve Şimdi, El Yapımı Kağıt Üzerine Akrilik, 125x175 cm, 2023

Ben Kahraman, Ben Nesneler Serisi, Hermafroditbennesne gibi işlerde bir olgu olarak “nesne” önemli bir yerde durur. Siz bu olguya ve işlerinizdeki “nesne”ye nasıl bir perspektiften yaklaşmayı deniyor, tercih ediyorsunuz?

Nergis Abıyeva: İlk kez 2003’te Karşı Sanat Çalışmaları’nda bağımsız sanatçıların bir araya gelerek gerçekleştirdiği “Aileye Mahsustur” isimli grup sergide bir arada gösterilen BennesnelerÖznebenkahramanNesnebenhermafrodit adlı fotoğraf temelli işleri de yeniden gündeme getirmek üzere sergiye dahil etmek istedim. Sergi metnini kaleme alırken “Aliye Mahsustur” sergi kataloğunda Azeri’nin kadın olmak durumlarını, içerisi, dışarısı, annelik, ev kadınlığı, nesne-özne, iktidar ilişkileri bağlamlarında ele aldığını ifade ettiğini fark etmiştim.

Bu çalışmaların isimlerinin “nesne”yi içermesi de dikkatimizi çeken bir durumdu. “İsimsiz” deyip geçebilirdi Nazan Hanım, yapıtların üretildiği dönem “İsimsiz” dönemiydi. Belli ki burada bilinçli bir kararlılık var. Uras Kızıl’ın serginin kitabı için kaleme aldığı “Nazan Azeri’nin Sanatındaki Nesnelerin Konumlanışı” başlıklı yazısında “Pop’un Nesnesiden Eleştirel Nesneye” bölümünde Barbie bebekler, oyuncak çatal, bıçak, tabak, masa, tarak, fırça, Superman, futbol topu, ütü, televizyon gibi gündelik yaşam nesnelerinin hepsinin birer tüketim kültürü nesnesi olduğunu yazmıştır. Uras’ın da belirttiği gibi “bu nesneler içerik olarak tüketim kültürünü yeniden üretmezler. Aksine, tüketim kültürüne angaje olan nesneleri verili anlamlarından kopararak, onlara eleştirel yeni söylemler yükler.”

Nazan Azeri: Bahsettiğiniz çalışmaların hepsinde, dilin konumlandırdığı kadınlık durumunun, nesneleştirme durumunun, popüler kültüre yayılmış çoğaltımları olan tüketim ve kullanım nesneleri üzerinden tersyüz edilerek bozulması, sorgulanması söz konusu. Yukarıda Nergis’in de değindiği gibi Uras Kızıl, katalogdaki yazısında, söz konusu çalışmalarda kullanılan tüketim nesnelerinin, mevcut anlamlarından koparılıp eleştirel yeni anlamlar yüklendiğinden bahsediyor. Bennesneler (2003) isimli bıçak, ütü fırın, çay tepsisi gibi nesnelerden yansıyan kadın yüzlerinden söz ederken; “Yüzeyde gördüklerimiz yansıtmaz, aksine Donna Haraway’in deyimiyle âdeta “kırınım desenleri” oluştururlar… İzleyiciler, Azeri’nin kamerasından, arzu edilen kadınlık hâllerini nesneler arasında hapsolmuş Cemile Hanım siluetinde izlerler” şeklinde, çok katıldığım bir tespit yapıyor.

Nesnebenhermafrodit (2003) başlıklı çalışmada, eril bir obje olan futbol topu, kadının saçını kapatıp kapatmayacağına dair tahakküm söylemini komik şekilde birleştirip abartarak, hermafrodit bir nesneye dönüştürüyor: Nesne erilliğinden kurtarılırken, tahakküm komikleştiriliyor.

Öznebenkahraman (2003) serisinde de, kadının üstlenmesi normalleştirilen ve “özne”yi de tesis edip şiddet üreten konumlamalardan birisi olan ev içi hizmet, bir karton kahraman olan Superman üzerinden canlandırılarak ters yüz ediliyor. Seçili tüketim nesnelerinin, eril kültürün nasıl ve nereye kadar her şeyi kuşatmış olduğunu, bize ne yaptığını, fark etmeden dahil olduğumuz paydaşlıkla sürmesine nasıl katkı yaptığımızı göstermek, gösterirken bozmak gibi bir işlevi olmuş. İçgüdüsel olarak verilmiş tepkiler, sonrasında bize bir bilgi sağlıyor.

Nazan Azeri

Kişisel ve toplumsal hafıza ve bunların bir noktada iç içe geçmesi, sizin sanat pratiğinizde kendisine karşılık bulan önemli meselelerden bir diğeri. Nihayetinde bellek inşası sırasında kişisel olanla toplumsal olanın iç içe geçtiği veya birbirlerinden ayrıldığı/ayrıştığı farklı noktalar olur. Sizin için kişisel ve toplumsal hafıza nasıl zamanla iç içe geçer ve ne tür bir görünüme sahip olur? Hafıza, neyin kaydını tutar, neyin tutmaz?

Nazan Azeri: Kişisel hafıza ile toplumsal hafıza, sembolik düzene adım attığımız, dile bulaştığımız andan itibaren, doğduğunuz ailenin, çevrenin rengine göre yavaş yavaş işleniyor, iç içe geçiyor. Sorgulanıp eşelenmezse, farkına bile varmadan aleyhinize her şeyi kabullenip savunur, hizmet eder, savrulur buluyorsunuz kendinizi.  Dünya, tam da yaşadığımız gibi bir dünya oluyor. “Başkalarının Tanrısı”[1] ardında debelenip dururken buluyorsunuz kendinizi. Zeynep Sayın katalogdaki yazısında, Unutulmuş Zaman ve Kutsal Aile (2024) isimli çalışmalarla birlikte, oyuncak bebeklerle gerçekleştirdiğim eski çalışmaların izini sürerken; “Kız çocuklarını erkeklere oyuncak diye yetiştiren düzen ile, sahipsiz hayvanları ölüme yollayan cinayet aynıydı, doğa kırım ile soykırım aynı şiddetin, soy sadece insanoğluna ya da kendi soyunu soysuz diye diğerlerinden ayrıştırana ait değildi, kuşaktan kuşağa tüm canlılara paylaştırılan bir büyümenin eseriydi. Yeryüzü ile gökyüzünün, elementlerin geçişli olduğu bir dünya imgesi ile, imgenin dünyası ile, dünya evi arasındaki ayrım dahil bütün ayrımların arasından geçebilir, meclis görüşmelerinden, imza kampanyalarından, mitinglerden daha büyük etki alanları açılabilirdi belki. Sanatçının ketenden tuval yerine pamuklu kumaş kullanmasının bir nedeni de imgeyi pamuklar üstünde büyütmekti belki.” Sanırım, bize öğretilen hafızanın değil, Zeynep’in bahsettiği olası hafızaların imkânını açmak, kaydını tutmak istemişim hep.

Kişinin gerek kendi içinde gerekse bir parçası olduğu toplum ve toplulukla giriştiği çatışmalar (içsel veya dışsal ayırt etmeksizin), kişinin karakterini belirlediği gibi ona dair yeni görünüm alanlarını da beraberinde getirir. Tüm bu çatışmalar sizin işlerinizde nasıl gün yüzüne çıkar? İçsel ve dışsal çatışmalar, bu konular üzerine çalışan bir sanatçı olarak sizin pratiğinizde kendisine nasıl bir karşılık bulur?

Nazan Azeri: Bugünden baktığımda görüyorum ki, farklı çehrelerde kendini sürekli yeniden üreten hiyerarşi, adaletsizlik ve şiddet içeren eril dil ve kültür ile hep bir sorunum olmuş. Yaşadığımız kültürü üreten kaynaklara duyulan merak, kurcalama, tepki verip bozmakla ilgili istek duymuşum. Bu da çalışmalarıma yansıyor. Sanırım tam da bu nedenle dilden, kavramlardan değil, her zaman bedenimde hissettiğim duyumsamalardan hareket etmişim. Sezgisel bir yolcuk. Akademik araştırmalarım da yine aynı paralelde ilerlemiş. Yukarıda Nergis’in bahsettiği master ve doktora tezlerinde ele aldığım dönemler hem siyasi hem de sanatsal açıdan her zaman kırılma dönemleri. Bu merakın ve seçkinin bir nedeni, anlamı olmalı. Ben de yaparken öğreniyorum ve daha önce bilmediğim bir durumla karşılaşıyorum ki, sürecin en heyecan veren yanı da bu. Bedeninizin algılayıp bildiği ama sizin tam olarak adını koyamadığınız içerikler, imgelere, metaforlara dönüşüyorlar. Üçüncü bir kişi gibi mesafelenip sonradan okumaya, çözümlemeye çalışıyorum her şeyi. Farklı bakış açılarına da açık olarak.

“İçimdeki Şarkılar” sergisini 1 Aralık’a kadar salıdan pazara 11.00-19.00 saatleri arasında Loft Art’ta ziyaret edebilirsiniz.

[1] Mine Söğüt, Başkalarının Tanrısı. Can Yayınları.

0
1874
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage