09 OCAK, CUMARTESİ, 2016

Bana Bir Masal Anlat

Onur Gülfidan’ın gündelik yaşama dair gerilimli, zamansal, mekansal ve biçimsel karşıtlıklarla dolu eserleri, muzip ve ironik öğelerle karşımıza çıkıyor. 42 Maslak Art!SPACE Gallery’de 22 Ocak’a kadar devam edecek sergisindeki yapıtları, hepimizin çocukluğundaki izlerden yola çıkarak günümüz dünyasına yaptığı göndermelerle görülmeye değer!

Bana Bir Masal Anlat

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu olan Onur Gülfidan, 2007 yılından beri profesyonel olarak Art Sümer’le çalışıyor. Kendini Türkiye’de sanatçı olarak varolmaya çalışan biri olarak tanımlayan Gülfidan’la,  42 Maslak Art!SPACE Gallery’de açılan altıncı sergisi vesilesiyle bir araya geldik. 

Çalışmalarınızı biraz anlatır mısınız, neleri konu alırsınız?

Benim çocukluğa giden bir yönelimim var. Çocukluğumdan bağlarımı koparmadığım ve anılarımı hep taze tuttuğum için biraz oraya varan konular söz konusu; zaten resimlere baktığınızda masalsı bir hal görmek mümkün. Bir de çizgiroman, bilgisayar ve bilgisayar oyunlarıyla çok ilgiliyim, bende onların getirdiği bir altyapı da var. Yaptığım şeyin ise bunların bir karışımı olduğunu söyleyebilirim. Çalışmalarım genelde bu yönde. Çizgiroman veya bilgisayar üzerinden gitmek bana bir özgürlük sağlıyor, akademik eğitimi biraz kırmak açısından çok faydalı oldu. Akademik eğitimi olumsuz anlamda eleştirmiyorum elbet, ancak bu konular nefes anlamında bana alan açıcı oldular.

©Korhan Karaoysal

1980 ve 1990 çocukları bir çizgiroman ve bir çizgifilm kültürüyle büyüdü. Şimdiki çocuklarsa bilgisayarla kurgulanmış bir dünyadalar, çizginin ve rengin çokca önplana çıktığı çizgifilmlerden öte animasyonlarla haşır neşirler. Sizin çalışmalarınızdaki öğeler ise bu iki kuşağı birbirine bağlıyor gibi.

Evet, olabilir. Bizim önümüze sunulan bazı görsel şeyler var, özellikle sinemada çok yaygın ve gündemde olan fantastik meselesi; filmlere baktığınızda bambaşka dünyalar var, örneğin Yüzüklerin Efendisi ve Stars Wars’daki gibi. Bunlar hayal dünyasını genişletiyor gibi görünüyor ve aynı zamanda sınırlar da koyuyorlar. Bu dünyada olmayan şeylerin görselliği çok ön plana çıktığı için arkasındaki fikir kayboluyor. Ben belki fikir bağlamında bu iki şeyi birbirine bağlıyor olabilirim. Çünkü resimlerimde bu dünyadan olmayan çok bir şey yok. Evet, anormal şeyler de görünüyor, örneğin figürlerde, yerleştirmelerde, figürlerin büyüklüklerinde, küçüklüklerinde... Olmayan şeylere kaçmak bana insanların önüne bir set çekmek gibi geliyor. Belki insanlara bunu hissettirmeye çalışıyor olabilirim. Çocuklar çizgi romanlanla hayır neşir değiller, ama bilgisayarın getirdiği şeylerin içinde de çok fazla görsellik var, o etkiliyor.

Bu serginin genel olarak konusu bu sanıyorum. 

İşlerin geneli böyle. Daha önce yaptığım işlerden çok kopuk değiller. Birkaç dönemden işler görürsünüz burada.

Bugün sanatçılar çok farklı materyaller kullanarak değişik öneriler sunuyorlar. Siz ise klasik bir pentür geleneğinde çok farklı öneriler sunuyorsunuz. 

İnsanlar her şeyi yapmakta özgür. Fakat malzeme sizi bir yerlere götürmeye başlarsa burada dekoratif duruma kayma riski olabilir. Tabii bunu kontrollü yapan da var. Şu ana kadar malzeme olarak başka bir şey kullanmayı pek düşünmedim. Sonra belki olabilir. Bu bıçak sırtında bir şey bence. Klasik malzemeyle çalışan ama çok modern işler yapan kimseler var; örneğin heykel sanatçısı Yaşam Şaşmazer. Onun işleri çok değişiktir. Bahadır Baruter’in son dönemde yaptığı işleri de öyle.

Neslihan Uçar Kartoğlu ve Onur Gülfidan ©Korhan Karaoysal

Sanat piyasasının beklentilerini dikkate alıyor musunuz? Onlara yanıt verme gibi bir kaygı söz konusu mu?

Bugün daha malzemeye yönelik işler biraz daha insanların beklentilerini karşılıyor. Tuval tabii her zaman genelgeçer bir malzeme. Ama ben mesela bu tarz resimleri 2007’den beri yapıyorum. 2007’de ilk yapmaya başladığım zaman insanlar “acaba mı” dediler. Ama ben sanatçı olarak o rahatlığı taşıdığım ve resimlerimin arkasında durduğum için hiç bozmadan devam ettim. Yani bunlar yeni işler değil, yedi sekiz senelik işler ve o bağlamda bir endişem yok. Gözettiğim farklı bir şey yok, sadece içimden geleni en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum, gerisini de insanların takdirine bırakıyorum. 

Peki sergilerinizden ne tür gözlemler elde ediyorsunuz?

Genelde insanların resimlerle bir empati kurduklarını görüyorum, bu çok da hoşuma gidiyor. Çünkü ben “biri resmimi satın alsın, ondan sonra deposuna koysun ve orada kalsın” taraftarı değilim, izleyici duvarına asıp o resmi sevdiği zaman sanatçı görevini yerine getirmiş oluyor. Genelde de insanlar çok olumlu şeyler söylüyor. Ben de çok mutlu oluyorum, bu paradan daha kıymetli bir şey. Sonuçta benden geriye kalacak olanlar bunlar, insanlar takdir ediyorsa ne mutlu bana. 

Her Şey Güzel Olacak (Tahtaya Vur!), 120x120cm, 2015

Ben biraz bu resimlerde saklı olan hikayelerinizi paylaşmanızı bekliyorum. 

Örneğin biri bize bir yemek sunduğunda, çok tanınmış bir aşçı da olsa yemeğin içinde neler olduğuna bakıyoruz. Siz o yemeği yiyene kadar o yemeği gerçekten sevip sevmediğinizi anlayamazsınız. Onun için insanın birebir resimle iletişim kurması gerekir. Doğru veya yanlış şeyler yapmıyorum, benim resimlerimde siyah veya beyaz yok; resimler birbiriyle ilişkisi yok gibi görünen şeylerin aslında bir ilişkisi olduğu fikri üzerinden çıkıyor. İçinde mutlaka psikolojik bir şeyler var. Örneğin Bir Varmış Bir Yokmuş isimli resme başlarken hayatın başlangıcını ve sonunu düşünmüştüm. Bir kapıdan girilen bir kapıdan çıkılan bir şeyin içinde yaşıyoruz, resimdeki kadın figürün transparanlığı ise bizim fiziksel varlığımızın zamanla yok olmaya başlayacağı gerçeğiyle ilgili. Çok değer verdiğimiz şeylerin aslında bu dünyada kaldığını söylüyor. Resimdeki kralın ayı olması gibi. Hayatlarımızı özetliyor.

Sinemaya da çok merakım var, David Lynch’in Lost Highway filmini izlediğim zaman şok olmuştum. Çünkü film size başta bir şey anlatmıyormuş gibi geliyor, çok alakasız şeyleri bir araya getiriyor, fakat sonuna doğru parçalar birleşmeye başladıkça anlıyorsunuz ki gerçekten enterasan bir hikayesi var ve birtakım katmanları bir araya getiriyor. Belki benim son resme kadar yapacağım macera da bununla alakalı. Belki bütün resimlerimin içinde katmanlar var, bir hikaye var. Artık son resme kadar nereye varır bilmiyorum, ben de yaptıkça göreceğim. Resimlerimde böyle bir zıtlık ve bir ters gerilim yaratma durumu var, bu zaten benim hoşlandığım ve yapmak istediğim bir şey. Hiç bir zaman net olarak bir şey ortaya koymak istemiyorum. 

©Korhan Karaoysal

Yeni bir resme başlarken nasıl başlıyorsunuz, birden mi yoksa planlı bir başlangıç mı var?

Bu tamamen yaşadığımız yerle alakalı. Türkiye o kadar kaos içinde bir ülke ki biz de o kaosu yaşıyoruz. Ama bir noktada frene basıp kendinizle başbaşa kaldığınız zaman bir şeye odaklanma gereği hissediyorsunuz. Aslında ben çocukların da resimlerimi görmesini isterdim. Büyükler için gibi görünen bu resimler çocukların da kendi içinde empati kurabileceği ve sevebileceği işler. İnsanların baktıklarında akıllarında kalıp, belki kendilerini iyi hissedebilecekleri bir şeyler yapmak istiyorum. Buna ihtiyacımız var.

Güncel önemli olaylara gönderme yapan resimleriniz var mı? Örneğin Gezi olayları gibi.

Bir tane çevik kuvvetle ilgili bir iş yapmıştım, altında “Looding...” yazan. Gezi olaylarını birebir yaşadım. O da bizim için korkunç bir tramvaydı, iyi yönleri vardı, ama iyi bitmedi.

İlk resminizin hikayesini anlatır mısınız? 

“Ben bu işe başlıyorum” dediğim resimde devrilmiş kocaman bir tren vardı. Bir çocuk, köpek, bir de baba gibi bir insan figürü vardı. O yıkılmış tren belki yavaş yavaş ayağı kalkıyor. Bu tren o zamanki umutsuzluğumu yansıtıyordu, çünkü Türkiye’de bir sanatçı olmak çok zor. İçimdeki resimse çok rengarenkti, ama o yıkılmış tren bana her zaman hayatın süprizler oynayabileceğini hatırlattı. Şimdi biraz daha rahatlamış ve özgür hissediyorum. Yaptığım iş biraz takdir edildikçe ben de mutlu oluyorum, onun da işler üzerinde bir etkisi oluyor.  

Onur Gülfidan ©Korhan Karaoysal

Renk de sizin için önemli bir ifade biçimi.

Evet, mesela Şirinler resmi soğuk savaşla ilgili. Amerika ve Rusya birbirini yiyen gibi görünen, ama aslında birbirine göbekten bağlı iki ülke. Birbirinden nefret adip aşkla bağlanan insanlar gibiler. Resimdeki renk skalasında iki küçük kırmızı kalp var, bu da vurgulamak istediğim şey orada. Renkleri biraz böyle kullanıyorum.

İlham aldığınız size yön veren sanatçılar var mı?

​Gottfried Helnwein ve Lucian Freud’u çok severim. Bu bahsettiğim bir iki sanatçıdan ilham alıyorum ama konularıyla ilgili değil, nasıl çalıştıkları ve işleri nasıl yönlendirdikleri ile ilgili. Barbara Kruger, David Salle ve Neo Rauch da sevdiğim sanatçılardır.

Gottfried Helnwein ve Lucian Freud’u çok severim. Bu bahsettiğim bir iki sanatçıdan ilham alıyorum ama konularıyla ilgili değil, nasıl çalıştıkları ve işleri nasıl yönlendirdikleri ile ilgili. Barbara Kruger, David Salle ve Neo Rauch da sevdiğim sanatçılardır.

0
5092
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage