
Türkiye Tiyatro Vakfı (TTV) öncülüğünde Sivil Toplum için Destek Vakfı ve Türkiye Mozaik Foundation katkılarıyla hayata geçirilen arşiv sergisi “Tiyatro Hazinemizden”, 31 Ocak 2026 tarihine kadar Depo’da sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü vakfın kurucu başkanı Esen Çamurdan’ın, yardımcı küratörlüğünü Aylin Erkan ve Ceren Uyan’ın, tasarımını Sera Dink’in üstlendiği sergi, tiyatronun sadece sahnede değil; anılarda, belgelerde ve geçmişten bugüne taşınan anlatılarda da yaşayabileceğini gösteriyor.
Türkiye Tiyatro Vakfı’nın arşivinden özenle seçilen eserler; sicil defterlerinden kişisel notlara, maaş bordrolarından kurum içi yazışmalara, mektuplardan fotoğraflara, kitaplardan dergilere, sahne tasarımlarından afişlere ve karikatürlere, oyun metinlerinden çalışma notlarına kadar uzanan zengin bir çeşitlilik sunuyor. Aralarında Genco Erkal, Ergun Köknar, Behzat Butak, Ümit Denizer gibi tiyatrocuların; Genç Oyuncular, AÇOK gibi toplulukların ve dönemlerine damga vurmuş oyunların çeşitli belgeleriyle birlikte yer aldığı sergide ayrıca öykü, sürpriz belge ve görsel de bulunuyor. Ayrıca Türkiye’nin tiyatro belleğini boyutlandıran görüşmelerden oluşan Sözlü Tarih ve TTV’nin özel bir uygulaması olan Konuşan Fotoğraflar bölümleri görsel-işitsel öğelerle yaşayan bir arşiv deneyimi sunuyor.
Sergiye, tarihleri yakında duyurulacak ve tiyatro belleğimize farklı pencereler açacak beş söyleşi eşlik edecek: Uzun yıllar Genco Erkal ile aynı sahneyi paylaşmış sanatçıların deneyimlerini aktaracakları Genco ile Oynamak Bir Ayrıcalıktır; koleksiyoncuların tiyatronun kalıcılığını tartışacağı Tiyatroyu Biriktirmek; artık TTV’nin sloganına dönüşmüş olan Bize Bir Tiyatro Müzesi Gerek; Saitali Köknar’ın annesi Suna Pekuysal ve babası Ergun Köknar’la paylaştıklarını anlatacağı İnsanın Annesi Suna Pekuysal, Babası Ergun Köknar Olunca… ve tiyatronun olmazsa olmazı turnelerden anılarla sergiyi taçlandıracak Bir Gün Biz Turnedeyken.
“Tiyatro Hazinemizden”, bir bölümü ilk kez gün yüzüne çıkacak belgelerle tiyatronun belleğini harekete geçirerek, geçmişten günümüze uzanan tiyatro yaşantısını ve ruhunu bugünün seyircisine aktarmayı amaçlıyor. Tiyatromuzun değerli mirasını koruyamazsak neleri kaybedeceğimizi ziyaretçilere yeniden hatırlatmayı hedefliyor.
BüroSarıgedik, Aslı Özdoyuran’ın “Yuvarlak Sayılar” başlıklı kişisel sergisini 21 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Sergideki işler, aynı kökü paylaşan “mahkeme” ve “muhakeme” kelimelerinin çağrıştırdıklarından yola çıkıyor ve bu terimlerin birbirleriyle ilişkisini irdeliyor. Aslı Özdoyuran, duruşma salonlarından ve özellikle Silivri ve Çağlayan Adliyeleri’nden aklında yer eden mimari detaylara dayanan çizimlerinde, mekânın yeniden ürettiği ideolojiyi ve bu ideolojinin yarattığı şiddeti tanımlamaya çalışıyor. Çizimlere eşlik eden heykeller ise sanatçının gündelik konuşmalar sırasında duyduğu ve not ettiği kısa ifadelerden esinleniyor. Bu alıntılar, Özdoyuran’ın kişisel yaşamının yanı sıra, etrafında tekrar eden politik söylemlerin izlerini taşıyor ve sergideki işlere isimlerini veriyor. “Yuvarlak Sayılar” adalet duygusunu, ölçme biçimlerini ve konuşma diline sızan güç ilişkilerini araştıran bir düşünme alanı sunuyor.
Dr. Jennifer Cox’un kadınlara öfke ve beraberindeki duyguları fark etmeye ve yıkıcı olmaktan çıkarıp yapıcı bir güce dönüştürmeye yönelik bir çağrıda bulunduğu kitabı Kadınlar Öfkeli: Öfkeniz Neden Gizleniyor ve Onu Nasıl Ortaya Çıkarabilirsiniz?, Sibel Eraltan’ın çevirisiyle Eksik Parça Yayınları’ndan çıktı.
Cox’a göre kadınların öfkelerini gerçekten ifade etmelerine hiç zaman izin verilmedi, bu da hepimizi çileden çıkarıyor. Kız çocuklarının “iyi” olmaya ve “olay çıkarmamaya” koşullandırıldığı erken çocukluktan, orta yaşta sorumlulukların altında ezildikleri döneme kadar kadınların öfkesi bastırılır, gizlenir, en sonunda zehre dönüşür. Küçük veya büyük ölçekli adaletsizlikler kişisel hikâyelerimizin dokusuna işlemiş durumda. Bu izleri bedenlerimizde ve zihinlerimizde taşıyoruz. Bu izlere çoğu zaman otoimmün sağlık sorunları da eşlik ediyor. Bu kitap, o öfkenin nerede gizlendiğini ve onu nasıl serbest bırakabileceğinizi gösteriyor.
Piyanist ve besteci Eric Christian, Piu Entertainment organizasyonuyla ilk İstanbul performansı için 1 Ekim 2026’da Zorlu PSM’de müzikseverlerle buluşacak.
Klasik müziğin köklü geleneğini modern bir sinematik anlatımla harmanlayan Eric Christian, her notasında dinleyicileri hissetmeye, düşünmeye ve hayal kurmaya davet eden güçlü bir müzikal evren yaratıyor. Bugüne kadar bestelerinin notaları 200’den fazla ülkede, 100.000’den fazla müzisyen tarafından yorumlanan sanatçı, çağdaş piyano müziğinin en etkileyici ve ulaşılabilir isimlerinden biri olarak öne çıkıyor. Berklee College of Music’te aldığı eğitim, Liszt’ten Ravel’e uzanan klasik ustalardan taşıdığı ilham ve New York’un çok kültürlü atmosferi; Christian’ın kendine özgü, duygusal derinliğe sahip müzik dilinin en belirgin yapı taşları arasında yer alıyor.
İstanbul’da gerçekleşecek bu özel gecede hayranları ile ilk defa buluşacak Christian, dinleyicilerine sadece bir konser değil; duyguların, hayal gücünün ve sinematik bir müzik dilinin merkezde olduğu benzersiz bir yolculuk sunacak.
Sakıp Sabancı Müzesi’nin koleksiyonlarına yeni katılan, çağdaş sanatçı ve akademisyen Murat Durusoy’un Doğa Sonrası Etütleri V.2 adlı videosu, Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’nun sergilendiği salonlarda sanatseverlerle buluşuyor.
Bir zamanlar Atlı Köşk’ün seyir balkonu olan, müzeye dönüştürüldükten sonra Manzara Odası olarak düzenlenen mekânda konumlanan eser, SSM Bahçe’deki erguvan, defne, sığla, zakkum ve biberiye bitkilerinden yola çıkıyor. Bu bitkiler, sentetik polimerler, devre kartları ve metal dokulara dönüştürülerek, doğanın insan yapımı maddelerle iç içe geçtiği bir görünüme bürünüyor ve insan etkisinin gezegenin doğal dengesini kalıcı biçimde değiştirdiği, iklim krizinin giderek hissedildiği Antroposen Çağı’na işaret ediyor. Durusoy’un videosu, Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’ndaki bitkisel motiflerle süslenmiş eserleri ile sıra dışı bir etkileşim kuruyor, altın yaldızla bezenmiş simetrik kaligrafik kompozisyonlardan ilham alarak, doğa ve teknoloji arasındaki gerilimi adeta “dijital bir natürmort” olarak yeniden yorumluyor.
İklim krizi, teknoloji, hafıza, zaman ve imge kavramları etrafında çalışan akademisyen ve çağdaş sanatçı Murat Durusoy, “Doğa Sonrası Etütleri” serisini doğayı yalnızca gözlemleyen değil, teknoloji aracılığıyla yeniden üreten bir alan olarak kurguluyor. Kendi çektiği bitki görüntülerini katmanlı dijital müdahaleler, ışık kırılmaları ve sentetik yüzey dokularıyla işleyerek doğanın yüzeyinde insan müdahalesinin izlerini görünür kılıyor. Bu üretim biçimi hem fotoğrafın belgesele yakın doğasını hem de videonun zaman kavrayışını dönüştürüyor; izleyiciye, organik ve yapay arasındaki sınırın giderek bulanıklaştığı bir görsel deneyim sunuyor.
Doğa Sonrası Etütleri V.2 adlı videonun SSM’nin koleksiyonlarına katılması kapsamında, 29 Kasım Cumartesi günü, 14.00’te eserin sanatçısı Murat Durusoy ve Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’nun yöneticisi Dr. Ayşe Aldemir bir söyleşi yapacak ve videonun yaratım ve sergileme sürecini ziyaretçilerle paylaşacak. Etkinlik müze ziyaretçilerine ücretsiz gerçekleştirilecek.
Samsung’un katkılarıyla sergilenen eser, Atlı Köşk’ün üst katındaki Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’nun sergi salonlarında, pazartesi hariç her gün, 10.00-18.00 arasında ziyaret edilebilir.
Lucy Knisley’nin macera dolu seyahatler ve enfes lezzetlerle şekillen bir büyüme hikâyesi anlattığı grafik romanı Yemeksever, Tijen İnaltong’un çevirisiyle Desen Yayınları’ndan çıktı.
Yemeksever, “aşeren” bir çocuğun yıllardır biriktirdiği lezzet anılarıyla yoğurduğu hikâyelerin bir derlemesi. Bu kitap; aile bağları, dostluk ilişkileri, kültürel kimlik gibi kavramları mutfak üzerinden ele alıyor.
Yemek yapmanın kutsallığına inanan bir aileye doğan Lucy, mama sandalyesine oturduğu ilk günden beri hep rafine tatların izini sürmüş. Ailesinin mesleği ona benzersiz lezzetler deneyimleme olanağı sununca, o da kendisine “mutfaktaki çocuk” rolünü biçmiş. New York’ta gurme bebek, köy evinde bir şehir faresi olmuş. Canı ne zaman abur cubur çekse hep ebeveynleriyle çatışmak zorunda kalmış. Carbonaradan huevosa mutfaktaki hünerlerini sergilerken en çok kruvasan yapımında zorlanmış. Yeni keşiflere yelken açmak için seyahat ettikçe damak tadı devamlı gelişmiş. Tek kaygısının, iyi insanların kötü yemeklerle karşılaşması olduğunu söylüyor! Zaten hayatındaki en canlı anıların hep yiyeceklerin tadına dair olduğunu düşünen birinden başka ne beklenebilir ki?
İsveçli melodik death metal grup In Flames, 26 Temmuz 2026 tarihinde Maximum Uniq Açıkhava’da Stagepass organizasyonuyla konser verecek.
In Flames’in 2026 Avrupa turnesi kapsamında vereceği konser, grubun yanı sıra ekstrem metalin öncü temsilcisi Napalm Death ve modern metal sahnesinin yükselen isimlerinden Employed to Serve’ün performanslarıyla zenginleşen güçlü bir line-up’a ev sahipliği yapacak.
1990 yılında Göteborg’da kurulan In Flames, melodik death metal akımının oluşumundaki belirleyici rolüyle modern metal tarihine adını yazdırdı. Grup, uzun kariyeri boyunca her albümünde kendi sound’unu yenileyerek geniş bir dinleyici kitlesi oluşturdu. In Flames, 2026 turnesi kapsamında Avrupa’nın önde gelen festival ve konser mekânlarında sahne alıyor. İstanbul konseri, grubun yeni dönem repertuvarı ile klasikleşmiş şarkılarını bir arada sunduğu özel bir setlist ile gerçekleşecek.
1981 yılında İngiltere’de kurulan Napalm Death, ekstrem metal ve grindcore türlerinin şekillenmesinde belirleyici bir rol üstlendi. Yoğun performans enerjisi ve politik söylemiyle bilinen grup, İstanbul’da In Flames öncesi sahne alarak gecenin dinamik temposunu belirleyecek.
Son yıllarda uluslararası metal çevrelerinde adından sıkça söz ettiren İngiliz grup Employed to Serve, modern metal ve hardcore unsurlarını bir araya getiren güçlü sahne performansıyla tanınıyor. Employed To Serve, Fallen Star adlı yeni albümünü geçtiğimiz aylarda yayımladı.
İKSV ve Mercedes-Benz Türk’ün iş birliğinde hayata geçirilen SaDe (Sanatçı Destek Fonu) programının 2024-2025 dönemi sanatçılarının yeni üretimlerinden oluşan sergi 21 Aralık’a kadar Özel Saint Benoît Fransız Lisesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) yürütücülüğünde, Mercedes-Benz Türk’ün proje ortaklığında hayata geçirilen SaDe (Sanatçı Destek Fonu) görsel sanatlar alanında üretim yapan genç sanatçıları desteklemek amacıyla 2022 yılından bu yana sürdürülüyor. Programın ikinci döneminde desteklenen sanatçılar Rozelin Akgün, Cemil Çalkıcı, Aylin Çankaya, Gökçe Çetin, Nesime Karateke ve Macide Yalçınkaya’nın yeni üretimleri SaDe 2024-2025 dönemi sergisi ile Karaköy’de, Özel Saint Benoît Fransız Lisesi’nde izleyicilerle bir araya geliyor.
2024-2025 döneminde SaDe programından destek alan sanatçılar, dönem boyunca programa destek veren mentorları Serkan Taycan, Emre Hüner, Aslıhan Demirtaş, Nazlı Pektaş, Evrim Kavcar ve Günseli Baki’nin katkılarıyla sürdürdükleri çalışmalar sonucunda ürettikleri eserleri izleyiciye sunuyor.
Künye:
1. Macide Yalçınkaya, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
2. Gökçe Çetin, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
3. Cemil Çalkıcı, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
4. Rozelin Akgün, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
5. Aylin Çankaya, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
6. Nesime Karateke, Fotoğraf: Fatih Yılmaz
Kostas Kampourakis’in kimliğimizi ve insanlığın geniş ailesi içindeki yerimizi bilimsel olgular temelinde yeniden ele aldığı çalışması Soyu Yeniden Düşünmek - Genetik Etnisite Mitinin Çürütülmesi, Gürol Koca’nın çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıktı.
Kampourakis, kitabında DNA soy testlerini derinlemesine inceliyor ve bunların aslında sanıldığından çok farklı şeyler söylediğini anlatıyor. Testlerin yöntemlerindeki kısıtlılıkları ve sonuçların yorumlanmasındaki sorunları açıklayan Kampourakis, bütün bunların “soy”, “ırk”, “milliyet” ve “etnisite” gibi kritik kavramlar konusundaki yanlış kanıları nasıl güçlendirdiğini ve özcü düşünme biçimini nasıl beslediğini gözler önüne seriyor. Genetik testler gerçekten de kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ortaya koyabilir mi? “Saf” ırk veya soy diye bir şey var mı? Soylarının meşhur tarihsel figürlere dayandığını söyleyen kişilerin iddiaları ne kadar geçerli? Farklı ırklar, etnisiteler ve milliyetler arasında belirgin genetik farklar var mı? DNA soy testlerinin psikolojik ve toplumsal etkileri neler? Bu testlerin sonuçlarını nasıl yorumlamalıyız?
Tayfun Pirselimoğlu’nun karanlık ve gerilim yüklü bir evrene sürükleyen yeni filmi İDEA, 28 Kasım’da vizyona girecek.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun üstlendiği, yapımcılığını Vildan Erşen’in gerçekleştirdiği İDEA, gerçekliğe dönüştüğünü çarpıcı bir dille anlatıyor. 29 Kasım Cumartesi günü Kadıköy Sineması’nda ve 2 Aralık Salı günü Atlas Sineması’nda film ekibi ve oyuncuların da katılacağı özel gösterimler düzenlenecek. Tarhan Karagöz, Nalan Kuruçim, Ercan Kesal, Jale Arıkan, Tansu Biçer, Gafur Uzuner, Melih Düzenli ve Enver Demirkan gibi isimlerin rol aldığı film, izleyeni hem rahatsız eden hem de peşinden sürükleyen bir kâbusun içine çekmeye hazırlanıyor.
Kimlik sorunsalının takıntılarından biri olduğunu vurgulayan senarist ve yönetmen Tayfun Pirselimoğlu, kendi isteğiyle kimliğini değiştiren bir karaktere odaklanan Ben O Değilim filminin ardından bu kez, İDEA’da, kendi iradesi dışında başka biri olarak muamele gören bir adamın hikâyesini anlatıyor.
“Şehirden uzak, ıssız bir villada bekçilik yapan Kemal’in (Tarhan Karagöz) hayatı, gece geç saatte bindiği bir otobüste tuhaf bir adamın koltukta unuttuğu ‘İDEA’ adlı gizemli kitaba rastlamasıyla altüst olur. Sadece birkaç sayfasını karıştırmış olduğu kitap yüzünden açıklanmayan bir suçla suçlanır ve gizli bir örgütün lideri sanılarak tutuklanır. Bir anda kimliği elinden alınan Kemal nasıl ve neden hedef hâline geldiğini bilmeden, akıl dışı bir kâbusun içine düşer.”