26 NİSAN, PAZARTESİ, 2021

Akışkanlığa Dair Sorgulamalar: “Fluid Dynamics”

Akışkanlık kavramını birey ve mekân ilişkisi içinde, doğa, kent ve sanal mekânlar üzerindeki yansımalarında ve yaşamın içindeki akışkanlık vurgusunda farklı medyumlarla ele alan “Fluid Dynamics” sergisini küratörü Özge Yılmaz ile konuştuk. 

Akışkanlığa Dair Sorgulamalar: “Fluid Dynamics”

Versus Art Project, küratörlüğünü Özge Yılmaz’ın yaptığı Alper Aydın, Emine Boyner Kürşat, Didem Erbaş, Sibel Horada, Berka Beste Kopuz, Yelta Köm, Deniz Tortum ve Gülhatun Yıldırım’ın katılımıyla gerçekleşen “Fluid Dynamics” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. İsmini hareket hâlindeki sıvı, gaz ve plazmaların davranışlarını inceleyen “Akışkanlar Dinamiği”nden alan sergide sanatçılar video, yerleştirme, resim, fotoğraf ve seramik gibi çeşitli medyumlarda ürettikleri işleriyle akışkanlığı farklı düzlemlerde araştırıyorlar.

“Fluid Dynamics”in kavramsal çerçevesini nasıl belirledin? Bu süreçte en çok nelerden beslendin? Doğadaki çeşitli sıvı, gaz ve plazmaların akışının ötesinde, betonun akışkanlığına; dijital dünyanın, kodların, piksellerin ve genel anlamıyla bilginin akışkanlığına da bakıyorsun. Bu özgün akışkanlık kavrayışını açabilir misin?

Aslında serginin metinlerinde kavramsal çerçeveden ziyade kavramsal aks terimini kullandım. Ucunu açık bırakmak istedim. Gezegenin çekirdeğinden yani yeraltından yeryüzüne, oradan kent ve mimariye ve en son da sanal mekânlara ve bilginin akışkanlaşmasına dair dört ayrı durağı olan, açık uçlu bir çizgi bu. Bu dördüncü durakta sanal mekânlardaki akışkanlık ile birlikte bilginin bedeninin kaybolması bizi N. Katherine Hayles’in “post-insan” kavramına getiriyor. Bunlara dair birlikte sorular sormakla ilgileniyorum.

Tabii en başa gidecek olursak, ilk çıkış noktam suydu. Onu nasıl derinleştirebileceğimi, suyun 2021’de neleri ifade ettiğini düşündüm. Bize hangi metaforları getirebileceğiyle ilgilendim. Antik Yunan‘daki su kavrayışına, orada suya atfedilmiş olan değerlere, medeniyet ilerledikçe suyun nasıl hep başat bir noktada durduğuna baktım. Zamanı ölçmek için bile su kullanıldığını görüyoruz 2000 sene boyunca. “Suyun bilgi taşıyıcısı olmasını üzerine bugün ne düşünebiliriz?“ derken sudan, yani sıvıdan uzaklaşıp plazma ve gazları da içine alan “akışkanlık” kavramına ulaştım. “Akışkanlığın bizim için taşıdığı değerler nelerdir?“ gibi sorular sorarak düşündüm ve dört durağı olan bir aks oluştu sonuçta. Durakların hepsi değerli ama sanırım ben bugün en çok sonuncusuyla ilgileniyorum, bilginin bedensizleşmesi ve post-insan kavramıyla… 

Özge Yılmaz

Akışkanlıkla kişisel ilişkin nasıl ve bu ilişki sergiye nasıl geçti?

Akışkanlıkla kesinlikle çok yoğun bir ilişkim var, beni yakından tanıyanlar bunu iyi bilir. Olağanüstü bir deniz sevgim vardır ve suyun hayatımdaki yeri çok büyüktür. Tabii ki bir iyi hissetme hâline, manevi bir duruma karşılık geliyor su benim için. Kendimi bildim bileli var olan bu ilişki sayesinde çok uzun süredir bu elemente dair düşünüyorum ve araştırıyorum. Sergi hazırlık sürecinde de ek olarak çeşitli akışkanlık örüntüleri kurdum.

Biraz da üretim sürecinin akışkanlığını konuşalım. Çoğu çalışma sergi için üretildi. Bu süreçte sanatçılarla arandaki bilgi akışı nasıldı? Eserlerin üretim süreçlerine müdahil olma biçimini tarif edebilir misin? Sanatçıların akışkanlığı ne şekilde ele alacaklarına nasıl karar verdiniz? Sürprizlere açık bir süreç miydi? 

Toplantıların çoğunu, bu dönemde herkesin yaptığı gibi Zoom üzerinden gerçekleştirdik. Deniz Tortum New York’ta, Yelta Köm Berlin‘de, Alper Aydın Ordu’da, Emine Boyner Kürşat ise Cunda’da yaşıyor. Onlarla ister istemez Zoom’dan görüşecektik ama pandemiden dolayı İstanbul’daki sanatçılarla bile yine dijital toplantılar yaptık. Öte yandan, bir noktada İstanbul dışında yaşayan sanatçılar da İstanbul’a geldi ve üretim süreçlerinin burada tamamlandığını eklemeliyim. Sergi hazırlık, üretim ve kurulum süreçleri pandeminin yarattığı temkin ve dikkatle birlikte, yine de son derece keyifli geçti.

Üretim kısmına değinecek olursam; müdahil olma biçimim sorular sormak ya da ihtimalleri ortaya çıkarmak üzerinden gelişti. “Bu olasılık bize nasıl bir sonuç verir? Bu işe şöyle bir katman eklemek sana nasıl hissettir? Bunu sergide nasıl konumlandırabiliriz?” gibi. Didaktik bir yaklaşımım olduğunu düşünmüyorum. Bundan uzak durmaya çalıştım ve sanatçılarla birlikte sorular sorarak alan açmaya odaklandım.

Sürecin sürprizlere açık olup olmamasına dairse şunu söyleyebilirim; ihtimaller ve alanlar yaratmak benim için önemliydi ama süreci “sürprize açık” olarak tanımlamak çok doğru olmayabilir. Zira bu süreç içerisinde sanatçılarla hep iletişim hâlindeydik; işlerin çok büyük bir kısmı bu sergi için üretildi ve ciddi bir üretim mesaisi yaşadık. Didem Erbaş, Mesafenin Mavisi adlı yerleştirmesini galeri mekânında iki hafta boyunca çalışarak tamamladı. Didem’in farklı serilerinden resimleri, mekâna özel ürettiği mavi bir vitrayın içinde gösterdiği bir çalışma ve işin mekânla ilişki içinde ortaya çıkması gerekiyordu. Didem bu çalışmasında yürüyüşlerinde gözlemlediği, doğa olaylarının ve çevresel faktörlerin değiştirdiği ve bıraktığı izlere dair resimlerini sel suları ve yanardağ resimleriyle birlikte, cesur bir şekilde gösteriyor. Beste Kopuz’un İzi Sürülemeyen adlı işi de, Koşuyolu’nda eskiden akmakta olan iki derenin izini sürdüğü, fotoğraflar ve ses yerleştirmesiyle desteklediği mekâna özgü bir yerleştirme. Tabii öncesinde epey uzun ve ciddi bir araştırma süreci de var. Dolayısıyla tüm bu süreçleri birlikte yürüttüğümüz bir deneyim oldu. Validebağ Korusu’nun imara açılması da tartışılıyorken, bu projenin kent belleği açısından arşivsel bir yanı olacağını düşünüyorum. 

1. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Alper Aydın ©Kayhan Kaygusuz
2. ve 3. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Beste Kopuz ©Kayhan Kaygusuz
4. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Deniz Tortum - Selyatağı ©Kayhan Kaygusuz
5. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - DenizTortum & Klavdia Zemlianova - Duygusal Bilim ©Kayhan Kaygusuz

Sanatçıları nasıl belirledin? Ekolojik duyarlılığa sahip sanatçılar olduğunu görüyorum. Bilinçli bir tercih mi? 

Sanırım sanat yazarlarının ve küratörlerin radarlarında kendi çalışma alanlarına paralel düşen sanatçılar oluyor her zaman. Sergideki sanatçılar uzun süredir takip ettiğim, pratiklerini yakından incelediğim, büyük kısmıyla da tanışık olduğum isimlerdi. Hangi isimlerin akışkanlık kavramı üzerine üretimlerini görmek heyecan verici olur diye düşündüğümde bu liste çıktı. Ekolojik duyarlılık var evet ama böyle didaktik bir gayeyle yola çıktım diyemem. Zamanın ruhu gereği ister istemez pek çok sanatçı tarafından direkt ya da dolaylı olarak da değinilen bir tema bu. 

Sanatçıların farklı disiplinlerden gelmesine özen gösterdiğini söyleyebilir miyiz? 

Evet, hem disiplin hem de pratik anlamında bunu söyleyebiliriz ve bence bu durum sergiyi çok zenginleştirdi. Yelta Köm‘ün mimarlık kökeni, Deniz Tortum’un yönetmen ve yeni medya sanatçısı olması, Emine Boyner Kürşat’ın sanat pratiğinin yanı sıra bir otacı olması ve doğayla olan güçlü bağı, Sibel Horada’nın farklı malzemeleri ve disiplinleri sürekli pratiğine dahil edişi, Didem Erbaş’ın mekâna özgü yerleştirme ve müdahalelere odaklanması, Berka Beste Kopuz’un kent hafızasını bir tarihçi ciddiyetiyle araştırması, Alper Aydın‘ın mühendis ciddiyetiyle gerçekleştirdiği doğa müdahaleleri ve Gülhatun Yıldırım’ın performans odaklı çalışması kavrama yaklaşımda derinlik sağlayan unsurlar oldu.

Galeriyle sanatçıların nasıl bir ilişkisi var? Bu seni nasıl etkiledi? 

Tüm süreç boyunca Versus Art Project’in serginin gerçekleşmesi için gayretini ve sanatçılara desteğini önemli buluyorum. Galeri sanatçılarından Yelta Köm ve Berka Beste Kopuz’un sergide yer almaları da pratiklerinin bu sergiyle çok örtüşmesi neticesinde gelişti. Ayrıca galeri, çalışmak istediğim tüm sanatçılar konusunda fazlasıyla alan açıcı ve destekleyiciydi. Fizibilite olarak hayli zor, kurulum açısından fiziksel emeği yoğun işleri olan bir sergiydi ve her evrede tüm ekip büyük özveriyle çalıştı. Leyla ve Mert’in örnek gösterilecek galericiler olduklarını düşünüyorum.

Yerleştirme düzeninde farklı mahremiyet türleri var. Tek başına bir odada sergilenen işler olduğu gibi mekânsal anlamda birbiriyle ilişkilenen işler var. Bu tercihleri açabilir misin?

Yerleştirme düzeninde işler arasında bir denge kurmak benim için çok önemliydi. Bu konuda ciddi bir mesai harcadım ve farklı olasılıkları gözden geçirdim. İzleyiciyle baş başa kalması gereken işler vardı: Deniz Tortum, Beste Kopuz ve Didem Erbaş’ın işleri. İşlerin hem kendi kendilerine konuşabilmeleri hem de birbirleriyle diyalog kurup izleyiciye yeni bir anlamlar evreni açmaları adına en sağlıklı olduğunu düşündüğüm yerleştirmeyi yaptım. Gülhatun Yıldırım’ın Venedik Uluslararası Performans Sanatı Haftası kapsamında gerçekleştirdiği ve kökler, sınırlar, aidiyet ve hiçlik üzerine temellendirdiği Submerge başlıklı performansından fotoğraflarla başlıyor sergi. Bir nevi “suyla baş başa kalma” anı…Tabii sergide videolar ve ses yerleştirmesi olunca, sergi yerleşiminde seslerinin karışmamasını da göz ününde bulunduruyorsunuz. Bunun dışında, Emine Boyner Kürşat’ın Köklenen adlı işini yerleştirdiğimiz koridor ve o koridorda kullandığımız ışık, işin ışık aracılığıyla mimariyle bir diyaloğa girmesi, bir geçiş alanı yaratmak açısından önemli bir yerde duruyor. Yine Emine’nin İstiridye serisini mekânın cumbasında neredeyse sokağa fırlayacak bir şekilde yerleştirmek de serginin “dışarı”yla bir bağ kurmasını sağladı. 

1. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Emine Boyner Kürşat ©Kayhan Kaygusuz
2. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Sibel Horada ©Kayhan Kaygusuz
3. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Didem Erbaş ©Kayhan Kaygusuz

4. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Sibel Horada / Yelta Köm ©Kayhan Kaygusuz
5. 'Fluid Dynamics' yerleştirme fotoğrafı - Gülhatun Yıldırım ©Kayhan Kaygusuz

Hareketli imge açısından bereketli bir sergi. Bu işlerle ilgili ne söylemek istersin? Sence sinema formasyonun küratöryel yaklaşımını nasıl etkiliyor?

Lisans öğrenimimin sinema alanında olması sadece küratöryel yaklaşımımı değil sanat yazarı olarak da pratiğimi hep etkiledi. İster istemez hareketli imgeye başka bir noktadan bakıyorum… Video sanatı kuşkusuz yeni bir medyum değil. Hele ki dijitalleşmeyle çok demokratikleşti ve bunu çok olumlu buluyorum. Yine de bu demokratikleşmenin eksileri de olabiliyor, dolayısıyla işin teknik yeterliliklerini değerlendirme açısından bazı temel bilgilere sahip olmak bir artı.

Sergideki video çalışmalarına değinecek olursam, Deniz Tortum‘un iki videosuyla başlayabiliriz. Selyatağı ve Duygusal BilimSelyatağı, bir VR filmi olarak çekildi ve o hâliyle gösterildiği çeşitli festivallerde çok başarılı oldu ama tabii pandemiden dolayı şu an VR gözlüğüyle göstermek istemedik. Deniz, “Fluid Dynamics” için için Selyatağı’nı baştan kurgulayarak tek kanallı yeni bir versiyonunu yarattı. Yani aslında Selyatağı da bu versiyonuyla ilk kez gösteriliyor. Deniz Tortum‘un sinirbilimci Klavdia Zemlianova ile birlikte ürettiği Duygusal Bilim de çok yeni bir çalışma ve serginin bilginin akışkanlığı, bilimin spekülatifliğiyle ilgili kısmına karşılık gelmesi ve pikselize estetiğiyle çok kıymetli.

Sibel Horada’nın Akış başlıklı video yerleştirmesinde sanatçının Van, Muradiye Şelalesi’ni çektiği videoyu siyah-beyaz ve grain’li bir hâle getirerek ‘80’lerin karlı televizyon görüntüsünü elde etmesine tanık oluyoruz. Bu video suyun doğadaki tüm pozitif referans ve çağrışımlarının yanı sıra taşıdığı yıkıcı, tahrip edici ve tehditkar yana da bir gönderme. Ve tabii suyun ve barajların politikayla olan bağlantısına dair düşünmeyi de mümkün kılıyor Sibel burada. Monitörün altında yer alan, şelalenin devamı olarak gördüğümüz molozlar da akışkanlığın farklı formlarına dair düşünmek ve kentin su ve akışkanlıkla ilişkisine dair bir okuma. Sibel bu molozları galerinin hemen yanındaki inşaattan tek tek seçti ve yerleştirmesinde kullanarak ontolojik bir tavır da getirdi işe.

​Yelta Köm’ün maddenin formunun değişmesiyle bizler için referanslarının da değişmesine dair bir video yerleştirmesi olan Olasılıksal Zeminler, erimiş kurşunun makro çekimde slow motion’da aktığı bir videoyu hemen altındaki fiktif bir topografya ile birlikte sunarken, görsel rejimlere dair de bir izlek geliştiriyor. Alper Aydın’ın ise, Yol adlı dokümantasyon videosunda, akmakta olan suyun yönünü eliyle şekil verdiği kil labirent form ile değiştirdiği doğa müdahalesinin sürecini paylaşıyor. Hemen yanda projenin Belgrad Ormanı ve İzmir, Nazarköy’de gerçekleşmiş hâlleriyle fotoğraflarını da gördüğümüz için bu video sürecin arka planına dair bir dokümantasyon olması açısından önemli. Video açısından zengin bir sergi olan “Fluid Dynamics”in, video sanatının görünürlüğünü artırmayı hedefleyen Senkron tarihleriyle kesişmesi de ayrıca güzel oldu.

Akışkanlığın sanatla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun? Hem sanatın üretimi hem de sanatın alımlanma (ve tüketim) ortamıyla… Örneğin isim konusunda da akışkanlıktan ilham alan Fluxus akımını düşünüyorum. 

Açıkçası ben sanatın bugün çok akışkan bir disiplin olduğunu düşünmüyorum ama öyle görünmeye müsait olduğunu anlayabiliyorum. Gerek işin pratiği, yani sanatçılar tarafından icra edilen kısım, gerek teorik kısmı, gerekse business kısmında bence akışkanlıktan söz etmek pek mümkün değil. Daha ziyade biraz öngörülebilir bir alan. Öyle de olmak zorunda belki. Öbür türlü bu kadar fazla aktörün yer aldığı bir uluslararası çalışma alanı olması zor olurdu. 

1. Gülhatun Yıldırım - Submerge

2. Alper Aydın - Yol 
3. Emine Boyner Kürşat - İstiridye

4. Didem Erbaş - Arazi

5. Deniz Tortum - Selyatağı

İçinden geçmekte olduğumuz pandemi süreci sergiyi nasıl etkiledi/etkiliyor? Sergiye ilgi de epey fazla oldu sanırım. Bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsun? Önlemleri uygulamak açısından zorluk yarattı mı?

Az evvel de konuştuğumuz gibi, toplantılarımızın çoğunu online ortamda gerçekleşti ama tabii bu artık hayatın normal bir detayı ve bunu çok ekstrem bir şeymiş gibi söyleyemeyiz. Bunun dışında da özel bir zorluk yaşadığımızı düşünmüyorum. Tabii ki herkesin sağlığı için kurulumda çok dikkatli olmak, süreci günlere yaymak ve mekânı minimum kişide tutmak önemliydi.

​Sergiye ilgi mutluluk verici. Bu kadar karamsar olduğumuz, zorlandığımız bir ortamda akışkanlık kavramına dair birlikte düşünmeye dair bir çağrı insanlara iyi gelmiş olmalı. Kurulum sonrası da Versus Art Project, önlemleri maksimumda tutmaya devam ediyor.

Bu süreçte dijital sergiler de hayli yaygınlaştı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun? Sence fiziksel karşılaşma ne derece önemli?

Fiziksel karşılaşmayı ve deneyimlemeyi çok çok önemli buluyorum. Şu sıralar tabii ki insanların gidemedikleri sergileri dijital olarak ulaşabilmelerini sağlamak değerli ancak gerçekten iyi yapıldığına maalesef nadiren şahit oluyoruz. Dolayısıyla, pandemiyi geride bıraktığımızda gerçekten iyi yapılmayacaksa dijital sergi ya da sergiyi dijitalleştirme, yapılmasa daha iyi olabilir diye düşünüyorum. Umarım bu hızlı aksiyon alma gereği yapılan projeler yerini daha özenli ve doğru işlere bırakır.

* Başlıkta kullanılan eser künyesi: Yelta KömOlasılıksal Zeminler - 2021

Video Yerleştirme / (LED ekran, alüminyum topografik yüzey) / 14’20’’ (loop)

“Fluid Dynamics” başlıklı sergiyi 8 Mayıs tarihine dek Versus Art Project’te ziyaret edebilirsiniz.

0
7280
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage