12 MART, PERŞEMBE, 2015

Oyunlar Tek Kişilik Ama Sahnede Yalnız Değilim

Kuruluşunun altıncı yılını dolduran Tiyatro Gerçek, açılış oyunu Van Gogh ve diğer portre oyunlarıyla yılmadan hikayeler anlatmaya devam ediyor. Tiyatronun kurucusu Hakan Gerçek ile Cemal Süreya’ya dönüşmeden hemen önce Cüneyt Türel Sahnesi’nde buluştuk.

Oyunlar Tek Kişilik Ama Sahnede Yalnız Değilim

Şimdiye kadar Tiyatro Gerçek’in ürettiği beş oyundan üçü biyografilerden oluşuyor; Van Gogh, Üstü Kalsın (Cemal Süreya) ve Savunma (Clarence Darrow). Hepsinde tek başına sahne alan Hakan Gerçek, ressam, şair ve avukat karakterlerinin arasında gidip geliyor yıllardır. Malum tiyatroda portre oyunların ortası yoktur; ya iyidir, seyircisi eksik olmaz ya da kötüdür ve bir sezon bile zor dayanır. Hakan Gerçek’in bu türdeki oyunlarından Van Gogh da altıncı sezonunda iddiasını ortaya koyuyor. Öyle ki bir süreliğe ara vermiş olsalar da gerek İstanbul gerekse turnelerde gelen istek üzerine yeniden programa almışlar oyunu. Diğer yandan Üstü Kalsın da dördüncü sezonunda olunca sohbete Hakan Gerçek’in portre oyunlarla kurduğu ilişkiden başladık. 

Seçtiğiniz portre oyunların bu kadar uzun soluklu olacağını tahmin etmiş miydiniz?

Aslında öngörmüştüm; çünkü biyografiler kitaplarda da her zaman çok etkili oluyor. İnsanlar başka birinin hayatını ilgi çekici buluyorlar. Elbette portrede seçtiğiniz kişilerin önemi büyük. Van Gogh’un öyle bir başarıya erişeceğini tahmin ediyordum. Keza Cemal Süreya’nın da öyle. Gördüğümüz ilgiden işimizi yaparken de başarısız olmadığımızı anlıyoruz. Van Gogh tamamen bir biyografiyken Üstü Kalsın’da Cemal Süreya’nın şiirlerinden yola çıkarak onun hayatını anlatmaya çalışıyoruz. Hep söylüyorum: Bunlar her ne kadar tek kişilik gösteriler olsa da ben sahnede yalnız değilim. Van Gogh, Cemal Süreya ve Clarence Darrow gibi harika partnerlerim var. Seyirciyi de onların hikayeleri yakalıyor zaten. Dolayısıyla insanların da bildiği ve merak edeceği portreleri sahneye taşımaya çalışıyorum. Tabii oyunların bu kadar uzun soluklu olması, Tiyatro Gerçek’in direnç göstermesiyle de alakalı. Her iki oyunu da bitirebildik mesela ama devam etsin diye çaba harcıyoruz. Beş yıl önce yaşı daha küçük olup şimdi yetişkin haline gelmiş seyircilere de ulaşmak istiyoruz. 

Tiyatro oyuncusu olarak da bir direnişiniz var sanırım. Uzun süredir televizyondan uzaksınız. Bu kasıtlı bir uzaklaşma mı?

Kâh kasıtlı kâh denk düşmediği için. Sürekli dizide rol aldığım zamanlarda da Kenter Tiyatrosu’nda oynuyordum. Çünkü sahneden besleniyorum. Şu bir gerçek ki dizilerde oynayarak oyunculuğunuzu geliştiremezsiniz. Asıl olan sahnede daha iyi anlatabilmektir hikayeleri. Benim de hem kendimle hem yaşadığım toplumla ilgili dertlerim, sahnede diyeceklerim var. Tiyatroda benim gibi direnen ustalardan gençlere kadar pek çok meslektaşım da aynı durumda. Bu toplumda sanat yapmak kolay olmuyor, direnmek gerekiyor. 

©Korhan Karaoysal

Oyunlarınızın yaşı süresince gerek Türkiye gerekse dünyada gündem hızla ve sürekli değişti. Oyunlarınız nasıl etkilendi bunlardan?

Oyunlarda herhangi bir değişikliğe gitmedim ama gündem zaman zaman kendi geldi oturdu oyunlara. Mesela Savunma oyununun ortaya çıkmasına gündem yardım etti. 1900’lerin Amerika’sını ve adalet sistemini anlatan bir oyun bu. Baktığınızda bizimle bir ilgisi yok. Oyunun derdi insan hakları ihlalleri, maden işçileri, çocuk işçiler, ırkçılık, komplolar, yanlış yargılanmalar vs. ile alakalı. Son dönemde Türkiye’deki hukuk sistemindeki çarpıklıkların biraz daha yukarıda seyretmesi, oyuna epey yardım etti. Dolayısıyla oyunu değiştirmeye hiç gerek kalmadı. Seyirciler “Bu oyun ABD’yi değil sokağı anlatıyor” demeye başladılar. İşçilerin toplanması, polis ve askerin onlara saldırması, ateş açmaları gibi durumlar seyircinin oyunla daha sıkı bir ilişki kurmasını sağladı. Keşke adalet sistemimiz bu durumda olmasaydı da insanlar “Vay be bir zamanlar dünyada neler yaşanmış!” diyebilselerdi. Zaten portre oyunlarımız değişiklik yapmaya pek müsait oyunlar da değil. Ama oyunda geçen bir cümle gündeme göre önem kazanabiliyor ve Türkiye bu konuda o kadar yoğun ki yakalayacak bir şey illa çıkıyor.

Yeni portreler var mı ufukta?

Henüz fikir aşamasında ve bunu ilk kez sizinle paylaşıyorum. Sevgili Selim İleri ile bir projeye başlayacağız. Kendisiyle çalışmayı ben de çok istiyordum o benden erken davranıp bir Çehov hikayesi hazırlamayı teklif etti. Çehov’un tüm eserlerinden, hayatından kısacası dünyasından derlenen ve Selim Bey’in cümleleriyle yaratacağımız bir eser olacak.

Tiyatronun açılış oyunu olarak Van Gogh’u seçince, ister istemez resme özel bir ilginiz olduğunu düşünmüştüm. Doğru bir tahmin mi bu?

Sanat izleyicisi olarak evet. Yoksa oldukça yeteneksizimdir, bir şeyler karalayamam bile. Resim, benim için yeni yeni öğrendiğim, nasıl bakılması gerektiğini yeni yeni keşfettiğim bir sanat dalı. Van Gogh’u seçmemizin en önemli sebebi, seneler önce Müşfik (Kenter) hocanın oynamış olmasıydı ve ona bir saygı duruşuydu. Bir diğer sebebi de portre yapalım dediğimde, kendi portresini en çok yapan ressamlardan biri olmasıydı. Bence şahane portreler çizen ama bunları asla beğenmeyen, daha iyisinin peşinde olan bir sanatçı. Ben de içimdekileri nasıl aktarırım diye bir yol arıyorum. Kendimle onun arasında böyle bir benzerlik kurdum. Oyunu seçerken sadece Van Gogh’un hayatını değil, böyle bir tutkunun nasıl olduğunu da anlatmak istedim. Oyunda Van Gogh sürekli resmini yaptığı postacı için diyor ki “Artık tek seferde yapabiliyorum ama bilmiyorum başarabildim mi?” Ben de her yaptığım işte bunu soruyorum kendime. 

Bu tip oyunlar birçok sanat dalını bir araya getirmesi açısından da kıymetli diye düşünüyorum. Son zamanlarda gerek sinema gerek çağdaş sanattan daha fazla besleniyor oyunlar. 

Kesinlikle, zaten tiyatro öyle bir sanat dalı. Yaptığınız oyun ve sahneleme biçimine göre değişir bu ama nasıl bir oyun olursa olsun müziği, sinematografik ögeleri barındırıyorsunuz içinde. Savunma’da perdede belgeseller gösteriyoruz, burada video sanatı devreye giriyor. Aynı şey Van Gogh’ta da var. Teknolojinin de gelişmesiyle bu olanakları daha iyi kullanır olduk. Diğer sanatlarla kaynaştırmak kolaylaştı. Tabii bir de oyunu izlenebilir kılmak gerekiyor. Seyircinin sıkılmaması adına farklı disiplinlerle desteklediğinizde biraz daha izlenebilir hale getiriyorunuz. Bu da bir estetik kaygıdan ileri geliyor.


Hakan Gerçek ©Korhan Karaoysal

Yanlış bilmiyorsam dünyada beden tiyatrosuna yönelim giderek artıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, tiyatro bir evrim mi geçiriyor? 

Bir hikayeyi sözle de bedenle de çok iyi anlatabilirsiniz. Özellikle çağdaş dansın kullanıldığı çok başarılı işler yapılıyor ancak dramatik tiyatro da yerini koruyor. Bugün Shakespeare’i başka bir dille oynayan tiyatrolar da var, birebir uygulayanlar da. Bu biçim oyunu sahneleyenin dünya görüşüne, aktarmak istediği şeye göre değişiyor. Kendi özelimde söylersem, bomboş bir sahnede oynamayı daha çok seviyorum. O zaman mesele daha çok oyuncuya ve güce dayanıyor. Çünkü tiyatro oyuncu odaklıdır. Bir filmde yerin Paris olduğunu anlamak için kamera Eyfel kulesini göstermek zorundadır. Ama tiyatroda çıkıp burası Paris dersiniz ve öyle olur. Tiyatronun gücü burada ve onu inandırıcı bir şekilde söyleyebilmekte. 

Az önce portrelerden bahsederken aklımın bir kenarına düştü Yaşar Kemal. Bir biyografi anlatıcısı olarak siz neler söylemek istersiniz onun ardından…

Her şeyden önce kendi toprağını çok iyi anlatması, o toprağın insanlarını savunması, barışın peşinde koşması onu bir dünya aydını yapıyor. Yarattığı romanları söylemiyorum bile. Duruşu ve bunun için verdiği çaba adına müthiş bir kişiymiş. Keşke tanıyabilseydim. Edebiyatçı dostlarım hep anlatırlar; çok güçlü biriymiş. Onun gibi sözü dinlenecek kişilerin hep olması gerekiyor bu toplumda. Sayıları azaldıkça tehlike çanları çalıyor; çünkü giderek bizlerin pek de dikkate alınmadığımızı düşünüyorum. Böyle büyük değerler sırayla aramızdan ayrılıyor ve yerleri dolmuyor. Elbette yeni isimler gelecek ama onların gitmesi ağır geliyor. 

Yeni isimlere değişmişken tiyatro özelinde sorayım. Genç yazarların oyunlarını izleyebiliyor musunuz? Çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

Fırsat buldukça izliyorum. Gençler önemli işler yapıyorlar ve çok saygı duyuyorum. Tabii tüm bu çabalara rağmen tiyatromuzu besleyecek sayıda yazarımız hâlâ yok. Genç arkadaşlar genellikle kendileri için yazıp oynuyorlar. Bu çok değerli olmakla beraber başka tiyatroların da oynayabileceği eserler de artmalı. Tiyatro metni anlamında çok eksiğimiz var. Koşulların zor olduğunun farkındayım ama bir yandan da kendimizi anlatan yazarlara ihtiyacımız olduğu da bir gerçek. 

Tiyatro sahneleri de diğer bir eksik. AVM’lerde kurulan sahnelere kalıyoruz giderek...

Özellikle turneye çıktığımızda görüyoruz birkaçı dışında çoğu bakımsız, kendi haline bırakılmış. 1950’li yıllarda Devlet Tiyatrosu Konya’da, başka Anadolu şehirlerinde o kadar güzel sahneler açmış ki! Çünkü onlar “tiyatro binası”; yani tiyatroya hizmet için yapılmış yerler. Şimdi kafalarına göre yerler inşa ediyorlar. Kulisinde tuvaleti olmayan tiyatro mu olur! Ya da ses yalıtımı olmayan… Alt kattaki sinemadan gelen efektler eşliğinde Cemal Süreya şiirleri okuyorum düşünün. Yıllardan beri bu ülkede çok kötü politikacılar olmuş, hiçbir zaman sanatı sevmemiş ve aldırmamışlar, haberleri de yok. Bu kadar insandan, sanattan uzak, robotlar yetiştiren sistemin  tiyatro binası da trafiği de mimarisi de çarpık oluyor işte. Neden 50’li yıllarda o salonlar açılmış, bunu düşünmek lazım? Şimdi bakıyorsunuz İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Küçük Sahne dışında kendi sahnesi yok. Diğerleri AVM’lerin içine tıkıldılar. Keşke gerçekten tiyatro sahneleri yapılsa da AVM bu işin artısı olsa. 

İçeri girdiğimizde köşedeki “gerçek tasarım” başlıklı eşyalar dikkatimi çekti. Satılıyor bunlar sanırım. Nereden çıktı bu fikir?

Tiyatromuzun ışık tasarımcısı Sema Öztaş’ın eserleri onlar. Asli mesleği seramik sanatçılığı ve atölyesinde bu tür çalışmalar yapıyor. Biz de gerçek tasarım adı altında daha fazla kişiye ulaşsın diye burada sergilemek istedik. Tamamen Sema Hanım’a ait bir köşe orası. Biz sadece ona eşlik ediyoruz. Bu tür paylaşımlara meyilliyim zaten. Kimi dönemlerde salondaki sandalyeleri kaldırıp sergi salonuna dönüştürme fikrim de var. İnsanlar buraya geldiklerinde el emeği işler, kitap, eski fotoğraflar, eski bir piyano görsün diye dizayn ettik bu şekilde. Tiyatro binası dediğiniz bir muhabbet alanı değil midir zaten? Bugün Şehir Tiyatroları’nda içecek çay bile bulamıyorsunuz. Yeni birlikte yaşam alanlarımız AVM’ler oldu. Bol alışveriş, bol borç, üç kuruşa ömür boyu çalışmaca… Haliyle toplum renk değiştiriyor yavaş yavaş. Beyoğlu’ndan tiyatroya gelirken yürümek istemiyorum artık sokakta, sıkılıyorum. Bastığım taş çöküyor su fışkırıyor, öte yanda biri yere tükürüyor. Gerçekten böyle değildik biz. Küçücük çocukların öldürülüp gittiği ve bunu bile söylemeye çekindiğimiz bir dönemde yaşıyoruz maalesef. 

©Korhan Karaoysal

0
7162
0
Fotoğraf: Korhan Karaoysal
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage