11 NİSAN, SALI, 2017

Etken Misin, Edilgen Mi?

Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da, Üç Maymun, İklimler, Hiçbiryerde, Lola+Bilidikid gibi filmlerin yapımcısı ve aynı zamanda Yapımlab’ın kurucusu olan Zeynep Özbatur Atakan ile söyleşi gerçekleştirdik. Kendisiyle, sinemanın toplumsal konumu, kadınların sinemada temsili ve Türkiye’de film yapımcılığı gibi başlıklar altındaki sorularımızı sorduk.


Etken Misin, Edilgen Mi?

Zeynep Özbatur Atakan, 2010 yılında Avrupa Film Akademisi “Eurimages Yılın Yapımcısı” ödülünü, 2014 yılında Uçan Süpürge “Bilge Olgaç Mesleki Başarı Ödülü”nü kazandı. 2007 yılında kurduğu Zeynofilm ve 2010 yılında kurduğu YAPIMLAB ile çalışmalarına devam ediyor.

Filmini hayata geçirmek için size gelen bir yönetmenin projesine nasıl inanırsınız?

Ben Yapımlab bünyesinde yedi yıldır atölyeler yapıyorum ve bu bizim birkaç dersimizi alan bir konu. Yapımcı yönetmen ilişkisi zorlu bir ilişki, ortak bir yapımda paydaş oluyorsunuz. Bana genelde ‘’Bir senaryom var’’ cümlesiyle gelirler. Evet, tabii ki senaryo önemlidir. Ancak ben önce o insanın sanatla ilişkisine, hayata bakışına ve sonra da geçmişteki işlerine bakmayı tercih ediyorum. Yani yönetmenin kendisini proje gibi görürüm ben. Belki bu anlamda zor biriyim. Kendi kişisel geçmişimden dolayı bunlara dikkat ettiğimi söylüyorum. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV mezunuyum ve bizim zamanımızda sinema okullarına yetenek sınavıyla girilirdi. Ama ondan önce iki yıl resim eğitimim var, 12 yıl klasik bale eğitimim var.

Bir yapımcının en önemli özelliği koku alabilme özelliğidir. Önünü görebilme, yaratıcı dehayı hissedilme ve yaratıcının vereceği artistik kararların arkasında durabilme gücüne sahip olabilme... Çünkü siz, bir auteur sinemacıya “o planı kes, böyle çek” diyemezsiniz, bir yapımcının sınırını aşan bir şeydir bu. Benim yaptığım şey, karşılıklı iletişimle yönetmenin yaratıcılığına destek olabilecek her meseleyi gündeme getirip onu baskıdan kurtarmaktır. Çalıştığım yönetmen dünyanın en yaratıcı insanı olabilir ama hayata bakışımız aynı olmayabilir, yani bir sürü dinamiği var bu işin ve sinemaya uygundur bu dinamizm.

Genellemek ne kadar doğru bilmiyorum ama büyük bir çoğunluk filmleri sinema salonundan ziyade kendi kişisel alanında izlemeyi tercih ediyor. Dijital film izleme kanalları arttı, sinema salonlarının kapanmasının bir nedeni belki de bu. Sinemada film izlemek gittikçe “etkinlik” adı altında yapılan bir eylem haline geliyor. Türkiye ve dünyadaki sinemanın geleceğini nerede görüyorsunuz? Sinema, kalıcılığını ve etkisini sürdürebilir mi?

Sinema en genç sanat. Bu sanatın dinamiklerinin daha da gelişeceğini, değişeceğini düşünüyorum. Bütün bu değişen dinamikler de sanatın ve tüketim toplumunun getirdiği alışkanlıklar, yani sanatı tüketmeyle ilgili alışkanlıklardır. Bir taraftan da hız var, dünya müthiş hızlı, devinen insanlar o hızın içerisinde hayatlarına pek çok şey katmak istiyorlar. Sinemanın doğduğu yıllara bakın, bir sosyal etkinlik olarak varlığını sürdürme aşamasında. Fakat şimdi telefonlarımıza kadar geldi. Ben bu durumu aslında bir deneyim meselesi olarak görüyorum. Benim üst kuşağım, salonda bir filmi izleme deneyimini çok heyecan verici buluyordu. Bu kültür politikası ile ilgili bir şey. Yani, çocuğunuza sinema salonunda film izleme deneyimi yaşatırsanız, oradan aldığı deneyimi hiçbir platformda aramayacak ve sinemanın gerçek hissiyatını kavrayacaktır. Tabii ki bunun başka bir demokrasisi var; isteyen salondan, isteyen diğer mecralardan izler. Örneğin Amerika’da filmler, aynı gün hem sinema salonlarında, hem de diğer mecralarda izleyiciye sunuluyor. Yani bu hızlı dünyada hepsinin bir yere oturacağını düşünüyorum. Hepsi kendi özel dinamiğini yaratacak. Ayrıca kültür sanat mecralarının dönüşümünün bahsedildiği kadar kötü bir şey olmadığını düşünüyorum. İlgi alanları çoğaldı. Yani özetle, sinema açısından duruma karamsar bir gözle bakmıyorum.

Doğruluğundan emin olamayız ama istatistiklere göre sanata olan ilgi kadınlarda daha fazla. Fakat iş üretim safhasına gelince erkeklerin sayısının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Elbette nicelik niteliği kanıtlayamaz, öte yandan erkek sanatçıların sayıca üstünlüğüne karşılık olarak kadın sanatçıların çok daha başarılı olduğunu görüyoruz. Tüm sanat tarihini düşünecek olursak sizce neden kadın sanatçılar sayıca az olmuştur?

Bir fırsat eşitliği sorunu olduğu kesin. Her zaman böyleydi. Çünkü aslında kadın güçlü bir varlık, anatomik olarak baktığınızda doğum yapıyor, fiziksel olarak besliyor ve büyütüyor. Ben Avrupa Görsel İşitsel Kadın Ağı Başkan Yardımcısı’yım ve biz orada bu fırsat eşitliği konusunu çalışıyoruz. Bu fırsat eşitliği, toplumun kültürel yapısı ile ilgili bir şey. Bechdel testi diye bir şey var; izlediğiniz filmde en az iki kadın karakterin olması, bu iki kadın karakterin birbirleriyle konuşması ve erkekler dışında bir konudan bahsedip bahsetmemesi gibi birçok şartı içinde barındıran bir test bu. Bu testin sonucu ise bizi çok şaşırtıyor, Avrupa filmlerine baktığımızda da %90’ı bu testten kalıyor. Bunun böyle olmasının nedeni gelenekler, kadının kendine biçtiği roller, toplumun ona biçtiği roller, yani kadının süre gelmiş toplumsal konumu ile ilgili tüm şartlar… Ben oğlum doğduğu zaman işime ara vermiştim. İşe döneceğim günü bekledim. İşe döndüğüm zaman, oğlum üç buçuk yaşındaydı. Doğum ve sonrasındaki süreçte üretim gerçekten çok zor olurdu. Türkiye için bakacak olursak durum Avrupa’dan biraz daha gülümsetici. Kamera arkasındaki kadın sayısı bakımından Avrupa’daki birçok ülkeden daha yüksek yüzdelere sahibiz.

En gelişmiş toplumda bile, senin kadın olarak daha baskın olman bazen rahatsız edebiliyor erkekleri. Mesela Ahlat Ağacı’nın setinde %70 civarında kadın ağırlıklı bir çalışma ortamı mevcuttu. Özellikle böyle olmasını istemedik. İş başvurusu yapılanlarda erkek oranı çok düşüktü.

Sanatta üretici ve izleyici/okuyucuyu konusundan bahsetmek istiyorum. Sinemadan örnek verecek olursak, dünya festivallerini gezmiş auteur yönetmenlerin filmlerini izleyen sinema seyircisinin büyük bir çoğunluğu sinemayla üretim anlamında da içli dışlı kişilerden oluşuyor. Buradan anladığım kadarıyla bu sanatın üreticisi ve izleyicisi arasındaki çizgiler o kadar keskin çizgilerden oluşmuyor. Genelde sanat, özelde sinema üzerinden bakacak olursak üretici ve izleyici arasındaki ilişki nasıldır?

Üreten birinin sadece bağımsız sinema değil çıkan her şeyi izliyor olması gerekiyor. Bir film yapmayı isteyip de film izlemeyen insanları gerçekten anlamıyorum. Bu bizim işi yapan herkes için geçerli. Her filmi duygusal kararlarımıza göre değerlendiremeyiz. “Bu yönetmeni hiç sevmem, filmini izlemem.” söylemleri hiç profesyonelce değil. Her film izlenmeli, ondan sonra da objektif olarak değerlendirilmeli. Özellikle yönetmenlik yapmak isteyenlerin sinemayı en çok film izleyerek öğrenebileceklerini düşünüyorum. Salonda deneyim yapmak da çok önemli tabii. Ben sıklıkla salonda film izlemeye devam ediyorum. Seyircilerin nelere güldüğünü, ağladığını, tepkilerini, filmin nasıl yapıldığını, insanların filme yorumlarına dikkat ederim. Sinema böyle bir şey. Eğer takip etmezseniz bunları, geri kalıyorsunuz. Güncel olmanız gerekiyor. Bu arada dijital dünyada açılan tüm platformlara abone oluyorum ve orada da durumu takip etmeye çalışıyorum.

©Nazlı Erdemirel

Son dönem Türkiye Sineması hayli cesur adımlar atmaya başladı. Yenilikçi filmler görmeye başladık. Buradan hareketle bir yapımcı olarak Türkiye Sineması’nın eksik olduğu ve gelişmesi gereken noktalardan biraz bahsedebilir misiniz?

Daha çok yapımcının olması gerekiyor. Özellikle bağımsız sinema için daha fazla yapımcının, daha üretken hale gelmesi gerekiyor. Yapımcı olduğu zaman projelerin bir hedefi oluyor. Genelde bir film yapmaya karar verilir, biraz finans bulununca da hemen yapılmaya başlanır. Hâlbuki detaylı araştırılması gerekiliyor. Yapımcının işin finansal boyutlandırmasını yapması gerekiyor. Sonra o finansal boyut çerçevesinde stratejik bir plan uygulaması gerekiyor. Epey bir donanım istiyor bu iş. Dolayısıyla bir yapımcının iyi senaryo okuması, analiz etmesi gerekiyor. Post prodüksiyondan anlıyor olması, saha koşullarını bilmesi gerekiyor. Sonra hukuk, en önemli konu! Binlerce sözleşme yazıyorsunuz ve hiçbirinin birbirine değmemesi gerekiyor. Son olarak da tüm bu etkenlerin kaynağı olan o yaratıcı film fikrinin hiç bozulmaması gerekiyor. Ben Türkiye’deki sinema sektörünü çok yaratıcı buluyorum ancak daha fazla yapımcıya ihtiyaç var.

Toplum olarak önce doğru soruyu sormak yerine hemen cevabı aramaya başlıyoruz. Bu nedenle eylemlerimiz, nedenlerinden önde gidiyor. Şu an Türkiye toplumunun sorunlarını düşünecek olursak hangi soruyu sormak isterdiniz?

‘‘Etken misin, edilgen mi?’’

Buradan hareketle başka bir soru sormak istiyorum. Organize etme yeteneğinizin çok gelişmiş olduğunu düşünerek, toplumumuzda unutulmuş bir kavram olan birlikte yaşamayı hatırlatmak için ne gibi önerileride bulunabilirsiniz?

Toplumdan önce bireye bakmak gerekir. Türkiye’de genel bir problem var, sorunun hep dışarıdan geldiği düşünülüyor. “Onlar yaptılar’’ çok sık duyduğum bir söz. Oysa birey önce kendi, iyi özellikleri sorunları ve zaafları ile yüzleşebilmeli... Ama insan doğası bunun yerine sorunu dışarıda aramaya başlıyor. Ve dışarıya odaklanınca da, kendi sahip olduğu insana dair her türlü şeyi unutuyor. Kıyaslama başlıyor ve ‘kendi gibi olmayana’ tahammül edemiyor.

Oysa biz toplum olarak, komşuluktan başlayarak çok fazla bir arada olma, destek olma kültürüne sahibiz. Ama yine dünyadaki bilinmez bu yarış ve oyunun içinde kalma telaşı pek çok şeyi ve bir arada olmayı bazen zorlaştırıyor.

Ama gel gör ki, bugünkü kariyer, ticaret, hız ve herkesin kendine tapındığı bir ortamda takım çalışmasında rekabet ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla ben takım çalışması olabilmesi için önce kişinin bireysel gelişiminin gerektiğini düşünüyorum. Biz buradaki çalışma ortamında işin yapısına göre ekipler oluşturuyoruz. En küçük ekipte de, en büyük ekipte de aynı sıkıntıları gözlemliyorum. 

Bu çağın derdi artık kendini öne çıkarma. İnstagram’ı düşünün. Bugünkü çocuklar haklı olarak yarış atı gibi hissediyorlar kendinlerini. Artık birinci, ikinci kalmadı herkes biricik.

Sadece sinemada film izleyen kadınların yüz planlarından oluşan Abbas Kiarostami’nin Shirin filmi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu film sinemada kadın temsili açısından nasıl bir yere sahip? Film hakkında genel düşünceleriniz neler?

Kiarostami 2014 yılında Antalya’da konuğum olmuştu, kendisiyle tanışma şerefine eriştim. 10 filminde de beni çok etkilemişti. İlk kez Tahran’a gittiğimde, beni çok etkileyen bir yolculuk yaşadım. Arka sokaklara gidip, insanlarla konuştum. Sokaklara girdiğimde, kadınların çok aktif olduğunu gördüm ve çok kuvvetli karakterlere sahip olduklarını anladım. Çoğu İngilizceyi çok iyi biliyor, yaratıcılar ve kültür seviyeleri çok yüksek. İran’da özellikle korkmayan kuvvetli kadınlar gördüm. Kiarostami’nin Shirin filmi beni İran’a çok hazırlamıştı. Bence yönetmeni orada bir kez daha alkışlamak gerekiyordu. Çünkü orada o kadar sağlam, gerçek bir altyapı oluşturmuştu ki gidip gerçekten İran kadınlarını gördüğümde filmin ne kadar doğru noktalara değindiğini anladım.

©Nazlı Erdemirel

Düşük bütçeyle, amatör oyuncularla film yapmak ilk filmini gerçekleştirecek olan yönetmen adaylarına hep ilham vermiştir. Ancak bu çoğunlukla içeriğin yetersiz olduğu bir estetik anlayışa sahip filmler ortaya çıkarıyor. Sanki bu estetik anlayış biraz kötüye kullanılıyor gibi. Ne düşünüyorsunuz? İlk filmini gerçekleştirecek yönetmen adaylarına önerileriniz neler?

İlk film akla hemen kısa film türünü getirir. Kısa film çok önemli bir alan. Türkiye’de çok başarılı örnekleri var. Uzun metraj çekenler arada bir kısa filme dönüp nefes alırlar. Türkiye’de ise bu türü ayrı bir alan olarak görmüyorlar. Türkiye’de öğrenci filmi ile kısa film birbirine karışmış durumda. Öğrenci filmi ayrıdır, kısa film ayrıdır. Önce çekilecek filmin gerektirdiği estetik yapısına karar verilmesi gerekir. Sırf düşük bütçe ve amatör oyunculuklarla hareket etmek kısa filmin ana kuralı olmadığı gibi tüm bunların kullanıldığı kısa film de nitelikli olacak diye bir şey yok aslında.

Ütopik bir soru geliyor: Aynı tema altındaki Tarkovsky, Bergman ve Nuri Bilge Ceylan kısa filmlerinden oluşan bir sinema filminin yapımcılığı size verildi. Tahmin yürütecek olursanız bu sizin için nasıl bir deneyim olurdu? Neler yaşanırdı?

Muhteşem! Keşke çağımızda öyle bir proje olsa da işin bir parçası olabilsem. 10 sene önceki Zeynep ile değil de bugünkü halimle onlara güzel bir deneyim yaşatmak isterdim.

Dünya sinemasından takip ettiğiniz yönetmenler kimler?

Michael Haneke, Asghar Farhadi ve Xavier Dolan. Bu isimlerin her yaptığını takip etmeye çalışırım. Özellike Farhadi filmlerinin yeri bende ayrıdır. Onun her filminde profesyonel izleyici olma durumunu yitiriyorum. Genellikle bir filmi iki defa izlemiyorum. Ancak bu üç yönetmenin filmlerinde bir dünyanın içine giriyorum ve üç, dört gün o filmi düşünüyorum.

©Nazlı Erdemirel

Son olarak gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?

Ben de proje biter mi? Şu an zaten Nuri Bilge Ceylan'ın son filminin yapımı devam ediyor. 2014 yılından beri Antalya Film Festivali kapsamında sinema endüstrisinin uluslararası projeler üretebilmesi için , ortak yapım ve proje geliştirme marketi olan Antalya Film Forum'un direktörüyüm. Bunun dışında çok sevdiğim ve genel sanat yönetmenliğini yürüttüğüm proje var: Sabancı Vakfı Kısa Film Platformu. Önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Yaptığım işler içerisinde başka bir tat verdi bu proje. Çünkü yeni yaratıcıları keşfetme şansı yakaladım. Bu yarışmada bir sürü genç arkadaşlarımız dünya festivallerinde gezdiler, o yolculuğu da takip ediyoruz ve çok seviyorum. Bir taraftan da topluma duyarlı olma konusunu geniş çapta duyurmayı hedefledik. Geçtiğimiz sene ‘’Mülteci Kadınlar’’ olarak belirlenen yarışmanın bir sonraki teması “Çocuk İşçiler’’ olarak belirlendi. Bir de Avrupa Film Akademisi Genç İzleyici Ödülü var. Burada seçilen üç filmin 30 ülkede aynı anda izlenip, değerlendirilmesi 12-14 yaş aralığındaki gençlere bırakılıyor. Çocukların sinema kültürünü arttırma, farklı ülkelerden çocukların aynı amaç altında iletişimini hedefleyen bu çalışma, bu yıl 7 Mayıs tarihinde gerçekleşecek.

0
15285
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage