09 HAZİRAN, ÇARŞAMBA, 2021

Geçmişe Dönüş Mümkün Olsa: “Anarya”

Müzisyen, besteci ve prodüktör Ozan Tekin ile sokağa atılmak üzere olan bir piyanoyla kaydettiği, kendi deyimiyle bir “tersine göç” hikâyesi anlatan, solo piyano kompozisyonlarının yer aldığı iki EP ve bir albümden oluşacak konsept çalışması Anarya üzerine söyleştik.

Geçmişe Dönüş Mümkün Olsa: “Anarya”

Yaşamını ve çalışmalarını Köln’de sürdüren müzisyen, besteci ve prodüktör Ozan Tekin, uzun yıllar farklı isimlerle farklı projelerde yer aldı. 2019'da Köln menşeili plak şirketi NOORDEN üzerinden Pillars of Salt isimli ambient bir albüm yayımladı. Tekin, şimdi ise müzikal yolculuğuna solo piyano kompozisyonlarından oluşan üç bölümde yayımlayacağı ikinci albümü Anarya ile devam ediyor. Tersine bir göç hikâyesi olarak tanımladığı konsept çalışmasının ilk bölümü Anarya I’i mayıs ayında dinleyiciyle buluşturdu. Kelime anlamı geri gitmek olan “Anarya” iki EP ve bir albümden oluşuyor. Tekin, bu yolculuğa bir gün sokağa atılmak üzere olan 65 yaşındaki bir duvar piyanosuyla tesadüfen tanışmasının üzerine çıkıyor. Uzun uğraşlar sonucunda tamir ettiği ve hayata döndürdüğü bu yaşlı piyano ile kaydediyor parçalarını. Şu an yaşadığı Almanya’da başlayan bu yolcuğuluğun geriye doğru olan rotasının bir sonraki durağı İstanbul olacak ve memleketi Adana’ya varmasıyla son bulacak. Ozan Tekin ile eski bir piyano ile konuşmalarından ortaya çıkan, neoklasik, caz ve ambient müzik üzerine oluşturduğu Anarya I, ardından gelecek Anarya II EP’lerini ve Anarya albümünü, tersine göç meselesini, müzikal yolculuğunu ve bu yolculuktaki duraklarını konuştuk. 

Sevgili Ozan, söyleşimize sokağa atılmak üzere olan piyano ile karşılaşma hikâyenden başlamak istiyorum. Albümünü kaydettiğin, 65 yaşındaki “bir ayağı çukurda” duvar piyanosu ile yollarınız nasıl kesişti? Onu alıp, tamir edip böyle bir yolculuğa çıkmaya nasıl karar verdin?

Geçen yaz bir arkadaşım, tanıdığının evinde duran, kullanmadığı ve evden ayrıldığı için de elinden çıkarmak zorunda olduğu bir duvar piyanosundan bahsetti. Gittim ve onu ilk çaldığımda sesine çok tutuldum. Yıpranmış ve çalışmayan bazı parçaları olan 65 yıllık bir piyano olsa da cahil cesareti ile bir şekilde onun tamir edilebileceğine inandım ve stüdyoma taşıdım. Temizledim, yağladım, elimden geldiğince onarmaya çalıştım. Üç ayın sonunda piyano –tabii ki yeni bir piyano gibi olmasa da– gayet fonksiyonel ve kayıt yapılabilir bir hâle geldi. Piyanonun bir noktada bozulacağına inandığım için de o hazır işlevini kazanmışken bir an önce onunla kayıtlar yapmak istedim. O kayıtların bir albüme dönüşüyor olması ise bütün bu sürecin en güzel ödülü oldu.

Bu piyanoyla yollarınız kesişmeseydi ya da tamir etmeyi başaramasaydın, yani onu hayata döndüremeseydin senin için durum nasıl olurdu? Pillars of Salt'tan sonra yeni bir albüm için çalışmaların var mıydı? Karşılaştığın bu yaşlı piyanonun çalışmalarında nasıl bir rolü oldu?

Pandemi öncesi IDM ve ambient türleri arasında giden gelen dans müzikleri ile uğraşıyordum. Pandeminin başında ise o işin ruhu içimde söndü ve bir süre sessizlikte kaldım üretim adına. Bu piyano çıkmasaydı karşıma, henüz yayımlamadığım ambient çalışmalarımın üstüne gidip oradan devam etmeye çalışırdım muhtemelen. Fakat bu piyanoyu bulmam işleri tamamen değiştirdi. Elektronikler uzun bir süredir rafa kalktı ve ben sadece piyanoya konsantre oldum. Onunla mekanik anlamda tatlı zorlu bir mücadele, müzikal anlamda ise bir keşif süreci yaşamak genel olarak iyi hissettirdi. Piyanoyla bu şekilde somut bir ilişki kurabilmek, müzikal anlamda da kafamdaki birçok farklı noktanın arasını bağlayabilmeme vesile oldu. Hem eskiden beri taşıyıp da ortaya nasıl bir çerçevede koyacağımı bilemediğim melodiler, kompozisyonlar hem de yeni yeni ortaya çıkan görece ham denemeler bu piyanoyla kurduğum ilişkinin verdiği cesaretle iç içe geçerek ortak bir noktada buluştu. 

​Ozan Tekin © Benjamin Weinstock

Şu an bizlerle buluşan, yeni albümün habercisi ilk EP’nin Anarya I'in ve ardından gelecek Anarya II'nin ve albümün Anarya'nın hazırlık ve kayıt süreçleri nasıl geçti/geçiyor? 

İkinci EP Anarya II ve ardından gelecek Anarya albümünün prodüksiyon aşaması bitmek üzere, son bir parça kaldı kaydetmek istediğim. Anarya benim için pek kolay koşullarda ve zamanlarda çıkmış olmasa da, içinde kaybolmaktan çok keyif aldığım, öğretici ve şefkatli bir prodüksiyon süreci yaşatıyor bana. Fakat zaman zaman biraz doyumsuz ve durmasını bilemediğim zamanlar da yaşayabiliyorum. Hâlihazırda bu albüme girecek fazlasıyla parça varken kayıtlar sırasında bir yandan yeni parçalar da çıkıyor. Bazen o yeni parçaları da albüme koysam mı diye kendimi düşünürken buluyorum. Hâliyle kafam karışabiliyor ve süreç uzayabiliyor. 

O hâlde bu cevabının üzerine sormak isterim piyano kayıtlarını neden üç parçada yayımlamayı tercih ettin? İkinci EP ve albüm ile ne zaman buluşacağız, nasıl bir akış izleyeceksin? 

Bir dinleyici veya prodüktör olarak albümün yeri bende çok başka olsa da, hem benim aynı anda farklı işlerle de uğraşıyor olmam hem de günümüzdeki müzik tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi durumlar bu albümü tek parça hâlinde sunmama pek imkân vermedi. Baştan uzun bir albüm planladım ve o albümü parçalara bölme fikri hem üretirken hem de sunarken beni rahatlatır diye düşündüm. Bu tam olarak düşündüğüm kadar kolay olmasa da, şu ana kadarki akış ve gelişmelerden ise oldukça memnunum. Şu anki çalışmalarım sonbahara Anarya II’yi, yılın sonuna da Anarya albümünü yetiştirmek yönünde.

Anarya I’i yayımlamanın ardından “Flutter (Ballad of July)” için de bir video klip paylaştın. Nasıl gelişti bu çekim? Başka videolar da olacak mı?

Klip için illüstratör, animatör ve aynı zamanda müzik videoları da yapan, kendisi de benim gibi Köln’de yaşayan Gizem Güvendağ ile çalıştık. Damir Duka, Merih Özyıldız ve Dilege Gülmez’in de dahil olduğu küçük ama süper üretken bir ekiple aynı gün içerisinde stüdyomda bir değil iki klip çektik aslında. O gün hem “Flutter (Ballad of July)”ın performans videosu çekildi hem de ikinci bir parçanın animasyonlu bir video klip çalışması için çekimler yapıldı. Gizem şu anda animasyonlu klip üzerine çalışıyor ve sonbaharda onu da çıkarmayı planlıyoruz.

https://www.youtube.com/watch?v=Gp-K31Ke-Ks

Solo kariyerinde Anarya nasıl bir yer ediniyor? Bir yandan da neden “geri gitmek” anlamına gelen “anarya” kelimesini seçtin? Nedir bu tersine göç meselesi? 

“Anarya” kelimesinin beni ve bu albümü bulmasının birden çok sebebi var. Yıllar sonra daha önce üretim yaptığım birçok farklı müzikal alanı bırakıp müziğe ilk başladığım enstrüman olan piyanoya odaklanmak ve sadece onunla bir üretim içinde olmak bana sanki başladığım yere geri dönüyorum hissini verdi. Ayrıca hayatımda Adana’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Almanya’ya ve kim bilir bir noktada buradan nereye şeklinde devam eden bir göç hâli var. Özellikle Almanya’ya yerleştikten ve zorunlu göçmenlik gömleğini de giydikten sonra, göç ve göçmenlik üzerine ister istemez daha çok düşünmeye başladım. Bütün bu deneyimler ve düşüncelerin etkisiyle ortaya çıkan ‘tersine göç’ hikâyemi de Anarya üzerinden anlatmak istedim. Göç, zorunlu ya da isteğe bağlı olması fark etmeksizin, daha iyiye ve daha ileriye ulaşma motivasyonu barındırıyor içinde bence. Tersine göç hikâyesi ise yaşadığımız zamanın her şeyin, her zaman gelişme, büyüme, daha iyi olma, daha güzel olma dayatmasına bir tepki olarak ortaya çıktı diyebilirim. Yaşadığımız bu çağın dayattığı önlenemez hız yüzünden ana kök salamıyor, sindirmeden tükürüyoruz birçok şeyi diye düşünüyorum ve sanki giderek hafızasızlaşıyoruz. Anarya’nın önermeye çalıştığı şey ise biraz da olsa bu hıza karşı koymaya çalışmak. Somut olarak mümkün olmasa da, düşünsel olarak geriye göç, geçmişe dönüş mümkün olsa nasıl olur, her zaman ilerlemek gelişmek büyümek zorunda mıyız, gibi soruları sormak. 

İsim verme, isimlerin hikâyesi meselelerine gelmişken parçalarına verdiğin isimlerden de konuşmadan geçmeyelim, ne dersin? Nedir bu isimlerin hikâyesi, senin için üretimlerini adlandırmak ne ifade ediyor?

Şarkı isimleri her ayrı çalışmamda başka türlü yollarla ortaya çıktı. Tam belli bir yolu veya yöntemi yok sanırım. Sözlü müzikte şarkı isimlendirmesi sanki biraz daha kolay gibi geliyor, çünkü iyi kötü sözler üzerinden bir referans bulmak daha kolay ve net olabiliyor. Enstrümantal müzikte ise sanki şarkı ismi daha geniş bir dünyadan seslenebiliyor. Şu ana kadar olan bütün üretimlerimde şarkı isimlerinin genellikle kişisel bir tarafı var. Anarya I’deki şarkı isimlerinde ise Almanya’da yaşamış ve gözlemlemiş olduklarımın izi var; ev ve aidiyet kavramlarının dönüşmesi, güneşe duyulan büyük hasret, kuşların büyüleyiciliği gibi.

Biraz önceki cevabından hareketle "göç" konusuna dönersek üç yıl önce yerleştiğin Köln, ülkeden ayrılmak müzikal yolculuğuna nasıl etki etti? 

Türkiye’deyken uzun yıllar farklı projelerle kolektif üretim içerisindeydim ve son yıllarımda solo üretimlerim de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Almanya’ya gelmemle beraber ise solo üretimlerime eskisine göre çok daha fazla odaklandım. Köln’de olmanın önemli getirilerinden biri ise dikkat dağınıklığı pek yaratmayan, sakin ve basit şehir hayatı. Bu sayede işime Türkiye’de olduğum zamanlara göre daha disiplinli ve odaklı yaklaşabildiğimi düşünüyorum. 

Daha önce Yora, Post Dial, Ars Longa, Nil İpek, Can Güngör ve daha pek çok müzisyenle çalıştığını biliyorum. Birlikte üretmek senin için ne ifade ediyor? Solo çalışmalarına bu birlikteliklerin ne gibi katkıları oluyor? 

Kolektif bilinç ve üretime çok değer veriyorum ve beraber üretmenin verdiği keyif de çok başka oluyor bence. Daha önce dahil olduğum projelerin tamamının şu an müzikal olarak neyi, nasıl yapacağıma ya da yapmayacağıma dair olumlu anlamda çok büyük etkisi oldu. Son yıllarda ise gerek tercihler gerekse de koşullar beni daha fazla bireysel üretime döndürdü diyebilirim. Bireysel üretimlerimde de herhangi bir rekabeti ve kıyası devre dışı bırakmaya çalıştığım, öncelikle kendimi kendime ikna ettiğim bir üretme pratiğinin peşindeyim. 

Sürdürdüğün ortak çalışmalar var mı?

Şu sıralar ise Berke Can Özcan ve Jakob Lebsanft ile Anarya albümüne girecek iki ayrı parça için beraber çalışıyoruz.

Biraz yolculuğun başına gitmek istiyorum. Müzikle ilişkin ne zaman başladı? Müzikal yolculuğunda nelerin ya da kimlerin etkileri var? 

Evde anneannemin emekli ikramiyesiyle aslında ablama aldığı ama ablamın pek çalmadığı piyano ile henüz dört yaşındayken çok içli dışlı olduğum fark ediliyor, hâl böyle olunca önce beni ailem org kursuna yolluyor ama orada pek tutunamıyorum. Sonrasında özel olarak beş yıla yakın klasik müzik eğitimi alıyorum. Hikâye kısaca böyle başlamış oluyor. Ailede sanatla da alakalı iş yapan pek kimsenin olmadığını da göz önünde bulundurunca, o kadar erken yaşta benim müzikle tanışmama bir şekilde vesile olan anneannemin müzik hayatıma katkısı tartışmasız çok büyük.

İlk hazırladığın parçayı hatırlıyor musun? Seni bu parçayı yapmaya iten istek, duygu neydi? Bugünkü üretimlerinde duyduklarınla ne gibi ortaklıkları ve farkları var?

Seyrek Rifat’ın “Bizim Oyun” adlı parçası ilk sanırım. Toplumun içindeki sürekli farklı rollere, kılıflara bürünmek zorunda olan insanlara karşı duyduğum genel bir tekinsizlik hâlinin sonucunda bu parça çıkmıştı ortaya. İnsanların ve kendimin kaç farklı sureti, şekli olabileceğini sorgulamaya çalışıyordum. Sözlü parçalar için duygusal herhangi bir tetiklenme, bir kırılma gerekebilirken, enstrümantal parçalar içinse bir melodinin veya gürültünün peşinden koşmak bazen yeterli olabiliyor. Eski ya da yeni fark etmeksizin, tüm solo üretimlerimde ortak ifadelerin ve hislerin, farklı enstrümanlarla ve farklı ses dünyalarında yazdığım parçaların içine bir şekilde işlediğini söyleyebilirim. 

Müzikal üretimlerinde nelere ihtiyaç duyarsın, nelerden beslenirsin? Deneyimlerini nasıl aktarırsın?

Not almak önemli. Öncelikle not alırım. Bu bir ses kaydı olabilir ya da söz kaydı. O anda olmasa da, belki yıllar sonra o kaydın üstünden bir kıvılcım yanabiliyor ve bir parça ortaya çıkmış oluyor. Üretme pratiğim ise yıllar içerisinde çok değişti, düzensiz sanatçılıktan düzenli zanaatkarlığa doğru. Haftanın her günü çalışıyorum sanırım, çalışırken ise bazen farklı zamanlardaki işler arasında gidip gelmek de beni besleyebiliyor. Farklı alanlarda aynı anda üretim yapmanın ve bir döngü oluşturmanın beni beslediğine ve daha verimli hâle getirdiğine fazlasıyla inanıyorum. Sokaktaki hayatın, doğanın ve insanın bin bir hâlini keşfetmenin, gözlemlemenin de beni oldukça beslediğini düşünüyorum.

1. ve 2. Fotoğraf: © Irem Sozen

3. ve 4. Fotoğraf: ©Begum Kocum

Çalışmalarında dinleyiciyle aranda nasıl bir bağ kurmayı istiyorsun?

Dinleyici ile kurabileceğim en organik bağın konserler aracılığıyla olabileceğine inanıyorum. Bir yandan da dinleyici ile uzaklığımın her üretimimde farklı olduğunu düşünüyorum. Dinleyicinin sabit ve konforlu bir yeri olması gerektiğine inanmıyorum. Yeri geldiğinde dinleyiciyi rahatsız etmekten, olduğu yere sabitlemekten, yeri geldiğinde ise konforlu hissettirmekten çekinmiyorum. Müziğimi öncelikli olarak kendim için yapıyorum ve en başta kendi yaptığıma benim ikna olmam gerekiyor. Dinleyici gözünden düşünüp, onları belli bir yere konumlandırıp, müziğimi de ona göre şekillendirmiyorum. Yaptığım müziğin iyi veya kötü dinleyiciye bir şey hissettirebilmesi, onlara dokunabilmesi benim için yeterli. 

Müzikal evrenini neler oluşturuyor peki? Hangi türler yer buluyor bu evrende?

Biraz klasik duyulacak ama her türden biraz biraz var aslında o evrende. Günümüzde türler iyice birbiriyle karışmaya başladı sanki ve bazen her şeyi takip etmekte zorlanabiliyorum. Ama benim müzikal evrenimde genellikle elektronik, caz, folk ve klasik müzik türleri var diyebilirim. Radiohead, The Beatles, Aphex Twin ya da Bill Evans gibi isimlerin zamansız müziklerinin de o evrende benim için çok ayrı bir yeri var.

Öyleyse çalma listelerinde en çok uğradığın durakları da duymak isterim.

Çalma listelerine çok uğramıyorum sanırım. Dinlediklerim de dönem dönem değişiyor hâliyle. IDM, ambient, experimental genellikle hep aç olup çokça dinlediğim türler. Brian Eno, Floating Points, Max Cooper gibi isimler o tarafta uğradığım duraklar. Jonny Greenwood’un soundtracklerini dinlemek her zaman hem büyük ilham kaynağı benim için. Bir yandan da caz ve klasik müzik dünyasında da kaybolmak güzel. Charles Mingus, Bill Evans, Brad Mehldau gibi isimlerin zamansız müziklerini dinlemekten her zaman büyük keyif alıyorum.

Son olarak, Anarya I için nasıl dönüşler alıyorsun? Albüme doğru giden programında önümüzdeki günlerde neler bekliyor bizi? 

Şu ana kadar oldukça güzel geri dönüşler alıyorum. Bu müziğin düşündüğümden daha fazla insana dokunabildiğini bu kadar erken görebilmek beni çok mutlu ediyor açıkçası. Geri dönüşlerden Anarya I’in kendi dünyasının yaşadığımız dünyanın artan gürültüsüne karşı insanlara iyi ve huzurlu geldiğini gözlemliyorum. Bu işi üretirken böyle bir etki yaratacağını da pek düşünmemiştim açıkçası. Eylülden itibaren Almanya’da konserlerim başlayacak. Türkiye’de de sonbahar veya kışın konser verebilirim diye umuyorum. Bir yandan da sonbahar ve kış vakitlerinde Anarya’nın geri kalan kısmını insanlarla paylaşmayı heyecanla bekliyorum.

0
4360
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage