Ebru Köfter’in kaleme aldığı, Merve Ergenoğlu’nun resimlediği insanların neden olduğu doğa tahribatının yaban hayata verdiği etkiyi konu alan En Büyük Gölge Kimin? adlı kitap, Meraklı Tilki Kitaplığı’ndan çıktı.
Cesaret, çevre bilinci, dostluk ana temalarına sahip bu kitap 4 yaş ve üzeri okurlara doğanın yalnızca insanlara değil tüm canlılara ait olduğunu, sevimli bir tavşan ve sincabın duygularıyla anlatıyor.
Uzun Kulak ve Uzun Kuyruk adında iki yakın arkadaş, iş makineleri yuvalarını yok edince yeni bir yuva bulmak için yola koyulurlar. Birbirlerine destek olarak korkularını yendikleri bu zorunlu yolculuk sonunda, yeni bir yuvaya sahip olabilecekler mi? Yuva ararken, neye güvenmeliler? Gölgelere mi yoksa kendilerine mi?
Yassassin grubunun yakında çıkacak albümünden “Dona Dona” isimli ilk teklisi müzikseverlerle buluştu.
Bülent Kabaş, Dilara Çivici ve Orkun Tunç’tan oluşan Yassassin grubunun ilk albümündeki “Dona Dona” şarkısının sözleri, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Ölüme Gazel adlı şiirine dayanıyor. Grup, bu şiiri geleneksel ezgilerden esinlenerek modern bir ağıt formunda besteledi ve yorumladı. Parçanın vokallerinde ise özgün R&B ve soul çalışmalarıyla tanınan Gomeisa yer alıyor. “Dona Dona” teklisini buradan dinleyebilirsiniz.
Künye:
Söz: Ümit Yaşar Oğuzcan (Ölüme Gazel şiiri)
Müzik: Bülent Kabaş, Orkun Tunç
Düzenleme: Yassassin (Bülent Kabaş, Orkun Tunç, Dilara Çivici)
Kayıt: No.5 Stüdyoları – Ozan Çanak, Deniz Ağan (2024)
Mix & Mastering: Ozan Çanak
Banu Birecikligil’in son dönem çalışmalarını bir araya getirerek, sanatçının mitoloji ve doğa ekseninde şekillenen görsel anlatılarına güncel bir yorumunu sunduğu “Ölen Bir Yıldıza Methiye” başlıklı kişisel sergisi 26 Nisan-24 Mayıs tarihleri arasında .artSümer’de sanatseverlerle buluşuyor.
Banu Birecikligil’in kadim mitolojilerden ve spekülatif gelecek tasavvurlarından ilhamla kurguladığı dünyalar; doğa ile insan arasındaki kırılgan ilişki, figüratif ve simgesel düzlemlerde yeniden şekilleniyor. Sergideki çalışmalarda, konumu belirsiz bir manzara içinde beliren bir gezgin, ufukta parlayan bir süpernovaya işaret ediyor. Bu gezgin figürü, izleyiciye hem Küçük Prens’in evrenini hem de Tarot destesindeki The Fool kartını anımsatıyor. Bir yolculuğun eşiğinde; merak, bilinmezlik ve gözü karalık duygularıyla yüklü bir anda, adeta zaman içinde donmuş gibi. İçinde bulunduğu düzlemde zaman ve mekân çözülmüş durumda. Burasının bir dünya mı, başka bir gezegen mi, geçmiş mi yoksa gelecek mi olduğu belirsizliğini koruyor. Var olmakla yok olmak, yaşamla ölüm bu sergide aynı döngünün birbirini besleyen parçaları olarak karşımıza çıkıyor.
Birecikligil’in resimlerinde sıkça rastlanan “arada kalmışlık” hissi, burada neredeyse elle tutulur bir yoğunluk kazanıyor. Doğa ve insan iç içe geçmiş hâlde; ancak ne tamamen evcilleşmiş ne de bütünüyle yabani bir düzlemde yer alıyor. Konfor ile ilkel içgüdüler, mitolojik çağrışımlarla aynı yüzeyde buluşuyor. Bir kedinin yastığa kıvrılmış huzurunun hemen altında, hayali bir mağaranın içinde doğayla kurduğu kadim bağını hâlâ taşıyan hayvan figürleri beliriyor. Sanatçının klasik sanat referansları ve mitolojik göndermeleri, çağdaş bir hassasiyetle dönüştürme biçimi ise, bu karşıtlıklar ve geçişlerde belirginleşiyor.
Künye:
1. Banu Birecikligil, Gezgin ve Süpernova 130×170 cm
2. Banu Birecikligil, Gül Bahçesi 135×175
3. Banu Birecikligil, The Landing 100×130 cm
4. Banu Birecikligil, Bir Tuhaf Gece 150×250 cm
EVİN, Temür Köran’ın “Sezgiler ve İzler” başlıklı kişisel sergisini 26 Nisan-21 Haziran tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturuyor.
Temür Köran, son dönemde hafızasındaki tortuların izinden giderek sezgisel bir yaratım sürecini benimseyerek geçmiş pratiklerini ve sanat tarihinden onu etkileyen unsurları yeni biçimlerle ele aldığı yapıtlar üretiyor. Sanatçı, görmenin yalnızca pasif bir algı olmadığını, aksine düşünsel bir eylem olduğunu vurgulayarak görünen ile hatırlanan, somut ile soyut, bireysel ile kolektif hafıza arasındaki etkileşime odaklanıyor.
Köran, hakikat ile hafızamızda kalanlar arasındaki karmaşık ilişkiyi sezgileri yoluyla keşfetmeye çalışırken kendi öznel deneyiminden besleniyor. Sergideki yapıtlar çok katmanlı ve dışavurumcu bir yaratım sürecinin içsel dinamiklerini yansıtıyor. Hem bireysel hem de toplumsal olarak sıklıkla çıkmazda hissettiğimiz, felaketlerle dolu bir çağa tanıklık eden sanatçı, beslediği duyarlılığı sanatsal ifadesine yansıtıyor.
İki Grammy ödülü müzisyen Pinchas Zukerman, 27 Nisan Pazar akşamı saat 20.00’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda dinleyicilerle buluşacak.
Yüzü aşkın albüm kaydı ve elli yılı aşan sahne kariyeriyle klasik müziğin yaşayan efsanelerinden biri hâline gelen Pinchas Zukerman, CRR’deki konserinde Sinfonia Varsovia eşliğinde hem solist hem de şef olarak müzikseverlerle buluşacak.
1984’te Yehudi Menuhin’in davetiyle Polonya Oda Orkestrası’nın büyümesiyle kurulan Sinfonia Varsovia, kuruluşundan bu yana dünyanın saygın konser salonlarında gerçekleştirdiği performanslarla uluslararası tanınırlık kazandı. Wolfgang Amadeus Mozart, Beethoven ve Penderecki gibi bestecilerin eserlerine getirdikleri titiz yorumlarla öne çıkan orkestra, Valery Gergiev, Lorin Maazel, Martha Argerich, Anne-Sophie Mutter gibi isimlerle uzun soluklu iş birliklerine imza attı.
Pinchas Zukerman & Sinfonia Varsovia başlıklı konser, Edward Elgar’ın yaylı çalgılar için yazdığı, pastoral dokusu ve zarif melodileriyle tanınan Serenad, Mi minör Op. 20 ile başlayacak. Ardından, Mozart’ın yalnızca 19 yaşındayken bestelediği, zarafeti ve klasik üsluptaki olgunluğuyla öne çıkan Keman Konçertosu No. 5, La Majör KV 219 yorumlanacak. Konser, Felix Mendelssohn’un İtalya seyahatinden ilham alarak kaleme aldığı ve güney coğrafyasının sıcaklığını müziğe taşıyan Senfoni No. 4, “İtalyan” eseriyle sona erecek. Özellikle finaldeki Saltarello dans ritimleriyle dikkat çeken bu eser, konserin yüksek enerjili kapanışını oluşturacak. Tüm programı Pinchas Zukerman’ın orkestra şefliği ve solistliği ile icra edilecek konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Galeri Siyah Beyaz, Kirkor Sahakoğlu’nun “DUEL” başlıklı kişisel sergisini 25 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturuyor.
Kirkor Sahakoğlu’nun “DUEL” sergisi, Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler romanındaki “Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.” sözünden yola çıkıyor. Felsefi açıdan adeta bir retrospektifi tanımlarcasına yine varoluşçu anlayışla ortaya çıkan sergi, özellikle kişinin kendine dönük bir meydan okuma surecini ele alıyor. Sahakoğlu, izleyiciyi bir şekilde yüzleşmeye, farkındalığa davet ediyor.
“Bu yüzleşme sürecinde insan kiminle mücadeleye girer? Ayna ile mi yoksa aynadaki suretle mi? diye soruyor. Çok az insanın bu süreçte kendisiyle bir hesaplaşmaya girdiğini ve gerçeği yakaladığını iddia ediyor ve şöyle devam ediyor;
Bu düello sonuçta bir rakibin değil, arzuların alt edilmesidir.
Zaten en büyük zafer kendine karşı kazanılan değil midir?
En büyük rakip insanın kendisi değil midir?”
Feride Çiçekoğlu’nun 12 yaş ve üzeri gençlere ilham verici örnekler ve pratik ipuçlarıyla senaryo yazmanın inceliklerini anlattığı kitabı Bir Senaryo Yazalım, Mundi Çocuk’tan çıktı.
Senaryo yazmaya ve film çekmeye hevesli gençler bu kitap ile karakter yaratmaktan olay örgüsü kurmaya, sahne yazımından çekim sürecine kadar bir senaryonun tüm aşamalarını keşfedecek. Çiçekoğlu, kendi deneyimlerinden yola çıkarak senaryo formatından tretmana, görüntü ve seslerin yazımına kadar her aşamayı detaylandırdığı bir rehber sunuyor.
“Senaryo, görüntüler ve seslerle zihnimizde akan bir hikâyedir, uyanıkken gördüğümüz rüya gibidir. Öyle ki, o rüya âlemindeki kişiler bizim hayal ettiğimiz şeyleri yaparlar.”
Metal müziğin önemli isimlerini dinleyicilerle buluşturan Dark Sun Festival, Epifoni ve URU ortaklığı ve +1 katkılarıyla 1 ve 2 Ağustos’ta KüçükÇiftlik Park’ta gerçekleştirilecek.
Dark Sun’da ilk gün Sepultura, Radical Noise, Helak sahne alırken, ikinci gün ise Epica, Myrkur ve Knight Errant müzikseverlerle buluşacak. 1 Ağustos’ta Türk metal sahnesinde death metal ve senfonik unsurlarla harmanlanmış karanlık atmosferli müzikleriyle dikkat çeken Helak açılışı yapacak. Yerel sahnenin punk-hardcore ikonları Radical Noise ise ilk günün diğer yerli grubu olarak sahnede olacak. Brezilya’nın efsanevi thrash metal grubu Sepultura, sahneyi devralarak festivalde ilk akşamın finalini yapacak. Agresif riff’leri ve sahnedeki enerjileriyle unutulmaz bir gece yaşatmaya hazırlanan grup, yıllara meydan okuyan setlist’iyle dinleyicilerle buluşacak. 2 Ağustos’ta; Türkiye senfonik metal sahnesinin öncülerinden Knight Errant’in etkileyici performansı ile başlayacak black metalin gotik ve folk unsurlarla birleştiği benzersiz müziğiyle Myrkur festivalin en özel performanslarından birine imza atacak. Senfonik metalin en büyük isimlerinden biri olan Epica, görkemli sahne prodüksiyonu ve etkileyici vokalleriyle festivale epik bir final yapacak. Simone Simons’un büyüleyici sesi ve grubun senfonik melodileri, metal severlere unutulmaz bir deneyim sunacak.
Dark Sun Festival’in biletlerine Biletix ve Biletinial üzerinden ulaşabilirsiniz.
Pilot, Melih Çebi’nin “Can’t Come, Still Emerging” başlıklı kişisel sergisini 26 Nisan-4 Haziran tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
Melih Çebi’nin “Can’t Come, Still Emerging” sergisi sanatçının bireysel ve sanatsal dönüşüm sürecine ayna tutuyor. Modern izolasyon, varoluş ve kimliğin sürekli değişen doğası üzerine kurulan sergi, Çebi’nin içsel yolculuğunun görsel bir anlatımını sunuyor.
İlk kişisel sergisi “Baby on Board” ile sanat dünyasında kendine bir alan arayan Melih Çebi, bu kez o alanın içinde var olmayı ve bu varoluşun doğurduğu meseleleri sorguluyor. “Can’t Come, Still Emerging” başlığını taşıyan bu sergi, sanatçının hem pratiğinde hem de kişisel yaşamında deneyimlediği bir geçiş hâlini yansıtıyor. Başlık, hem sanatçı olarak yerini arayan kişiyi, hem de çocukluk ve ergenliğini geride bırakılıp belirsiz bir yetişkinliğe doğru ilerleyen kişinin daha derin bir kişisel dönüşüm sürecine işaret ediyor. Bu durum, “still emerging” (hâlâ ortaya çıkmakta) ifadesinde somutlaşıyor. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında salınan imgelerle örülü bu sergi; zamanlar arası bir geçişin görsel anlatımına dönüşüyor.
Çebi’nin yeni işleri, geçmişin, şimdinin ve muhtemel bir geleceğin bulanık sınırlarında dolaşan, zamansız ve rüya gibi sahneler sunuyor. Eserlerdeki figürler yalnızlık, içe dönüş ve kimlik arayışı gibi temalar etrafında şekilleniyor. Önceki serilerde sıkça gördüğümüz, neredeyse maske gibi tekrarlanan gülümseyen yüzler, bu sergide yerini daha sade, hatta ifadesiz yüzlere bırakıyor. Çebi, eserlerini bir film rulosunun negatifleri gibi kurguluyor; her biri, yalnız geçirilen bir gece saatini, çocuklukta terk edilmiş bir parkı, ya da dijital ekranların ışığında çözülmeye başlayan bir kimliği yansıtıyor.
John Barth’ın ilk kez 1958’de yayımlanan ikinci kitabı Yolun Sonu, Seda Erol Le Morellec çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
John Bart, Yolun Sonu romanında dönemin ırkçılık, kürtaj gibi sorunlarına cesur bir bakış yöneltirken, hiciv ve trajediyi ustalıkla birleştirerek bir felsefi roman ortaya koyuyor.
“Genç Jake Horner, postmodern edebiyatın en karşı konulmaz antikahramanlarından biridir ve zihni karanlık düşüncelerle giderek felç edici bir örümcek ağına dönüşmüştür. Yardım için yarı aziz, yarı şeytan hem dâhi hem şifacı hem de sihirbazdan müteşekkil olağanüstü bir doktora başvurur. Bu doktor sayesinde başladığı yeni işindeyse rasyonel varoluşçu Joe Morgan ve karısı Rennie’yle arkadaş olur ve trajik sonuçlara yol açacak bir ilişkiye sürüklenir.”