09 MART, PAZARTESİ, 2015

Ankara’da Hızlı Bir Sergi Turu

Şubat ortası bir proje geliştirme atölyesi için Ankara’ya gitme fırsatı bulduk ve cuma gününden yola çıkıp Cer Modern ve Torun’daki iki açılışı yakalayarak Ankara güncel sanatını ucundan da olsa takip etme fırsatımız oldu.

Ankara’da Hızlı Bir Sergi Turu

13 Şubat’ta Cer Modern Hub’da, daha önce İstanbul’da Fransız Kültür Merkezi’nde açılmış olan, Laleper Aytek’in ‘non paris’ sergisinin açılışı vardı. Cer Modern’in üst katında ise Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Panoramik Bakış’ sergisi devam ediyordu. Aynı akşam Torun’da da Deniz C. Koşar’ın ‘Panoptikon’ sergisinin açılışı vardı.

Ankara, nüfus açısından İstanbul’dan sonraki ikinci kalabalık şehir olsa da sanattaki hareketlilik ve kurumsal mekânların varlığı açısından tahmin edilebileceği gibi İstanbul’a yaklaşır durumda değil. Tabii İstanbul’daki bu hareketliliğin sanat üretiminin çok iyi desteklendiği bir yapı oluşturmadığı da söylenebilir ama en azından görünürlük açısından İstanbul, Türkiye’nin sanat başkenti olmayı başarıyor. Son yıllarda Ankarada’ki bu ataleti kırmaya çalışan birkaç mekânın varlığından söz edeceksek kurumsal bir yapı olarak Cer Modern ve bir sanatçı inisiyatifi olan bağımsız yapı Torun iki önemli ana figür olarak dikkat çekiyor. Bunlara elbette Salt Ulus’u da eklemek gerek. 

Panoramik sinematografik imgeler

Nuri Bilge Ceylan’ın 26 Mart’a kadar devam eden ‘Panoramik Bakış’ sergisindeki fotoğraflar, aslında uzun bir zamandır çektiği ve bir kısmını daha önce sergilediği serisin bir devamı niteliğinde. Bu seriden fotoğraflar ilk olarak Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 2007 yılında sergilenmiş ve sonrasında çeşitli film festivallerinde izlenime sunulmuştu. Ayrıca bu işlerden geniş bir seçki, 2009 yılında NTV Yayınları tarafından büyük formatta bir kitap olarak sınırlı sayıda basılmıştı. Dolayısıyla ‘Panoramik Bakış’ -daha yakın tarihte üretilmiş fotoğraflar barındırsa da- tamamen yeni bir iş değil. Fotoğraflarda Türkiye’nin dört bir tarafından -adeta Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinden çıkmış gibi duran- görüntülerle karşılaşıyorsunuz. Kars’ta karla kaplı küçük bir köye bir tarlayı çevreleyen taş duvarları çerçeve alarak bakarken ön planda insanların çok küçük lekeler gibi yer aldığı kır manzaralarından, İstanbul’u karla kaplayan 2004 kışında şehirdeki insanların -adeta Bruegel’in resimlerindeki gibi- kar üzerinde giderek belirginleşen varlıklarını gösteren şehir manzaralarına ve yine aynı dönemde özellikle de Mardin, Midyat, Urfa gibi Doğu ve Güneydoğu kentlerinde çoğunlukla da şehrin eski bölgelerinde insanların o ihtişamlı taş duvarların önünde daha yakından çekilmiş portrelerine  rastlıyorsunuz fotoğraflarda. İnsanların ön planda yer alarak özel bir ağırlık oluşturdukları fotoğraflar, bu serinin daha önceki sunumlarından daha büyük bir ağırlık taşıyor sanki bu kez...

Aslında bu fotoğraflara internette veya o büyük formattaki kitapta baktığınızda, onlarla bir sergide karşılaştığınızda nasıl etkileneceğinizi hayal edebilirsiniz. Bu açıdan bakıldığında kaçırılmaz bir fırsat gibi görünen sergi, insanı biraz hayal kırıklığına uğratıyor. Panoramik formatın yarattığı sinematografik ortam, fotoğraflara yakından bakmak isteği uyandırıyor ve bu noktada fotoğraflar çoğunlukla -gereğinden fazla büyük basılmış olmaları gibi teknik sorunlar nedeniyle- bir eksiklik hissi yaratıyor. Fotoğraf, doğası gereği teknolojiden beslenegeldi her zaman, ama dijital sonrasında büyük baskı olanaklarının gelişmesi, bunu çözünürlük olarak kaldıramayacak fotoğrafların bile bu şekilde basılmasına ve imgenin deformasyonuna neden olmaya başladı. Özellikle çekim sonrası müdahalelerle özgül bir atmosfer yaratılmaya çalışılmış olan bu serideki fotoğraflarda da bu durumun büyük bir sorun yarattığını düşünüyorum.

Sizi içine almaya çalışan, fotoğrafların merkezindeki insanların belli bir şekilde yönlendirilip ilgi odağı haline gelerek izleyenlerin gözlerinin içine baktığı bu (254x112 cm’lik) fotoğraflar, kötü jpeglere bakıyormuş gibi hissettirmeleri nedeniyle maalesef bütün konsantrasyonunuzu dağıtabiliyor. Burada fotoğraflara yapılan dijital müdahalelerin küçükken çok fark edilmemesi ama aşırı büyütülünce daha çok dikkat çeker hale gelmesi söz konusu. Fotoğrafın bulunuşundan beri baskıyı mükemmelleştirme çabası ve bu mükemmelliğin oluşturulan dile olan katkısı fotoğrafın önemli unsurlarından biridir ve eğer işin yapısı nedeniyle netsizlik, aşırı gren, aşırı kontrastlı veya çok düşük kontrastlı olması gerekmiyorsa da hep en keskin ve detayı veren fotoğraflar elde edilmeye çalışılır. Bu açıdan da bu fotoğrafların bu şekilde sergilenmesinde bariz bir sorun olduğunu düşünüyorum.

'Panoramik Bakış' sergiden genel görünüm

Kente bakma serüveni

Laleper Aytek’in ‘non paris’ sergisini İstanbul’da açıldığında yazmak istemiş ama sonra fırsat bulamamıştım. Paris gibi bugüne kadar sayılamayacak kadar çok çalışmaya konu olmuş, üzerine sergiler yapılmış, kitaplar basılmış bir kente bakmak ve yeni bir şey söyleyebilmek çok da kolay değil. Benim Türkiye dışında ilk gözağrım olması nedeniyle de sevdiğim ve fotoğrafla ilgilenenler için bir çekim noktası olması dolayısıyla en çok bulunduğum kent olan Paris’le ilgili bir serginin dikkatimi çekmesi kaçınılmazdı. Aytek bu sergiye giden süreci anlatırken, Paris’i aslında ilk başta -hiç- sevmediğini ama fotoğraflamak için iki yıl süresince sık ve uzun kalışlı ziyaretleri sonunda şehrin farklı katmanlarını keşfettiğini ve sevmeye başladığını belirtiyor. Aytek -ışıklar şehri- Paris’te ışıklara, gölgelere ve detaylara odaklanmış. Bu fotoğraflarda Paris’in en bilinen simgeleri yok ama şehri biraz tanıyanların aşina oldukları dükkân vitrinleri, kafeler, şehir mobilyalarından izler, geçitler, parkların karakteristik demir parmaklıkları, kaldırımlar ve arabaların çıkmaması için kaldırımlara konan demir borular gibi Paris’e dair pek çok iz var.

‘non paris’te Aytek’in farkettiği ve üstüne giderek yoğun bir şekilde kullandığı -şehre ünvanını da veren- sert ışık ve bu ışığın objelerle yarattığı gölgenin oyunları var. Sokak fotoğrafında son zamanlarda daha da çok kullanılmaya başlayan bu ışıkla oynama halini, kendi Paris bakışını oluşturmaya çalışırken yoğun bir şekilde kullanıyor Aytek. Bütün bu detay fotoğraflarının yanında bazen çok dolaylı da olsa bol bol insan da var bu fotoğraflarda. Aytek’in kendi Paris’inin izine düşme hali bu serinin özünü oluşturuyor ve kendi içinde tutarlı bir yapı oluşturuyor. Sergiyi ilk olarak İstanbul’daki Fransız Kültür Merkezi’nde gördüğüm zaman çok sıkışık ve bu yüzden bir miktar da klostrofobik bulmuştum. Cer Modern’deki sergileme düzeninde ise fotoğraflar -İstanbul’a göre neredeyse iki katından fazla bir alanda- daha rahat görebilmeyi olanaklı kılıyor. Bu durum da tamamen aynı işlerden oluşan bir serginin mekândan olumlu veya olumsuz nasıl etkilenebileceğinin bir örneği olarak dikkat çekiyor.

'Non Paris' sergi açılışından genel görünüm

Beyaz Küp Gözetleme Deliği’nde

Ankara turunun son durağı Torun genç bir mekân. Hem yaş olarak hem de dinamizmiyle Ankara’da güncel sanatta önemli bir hareketlilik yaratan bir sanatçı inisiyatifi. Genelde sezon başında yaptığı açık çağrıya katılanlar arasından oluşturduğu programıyla yeni sanatçıların veya yenilikçi işlerin gerçekleştirilmesine ve görünür olmasına katkıda bulunuyor. Torun, bilmeden önünden geçseniz sanatla ilgili bir kurum olduğunu anlamayacağınız bir konumda bulunan bir dükkânın herbiri sanatçı olmayan ama hayatlarında bir şekilde sanata yer açan bir grup genç insan tarafından, 2012 yılında bağımsız ve ticari olmayan bir sanat mekânına dönüştürülmesiyle ortaya çıktı.

Torun’da açılışına şahit olduğumuz ve 27 Şubat tarihine kadar açık kalan Deniz C. Koşar’ın ‘Panoptikon’ sergisi, bir sanat sunumu normu olarak yerleşmiş ‘Beyaz Küp’ kavramının özelinde sanatla ilgili sorgulamalarda bulunuyor. Koşar’ın Torun’daki işi daha önce de benzerlerini ürettiği ve aslında çok basit ama bir o kadar da parlak bir fikirden yola çıkarak, kapılarda dışarıdan gelenlerin görülmesini sağlayan gözetleme deliklerinin ‘beyaz küp’ şeklindeki bir sergi odasını gösterecek şekilde düzenlenmesinden oluşuyor. Duvarlardaki beyaz panoların ortalarındaki gözetleme deliklerinden baktığınız zaman birbirinin aynı formda galeri odalarını ve duvarlarına asılmış işleri -bu işlerin sahibi sanatçıların Coşar’ın işinde adı geçmesi gerçekten hoş- görüyorsunuz. Her bir gözetleme deliğinde farklı işler var ve kendinizi hem o gözetleme deliğindeki işlere bakan -veya mini sergileri gezen- bir sanatsever gibi hem de gözetleme deliğinden çaktırmadan bakmaya çalışan bir röntgenci gibi hissediyorsunuz.

Deniz C. Koşar

Duvarlardaki beyaz çerçevelerin dışında sergide yer alan benzer mantıktaki işlerden biri de Torun’un tam ortasında tepeden asılmış ve dört yüzünde yine gözetleme delikleri olan beyaz küp şeklindeki yerleştirmeydi. Ayrıca Torun’un alt katında elinize alabileceğiz büyüklükte iki gözünüzü dayayarak bakabildiğiniz beyaz kutu, hem ‘beyaz küp’ü ellerinizde tutabileceğiniz bir objeye dönüştürüyor hem de bu kutudaki gözetleme deliğinden baktığınızda görüntü sizinle beraber dönerek sanatçının daha önceden yaptığı bir yerleştirmesini çok detaylı bir şekilde üç boyutluymuşcasına görmenize olanak veriyordu. Son olarak yine alt katta yer alan video, bu sefer karşınızda bir oda varmış izlenimi yaratacak şekilde gerçeğin bir illüzyonunu yaratıyordu.

‘Panoptikon’ sergisi, yeni bir sanatçı tanımak ve o sanatçının kurcaladığı kavramlar üzerinden kafanızda yeni soru işaretleri yaratmak için idealdi. Torun, varlığı ve oluşturduğu ortam için büyük bir teşekkürü hak ediyor. Sanırım Ankara’yı ziyaret etmek için ‘Torun’u yakından takibe devam etmek ve bir ‘bahane’ yaratmak iyi olacak gelecek dönemde.

Bu sergi turunun ardından gelen Cumartesi ve Pazar günü Ankara’da Atölye Ka’da çok değerli zaman geçirdiğimizi de ekleyeyim. Özellikle sanat ortamının fazla İstanbul odaklı olduğu ülkemizde, İstanbul dışındaki bu değerli vahalarda neler olup bittiğini izlemek ufuk açıcı ve ilginç keşiflere gebe diye düşünüyorum.

0
7178
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage