09 OCAK, CUMA, 2015

Ahu Büyükkuşoğlu Serter İle Sanat Ve Koleksiyon Üzerine

Finans, plastik sanayi, yöneticilik, girişimcilik ve daha birçok alanda öncülük yapan, ayrıca genç sanatçılara ve kadın girişimcilere destek veren Ahu Büyükkuşoğlu Serter ikinci jenerasyon bir koleksiyoner. Ailece Türkiye’de sanata ve sanatçılara verdikleri destek ile bilinen Büyükkuşoğlu ailesinin büyük kızları Ahu Büyükkuşoğlu Serter ile sanat ve koleksiyon üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ahu Büyükkuşoğlu Serter İle Sanat Ve Koleksiyon Üzerine

Sizce koleksiyonerlik nedir?  

Benim için koleksiyonerlik keşfetme üzerine kurulu bir kavram ve aynı zamanda da bir aile geleneği. Ciddi emek ve enerji isteyen bir uğraş. Koleksiyoner olmak sürekli okumayı ve değişimlere ayak uydurmayı gerektiriyor. Bir koleksiyon yapmak sadece eser toplamaktan ibaret değil, toplarken kurulan dostlukları, ve alınan eseri gereğince koruyup yeri geldiğinde paylaşma sorumluluğunu da beraberinde getiriyor.

Sizce koleksiyoner toplum için nasıl bir deǧer yaratır, misyonu nedir? 

Koleksiyonerin misyonu koleksiyonunu ve kendisini sürekli geliştirerek  hem sanatçıları desteklemek, hem de koleksiyonunu toplumla paylaşarak, sanatın kendisine kazandırdığı bakış açısını kitlelere yansıtmaktır. Sanat, yeri geldiğinde toplumun içinde yaşadığı durumu yansıtır, günceli barındırır, geçmişi onurlandırır, geleceği şekillendirir. Koleksiyoner de bu bağlamda o değerlerin transferi için bir aracıdır.


Casa Dell'Arte Oteli çocuk sanat kulübü

Koleksiyonerliğin sosyal sorumluluk boyutu nedir?  Sizce eserler nasıl muhafaza edilmelidir?

Eserlerin hepsini bir yerde muhafaza etmek yerine, izleyiciyle buluşturmak için çeşitli girişimlerimiz var. Bunun en güzel örneği Casa dell’Arte sanat otelimiz. Sürekli güncelleyerek koleksiyonumuzdaki eserleri sergiliyoruz. Ayrıca şirketlerimizin  ve fabrikalarımızın  ortak alanlarında, odalarında ve koridorlarında sanat eserlerini sergiliyoruz. Tüm çalışanlarımızın sergileri izleyebildikleri ve zaman zaman kendilerinin de yaratıcı sürece katılabildikleri bir artspace’imiz var; burası bizim hem sanatsal, hem kreatif , hem de sosyal alanımız.

Eserlerin muhafaza edilmesi için oldukça teşkilatlı bir alanımız ve koleksiyon yönetimi yapan bir ekibimiz var.

Babanız Yunus Büyükkuşoğlu sanatçılara destek olan bir koleksiyoner olarak biliniyor.  Sizin koleksiyoner olma kararınızda kendisinin bir etkisi oldu mu? 

Koleksiyonumuzu annem ve babam başlattı. Koleksiyonerlik bize onlardan miras kaldı diyebiliriz. Bizim için koleksiyonu başlatan ve gelecekteki tonunu belirleyen eser, babamın bu işe profesyonel seviyede denebilecek bir alaka göstermeye başladığı zamanlardan çok daha once, 16 yaşında Fındıklı’da bir çerçevecide görüp, altı ay boyunca para biriktirerek aldığı bir resimdi. Bu, fırtınaya yakalanmış bir gemi resmiydi ve altında Servet isimli bir ressamın imzası vardı. O yaşta bir çocuğun böyle bir resimden etkilenmesi ve onu seyredebilmek için aylarca para biriktirmesi bizi çok etkilemişti.
Babamın örneğinde olduğu gibi ben de, kendi seçimlerimi yaparken, hayallerim ve karakterimden izler taşıyan ve bende iz bırakan işler seçmeye özen gösteriyorum


Turan Erol, İsimsiz, 1986. Tuval üzerine yağlıboya, 92x67 cm - Nuri Abaç, Village Wedding. Tuval üzerine yağlıboya, 139x168 cm, Private Dinin Hall

Koleksiyon için alımlar yapmaya ne zaman başladınız?  Bu koleksiyon sizin için ne ifade ediyor?

Koleksiyon için ilk Marlborough Gallery’den bir Sarah Pilkington işi almıştım. Ikinci aldığım iş ise bir Botero idi.
Şimdilerde en sevdiğim işler teknoloji, malzeme ve sanatı birleştiren enstalasyon ve heykeller. Ayrıca sanatta 3D printing aplikasyonlarına da ilgi gösteriyorum ve ilk aldığım eserlerden çok bu son işlerin benim karakterimi daha çok yansıttığını düşünüyorum.

Koleksiyonumuz bir ailenin tarihçesi ve aynası aslında. Koleksiyonda bulunan eserlerin zaman geçtikçe nasıl farklılıklar gösterdiğini görünce ailece neler yaşadığımızı, beğenilerimizin nasıl değiştiğini fark edebiliyoruz ve bu da bize ayrı bir zevk veriyor. 

Kadir Akorak, İsimsiz. Tuval üzerine yağlıboya, 160x200 cm - Mustafa Ata, İsimsiz, 1996. Tuval üzerine yağlıboya, 170x145 cm, Casa Dell'Arte Art Residency

Siz ikinci nesil bir koleksiyonersiniz, kızlarınızın da koleksiyonu aynı tutku ile devam ettireceklerini düşünüyormusunuz?

Benim üç kızım var, en büyüğü 14 yaşında. Henüz bunu söylemek için çok erken, ama tüm çocukluk yıllarını sanatçılarla, sanat içinde geçiriyorlar, Casa dell’Arte’de büyüdüler. Gittiğimiz her gezide en önce müzeleri, galerileri gezeriz. Evimizde her zaman onların beğendiği işlere öncelik veririz, odalarına asacakları sanat eserlerini kendileri seçerler. Bunun da onların hayat görüşlerini oldukça etkilediğini düşünüyorum. Koleksiyonerlik tutkusunun onlara da bulaşıp bulaşmadığını zaman gösterecek.

Siz stereotipik bir koleksiyoner profili sergilemiyorsunuz, koleksiyoner olarak bilinmek gibi bir kaygınız yok, daha ziyade birçok farklı biçimde sanatçılara destek olmaya çalıştığınızı gözlemliyoruz.  Bu konuda düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız? 

Ben koleksiyonerliğin bu tarafından biraz sıkılıyorum açıkçası; hep aynı insanların, aynı sergilerde ve fuarlarda buluşması beni kişisel olarak çok tatmin etmiyor. Ilk başta çok çekici gelmişti, bu yüzden bir sanat galerisi bile açmıştım, ama sonra hiç bana göre bir şey olmadığını anladım. Bunun yerine iyi işler yapan, kreatif insanların yanında durmak, onların serüvenlerine hem seyirci hem de destek olmak beni çok mutlu ediyor ve geliştiriyor . Zaten, ilerde  koleksiyoner olarak değerimizi belirleyecek kişiler de bu insanlar. Bu yüzden imkanlarımı ve zamanımı onlara ayırmayı tercih ediyorum.

Nuri İyem, The Three Graces, 1970. Tuval üzerine yağlıboya, 80x120 cm, Residence Seaview Suite

Sanat dünyasında çok farklı alanlarda deneyimleriniz oldu, kültürel ve sanatsal boyutun dışında kısa süreli de olsa ticari bir platformda da bulundunuz. Sizin için galericiliğin sektördeki önemi ve yeri nedir?

Bahsetmiş olduğum gibi, Mısır Apartmanı’nda, yine Casa dell’Arte ismiyle bir sanat galerisi açmıştım. Ortağımla birlikte sanat dünyasında o zamana kadar yapılmamış pek çok şeyi yaptık ama sanat işinin aslında girişimcilik ruhuna hiç uygun olmadığını gördüm. 
“Sanat dünyasında işleyiş bellidir, bunun dışına çıkamazsın!” Hayatında her şeyi kutunun dışında yapmış bir insan olarak kutunun içine girmek hiç uymadı bana. Ben bu işi bırakayım ve işin sevdiğim kısmına, sanatı inkübe etme kısmına yoğunlaşayım dedim. Zaten klasik galericilik kavramının da bundan sonra ki dönemde çok şekil değiştireceğini düşünüyorum. Dünya hakikaten çok hızlı gelişiyor ve bu tür kurumların 10 yıl sonra var olacağını hiç zannetmiyorum. Şimdi artık her şeye online erişebiliyorsunuz. Sanatçı da artık kendi işini kendi yürütebiliyor. Müzeler şekil değiştiriyor, daha aktif rol üstleneceklerdirde. Teknoloji pek çok şeyi olduğu gibi sanatı da transforme edecek; bu alanda çok şey değişecek.

Casa Dell'Arte Art Residency

Bu alanda kültürel ve sanatsal boyut sizin için ticari boyuttan daha ön planda oldu: Türkiye’de Sanat Oteli konsepti gerçek anlamda Bodrum’da açmış olduğunuz Casa Dell’Arte Sanat Oteli ile mevcudiyet buldu.  Otelin rezidans bölümünde Büyükkuşoğlu koleksiyonunu misafirlerinizle paylaşarak onlara sanatı bir yaşam biçimi olarak sundunuz; tatil köyü bölümünde ise konsinye olarak satılabilir sanat eserleri sundunuz.  Ayrıca bir sanat galerisi, çocuklar için sanat atölyeleri, galeri, ve müzik ziyafetleride bu paylaşımlara eklendi.  Çok genç bir yaşta kaybetmiş olduğunuz değerli anneniz Fatoş Hanım’ın bu otelin yapım ve işletim aşamasında da büyük katkıları olmuştu.  Bu otel bir yerde sizin aile kültürünüzün bir yansıması ve dostlarla paylaşımı hissi veriyordu. Otel hakkında ki düşünceleriniz nelerdir?

Casa Dell’Arte fikri basitçe “sanatı paylaşmak” isteğinden doğdu. Babam yıllardır tutkuyla bu hobisinin peşinde koşan bir koleksiyoner idi, bu sebep ile biz de hep sanatın içinde büyüdük. Kızkardeşim ise zaten sanatçı. Sanatın ağırlandığı bir mekân yaratmak istedik önce. İnsanlar güne sanatla uyansın ve geceye sanatla başlasın istedik. Ve 2007 yazında  Bodrum Torba’da Türkiye’nin ilk sanat otelini kurduk. Her köşesini Türk sanatının önemli isimlerinden eserler ile süsledik. Böyle bir butik otel, Türkiye için bir ilkti ve hem Türkiye’de hem dünyada çok güzel yansımaları oldu; çok güzel geri dönüşler aldık. Otelimiz İngiliz The Guardian gazetesi tarafından “Avrupa’nın Yeni Açılan En iyi Butik Oteli” seçildi. Dünyanın pek çok ülkesinden konukları otelimizde ağırladık ve hep olumlu, bizi cesaretlendiren tepkiler aldık. Yirmi yılı aşkın bir süredir sanata gönül vermiş bir aile olarak, sanatı paylaşmak için yarattığımız bu mekânın dünya çapında takdirle karşılanması bizleri çok mutlu ediyor. Otel fikri ilk ortaya çıktığında amacımız aslında tam olarak da buydu. “Sanatı tüm dünyadan sanatseverlerle, dostlarımızla paylaşabileceğimiz keyifli bir mekân yaratmak, Türk sanatını ve Türkiye’yi layık olduğu şekilde dünyaya tanıtmak.”
Şimdi otelde yaptıklarımıza ek olarak, galerimizde sergiler açıyoruz, bir de art residency programımız var, her yıl pek çok genç sanatçı ve küratörü belli periyodlarda otelde misafir ediyor ve ortak çalışmalarını sergiyle taçlandırıyoruz.

Casa Dell'Arte Art Residency

Finans, plastik sanayi, yöneticilik, girişimcilik ve daha birçok alanda öncüsünüz, ayrıca kadın girişimcilere yol gösteriyor, destek veriyorsunuz.  Ama bir şekilde hepsi gene sanat ile alakalı oluyor.  Bizimle bu konuda neler paylaşmak istersiniz?

Ben geçen yılın sonunda Paris Sanat Fuarı’nda sunum yapmaya davet edildim. Türkiye’den sadece iki kurum Borusan ve Farplas davetliydi sunum yapmak için. Sunumun konusu “Art and Enterprise” idi. Büyük şirket sahipleri, bizden çok büyük koleksiyonerler gelip sanatın girişimciliğe ve şirketlerine nasıl katkıda bulunduğunu anlattılar.

Benim sunumumda vurguladığım nokta “Sanat bizim için ne yaptı” idi, “Biz sanat için ne yaptık” değil. Üç jenerasyondur sanatın içinde olan bir aile olduğumuz için yaptığımız her işte sanatın yansımalarını açıkça görebiliyor insan. Sanat sayesinde belki hiçbir zaman görmeyeceğiniz yerleri görüyorsunuz, hiçbir zaman tanışamayacağınız insanlarla tanışıyorsunuz ve sanatçılardan pek çok şey öğreniyorsunuz. Bizler belki sanatçı değiliz ama sanatı ve sanatçıları izleyerek  iş dünyasında kendi farklı eserlerimizi yaratabiliyoruz.


Casa Dell'Arte Art Residency

Küratör eşliğinde ve yurtdışından gelen sanat eleştirmenlerininde katkılarıyla, ‘Art Residency’ programlarınız sanatçılara farklı bir vizyon veriyor. Programlar hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Programlarımız çok keyifli gidiyor ve herbiri bizler için de bir öğrenme süreci oluşturuyor. Casa dell’Arte Art Residency programına her yıl pek çok uluslararası sanatçıyı davet ediyoruz. Program 4 hafta sürer, sanatçılardan ve bir küratörden oluşur. 

Robert Montgomery bizimle single residency yapan sanatçılardandı.Grup residency programına katılan Pakistanlı sanatçı Bashir Mahmud’un  video  işi Fransa’da Palais de Tokyo’ya kabul edildi. Program esnasında, programın özelliğine göre, yerli ve yabancı uzmanlarla, sanatçıları Çasa dell’Arte’ye davet ederek, onları buluşturuyor, sohbet ve workshoplar düzenliyoruz.


Residency programımıza katılan tüm sanatçıların kariyerlerini ilgiyle izliyoruz, zaman zaman da koleksiyona bu sanatçıların eserlerinden alım yapıyoruz. 

Casa Dell'Arte Oteli çocuk sanat kulübü

Sanat dünyasında üstlenmiş olduğunuz bu kadar farklı rolden hangisi size daha yakın geliyor? 

Keşfeden ve münkün kılan olmak benim için iki önemli olgu.

Ahu Büyükkuşoğlu Serter ve kızları ve Yunus Büyükkuşoğlu

Koleksiyoner olarak sizi motive eden faktörler nelerdir?  Iyi bir koleksiyoner olmak sizce nasıl tanımlanabilir? 

Beni motive eden şey aslında sanatın kendisi. Onun sürekli değişim içinde olması; sürekli yeni oluşumlar görmek beni her zaman heyecanlandırır. Koleksiyonerlik sanatı yakından takip edip ona ayak uydurmayı gerektirir. Iyi koleksiyoner çok okur, çok gezer, görür ve merak eder.

Ne zaman bir koleksiyoner olduğunuzu hissettiniz?  Koleksiyonerlik serüveni boyunca beğeni ve zevkinizin değiştiğini hissettiniz mi?

Açıkçası hala tam hissettim diyemem, koleksiyonumuza dönüp baktığımızda tekdüze bir yapının dışında olduğunu gözlemlemek münkün. Çok değişken bir yapıya sahip. 3 sene önce alınmış bir eserin 3 sene sonra alınan bir eserden farkını görünce insan beğeni ve zevklerinin zaman içinde, bulunduğu duruma, çevreye göre nasıl değiştiğini farkediyoruz.

Bence her koleksiyonerin, aynı hayatta olduğu gibi, olgunluğa eriştiği ve tam olarak ne istediğini bildiği bir dönemi var.  Ben bu döneme çok yakın olduğumu hissediyorum. Ama sadece hissetmek yetmiyor, hem geçmiş koleksiyonun bu döneme göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor, hem de istediğiniz kadar iyi olabilmek için bu işe çok vakit ayırmak gerekiyor. Ben işlerimden dolayı bu işe şu an hakettiği zamanı ayıramıyorum, dolayısıyla da yapmak istediğim şeyleri bazen ertelemek zorunda kalıyorum.

Ahu Büyükkuşoğlu, Yunus Büyükkuşoğlu

Koleksiyonunuzda yabancı sanatçılardan da eserler var, bu eserleri almaya nasıl başladınız? 

7-8 yıl önce başladık; zaten koleksiyona ilk yabancı işleri de ben aldım. Söylediğim gibi Botero ve Sarah Pilkington ile başladık, Sonar Robert Montgomery, Markus Lüpertz, Herman Nitsch, Peter Zimmerman, Claudia Rogue, Matthew Collishaw, Malineh Afnan, Alan Feltus gibi farklı disiplinlerden sanatçılarla devam ettik.

Robert Montgomery, People You Love..,2009. Yerleştirme. Ahşap, led ışık, güneş enerjisi

Günümüzde sanatın gerekliliği ve sanatın hayata katkıları konusunda ne düsünüyorsunuz?

Sanat ruhu besler, bir yatırım değeri ve bir yaşam tarzıdır. Sanat insanı büyüten, bakış açısını genişleten bir yatırımdır; ayrıca koleksiyonerliğin değer yaratmak, paylaşmak ve kültürel üretime destek olmak gibi paha biçilemez getirileri de vardır.

Bugün Türkiye’de koleksiyonerlerin koleksiyondan eserleri paylaşabilecekleri bir platform var mı?

Son dönemde koleksiyonerleri etrafında toplayan Saha, Spot gibi pek çok organizasyon kuruldu. Istanbul Modern, Sabancı ve Elgiz müzelerinin bu amaçla düzenlediği organizasyonları da çok beğeniyorum. 

Ahu Büyükkuşoğlu

Yurtdışında ki fuarları, bienalleri takip ediyor musunuz?

Bu etkinliklerin gerçekleştiği mekanlar, birçok eserin bir arada sergilendiği, sanat dünyasının buluştuğu ve sanatçıları, eleştirmenleri, koleksiyonerleri çeken birer merkez haline geliyorlar. Paris’i FIAC zamanında, Madrid’i ARCO zamanında, Venedik’i Bienal zamanında gezmek bambaşka oluyor. Bunun dışında, Art Basel, Frieze gibi büyük ve yerleşmiş fuarlara mümkün olduğunca gitmeye özen gösteriyorum. İspanya’daki ‘Just Mad’ veya İtalya’daki ‘Artissima’ gibi bağımsız fuarlar da görülmeye değer oluyor. 

0
26712
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage